Sünnetin Karşısında Olan Gruplar ve Ebu Hureyre (r.a)

sahabeler Sünnetin Karşısında Olan Gruplar ve Ebu Hureyre (r.a)

Tarihin her döneminde sünnete karşı bazı kişiler ve grupların ortaya çıktığı bir vakıadır. Bunlardan bir kısmı sünneti tümüyle reddederken, diğer bir bölümü kısmen inkar etmiştir. Bazıları sünneti doğrudan inkar ederken, diğer bir bölümü haber-i vahidlerin, itikadi konularda delil olamayacağını ileri sürerek akaidle alakalı hadisleri dinde devre dışı bırakmışlardır.

Yine sünnet inkarcıları içinde Sünnete doğrudan karşı çıkanların yanında, Ebu Hureyre, Enes b. Malik, Abdullah b. Abbas gibi çok hadis rivayet eden sahabileri, İbn Şihab ez-Zühri gibi hadislerin tedvini ile en çok meşgul olan tabiileri tenkid etmek suretiyle, hadise dolaylı bir şekilde karşı olanlar vardır. Sünnete karşı olanların bir kısmı hiç çekinmeden fikirlerini söylerken, bazıları güya sünneti müdafaa için yola çıktıklarını iddia etmişlerdir. Bu ikinci grubun içinde olan kişiler, çoğu zaman hadisleri bir takım sınıflara ayırarak veya tek tek ele almak suretiyle senet veya metin açısından tenkide tabi tutup, Kitab’a, sahih sünnete, selim akla, İslam’ın genel esasları ve benzeri hususlara aykırı olduğu iddiasıyla reddetmişlerdir.

Arzedilenlerden anlaşılacağı üzere Sünnete karşı olan grupların durumu oldukça geniş, karışık ve çetrefıllidir. Bu husus, bir kitabın bir bölümünün içinde ele alınacak kadar basit ve dar bir konu değildir. Bir kısmını arzetmeye çalıştı­ğımız bu problemlerin herbiri bize göre müstakil çalışmaları gerektirecek kadar çok önemli ve hassas mevzulardır. Hatta bunlarla da yetinmeyip üzerinde tartışma yapılan her hadis senet ve metin açısından ele alınarak bilimsel ölçüler çerçe­vesinde araştırmaya tabi tutulmalıdır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Sünnete karşı olan bütün grupların fikirlerine burada yer vermemiz mümkün değildir. Biz örnek olması bakımmdan en çok karşılaşılan iki grup ile bunların gayelerine burada temas etmekle iktifa edeceğiz. Bunları şöyle sıralamak mümkündür :

  • Her şey K.Kerîm’de mevcuttur diyen grup.
  • Çok hadis rivâyet eden râvileri (sahâbîleri) tenkid eden grup.

Şimdi bu iki grubun görüşlerini tek tek ele alarak incele­yelim :

1-Her Şey Kuran-ı Kerîm’de Mevcuttur diyen grup :

Bu görüşte olanları, amaçlan açısından iki sınıfa ayır­mak mümkündür. Bunlardaki birinci sınıfı teşkil edenler, ha­dislerin içinde bir takım uydurma sözler olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bir başka ifade ile bunlar iyi niyetle hareket ederek, Sünnete karşı çıkmakla dini, bid’at ve hurafelerden korumayı amaçlamışlardır. Bu grup iyi niyetli olduklarından bunlara Sünnet düşmanı demek mümkün değildir. Nitekim îmran b.Husayn’la Sünnetin hucciyyeti konusunda tartışmaya giren şahsın durumu böyledir. Haşan el-Basrî anlatıyor

Bir ara Imran b.Husayn, Peygamber’imizin hadislerini naklederken, bir kişi Ey Ebû Nüceyd! Bize Kur’ân’dan naklet dediğinde Imran: Sen ve arkadaşların Kur’ân’ı okuyorsunuz, bana namazdan, içindekilerden, sınırla­rından anlatabilir misin? Bana altının, devenin, sığı­rın ve çeşitli malların zekatından bahsedebilir misin? Fakat, sen yok iken ben bulunmuştum. Imran sonra şunları söyledi : Rasulullah (s.a.v.) bize zekat hususun­da şöyle şöyle farz kıldı. Bunun üzerine adam: Beni ih­ya ettin Allah da seni ihya etsin, dedi.” .

Haşan el-Basrî, bu adamın ölmeden bir süre önce fakîh olduğunu söylemiştir .

K.Kerîm’le yetinmek isteyen ikinci grup ise, şuurlu bir şekilde bilerek bu fikri savunmuşlardır. Bunların iyi niyetli olduklarını söylemek mümkün değildir. Bu görüşte olanlar kendi düşüncelerini yaymada Sünneti ayak bağı görmüşler­dir. Şöyle ki: Bilindiği üzere K.Kerîm’de ibadet ve özellikle itikâdî konularda genel hükümler vardır. Bir başka ifade ile kadere iman, kabir hayatı, şefaat, cennet-cehennem, haşir, rü’yet gibi konularda genel hükümler olduğu gibi namazın vakitleri, rekatları, rüku ve secdenin biçimi, orucun ne şekil­de tutulacağı, haccın menâsiki, zekatın hangi mallardan ve ne oranda verileceği ve benzeri hususlarda K.Kerîm’de açık­layıcı hüküm bulmak mümkün değildir. Arzedilen konuların hepsinin Sünnet tarafından tanzim edildiği hepimizin malu­mudur.

İşte bu sınıfa giren sünnet inkarcıları, arzedilen ve ben­zeri konularda düşündüklerini uygulayabilmek için kendile­rine büyük engel teşkil eden Sünneti ” K.Kerîm her şeyi açıklamıştır, o bize yeter ” demek suretiyle itikâdî ve amelî konularda devre dışı bırakmak istemişlerdir.

Bu son grup her dönemde değişik isimler altında ortaya çıkmıştır. Bunlar ilk dönemlerde bidat fırkalar içinde kendi­lerini göstermişlerdir, es-Sibâ’î bu şekildeki Sünnet inkarcı­larından olup da çok önce yaşıyanları Sünnetin ilk inkar­cıları ” başlığı altında incelemiştir , Sünnetin yeni in­karcıları arasında ise değişik simaları görüyoruz. Ebû Reyye, Dr.Tevfık Sıdkî, İsmail Edhem, Gulam Ahmed, Seyyid Ahmed Han gibi isimler Sünnetin hucciyetini umumiyetle inkar ederek sadece K.Kerım’in teşri değer olduğunu iddia etmiş­lerdir. Goldziher de Sünneti inkar edenler arasında sayılmış­tır. Muhammed Abdüh, Reşid Rıza, Ahmed Emin gibi kişile­rin de Sünnetin bir kısmına karşı olduklarını görüyoruz .

2-Çok Hadis Rivâyet Eden Râvîleri (sahâbîleri) Tenkid Eden Grup:

Sünnete karşı olan çevreler, çok hadis rivâyet edenler (müksirûn) başta olmak üzere bir çok sahâbî ile tâbiûndan ileri gelen bazı kişileri tenkid yağmuruna tutmuşlardır. Bunlara göre sahâbîlerin hepsi âdil değildir. Bir başka ifade ile sahâbîler de diğer râvîler gibi cerh ve ta’dîl kurallarına göre tenkide tabi tutulmalıdır.

Bu metodu kullananlar, daha ziyade Ebû Hüreyre, Ab­dullah b.Abbas, Enes b.Mâlik gibi çok hadis rivâyet eden ki­şileri kendilerine hedef seçmişlerdir. Arzedilen yola tevessül edenlerin, bu râvilerin şahsında müslümanların her devirde ikinci kaynak olarak müracaat ettikleri Sünnetin etrafında kuşkular meydana getirmeyi amaçladıkları gayet açıktır.

Bizim burada adlarını zekrettiğimiz ve tenkide tabi tutu­lan diğer râvileri tek tek ele alarak bunların gerçek durum­larını incelememiz mümkün değildir. Burada Sünnete karşı olan çevreler tarafından tarih boyunca en çok tenkid edilen Ebû Hüreyre nin hadis bilgisi ve rivâyeti hususundaki duru­muna ana hatlarıyla temas etmekle iktifa edeceğiz. Tenkide tabi tutulan diğer sahâbî râvîlerinin de durumlarının hemen hemen aynı olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz .

a-Ebû Hüreyre’nin İslâmî kabul etmesi ve Medine’ye hicreti:

Ebû Hüreyre’nin îslâma girişi, mensubu bulunduğu Devs kabilesinin reisi et-Tufeyl (13 / 634) vasıtasıyla olmuştur, et- Tufeyl ise hicretten önce Mekke’de bulunduğu bir sırada İslâmî kabul ederek memleketine dönmüş ve kendi kabilesi­ne mensup insanları îslâma davet etmişti. et-Tufeyl’in çağrı­sına uyarak İslâmî ilk kabul eden, babası, hanımı ve Ebû Hüreyre olmuştu. Bu da bize Ebû Hüreyre’nin H. 7. seneden çok önce müslüman olmasına rağmen bu tarihe kadar hicret etmeyerek Yemen’de yaşadığını göstermektedir.

