Tablodaki Bardak

deniz-gunbatimi Tablodaki Bardak

Yalancı taşmalar, köpürmeler beklemeyin bizden. Çünkü bardağımız ağzına kadar dolu. Ne taşmaya ne köpürmeye ihtiyacı var bardağımızın! Ne de “bir bardak suda fırtına” cinsinden yapma dalgalanışlara. Dolu, dopdolu olmanın sessizliği, şamatasızlığı, derin barışı içinde olmak: amaç budur.

Kavgacı değil, savaşçı olmak, savaş için savaşçı olmak değil, barış için savaşçı olmak; bardağın doluluğu bu anlama gelir. Toprağa basmak; toprağa gömülmek değil: dirilişçiliğin yolu yordamı bu nüansta saklı. Çağın “sarhoş gemi”sine, çizilecek rota, dirilişçiliktir. İnsanın kendi arayışından, ansızın görünecek bir fecir.

Dirilişçilik, kağıt yapraklarında değil, insan ruhunda ciltlenecek ve insan ruhunu ciltleyecek bir espri araştırıcılığıdır, bir esprinin araştırıcısıdır, araştıran bir espridir.

Kolayı ister, ama kolaya kaçmaz. Kolaya kaçmayı hep reddeder o. Güçlüğün aşığı değildir, ama güçlükten de kaçmaz. Güçlüğü kolaylığa çevirme sanatıdır o bir bakıma.

Bardak, öylesine hızla dolup boşalmakta ve hemen yine dolmakta ki, o sanki hiç dolmuyor, boşalmıyor, hep aynı dolu bardak olarak kalıyor. Kan dolaşımı ve değişiminin olağanüstü hızı: dirilişçiliğin yeniliğinin sırrı. Son bardak değil bu, belki ilk bardak. Daha doğrusu, bardak zinciri içinde bir halka. İlk ve son bardakları da içinde bulunduran bir gelişim bardağı.

İçtiği suyu ab-ı hayata, zemzeme veya kevsere çevirirken insanoğlu, bir maya gibi kullansın diye sunulan çağın samimilik bardağı; ya da bu niyeti taşıyan hiç olmazsa.

Kurtarma iddiasının değil, birlikte kurtulmaya çalışma çabasının bardağı. Ve bu çabayla o ağzına kadar doludur Allah’ın izniyle. Kimsenin su hazinelerinde gözü olmayan bir bardaktır bu. Ve kimselerin su hazinelerini hatta ırmaklarını, nehirlerini ve denizlerini yadsımayan ve yadsımaya hiç de yanaşmayacak olan.

Öyleyse, o, “saf bir onama” dan mı ibarettir? Hayır. O, bir vaftiz bardağı değildir. O, bir statükoculuk bardağı değil, bir özdeğişim bardağıdır.

İnceleyin:  İslâm’ın İnsanlık Mesajı

Yitik Cennet’ten uzanan bir bardak, dolu bir bardak olmak: onun mutluluğu bu hedefe nişan almakta. “Temiz şarab” ın bardağı: aranan bardak, ayıklık bardağı.

Yoksa o, sarhoşluk gemisinin mahzen katını dolduran fıçılardan gelme bir bardak olma hevesinin meyvesi değil. Böyle bir meyve olmaktansa, çağın trajedisinde cayır cayır yanan kupkuru bir odun parçası olmayı yeğler o.

Olmak istediğini ne kadar olmuş ve oldurmuştur acaba? Bu ayrı konu. İlerde, başkalarınca tespit edilecek bir şey bu. Oluşumu bırakıp ta olanı değerlendirmeye vakti yoktur. Belki ancak, oluşum için gerekli, oluş içindeki, oluşumu kesmeyen, şimşeksi bir hız değerlendirmesiyle yetinmektedir ve yetinmek zorundadır, kendi kendine bakışta. Yani kepenklerini indirip envanterini yapmak yerine, envanterini, akışı, dolup boşalışı içinde doğal bir otokritik, sürekli bir otokritik biçiminde yürütür.

Bizden, hıçkırıklar, feryatlar, figanlar istemeyiniz. Çünkü: bardağımız ağzına kadar dopdolu. Fazladan bir hıçkırık ek bir “ah”, onun kırılıp parçalanmasına sebep olsun ister misiniz? Kötü niyetliler hariç, kim arzular bunu?

Onu kırıp un ufak etmeyi düşlemesin kara yürekliler. Sonra, onun tozlarından, bin yeni bardak fışkırıverir. Bırakınız, çağdaş sofrada, bu bardak ta, sizin süslü püslü kokulu ve renkli bardaklarınız arasında, sade ve sessiz, ait olduğu eli beklesin, o eli uzatacak konuğun çıkagelmesini beklesin. O çağrısız konuğun.

Evet, bütün çağrılılar masada yerini almış durumda. Ve eller uzanmış, bütün bardaklara. Yalnız, tablonun içindeyken dışında kalan, dopdolu sessiz bardak ve çağrılmadan gelmesine engel olunamayacak beklenen “konuk”…

Gündönümü,s.95-98/Sezai Karakoç

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir