Yaşadığımız günlere varan sanayi devrimi insanın kas gücünü en az ölçüde kullanmaya yönelmişti. Makinaların hayatta belirleyici rol oynamalarıyla birlikte “yakıt” en önemli enerji kaynağı oldu. Yakıt elde etmek bir yandan tabiattan birşey koparırken, yakıtı kullanmak da tabiatın çehresini bozuyor, kirletiyordu. Yüzyıllar boyunca tabiata hakim olmak. Batılı insanın temel felsefesi, sürükleyici kuvveti oldu. İnsan kendine yalnız bir “çevre” yaratmakla kalmıyor, bütün önüne çıkan yaratıkları kendi emrine almak, kendi keyfince onlar üzerinde tasarrufta bulunmak istiyordu.
İnsan kendi şerefini insandan gayri ne varsa onu yenmek, zincirlemek ve kullanmakta aradı ve bunu başardığı oranda güçlü saydı kendini, 20. yüzyılın sonuna geldiğimizde vahşi tabiatın da sonu gelmişti. İnsanoğlu kendi için yarattığı yapay çevrenin bir nimet değil bir belâ olduğunu anlamakta gecikmedi. Gerçi insan eli değmemiş tabiat bölgesi kalmamıştı, ama bir yanıyla ehlileşmiş gibi görünen tabiat ehlileştiği İçin tehlikeli olmaya, insanı hem bazı şeylerden mahrum kılmaya, hem de insandaki bazı hayatiyet unsurlarını yıkmaya, çürütmeye yönelmişti. Tabiat, vahşetini görünür sahalardan görünmez bölgelere “gizlilik ve sinsilik’’ alanlarına taşıdı.
Bugün dünya ölçüsünde bir “tabiatı koruma” ideolojisi yürürlüğe girdi. Batılı düşünce içinde yakınmalar, pişmanlıklar, ahlar vahlar pek moda. Medeniyet çok kötüymüş de, niye insanoğlu tabiatı bunca tahrip etmiş de, Batı’yı dünyaya egemen kılan temel fikriyat çok yanlış, çok hastalıklı imiş de… Artık ilerlemeyelim diye ter ter tepinen batılı düşünür sayısı günden güne artıyor. Herkes, Brigitte Bardot’dân, katolik papazlarına kadar herkes vahşi tabiatın korunması işiyle yükümlü sayıyor kendini. Nesli tükenmekte olan hayvanlar korunmaya almıyor, tarıma açılan topraklarda sınırlamaya gidilmesi isteniyor, ağaçlar için, denizi temiz tutmak için kampanyalar açılıyor, daha bilmem neler…
Tabiatı korumak için yapılan bunca iş, gösterilen (sınırlı da olsa) bunca çaba gereksiz ve kötü mü? İnşaallah gereklidir diye cevap verebiliriz bu soruya.
Benim dikkat çekmek istediğim, tabiatı koruma ideolojisinin tabiatı yıkma ideolojisiyle tıpatıp aynı felsefeden kaynaklandığıdır. Tabiatı yıkmaya, onu gemlemeye, tutsak edip zincirlemeye çalışan zihniyet kendi doğrultusunda ilerleyerek tabiatı koruma fikrine varmıştır. Aslında tabiata “hakim” olma fikrinde bir değişiklik yoktur. Tabiata hakim olmanın biçiminde bir değişiklik yapma teklifi vardır. Sanayi olsun, ama denizi kirletmesin, elektronik aygıtlar hayatımızı yönetsin ama aklımızı kaçırmıyalım, vahşi hayvanlar yaşasınlar ama, bizim kontrolümüzde yaşasınlar, sular aksın ama biz istediğimiz için, bizim istediğimiz tarafa aksın, İyi bir göz, bu yaklaşımda tabiatla budalaca bir savaşa girmiş geçen yüzyıllar insanının sahip olduğundan çok daha tehlikeli bir niyeti görebilir. Şerri olduğu kadar, hayrı da insan kaynaklı esaslara oturtmak istiyor bunlar.
Bir önemli noktayı da vurgulamak gerek: Tabiatı koruma ideolojisi korunacak tabiatın kalmadığı bir zamanda yaygınlaştırılmıştır. Bugün batılı insan medeniyetinin vardığı nokta “yapay çevre” olmaksızın bir gün bile yaşanamıyacak bir noktadır. Bu yüzden tabiatı koruma ideolojisi batı medeniyetini yıkmaya yönelmiş sayılamaz.
İsmet Özel,Zor Zamanda Konuşmak
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…