Ayrıca öyle zannediyoruz ki, Ebû Hüreyre, mezkur tarih­te hicret edinceye kadar Devs’te Islâmın temel esaslarını öğ­renmekle iştiğal etmiştir. Çünkü eğer Ebû Hüreyre, Ebû Reyye’nin iddia ettiği gibi, 30 yaş civarında îslâmı kabul edip aynı yıl hicret etseydi,  Hayber’in fethinde elde edilen ganimetler verilirken taksimat konusunda nasıl konuşabilir­di? Halbuki sözkonusu ganimetten Eban b.Saîd b.Âs (13 / 634) hisse talep ettiğinde Ebû Hüreyre söz isteyerek : ” Ya Rasulullah, O, İbn Kavkal ile mübâreze yaptı ” diyerek Eban’a ganimetten hisse verilmemesini istemişti . İbn Kavkal yani Nu’man b.Malik b.Sa’lebe b.Asram, Uhud sava­şında Eban tarafından şehit edildiğine göre, Ebû Hüreyre Medine’ye hicretinden (H. 7.yıl) önce İslâmî kabul edip dinin esaslarını öğrendiği gibi müslümanların ahvalini de yakînen takip ediyordu demektir .

Ebû Hüreyre, et-Tufeyl b.Amr ed-Devsî’nin kafilesi Hay- ber vak’ası esnasında hicret niyetiyle Yemen’den Medine’ye müteveccihen H. 7.yılda yola çıkmıştı. O, artık küfürden kur­tulup hakikî necata ermişti. Yakınlarından ayrılıyordu, ama gerçek sevgilisine kavuşacaktı. Öz yurdunu terkediyordu, fa­kat müslümanlarm hükümran olduğu diyara yerleşecekti. Bu duygular içerisinde yol alan Ebû Hüreyre, gece yolda şöy­le haykırıyordu : ”Ey yolculuk gecesi, ben bıktım onun uzunluğundan ve sıkıntısından. Fakat, kurtaran da odur beni küfür ve inkar diyarından”.

Nihayet, yolculuğun kendine mahsus sıkıntıları içerisin­de, bu seçkin topluluk Medine’ye geldi. Medine’ye ne zaman geldiklerini Ebû Hüreyre’nin kendi ağzından dinleyelim: Rasulullah (s.a.v.) Hayber’e gittiğinde yerine Sibâ’ b. Urfuta’yı vekil tayin etmişti. İşte tam biz bu sırada Medine’ye geldik.” .

Ebû Hüreyre ve arkadaşları, Medine’de bir süre kaldık­tan sonra, Siba’ tarafından techizatlandırılarak Hayber’e Hz.Muhammed’in yanına gönderilmişlerdir.

Buraya kadar olan izâhatımızdan da anlaşılacağı üzere, Ebû Hüreyre ve arkadaşlarının Medine’ye hicretleri, H. 7. yılda Hayber vakası esnasında olduğu ve daha sonra Hay­ber’e gittikleri kesin olmakla birlikte, harbin hangi safhasın­da geldikleri ve harbe iştirak edip etmedikleri ihtilaflıdır. Bazı rivâyetler, muharebe anında geldiklerini ve harbe işti­rak ettiklerini ihtiva ederken,  bir kısmı da Hayber in fethinden sonra geldiklerini ve dolayısıyla harbe iştirak et­mediklerini içermektedir .

Biz, her iki haberin de doğru olduğu kanatindeyiz. Çün­kü malum olduğu üzere, Hayber’de birden fazla kale vardır. İbn Şa’d’ın (230 i 844) kaydettiği bir habere göre Ebû Hürey­re ve arkadaşları, Natat kalesi fethedilip Ketîbe kalesi kuşa­tıldığı esnada Hayber’e gelmişlerdir . Şu halde ,Ebû Hüreyre Hayber’in fethinden sonra Medine’ye geldi ” seklindeki haberi ”kalelerden önemli bir kısmı fethedildikten sonra”tarzında anlamak gerekir.

Kanaatımıza göre, Ebû Hüreyre ve arkadaşları, aşağıda zikredeceğim haberlerden de anlaşılacağı üzere, Hayber’e vardıklarında harp devam ediyordu, bu nedenle de onlar bazı kalelerin fethine bizzat iştirak etmişlerdir.

Bizi bu şekilde düşünmeye sevkeden deliller şunlardır :

1-Hayber’e gelen Devsliler : ” Yâ Rasulullah bize savaşta sağ yanında yer ver (ya mebrur) sözünü de bi­ze savaş parolası yap.” dedikleri şeklindeki haber,

2-Ebû Hüreyre ve arkadaşlarının Hayber’e Natat kalesi­nin fethedilip, Ketibe kalesinin de kuşatıldığında geldiklerini ihtiva eden haber,

3-Muhammed’in (s.a.v.) Hayber’in fethinden elde edi­len ganimetlerden Devslilere de verdiğini bildiren haber.

b-Ebu Hüreyre’nin Hz.Peygamber’le kaldığı süre :

Ebû Hüreyre’nin et-Tufeyl b.Amr ed-Devsî (13 / 634) ve arkadaşlarıyla birlikte H. 7. yılda Hayber’in fethi esnasında Medine’ye hicret ettiğini yukarıda izah ettik. Hz.Muhammed’in (s.a.v.) âhirete irtihali, H. 11 de R.evvel ayının 13′ ünde olduğuna göre, Ebû Hüreyre’nin Rasulullah’la kaldığı sü­re 4 yılı geçiyor demektir.

Humeyd b. Abdirrahman (95 / 713), ” Rasulullah’la Ebû Hüreyre gibi 4 sene bir arada bulundum ” diyerek Ebû Hüreyre’nin Rasulullah’la (s.a.v.) 4 yıl birlikte kaldığına şehâdette bulunmaktadır . Zehebî de (748 / 1347), mez­kur haberi Siyer’inde verdikten sonra, en isabetli görüşün bu olacağını ifade etmiştir.

Buna karşılık Ebû Hüreyre, kendisinin Hz.Muhammed (s.a.v.) ile 3 sene beraber kaldığını söylüyor.Durum böyle olunca, ilk bakışta değişik bu iki haber arasında tenâkuz varmış gibi gözükmektedir. Diğer bir ifade ile biz, Ebû Hüreyre’nin kendi ifadesini mi kabul edeceğiz, yoksa Rasulullahla 4 yıl kaldığını ihtiva eden haberi mi doğru kabul edeceğiz?

Mesele iyice tetkik edildiğinde bu iki haber arasında hiç­bir çelişki olmadığı görülecektir. Çünkü az önce de belirttiği­miz gibi Ebû Hüreyre’nin Hz.Peygamber (s.a.v.) ile 4 yıl be­raber kaldığı tarihî hakikatlere tamamen uygundur. Ebû Hüreyre’nin  Rasulullah ile 3 yıl beraber kaldım ” ifade­sine gelince, İbn Hacer’in de (852 / 1447) ifade ettiği gibi, ya bununla Ebû Hüreyre, Hz.Peygambere (s.a.v.) gerçek mülâzemetinin başlangıç tarihinden itibaren geçen süreyi kasd etmiştir ki, bu süre Hayber’in fethinden döndüğünde başlar veya Ebû Hüreyre mezkur ifadesinde, Rasulullah’ın bu tarihten sonra katıldığı gazvelerle, hac ve umrelerde ge­çen süreleri çıkarmıştır. Yahutta bu 3 yıllık süreyle hadis öğ­renmedeki hırslı olduğu devreyi kasdetmiştir .

Dikkat edilirse bu ihtimallerin hepsinde Ebû Hürey- re’nin Rasulullah’tan hadis almadığı tarihler çıkarılmak is­tenmiştir. Durum böyle olunca, Ebû Hüreyre mezkur ifade­siyle Hz.Muhammed’e (s.a.v.) gerçek mülazemetini ve dolayısıyle O’ndan devamlı hadis aldığ süreyi amaçlamış olduğu­nu söylemenin yanlış olmayacağ kanaatindeyiz.

c-Ebu Hüreyre’nin adâlet ve zabtı:

Adaleti:

1-Hz.Peygamber’in Ebû Hüreyre’yi tevsiki :

Daha önce de açıkladığımız gibi, Ebû Hüreyre müslüman olup hicrî yedinci yılda Medine’ye hicret ettikten sonra, Rasulullah (s.a.v.) vefat edinceye kadar yaklaşık dört yıl ondan hiç ayrılmamıştır. O, Rasulullah’ı bir gölge gibi takip ederek gerek inen Kuran âyetlerini, gerekse ağzından çıkan müba­rek sözlerini ânında duyup hıfzetmeye çalışmıştır. Şayet Rasulullah münafıklığın alâmetlerinden biri olarak nitelendir­diği kizbin (yalanın) Ebû Hüreyre’de bulunduğunu tesbit et­seydi veya en azından bunu sezseydi hiç O’nu devamlı olarak yanında tutarmıydı? Kaldı ki Rasul-i Ekrem, Ebû Hürey­re’nin yalancı olduğunun farkına varamamış olsa bile, de­vamlı vahyin kontrolünde olan Rasulullah’a, Cenâb-ı Hak Onun bu halini mutlaka bildirirdi. Rasulullah da münafık muamelesi yaparak O’nu hiç olmazsa çevresinden uzaklaştırırdı. Halbuki mevsuk kaynakların hiçbirinde Rasulullah’ın Ebû Hüreyre’yi tezkîb veya tenkidi ile ilgili bir habere rastla­mak mümkün değildir. Hatta tam tersine Rasulullah Onu bir çok meselede tevsik etmiştir.

