Dinsizliğin Manevi Tahribatına Karşı, Yalnız Siyasî Müdahalelerin Çare Olmadığı ve Manevi Islahatın Lüzumu

images1 Dinsizliğin Manevi Tahribatına Karşı, Yalnız Siyasî Müdahalelerin Çare Olmadığı ve Manevi Islahatın Lüzumu

Siyesetle Dine Hizmet Etmek, Müşkilatlı ve Hatarlı Olup, Kalplerin İman ile Islah Edilmesi Lazım

… Denilmiş: “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”

Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki ESKİ SAİD, BİR MİKDAR SİYASETE GİRDİ. Belki SİYASET VASITASIYLA DİNE ve İLME HİZMET EDECEĞİM DİYE BEYHUDE YORULDU.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu HİZMETE MANİ ve HATARLI BİR YOLDUR. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde SİYASETÇİLİK BANA FUZULİ ve MALAYANİ BİR ŞEYDİR.Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer FİKİRLE OLSA, BANA İHTİYAÇ YOK. Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır.

Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber GAZETELERİ ve SİYASETİ ve SOHBET-i DÜNYEVİYE-i SİYASİYEYİ TERKETTİ. Buna kat’î şahid, o vakitten beri sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve
ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﺤِﻴﻠَﺔُ ﻓِﻰ ﺗَﺮْﻙِ ﺍﻟْﺤِﻴَﻞِ
düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.
(Mektubat – Onaltıncı Mektub/1.Nokta)

İnceleyin:  Müsbet ve Menfî Milliyetçilik

… İşte böyle hadsiz bir hayat-ı ebediyeye çalışmayı ve iman gibi kudsî bir nura hizmeti bırakmak, ihtiyarlık zamanında lüzumsuz tehlikeli siyaset oyuncaklarına atılmak; benim gibi alâkasız ve yalnız ve eski günahlarına keffaret aramağa mecbur bir adamda ne kadar hilaf-ı akıldır, ne kadar hilaf-ı hikmettir, ne derece bir divaneliktir, divaneler de anlayabilirler.
(Mektubat – Onaltıncı Mektub/2.Nokta)

Bedîüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan Hizb-ül Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, SİYASET CANİBİYLE ONLARA GALEBE EDİLMEZ; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’an’ın nurlarıyla mukabele edilebilir.” tavsiyesine müraatla, Ankara’da teşrik-i mesaî edemeyeceği için, kendisine tevdi’ edilmek istenen meb’usluk, Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye gibi Diyanet’teki a’zâlığı, hem vilayat-ı şarkıye vaiz-i umumîliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım meb’usların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır…
(Tarihçe-i Hayat – İLK HAYATI/Ankara’ya gidişi)

İKİNCİ MERAKLI SUAL:

Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek bilakis beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zâtlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takib ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?”

Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki: Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, TOPUZ BÖYLE BİR ZAMANDA KALBİ ISLAH ETMEZ. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. HEM NUR, HEM TOPUZ.. İKİSİNİ, BU ZAMANDA BENİM GİBİ BİR ÂCİZ YAPAMAZ. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. EĞER YÜZ ELİMİZ DE OLSA , ANCAK NURA KÂFİ gelir. TOPUZU TUTACAK ELİMİZ YOK!..

(Lemalar – Onaltıncı Lem’a/Meraklı Sualler)

İnceleyin:  Şükür içinde sâfi bir iman, hâlis bir tevhid var

… Şimalden gelen KÜFR-Ü MUTLAK CEREYANINI DURDURACAK, YALNIZ RİSALE-İ NUR’DUR. SİYASET, DİPLOMATLIK, BU VAZİFEYİ GÖREMEZ. Onun için, vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçiler, Nurlara sarılmağa mecburiyet var.
(Emirdağ Lâhikası -1)

… Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise KEYFİYETE NİSBETEN EHEMMİYETİ AZDIR; hem MUVAKKAT ve MÜTEHAVVİL SİYASET ÂLEMLERİ EBEDÎ, DAİMÎ, SABİT HİDEMAT-I İMANİYEYE NİSBETEN EHEMMİYETSİZDİR, mikyas olamaz, medar da olamaz…
(Kastamonu Lâhikası)

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir