(1) Şerî âdetler: Bunlar şer’î delillerin ortaya koymuş olduğu ya da yasaklamış bulunduğu şeylerdir. Bunlar şeriat tarafından vaciblikya da mendupluk düzeyinde yapılması istenilen veya mekruhluk ya da haramlık seviyesinde yapılması yasaklanan veyahut da yapılıp yapılmaması tercihe bırakılan şeylerdir.
(2) Hakkında müsbet ya da menfî şer’î bir delil bulunmayan ve insanlar arasında cereyan etmekte olan âdetler.
Birinci türden olan âdetler, diğer şer’î esaslarda olduğu gibi ebedî olarak sabittirler. Meselâ köle şehâdet ehliyetinden mahrumdur, necasetin giderilmesi istenilmiştir, namaz için taharet ve avret mahallinin örtülmesi emredilmiştir. Çıplak olarak Kabe’nin tavaf edilmesi yasaklanmıştır…. Bu ve benzeri insanlar arasında süregelen âdetler Sâri tarafından ya güzel ya da çirkin bulunarak emredilmiş ya da yasaklanmışlardır. Bunlar şer’î hükümler altına giren durumlar cümle-sindendir. Bu gibi konularda, mükelleflerin düşüncelerinde değişmeler meydana gelse bile asla bir değişiklik söz konusu olamaz [2]ve güzelin çirkine, çirkinin de güzele dönüşmesi sahih olmaz. Bu itibarla biri kalkıp da şöyle diyemez: Kölenin şahitliğinin kabulünü güzel âdetler önlemez; dolayısıyla onların şahitliklerini kabul etmeliyiz ya da bugün avret yerlerinin açılması ne ayıptır ne de çirkin birşeydir; neticede açıklıkta bir sakınca yoktur gibi hezeyanlarda bulunamaz. Zira .eğer bu yaklaşım doğru olacak olsa, bu sürekli ve yerleşik hükümlerin neshedilmesi demek olurdu. Oysa ki, Hz. Peygamber’in ölümünden sonra nesh artık imkânsızdır. Netice itibarıyla şer’î âdetlerin kaldırılması bâtıldır.
İkinci kısma gelince: Bu kısımdan olan âdetler:
(a) Sabit olabilirler.
(b) Değişken olabilirler.
Bununla birlikte bu tür âdetler de, üzerlerine terettüp edeeekhü-kümler için sebepleri teşkil etmektedir.
Sabit olanlar, insanda mevcut bulunan yeme, içme, cinsî arzu, bakma, konuşma, tutma, yürüme vb. şehvetlerin bulunması gibi şeylerdir. “Bunlar belli müsebbebler için sebebler olduklarına göre, Sâri’ Teâlâ onlarla ilgili hükümler koymuş olacaktır ve bu durumda devamlı olarak onların dikkate alınması, üzerlerine dayanılarak uygun hükümler konulması hususunda herhangi bir problem bulunmayacaktır.
Değişken olanlara gelince, bunları aşağıdaki gibi kısımlara ayırmak mümkündür:
(1)
Bunlardan bir kısmı güzellikten çirkinliğe ya da çirkinlikten güzelliğe değişim gösteren âdetlerdir. Mesela, (erkeğin) başı açık dolaşması gibi. Bu çeşitli yörelere göre farklılık arzeder. Doğu (şark) ülkelerinde mürüvvet sahibi kimselere göre çirkin kabul edilen başın açılması, mağrip (batı) ülkelerinde çirkin sayılmaz. Bu durumda İlgili seri hüküm yöreden yöreye değişir ve başı açık gezmek doğu ülkelerinde adaleti zedeleyici olurken batı ülkelerinde zedeleyici olmaz.
(2)
Bir diğer kısım da maksadı ifadedeki farklılıklardır; bu durumda bir mânâyı ifade eden söz yerini başka bir söze bırakır. Maksadı ifadedeki farklılıklar şu şekilde ortaya çıkar:
(a) Ya Araplarla Arap olmayanlar gibi millet farkından doğar.
(b) Ya da aynı millet içerisindeki farklılıklara nisbetle ortaya çıkar. Mesela, belli bir sanat erbabı, sanatlarıyla ilgili kendi aralarında diğer insanlardan farklı tabirler kullanırlar.
(c) Bir kelimenin birçok anlamı içerisinden bir tanesi yaygınlık kazanır ve zamanla o lafızdan ilk etapta o mânâ anlaşılır hale gelir. Halbuki o lâfızdan daha önce başka mânâlar da anlaşılıyordu. Yahut lâfız müşterektir fakat zaman içerisinde anlamlarından birine has bir hal almıştır. Ve buna benzer haller… Bu gibi durumlarda örfe itibarla hüküm yaygın olana göre verilir; ancak örf sahibi olmayanlara sözkonusu örfe dayalı hüküm nisbet edilmez. Bu tür örfün cereyan ettiği yerler daha çok yeminler, akitler, sarih ya da kinaye yoluyla yapılan talâklar gibi konulardır.
(3)
Muamelât ve benzeri konulardaki fiillerde (teamüllerde) meydana gelen farklılık)ardır. Meselâ nikâh konusunda âdet zifaftan önce mehrin teslim edilmesi; falanca şeyin satımında âdet ödemenin veresiye değil peşin yapılması ya da ille şu kadar mühletle olması şeklinde olabilir. Bu gibi durumlarda hüküm söz konusu âdetler (Örf) doğrultusunda cereyan edecektir. Nitekim bu konular fıkıh kitaplarında yazılı bulunmaktadır.