Bütün bunlara ilaveten Hz.Peygamberin (s.a.v.) ashab içinde Ebû Hüreyre’nin hadise olan merakını tesbit ederek memnuniyetini izhar ettiğini belirtirsek Onun Rasulullah yanındaki yerini daha iyi belirlemiş oluruz kanâatmdayız. Bu konuyu Ebû Hüreyre’nin kendisinden dinleyelim : ” Ey Allah’ın Rasulü! kıyamat gününde şefaatinle en mutlu olacak kişi kimdir? dediğimde Rasul-i Ekrem, ey Ebû Hüreyre, bu haberi hadise olan düşkünlüğünden dola­yı hiçbir kimsenin senden önce sormuyacağını zaten biliyordum, dedi…” .

Rasulullah (s.a.v.), bir başka hadisinde Ebû Hüreyre’yi açıkça övmektedir. Bu haberi de Ebû Hüreyre’nin kendisin­den dinleyelim : ” Rasulullah bana kimlerdensin dedi, ben de Devs’tenim dedim. Rasulullah Devs’ten hayırlı bir kişi bulunacağını sanmazdım, buyurdu ” .

Rasulullah Ebû Hüreyre’ye itimat ederek, O na İslâmî prensipleri öğrettiği gibi, bu öğrendiklerini başkalarına tebli­ğine de müsade etmiştir .

Konuyu özetlemek gerekirse, Rasulullah, dört seneye ya­kın bir süre yanından hiç aynlmayarak Kur an ve hadisleri öğrenmeye çalışan Ebû Hüreyre’yi asla tekzîb etmemiş, bila­kis O’na her alanda güvenerek İslâm’ın esaslarını öğretmiş­tir.

2-Ashabdan ileri gelenlerin Ebû Hüreyre’yi tevsik­leri :

Ebû Hüreyre’yi hiçbir sahâbî tekzîb etmemiştir. Mevsuk kaynaklarda Ebû Hüreyre’nin tekzib edildiğine dâir delil göstermek asla mümkün değildir. Şayet O’nu Rasulullah (s.a.v.) veya sahabeden tenkit veya tekzib edenler olsaydı, hiç bu büyük Sahabî’den sekizyüzün üzerinde kişi hadis ri­vayet eder miydi? Ebû Hüreyre’yi Rasulullah’ın arkadaşla­rından hiçbirisi tekzîb etmediği gibi, bilakis hepsi açıktan ve­ya zımnen tevsik etmişlerdir.

Ebû Hüreyre’yi tevsik eden sahabîleri tek tek burada zikrederek görüşlerini açıklamamız mümkün değildir. Bu nedenle sadece Ebû Hüreyre’yi açıktan tevsik edenlerden bir kaç tane örnek vermekle yetineceğiz.

Hz.Ebû Bekr’in, Ebû Hüreyre’yi tevsiki : Hz. Ebû Bekr (13 / 634), bilindiği üzere ilk müslüman olan ve Rasulullah’a olan bağlılığı ve yakınlığı nedeniyle ” es-Sıddîk ” ünvanım alan bir sahabîdir. Ebû Hüreyre de devamlı Rasulullah’ın ya­nında kaldığı için Ebû Bekr ile çoğu zaman birlikte olmuşlar­dır. Bu nedenle bu iki güzide sahâbî birbirlerini yakinen ta­nıma imkanını Rasulullah daha hayatta iken bulmuş oluyor­lardı.

Her iki sahâbinin gerek Rasulullah hayatta iken gerekse vefaatmdan sonra karşı karşıya geldikleri, birbirleri ile tar­tışmaya girdikleri vaki değildir. Buna karşılık tam tersine Ebû Bekr’in (13 / 634), Ebû Hüreyre’ye çok güvendiğini ve veda haccından önce Rasulullah’ın kendisini hac için görevlendirdiğinde Ebû Hüreyre ye haccın menasiki ile ilgili önemli konuları halka tebliğ için memur ettiğini görüyoruz, Bunu Ebu Hüreyrenin kendisinden dinleyelim;Ebu Bekr Sıddık Resulüllah’ın kendisini hac emîri tayin ettiği, Veda haccından bir sene önceki haccda, kurban bayramın birinci gününde, insanlar arasında: ” (Artık) bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac etmesin ve hiçbir çıplak da Beyt’i tavaf etmesi”diye ilân etmek için gönderdi.”

Bu haber bize, Ebû Bekrin, Ebû Hüreyre’yi güvenilir bir kişi olarak kabul ettiğini gösterir. Eğer Ebu Bekr, Ebû Hüreyre’yi sika kabul etmemiş olsaydı, hiç Onu hac gibi önemli bir konuda bazı temel esasları halka tebliğ için görevlendirir miydi?

  • Hz.Ömer’in Ebû Hüreyre’yi tevsiki:

Hz.Ömer, Ebû Hüreyre hakkında hiçbir zaman menfî dü­şünmemiştir. Tam tersine, O’na her konuda güvenmiş ve rivâyet ettiği hadisleri kabul etmiştir. Bu konuda iki örnek şöyledir:

Said b.Müseyyeb anlatıyor : ” Hassan (54 / 674) mescidde şiir söylerken Omer b.Hattâb yanına uğramış ve gözünün ucu ile O’nu süzmüş, bunun üzerine Hassan; ben bu mescidde daha hayırlısı varken de şiir okuyordum, demiş. Sonra Ebû Hüreyre’ye dönerek; Allah aşkına söyle, Rasulullah’ı ( benim nâmıma sen cevap ver.) Allahım! bunu Ruhu’l Kudüs ile te’yid buyur derken işittin mi? Diye sormuş, Ebû Hüreyre de, evet, işittim cevabını vermiştir.”

Şayet Hz.Ömer, Ebû Hüreyre’yi sika kabul etmeseydi, O’nu Hassan’ın yanında hiç konuşturmazdı veya en azından orada bulunanlara; buna güvenmeyin, sika değildir,diye tenbihâtta bulunurdu.

Buhârî nin (256 / 869) Sahih’inde mevcud bir başka haberde yine Ebû Hüreyre şöyle anlatıyor :” Hz.Ömer’e, cildine dövme yaptıran bir kadın geldi. Hz.Ömer ayağa kalkarak; Allah aşkına dövmenin hükmü konusunda Rasulullah’tan bir şey duyan var mı?, Dedi. Hemen ben ayağa kalkarak, ey Mü’minlerin emîri ! Evet ben işittim dedim. Hz.Ömer, ne işittin? Dedi. Ben de, Rasulullah’ın; dövme yapma ve yaptır­ma! dediğini işittiğimi söyledim” .

Şahitlik konusunda çok hassas olarak bilinen Hz.Ömer’in , Ebû Hüreyre’nin her iki olayda da şahitli­ğini kabul etmesi, O’nu sika olarak kabul ettiğinin bizce en bâriz delilidir.

  • Abdullah b Abbâs’ın Ebû Hüreyre’yi tevsiki :

Sahâbe-i kirâm’ın ileri gelenlerinden bir kısmı zaman za­man bir araya gelip sohbet ederler, sırası geldikçe de bazı ko­nulan kendi aralarında tartışırlardı. Bunları toplantı halin­de gören müslümanlar da problemleri bu meclise getirerek çözümünü isterlerdi.

Bir defasında içlerinden İbn Abbâs (68 / 687) ve Hz.Ebû Hüreyre’nin de bulunduğu sahabe topluluğunu gören bir kişi gelerek İbn Abbâs’a : ” Ben on de­vemi Allah rızâsı için verdim. Bunlar için zekât gerek­li mi? Dedi. İbn Abbas : Ey Ebû Hüreyre! Bu cevabı çok zor bir soru, sen söyle, dedi. Bunun üzerine Ebû Hüreyre, Allah’a sığınarak söylüyorum, sana zekât ge­rekmez dedi. İbn Abbâs, isâbet ettin, çünkü Allah yolunda infâk eden kişi develerin gücünden faydalana­maz, sütünden istifade edemez, yavrusunu alamaz, elbette bunda zekât yoktur, dedi. Orada bulunan Abdul­lah b.Ömer de bu iki sahâbîye hitaben: ” Her ikiniz de fetvanızda isabet ettiniz ” dedi .

İnceleyin:  Sünnet Olmadan Kuran'ı Kerim'in Büyük Kısmı Kapalı Bir Kitap Olarak Kalacaktır

Bir başka defasında da, Ebû Seleme (94 / 712), İbn Abbas (68/ 687) ve Ebû Hüreyre kocanın vefâtı ânında doğuran kadının iddeti hakkında müzakere etmişlerdi. îbn Abbas, iki ecelin âhirini bekler dedi. Ebû Seleme ise, hayır vazedince helal olur dedi. Ebû Hüreyre de ben biraderzâdemle berabe­rim dedi. Bunun üzerine Rasulullah’ın (s.a.v.) zevcesi Ümmü Seleme hazretlerine bir kişi gönderdiler. O da, Sübey’atu’l- eslemiyye, kocasının vefâtından biraz sonra çocuk doğurdu ve Rasulullah tan istifta eyledi. Rasulullah da O’nun evlen­mesine izin verdi dedi.

Abdullah b. Abbas’m, Ebû Hüreyre’den hadis rivayet et­tiğini ifade edecek olursak O’nun Ebû Hüreyre hakkındaki düşüncesini daha iyi belirlemiş oluruz kanatındayız .

îbn Abbas’ın, Ebû Hüreyre’den rivayet ettiği hadi­se örnek: ” …Gözün zinası mahrem olmayan kadına şehvetle bakmaktır. Dilin zinası da yabancı kadınla şehvetle konuşmaktır….’.

  • Hz.Âişe’nin Ebû Hüreyre’yi tevsiki:

Büyük hadis îmâmı Buhârî’nin (256 / 869), et-Târîhu’l- kebîr’inde kaydedildiğine göre tâbîînden biri Abdullah b.Zü- beyr’den (72 / 691) bir konuda fetvâ sorar, îbn Zübeyr : ” Hz.Âişe’ye git ben oradan geldim, Ebû Hüreyre ile îbn Abbâs O’nun yanında oturuyorlardı. Git, meseleni onlara sor ” demiştir .

Haberden Abdullah b.Zübeyr, Abdullah b.Abbâs, Ebû Hüreyre ve Hz.Âişe’nin bir mecliste bulundukları, daha son­ra îbn Zübeyr’in kalkıp gittiği diğerlerinin ise sohbete devam ettikleri anlaşılıyor. îslâm adâbına göre, yabancı kadınla er­kek zarûret bulunmadıkça bir arada oturamayacaklarından; bunlar ya aralarında İslâmî bir meseleyi tartışıyorlardı veya birbirlerine bilmedikleri mevzuları sorarak fikir alışverişin­de bulunuyorlardı.

Şayet Hz.Âişe,Ebû Hüreyre’nin güvenirliliğini kabul et­mese idi hiç Onu meclisine kabul eder miydi? îbn Ömer, EbûHüreyre’nin cenaze namazını kılıp defneden kişinin iki kırat (bir kırat Uhud dağ kadar büyüklükte kabul edilmiştir,) se­vap aldığını konu edinen hadisi rvayet ettiğini duyunca, doğ­ruluğunu tesbit için Hz. Aişe’ye bir elçi göndermiş, O da Ebû Hüreyre’nin rivayetini tasdik etmiştir .

Bu hadisi Ebû Hüreyre nin dışında Sa’d b.Ebî Vakkas (55 / 675) da rivâyet etmiştir. Şayet bu haberi sadece Ebû Hüreyre rivâyet edip de İbn Ebî Vakkas rivâyet etmeseydi, Ebû Reyye ve Abdul Hüseyn gibi kötü niyetli kişiler Ebû Hü­reyre doğru olmayan rivâyetini halka kabul ettirmek için Hz.Aişe’ye tasdik ettirdi derlerdi. Ancak Sa’d b.Ebî Vak- kas’m aynı haberi te’yiden rivâyet etmesi onlara bu fırsatı vermemiştir.

  • Hz.Talha’nm Ebû Hüreyre’yi tevsiki:

Mâlik b. Ebî Âmirden rivâyet edilmiştir : ” Adamın biri Talha b. Ubeydullah’a gelerek : Yâ Ebâ Muhammedi Ne dersiniz, peygamberin hadisleri hususunda şu Ye­menli – Ebû Hüreyre’yi kasdederek-sizden daha âlim midir ki sizden işitmediğimiz hadisleri O’ndan işiti­yoruz, dedi. Talha b.Ubeydullah (36 / 656) bu zata ce­vaben şöyle dedi : Gerçek şu ki O, Rasulullah’tan bi­zim işitmediğimizi işitmiştir. Çünkü kendisi fakir idi, hiçbir şeyi yoktu. Rasulullah’ın misâfîri olarak Suf-fe’liler arasında kalıyordu. Eli peygamberin eliyle be­raberdi. Biz ise ev bark ve servet sahibi idik, Rasulullah’a ancak sabah-akşam (fırsat buldukça) gelebiliyor­duk. Ebû Hüreyre’nin Rasulullah’tan bizim işitmediği­mizi işitmiş olduğundan şüphe etmiyorum. Esasen kendisinde hayır bulunan hiç kimseyi Rasulullah’a buyurmadığını atfetmiş bulamazsın.” .

Yukarda nakledilen ifadeden sonra, Talha (R.A.)’nın Ebu Hureyreyi tevsiki konusunda konuşmayı zâid ve istid-rad addediyoruz.

  • Ebû Eyyûb el-Ensârı’nin Ebû Hüreyre’yi tevsiki:

Rasulullah’ı Medine’ye hicretleri esnâsında ilk defa evin­de misafir eden bu büyük şahabı bizzât Ebû Hüreyre’den ha­dis rivayet ederek O’na olan güvenini izhâr etmiştir.Hatta Ebû Eyyûb’un hata yapma endişesi ile Rasulullah’tan doğrudan hadis rivayet etmeyip, Ebû Hüreyre’den rivâyet et­meyi tercih ettiğini görüyoruz . Ebu’ş-Şa’sâ bu durumu şöyle izâh ediyor :” Medine’ye geldiğimde bir de baktım, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebû Hüreyre’den hadis rivâyet ediyor. Bunun üzerine ben: Senin mevkiin Rasulullah yanında daha yüksek olmasına rağmen neden Ebû Hü­reyre’den hadis rivayet ediyorsun? Diye sordum. Ebû Eyyûb cevaben : Ebû Hüreyre’den hadis rivayet et­mem , Nebi’den (s.a.v.) rivâyet etmemden daha hayırlı­dır, dedi “.

  • Abdullah b. Ömer’in Ebû Hüreyre’yi tevsiki :

îbn Ömer (73 / 692): ” Ey Ebû Hüreyre! Rasulullah’a içimizden en çok mülâzemet eden ve O’nun hadisle­rini en çok ezberleyen şendin,” diyerek O’nun hâfıza üstünlüğünü ve Rasulullah’a yakınlığını ifade ile gü- venirlirliğini kabül etmiştir.

Huzeyfe b.el-Yemânî’den (36 / 656) gelen bir habere göre, bir adam îbn Ömer’e gelerek Ebû Hüreyre’nin Rasulullah’tan çok hadis rivayet ettiğini söyleyince, îbn Ömer, bunun doğru olmadığını belirttikten sonra, ” O, hadis rivâyetinde cesûr, biz ise korkaktık ” demiş­tir

Bu son haber, îbn Ömer’in Ebû Hüreyre’yi tevsikine ör­nek olduğu gibi, Huzeyfenin de Ebû Hüreyre’yi sika kabul et­tiğine en güzel bir delildir.

Son olarak Abdullah b. Ömer’in, Ebû Hüreyre’den hadis rivâyet ettiğini belirtirsek, Onun Ebû Hüreyre’yi ne ölçüde tevsik ettiğini daha iyi belirtmiş oluruz kanaatindeyiz .

  • Ebû Sa’îd el-Hudrî’nin Ebû Hüreyre’yi tevsiki:

Sahâbe-i kirâm’dan bazı zevât zaman zaman biraraya gelirler, aralarında sohbet ederler, problemleri varsa hep bir­likte çözmeğe çalışırlardı. Bir defasında Ebû Sa’id’in de (74 / 693) bulunduğu bir mecliste Ebû Hüreyre Cennet’e son gire­cek olan kişinin kıssası ile ilgili hadisi rivâyet eder. Atâ b.Yezid’in belirttiğine göre Ebû Saîd, bu hadisi Ebû Hüreyre rivâyet ederken söylediklerinden hiçbir şeyi reddetmeden dinler, nihayet Ebû Hüreyre : ” Allah Teâlâ bu zata bir misli de şenindir, buyuracak deyince, Ebû Said; Bun­larla birlikte on mislini ya Ebû Hüreyre dedi.Ebû Hü­reyre, ben ancak bütün bunlar ve bir o kadarı da şe­nindir buyurduğunu belledim, dedi. Ebû Sâid : Şehadet ederim ki, ben Rasulullah’ın bütün bunlar ve bun­ların on misli de senin buyurduğunu belledim, dedi .