(4)
Mükellefin dışında olan durumlara göre farklılık arzeden şeyler.[3] Ergenlik (bulûğ) gibi Bu konuda dikkate alman husus insanların ihtilâm ve hayız olma”gibi ya da ihtilâm ve hayız yaşı gibi konulardaki âdetleri olmaktadır. Hayızda da durum aynıdır.[4] Bu konuda da ya mutlak olarak bütün m sanların âdetleri ya da kadının kendi ya da akrabalarının âdetleri dikkate alınır ve farklılık konusunda âdetlerin gereği ile şer’an hükümde bulunulur.
(5)
Olağan dışı durumlar hakkında olur. Meselâ, bazı olağan dışı durumlar bir kısım insanlar için âdet haline gelebilir. Bu durumda olan kimseler için, kendisi hakkında âdet halini alan o olağan dışı durum dikkate alınarak hüküm verilir. Ancak bu, herkes için olağan olan durumun bu kimse için fevkalâde bir durum olmadıkça bir daha dönmeyecek şekilde ortadan kalkmış olması gerekmektedir. Meselâ, herkesin normal yoldan dışkısını dışarı attığı organı artık yok hükmünde olan ve dışkısını açılan yeni bir delikten dışarı atar bir duruma gelen bir kimsenin halini örnek olarak alabiliriz. Eğer böyle birinin eski normal organı tabii görevini sürdürebiliyorsa hüküm genel âdet doğrultusunda olacaktır.
Bazen de ihtilaf daha başka yönlerden olacaktır. Buna rağmen şeriat yönünden dikkate alınan husus bizzat o âdetler olacak ve hükümler o âdetlere uygun olarak konulmuş olacaktır. Çünkü şeriat yaygın olan (mutat) durumlar”la ilgili yine mutat durumlar getirmiş ve alışılmışlığın dışına çıkmamıştır. Nitekim bu husus daha önce açıklandı.
Fasıl:
Burada sözü edilen âdetlerin farklılık arzetmesi durumunda hükümlerin de değişeceğinden maksat, aslî hitapta meydana gelmiş bir değişiklik değildir. Çünkü şeriat ebedî ve devamlı yürürlükte kalmak üzere konulmuştur. Eğer biz dünyanın sonsuzluğunu farzedecek olsak, yükümlülük de aynı şekilde sonsuza kadar devam edecek ve şeriatta bir ilaveye ihtiyaç duyulmayacaktır. Âdetlerin farklılık göstermesiyle hükümlerin de değişmesinden maksat şudur; Her âdet farklılık arzettiği zaman yeni bir şer’î asla döner ve bu kez onun hükmünü alır. Meselâ ergenlik konusunda olduğu gibi. Kişi ergenlik çağına ulaştığı zaman üzerine yükümlülük biner. Ergenlik çağından önce yükümlülüğün olmaması, ergenlik sonrasında ise yükümlülüğün doğması aslî hitapta meydana gelen bir değişme değildir. Değişiklik (ihtilaf) sadece âdetlerde ve şâhidlerde[5] meydana gelmektedir. Zifaftan sonra mehrin teslim edilip edilmediği konusunda bir anlaşmazlık çıkarsa âdetin geçerli olduğu bir ortamda söz kocanın sözııdür; âdetin değiştiği bir ortamda ise söz zifaftan sonra da olsa yine kadının sözüdür. Buradaki değişiklik hükümde bir değişiklik değildir; aksine bu bilinen bir hususla ya da bir esasla ağır basan koca tarafına hükümde bulunmaktır. Neticede söz, herhangi bir kayıt getirmeksizin kocanın olacaktır; çünkü o müddeâ aleyh (davalı) olmaktadır.[6] Diğer örneklerde de durum aynıdır. Hükümler her zaman için sabittir ve onlar mutlak surette sebeblerine tabidirler; sebeb bulununca hükümler de bulunur. Allahu a’lem! [7]
——————-
[1] Burada “âdet” kelimesi itiyat, alışkanlık vb. gibi anlamlardan çok insanlar arasında yer etmiş, alışılagelmiş, yapılagelmiş şeyler mânâsına gelmektedir. (Ç)
[2] Çünkü bu gibi konuları bizzat Sâri nass ile belirlemiş ve onlara şer’î bir hüküm koymuştur. Bu gibi konularda insanların güzellik ya da çirkinlik yargılarında meydana gelen değişme, onlarla ilgili şeri hükmü değiştiremez. İkinci türden olanlar ise böyle değildir. Çünkü onların güzel ya da çirkin olduklarını gösterecek şer’î bir delil bulunmamaktadır ve konu insanların örflerine havale edilmiştir. Bu itibarla o tür konularda meydana gelen insanların değer ölçülerindeki değişmeler ilgili hükümlerde de değişmelere neden olacaktır. Bu konuda bkz. Erdoğan, Mehmet, İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, îst. 1990.
[3] Mesela ülkeden ülkeye sıcaklık, soğukluk gibi durumlar farklılık arzeder. Sıcak ülkelerde ergenlik yaşı daha çabuk gelirken, soğuk ülkelerde daha eec yaşlara kalır.
[4] Yani her hayız görmesi ndeki süre kastedilmektedir.
[5] Evlilikte mehrin teslimi konusunda olduğu gibi. Burada yaygın cilan âdet, zifaftan önce muaccel mehrin verilmesi yönüne ağırlık kazandırmakta ve bu şekilde mehrin teslimi öne çıkmaktadır.
[6] Beyyine (delil ikâmesi) müddeîye (davacı) aittir; yemin ise inkâr eden tarafa düşer. Burada kadın bir hak dava etmekte, koca ise inkâr etmektedir; dolayısıyla yeminle birlikte söz kocanın sözü olacaktır.(Ç)
[7] Şatıbi el-Muvafakat İslami ilimler metodolojisi İz Yayıncılık 2/284-287
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…