Ebû Hüreyre ile Ebû Sa id birbiri ile sık sık görüşürlerdi. Bu esnada namaz vakti geldiğinde ise bunlardan birisi îmam olur diğeri de başkaları ile birlikte cemaat olurlardı.Bu ko­nuda Sa’îd b. el-Hâris şunları söylüyor : ” Bir defa Ebû Hü­reyre rahatsızlanmıştı veya yoktu, bize namazı Ebû Sa’îd kıldırdı.” .

Bu rivâyetten anlaşıldığına göre, şayet Ebû Hüreyre gel- şeydi, namazı Ebû Hüreyre kıldıracak, Ebû Sa’îd’de cemaat olacaktı. Şu halde Ebû Sa’îd, Ebû Hüreyre nin arkasına durup cemaat olarak namaz kıldığına göre O’na her yönden itimad ediyor demektir.

Yine Ibn Kesîr, aynı eserinin bir başka yerinde Ebû Hüreyre için ” Onun bir çok faziletleri ve menkıbeleri ile güzel sözleri bol bol mev’ızeleri vardır ”  demiştir.

İbn Huzeyme (311 / 924), Ebû Hüreyre’yi tenkid edenler hakkında şöyle diyor :” Ebû Hüreyre’yi tenkid edenlerin Cenâb-ı Hakk kalplerini karartmıştır. Bunlar ya Ceh- miyye’nin Muattıla koluna mensup olanlardır. Bu mezhebin mensuplan Ebû Hüreyre’nin kendi mezhep­lerine uygun olmayan rivâyetlerini kabul etmezler, O’na şetmederler. Bunlar Allahın sıfatları ile ilgili Ebû Hüreyre’nin rivâyetlerini reddederler. Ebû Hüreyre’yi tenkid edenler yahut Haricîlerdir. Bunlar Hz.Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine kılıç çekmeği câiz gören ve halîfeye isyân eden guruptur. Haricîler Ebû Hüreyre’hin kendi sapık görüşlerine muhalif olan rivâyetlerinin tamamına hiç bir gerekçe göstermeden itiraz ederler.Veyahutta bu münekkidler, kaderiyye mensuplarıdır. Bunlar İslâm’dan ve müslümanlardan i’tizâl etmişlerdir. Onlara göre Allah’ın takdîr ettiği şeylerde kadere inanmak yanlıştır. Çünkü insan hür bir iradeye sahiptir. Adı geçen fırka Ebû Hüreyre’nin kader’in isbatı konusundaki rivâyetlerini hüccet olarak kabul etmezler.Bu tenkidçiler veya cahiller gürûhudur. Bunlar da hüccetsiz ve burhânsız taklîd ettikleri kendi mezheplerine Ebû Hüreyre’nin rivâyetlerini muhâlif gördüklerinde, bu rivâyetlere karşı çıkarlar. Bunlar Ebû Hüreyre’nin rivâyetlerini kendi mezheplerinin görüşüne uygun bulduklarında ise kabulde tereddüd göstermezler. ”

Hâkim (405 / 1014), Müstedrek’inde Ebû Hüreyre için şöyle diyor : “O, Rasulullah’ın ashabından hafızası kuv­vetli olan ve Nebî (s.a.v.)’ye en çok iltizâıh eden idi” Hâkim’in öğrencisi Ebû Abdillah da ” İslâm’ın ilk devrinden asrımıza kadar hadis öğrenmek isteyen herkes Ebû Hureyre’nin öğrencisidir. Çûnkû O, ilk hâfız ve hâfiz adını taşımağa en lâyık olandır.” demiştir.

Zabtı:

Müslüman olup hicret ettikten sonra Rasulullah’ın ya­nından hiç ayrılmayan bu büyük sahâbînin en büyük gayesi duyduğu âyet ve hadisleri ezberleyip unutmamaktı. O, sırf bu nedenle hâfızasının kuvvetlenmesi için Allah Rasülü’nün kendisine dua etmesini istemiş, Rasulullah da bunu kabul etmişlerdi. Kendisi bu durumu şöyle anlatmaktadır : ” Ya Rasulullah! Senden bir çok hadis işitiyorum da unutu­yorum dedim. Ridânı yay, buyurdu, ben de derhal yay­dım. Elleriyle bir şey avuçlayıp ridânın içine atıyor gi­bi yaptı. Sonra topla diye emretti. İşte ondan sonra ar­tık hiç bir şey unutmadım.”

Ebû Hüreyre :Bir başka haberde de diğer sahabe çarşı pazar işleriyle meşgul olurlarken kendisinin Rasulullah’tan hadis dinlediğini ifade ettikten sonra Rasulullah bir defasın­da, ” sizden birisi şu konuşmam bitinceye kadar ridasını yayar ve daha sonra da göğüsüne toplarsa ko­nuştuklarımdan asla hiç bir şey unutmaz, dedi.”Ben de: ridâmı üstünde başka ridâ olmayacak şekilde yay­dım. Nihâyet Rasulullah konuşmasını bitirdiğinde ridâmı göğüsüme topladım. Allah’a yemin olsun ki, Rasulullah’ın o konuşmasından bugüne kadar hiçbir şey unutmadım” demiştir.

Muhaddisler Ebû Hüreyre’nin sadece Rasulullah’tan o mecliste duyduklarını mı, yoksa söz konusu meclisten sonra­ki bütün duyduklarını mı unutmamıştır, noktasında ihtilâf halindedirler:

îbn Hacer (852 /1447), Ebû Hüreyre’nin sözkonusu mec­listen sonra Hz.Peygamber den duyduklarının hiç birini unutmadığını kaydeder. O, bu düşüncesine delil olarak da Buhârinin (256 / 869) Bu meclisten sonra Rasulullah’tan duyduğum hiçbir hadisi unutmadım”  ha­berini gösterir.

Tahâvî (321 / 933) ise Saıd b.Müseyyeb (94 / 712) tarıkıyla gelen ” Bundan sonra Rasulullah’tan duydu­ğum hiç bir şeyi unutmadım.”haberi ile A’rac tarikıyla gelen ”O’nun bu sözlerinden bugüne kadar hiçbir keli­me unutmadım ” şeklindeki iki ayrı ve birbirine zıd olan haberleri zikreder, sonra da A’rac tarikiyle gelen haberin da­ha doğru olduğunu beyan ederek Ebû Hüreyre nin söz konu­su mecliste Rasulullah’tan duyduğu hiç bir sözü unutmayıp hafızasında tuttuğunu kaydeder. Tahâvî buna delil olarak da Ebû Hüreyre nin Abdullah b.Amr hariç kendisinden daha çok hadis rivâyet eden kimse bulunmadığını, çünkü O nun yazıp kendisinin ise yazmadığını belirten itirafını göstermiş, bilahare de, ” Ebû Hüreyre bu sözleri ile zımnen unuttuğunu kabul etmiştir. ” demiştir .

Mezkûr iki görüşten bizce de doğru olan İkincisidir. Çün­kü bu görüş, hem daha mantıkî, hem de delil yönünden daha zengindir:

Haşan b.Öraer b.Ümeyye ed-Damrî şöyle anlatıyor:  Ebû Hureyre’ye hadis tekrar ettim, onu bilmediğini söyledi. Ben de şöyle dedim : Ben bunu senden işitmiş­tim. Ebû Hüreyre şu şekilde cevap verdi : Eğer onu benden işittinse benim yazdıklarım arasında olması lâzımdır. Sonra beni kolumdan tutarak evine götürdü. Orada bana çok sayıda hadis kitapları gösterdi ve ba­his mevzuu olan hadisin yazılısını buldu. Bana dönerek; Eğer bu hadisi ben rivâyet etti isem, mutlaka be­nim yazdıklarını arasında bulunması lâzımdır demedimi mi? dedi.”

Şayet Ebû Hüreyre, Resulullah’ın kendisine unutmama­sı için dua ettikten sonra işittiği hadisleri hiç unutmamış ol­saydı, asla yazıya müracaat etmez, derhal orada mezkur ha­disi Hz.Peygamber’den duyup duymadığını söylerdi. Halbuki Ebû Hüreyre, – belki de yaşının fazla ilerlemiş olması nede­niyle olacaktır ki- Hasan b. Ömer misalimizdeki hadisi tek­rar ettiğinde kasdettiği haberi hatırlayamamış, yazdıklarına müracaat etmek zorunda kalmıştır.

Şu halde Ebû Hüreyre, sadece Râsulullah’ın kendisi için dua ettiği mecliste irâd ettiği sözlerini unutmamış, şâir za­manda söylediklerinden ise unuttuğu olmuştur. Buna karşı­lık Rasulullah’ın duasının kabul edilmesi ve bereketli olması nedeniyle mezkur duadan sonra Hz.Peygamber’in hadislerini en iyi ezberleyenin Ebû Hüreyre olduğu görüşü ise, çok daha tabii ve gerekçelere daha uygundur. Bunda da bütün ehl-i ilm ittifak halindedir:

imam Şafiî (204 / 819) de Ebû Hüreyre için : “… O hadis rivayet edenler içinde hafızası en kuvvetli olan idi demiştir

Aşağıda nakledeceğimiz olay ise Ebû Hüreyre nin hâfızasının ne denli kuvvetli olduğuna bir başka canlı örnek­tir

Mervân’m (65 / 684) kâtibi anlatıyor : ” Mervân, beni Ebû Hüreyre’ye göndermişti. Ebû Hüreyre gelip O’na hadis rivâyet etti. Mervan beni, sedirin arkasına oturtmuştu. Söylediklerini tek tek yaz demişti. Bir se­ne sonra Mervan beni tekrar çağırmak üzere Ebû Hüreyre’ye giderdi. O’na bir sene Önce rivâyet ettiği ha­disleri sordu. Bana da daha önceki yazdığım o’nun rivayetlerini karşılatıştırmamı emretti. Ben hiç bir har­fin dahi değişmediğini gördüm”

Mevzuyu son misallerin ışığında tekrar değerlendirmek gerekirse, Ebû Hüreyre’ye Rasulullah bir mecliste unutma­ması için dua etmiş, O da söz konusu mecliste söylenenleri hiç unutmamış, daha sonra ise Rasulullahin hadislerini en çok ezberleyen bir sahâbî olarak temâyüz etmiştir.

d- Ebû Hüreyre’nin Müksirûn’dan (Çok hadis rivâyet edenlerden) Olmasının Sebepleri:

1-Ebû Hüreyre’nin Hz.Peygamber’e Mülâzemeti:

Yemen’den Medine’ye hicret ettikten sonra, bizzat Hz.Muhammed (s.a.v.) tarafından suffeye yerleştirilen Ebû Hüreyre’nin en büyük gayesi devamlı Rasulullahla beraber olmak, O’na hizmet etmek, gelen vahyi ilk kaynaktan hemen almak ve hadis öğrenmekti. Bu durumu kendisi şöyle anlatı­yor : ” Ebû Hüreyre çok hadis rivâyet etti diyorlar. Va­rılacak yer Allah’ın huzurudur. Bir de neden muhacir­lerle ensar, O’nun hadisleri gibi çok hadis rivâyet et­miyor diyorlar. Bunun sebebini size haber vereyim. Ensardan olan kardeşlerimizi topraklarında çalışmak meşgul ediyordu, muhacirlerden olan kardeşlerimizi de pazar yerlerindeki pazarlık işi meşgul ediyordu. Ben de boğaz tokluğuna Rasulullah’ın hizmetine devam ediyordum. Onlar bulunmadığı vakit ben bulu­nup öğreniyordum.”

Talha b.Ubeydullah (36 / 656) da Ebû Hüreyre’nin, Hz.Muhammed’in devamlı yanında bulunarak O’na hizmet ettiğini, ziraat ve ticaretle iştigal etmediğini, bu nedenle de kendilerine nisbetle daha çok hadis duyup hıfzettiğini şu şe­kilde açıklıyor : Adamın biri Talha b. Ubeydullah’a gelerek, (ya Eba Muhn ammed) ne dersiniz, Hz.Peygamber’in (s.a.v.) hadisleri hususunda şu Yemen’li- Ebû Hüreyre’yi kastediyor- sizde daha âlim midir ki, sizden işitmediğimiz hadisleri O’ndan işitiyoruz. Yoksa Rasulullah’a söylemediği şeyleri mi atfediyor dedi. Talha b.Ubeydullah şöyle dedi: Gerçek şu ki,O Rasuiullah’tan bizim işitmediğimizi işitmiştir. Çünkü ken­disi fakir idi, hiçbir şeyi yoktu. Rasulullah’ın misafiri olarak suffeliler arasında kalıyordu. Eli Hz.Peygamber’in (s.a.v.) eliyle beraberdi. Biz ise ev bark ve servet sahibiydik. Rasulullah’a ancak gündüzün iki tarafı -sabahlan ve akşamları- gelebiliyorduk. Ebû Hüreyre’nin Rasulullah’tan bizim işitme­diğimizi işittiğinden şüphe etmiyorum. Esasen kendisinde hayır bulunan hiç kimseyi, Rasulullah’tan duymadığı şeyi O’na izafe ettiğini göremezsin.

Gerek Ebû Hüreyre’nin kendi ifadesi, gerekse Talha b.Ubeydullah’ın (36 / 656) mezkur sözleri Ebû Hüreyre’nin Hz.Muhammed’e (s.a.v.) mülâzemetinin nedenini gayet açık olarak belirtmektedir. Ebû Reyye ve Abdu’l-Hüseyin, Ebû Hüreyre’nin Hz.Peygamber’e karnını doyurması karşılığında hizmet ettiğini iddia etmektedirler, delil olarak da Ebû Hü­reyre ” alâ mil’i batnî” derken karın tokluğuna Hz.Muham-med (s.a.v.)’e hizmet ettiğini itiraf ediyor demektedirler.

Ebû Reyye ve Abdu’l-Hüseyin, bu konudaki iddialarında haklı ve makul değillerdir. Çünkü hiçbir kimse sadece kar­nını doyurmak için, doğup büyüdüğü öz yurdunu, ailesini, bütün dost ve akrabalarım terkedip, bir başka yere göç et­mez. Hele Ebû Hüreyre gibi zeki bir insanın kendi vatanında geçimini temin edememesi ve sırf bu nedenle Medine’ye hic­ret ettiğini kabul etmek mantıkî değildir. Kaldıki Ebû Hü­reyre’nin, Yemen’deki hayatı Medine’ye hicret ettikten son­raki hayatından maddî yönden daha iyiydi.

Ebû Hüreyre’nin ” alâ miri batnî ” derken ne kasdettiğine gelince; bu ifade ile Ebû Hüreyre, hiçbir vakit ” ben karnımı doyurmak için Hz.Muhamed’e (s.a.v.) hizmet ediyo­rum, demek istememiştir. O’nun mezkur sözüyle amacının ne olduğunu Nevevî (676 / 1277) şöyle açıklıyor : ” Rasulullah’a mülâzemet ederim, kendi rızkımla yetinirim. Mal birik­tirmem, kendime yetecek kadar olan maişetin dışında bir şey artırmam. Kazancımı mübah yollardan temin ederim.”

İbn Hacer (852 / 1447) ve allâme Aynî (855 / 1451) Ebû Hüreyre, sözkonusu ifadesiyle ihtiyacı kadar maişete kanaat getirdiğini belirtiyor demektedirler

Bu büyük muhaddislerin izahı da bize gösteriyor ki, Ebû Hüreyre ” alâ mil’i batnî ” derken, asla karnımı doyurmam karşılığında Rasululiah’a (s.a.v.) hizmet ediyorum ” demek istememiş, bilakis O’nun sözüyle kastı şudur :” Ben dünyada mal-mülk, makam istemiyorum, karnımı doyuracak kadar mal varlığım olsa yeter. Benim en büyük amacım Hz.Muhammed’le birlikte olmak hadislerini alarak ezberlemektir.”

Ebû Hüreyre’nin niçin hicret ettiğini ve mülâzemetinin gayesini Yemen den Medine’ye hicret ederken söylediği S ey yolculuk gecesi, senin uzunluğundan ve sıkıntından bıktım. Fakat küfür ve inkar diyarından kurtaran şen­sin ”beyti en güzel şekilde açıklamaktadır.

Ayrıca, şayet Ebû Hüreyre maddeye karşı haris birisi ol­saydı, Medine’ye geldiğinde suffede kalma yerine ziraat veya ticaretle uğraşmayı tercih ederek zengin olma yoluna gider­di. Ama O, dünya zînet ve saltanatına değer vermeyen âbid, zâhid b’ir kişi olduğu için altın ve gümüş takınmak Islâmda kadınlara mübah olduğu halde uhrevî mesuliyet endişesiyle bunları kızının takmasına müsade etmemiştir.

Bîr defasında da, Rasuiullah ” sahabenin istediği ga­nimetlerden istemiyor musun?” diye Ebû Hüreyre ye sor­duğunda O nun ” ben senden sadece Alah’ın sana öğret­tiklerinden istiyorum ” şeklinde karşılık vermesi Ebû Hüreyre’nin maddeye ne ölçüde değer verdiğini anlat­maya yeter kanaatdayız.

2-Hâfızasının kuvvetli olması (Bu konu Ebû Hü­reyre’nin zabt’ı bahsinde incelenmiştir.

3-Hadis öğrenme ve öğretme’deki hırsı :

İslâm’ın zuhûru esnâsında Yemen, Arabistan yarımada­sının diğer bölgelerine oranla ilim ve medeniyet yönünden daha çok inkişâf etmişti. Bu nedenle İslâm’ı kabul etmek için Yemen’den gelen bir heyet hakkında Rasulullah şöyle bu­yurmuştur: ” îmân Yemen’dedir, fıkıh Yemen’dedir, hik­met Yemen’dedir ”

İnceleyin:  Sünnetin Kur'ân'a Nisbetle Yeri

Böyle ilim ve kültür merkezi bir diyarda dünyaya gelen Ebû Hüreyre çocukluk ve gençlik yılları esnasında memleke­tinin ilim ve kültür havasını doya doya teneffüs imkânını bulmuştur. Hicrî yedinci yılda âilesini, evini barkını terkede- rek, Yemen’den Medine’ye hicret eden bu güzîde sahabî’nin en büyük emeli Rasulullah (s.a.v.)’tan hiç ayrılmamak; vahyi ilk kaynaktan öğrenmek, Hz.Peygamber’in ağzından çıkan sözleri anında ezberleyerek başkalarına öğretmekti. O nun, Rasulullah dünyada iken, hayatını tetkik ettiğimizde sırf bu nedenlerle günlerinin tamamını Yüce Peygamber e hizmetle geçirdiğini görürüz. Ebû Hüreyre’nin bu şekilde Allah Rasülünün yüzüne bakmakla ruhu temizleniyor, hadislerini is­temekle de gönlü huzur doluyordu. Kendisine bu derece bağ­lılığını bilen ve gören Allah Rasulü de, Ebû Hüreyre’ye çok iyi davranıyor ve O’na İslâm ahkâmını öğrenmesi için yar­dım ediyordu.

Bu meyanda belirtmek gerekir ki, Ebû Hüreyre’nin en büyük hususiyyetlerinden birisi de İslâm’ı öğrenmek ve öğ­retmek için fırsat buldukça Rasulullah’a çeşitli konularda sual tevcih etmekti. Bir defasında O, ” Ya Rasulullah Kı­yamet gününde Senin şefaatin en ziyâde kimlere olacaktır?” diye sorduğunda Hz.Peygamber : Bu sorudan çok memnun olarak şöyle buyurdu : ” Ya Ebû Hüreyre! Hadis bellemek için senden gördüğüm hırstan dolayı bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zâten tahmin ediyordum ”

Ebû Hüreyre, Rasulullah’a o kadar çok âşık ve İslâmî prensipleri öğrenmek için o kadar gayretliydi ki bir defasın­da da Rasulullah’ı gördüğünde O’na şöyle hitab etmişti. ” Ya Rasulallah! Seni gördü-ğümde ruhum mesrûr oluyor, gözlerim yaşarıyor, bana her şeyin neden yaratıldığını söyler’ dedi. Rasulullah cevaben : ’ Her şey sudan ya­ratılmıştır’ buyurdu. Ebû Hüreyre devamla : ” Yâ Rasûlallah! Bana yaptığımda Cennet’e girebileceğim şeyi haber ver! ” diye sorunca, Rasul-i Ekrem : ” Selâmı yay, yoksula yedir, sıla-i rahimde bulun, insanlar uy­kuda iken namaz kıl ki Cennet’e girebilesin ” cevabını verdi.

Bu haberler bize Ebû Hüreyre’nin hayatının, Hz.Peygamber’in hayatının âdetâ bir parçası olduğunu göstermek­tedir. Ebû Hüreyre, Rasûlullah’ın hayatını o kadar yakînen biliyordu ki, O’nun sözlerini duyduğunda O’na ait olduğunu derhal anlardı

Ebû Hüreyre, Ehl-i Suffe’den olduğu için devamlı Ra- sulullah’la birlikte olma imkânına sahipti. Bu nedenle de vahye muhatab olan kişinin ağzından İslâm ahkâmını en iyi şekilde öğrenenlerden biri olmuştur.

O, Rasulullah’tan öğrendiği hadisleri devamlı müzâkere eder, unutmamak için de fırsat buldukça onları tekrarlardı, her gecenin üçte birini de öğrendiği hadisleri tefekkür ve te­zekkürle geçirirdi.

Yalnız şurasını iyi bilmek gerekir ki; Ebû Hüreyre hadis­leri hıfzederken ve Kur’ân ayetlerini öğrenirken amacı daha çok hadis bilmek ve hâfız olmak değildi. Bilakis O, bunları öğrenmek ve tatbik etmekle Allah’a daha çok yaklaşılacağını bildiği için gece gündüz Rasulullah’ın yanında ayrılmayarak âyet ve hadisleri hıfzediyordu. Çünkü O, Allah Husulünün ” Allah kime hayır murad ederse O’nu dinde fakih kı­lar ” buyurduğunu kulağı ile duymuştu.. Zâten tâ Yemen’den Medine’ye herşeyini bırakarak gelmesinin amacı da bu değil miydi ?

Rasulullah’ın hayatta iken yanından hiç ayrılmayan, her söylediğini hıfzetmeğe çalışan ve ilmi ile âmil olan bu büyük sahâbî, Hz.Peygamber’in vefatından sonra da hayatını, duy­duklarını başkalarına öğrenmekte geçirmiştir. O, bunu ken­disine en büyük vazife bilmişti. Çünkü Ebû Hüreyre Rasulullahın :” Her kime öğrendiği bir ilim sorulur da, ilmi­ni saklarsa kıyâmet günü O’na ateşten bir gem vuru­lur” dediğini bizzât duymuştu .

Hadis öğrenme ve öğretmedeki hırsı nedeniyle o kadar çok hadis rivayet etmiştir ki, bazı mü’minler dahi bundan ra­hatsız olmaya başlamışlardır. Ebû Hüreyre bu şekilde düşü­nenlere şu umumî cevabı vermektedir :” Halk Ebû Hürey­re çok hadis rivâyet ediyor, deyip duruyorlar. Halbuki Kitâbullah’ta şu iki âyet olmasaydı, hiç bir hadis nakletmezdim. Muhacirîn kardeşlerimiz çarşılarda alışverişle, ensâr kardeşlerimiz de mallan ve toprak­ları için çalışmakla meşgul iken, ben boğaz tokluğuna Rasulullah’a mûlâzemet ederdim. Onların hazır bu­lunmadıkları meclislerde hazır bulunur onların belleyemedikleri sözleri bellerdim.”

Yine bir başka zaman aynı tür soruya karşı Ebû Hürey­re : Beni düğün yemekleri ve çarşı pazar işleri meş­gul etmiyordu. Ben Rasulullah’tan hadis öğretmesini veya yiyecek bir şey taleb ediyordum.” diye cevap ver­miştir.

Bu cevaplar Ebû Hüreyre’nin hadis öğrenme iştiyâkı yanında hiçbir tenkide kulak asmadan Rûsulullahtan duyduklarını başkalarına öğretmedeki ilmi cesaretini de vurgulamaktadır.

Rasulullahın hadislerini Ebû Hüreyre’nin çok iyi belle­yip naklettiğini sahabe ve tabiun bildikleri için, Onu her gördüklerinde hemen etrafını  çevirirler, Rasulullah’tan me-sajlar alırlardı.

Zaman zaman da Ebû Hüreyre sahabe ve tabiûn dan bazılarını toplayarak hadis halkaları teşkil eder ve onlara bazı haberleri yazdırırdı.Bazı zamanlarda da Medine Civarındaki mescidlere gider orda bulunanlara hadis rivayet ederdi.

Ebû Hüreyre sadece Medine’de halka bildiklerini öğret­mekle kalmayıp Mekke, Şam, Irak, Bahreyn vs. yerlere gide­rek oralarda da başta Rasulullah’ın hadisleri olmak üzere di­ğer bildiklerini onlara öğretirdi.

Gerek Medine de yaşayanlar gerekse başka yerlerde ika­met edenler bu sebeplerden dolayı Ebû Hüreyre’nin engin il­mine saygı duyarlardı. Bu yüzden bilmedikleri konuları öğ­renmek için zaman zaman müslümanlar O’nun bilgisine başvururlardı.

4- Ebû Hüreyre’nin devlet işleri ve ticâretle iştigal

Bilindiği özere Rasulullah efendimiz henüz hayatta iken içlerinde Ebû Hüreyre’nin bulunduğu Sufle ashabı hariç geri kalanı hem kendi geçimlerini temin için ziraat, ticaret vs. ile iştigal ediyorlar, hem de fırsat buldukça Rasulullah’ın yanı­na gelerek, inen Kur’ân ayetlerini ve fem-i saadetlerinden zuhur eden hadisleri hıfz ediyorlardı. Hatta ashabtan bir kısmı Hz.Peygamber’in söylediklerinin hepsini zaman geçirme­den öğrenmek için kendi aralarında münâvebe ile nöbet ihdâs etmişlerdi. Birisi kendi işleriyle meşgul olurken nöbetçi olan sahabi Hz.Peygamber’in yanına gidip akşama kadar orada duruyor ve o gün öğrendiklerini akşam arkadaşına gi­derek anlatıyordu. Bu usulü tatbik edenlerden birisi de Hz.Ömer (R.A) olmuştu. Kendisi bunu şöyle anlatıyor :” Bu yurt, Medine’nin Âvâlî denilen semtinde idi. Birşey öğ­renmek ümidi ile Rasulullah’ın nezdine nöbetleşe inerdik. Bir gün O iner, bir gün ben inerdim. Ben indi­ğim zaman vahy vs.ye ait ne duyarsam o günün habe­rini komşuma getirirdim. O da indiği zaman aynısını yapardı.”

Hz.Muhammed (s.a.v.) vefat ettikten sonra ashabın bir çoğunun meşgalesi daha da çok arttı. Eskiden sadece geçim­lerini temin için çalışıp, arta kalan zamanlarını Rasulul­lah’ın yanında Kur an ve Hadis tedrisatı ile geçiren sahâbe bundan sonra devlet işlerini de omuzlamak zorunda kaldılar. Daha önce problemlerinin çözüm kaynağı, Rasululîah iken bilahare ashabın ileri gelenleri olmağa başladı.

Hz.Peygamberin vefatından sonra ilk halife seçilen, yak­laşık iki yıl hilâfet makamında kalan Hz.Ebû Bekr (13 / 634) yalancı peygamberlerle, mürtedlerle, yeni yerlerin fethi vs. ile uğraşmaktan hadis rivayetine  vakit bulamamıştır. Hz.Ömer de takribi olarak on yıl halife-i müslimîn olmuş ve devlet işlerinden başını kaldıramamıştır. Hz.Osman (35 / 655) ve Hz.Alı nin (40 / 660) hilâfetlerinde ise bilinen tarihî olaylar yüzünden çıkan fitne ve diğer devlet işleri bu iki büyük sahabi’yi çok yormuş, hadis nakli ile meşgul olma­larına müsaade etmemiştir.

Anlatıldığı şekilde bir kısım sahabe Devlet işleri İle uğra­şırken, buna mukabil Ebû Hüreyre, Abdullah b.Ömer (73 / 092), Ebû Saîd el-Hudri (74/693), îbn Mesüd (32 / 652) gibi sahabenin bir kısmı ise, Devlet işleri ve geçimlerinin temini- ne fazla vakit ayırmamışlar, hemen hemen bütün çalışmaları hadis öğrenme ve öğretmeye tahsis etmişlerdir. Bu bir anlamda sahabenin kendi aralarında iş bölümü yaptıklarını müşahade ediyoruz. Bu iş bölümünü çok iyi anlayıp kavrayan Muaz b.Cebel (18 / 639), kendi arkadaşlarına Ebu Derdâ (32 / 652); Selmân-ı Fârisî (36 / 656), Abdullah b. Mesûd, Abdullah b.Selâm (43 / 663) dan ilim öğrenmelerini tavsiye etmiştir. Orada bulunan Yezid b.Umeyre, Ömer b.Hattab’dan da ilim alalım mı diye sorduğunda Muaz, ” ha­yır O’na bir şey sorma, çünkü O, Devlet işleriyle meş­gul oluyor sana ayıracak vakti yoktur.” demiştir.

5- Ebû Hüreyre’nin Rasulullah’ın vefâtından sonra çok yaşamış olması:

Ebû Hüreyre’nin çok hadis rivâyet etme nedenlerinden biri de Hz.Peygamberin (s.a.v.) vefâtmdan sonra 45-46 sene gibi uzunca bir süre yaşamış olmasıdır. Bu esnada müminler İran, Irak, Mısır v.s. gibi daha önce kültür ve medeniyet ba­kımından gelişmiş yerleri fethettiler. Böylece buralarda mes­kun bulunan birçok yeni unsurlar İslâm topluluğuna girmiş oldu. Bunlar, felsefî, sosyal, siyasal, örf ve âdetle ilgili her türlü eski inançlarından kurtulup İslâm iman ve ahkâmını öğrenmek için sahabe ve tabiûnun ileri gelenlerine başvu­ruyorlar veya İslâm’a yeni giren bu kişilere sahabe ve tabiûnun ileri gelenleri re’sen İslâm hakkında bilgi veriyor­lardı. Bu esnada hiç şüphesiz sahabe ve tabiûnun başvur­dukları kaynak Kur’ân’dan sonra hadisler oluyordu.

Ayrıca gerek Rasulullah’ın vefâtmdan sonra geçen süre­nin git gide uzaması, gerek yeni katılan unsurların inanç sis­temlerinin getirdiği problemler, gerekse bilinen bir takım ne­denlerle hilâfet, mezheb v.s. konularda çıkan iç anlaşmazlık­lar bütün mü’minleri telaşlandırdı ve endişeye düşürdü. Bu hengamede saf akideleri korumak için sahabe ve tabiunun başvurdukları temel kaynaklar tabii olarak Kur ân ve Sün­net olmuştur. Hadisler, Kur’ân-ı Kerîm gibi daha önceleri ya­zılmış olmadığından problemleri olan müminler ister istemez olaylar karşısında ya Rasulullah’ın tutum ve davranışlarının ne olduğunu Öğrenmek için Hz.Peygamber’i daha çok dinle­yen sahabeye müracaat ediyorlardı veya sahabe-i kiram ken­diliklerinden Rasulullahtan duyduklarını problem sahibine bizzat giderek söylüyorlardı.

Müslüman olup Medine’ye hicret ettikten sonra Rasulul- lah’tan hiç ayrılmayıp, âdeta Onu gölge gibi takip eden Ebû Hüreyre, Abdullah b.Ömer, Hz.Âişe v.s. gibi sahabenin ileri gelenleri bu dönemde çok büyük görevler icra ettiler. Allah Rasulü hayatta iken müminler problemlerinin çözümünü na­sıl ki O’na arzediyorlarsa daha sonra da problemlerini yüce Peygamber’i en çok görüp dinleyen sahabenin ileri gelenleri­ne arzetmeye başladılar.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı Ebû Hüreyre ashabı içinde çok hadis rivâyet edenler arasında yer alan bir kişi ol­mak zorunda kaldı. Bir de, az önce izah ettiğimiz gibi Ebû Hüreyre’nin hadis öğrenme ve öğretmedeki hırsını buna ek­leyecek olursak herhalde O nun çok hadis rivayet etme nede­ni daha iyi anlaşılmış olur.

Ibn Sa’d da (230 / 844), Tabakat’ında bütün ashabın emin, udul, örnek alınacak liderler olduklarını belirttikten sonra, sahabeyi hadis rivâyet etmeleri noktasından üç gruba ayırıyor. O’na göre Hz.Ebû Bekr, Hz.Osman (35 / 655), Hz.Talha (36 / 656), Ebû Ubeyde b.Çerrah (18 / 639), Zübeyr Avvam (36 / 656), Sa’d b.Ebî Vakkas (55 / 675), Abdurrah- man Avf (32 / 652) Übeyy b. Ka’b (22 / 642) v.s. Rasulullah’ın vefatından sonra az yaşamaları nedeniyle diğer saha­be tabiunun bir kısmı bunlara fazla problem arzetme im­kanına sahip olamadıkları için bunlar daha az hadis rivâyet etmişlerdir. Buna mukabil Câbir b Abdillah (78 /697) Ebu Saîd el-Hudrî (74 / 693), Ebû Hüreyre (58 / 677), Abdullah b. Ömer (73 / 692), Abdullah b. Abbas (68 / 687), Abdullah b. Aınr (65 / 684), Enes b.Mâlik (93 / 711) v.s. ise, Rasulullah ahirete irtihal ettikten sonra, daha uzun yıllar yaşamışlar­dır. Bu sebeple de adları geçen sahabilere diğerlerine oranla problemler daha çok arzolunmuştur. Diğer bir deyimle bun­lar mezkur nedenle daha çok hadis rivâyet etmek zorunda kalmışlardır. Bir de üçüncü grup sahabîler vardır ki, bunlar hiç hadis rivâyet etmemişlerdir. Nedeni ise, ya hata yapma endişesinden ya bunlara soru sorulmayışından veyahut da bu grubun ibâdet, cihat ve sefer gibi şeylerle meşguliyetlerin- dendir.

Kaynak:Doç.Dr. Ali Toksarı – Delil Olma Yönünden Sünnet

KAYNAKLAR;

  1. Aliyyü’l-Kârî, Mevzûât, 361,
  2. örnekler için Bkz., Kandemir, M.Yaşar, Mevzu Hadisler, 32-3%
  3. Koçyiğit, Talât, Hadisçilerle Kelâmdılar Arasındaki Münakaşalar
  4. Sibâ’î, 149.
  5. Bkz., A’zamî, I, 23.
  6. Aynı yer.
  7. Aynı yer.
  8. îbn Abdilberr, II, 191.
  9. Acâc, es-Sünnetü kable’t-tedvîn, 205-206.
  10. Hâkim, Müstedrek, I, 109-110.
  11. Aynı yer.
  12. Bkz., Sibâ’î, 143-152.
  13. Geniş bilgi için Bkz., A’zamî, I, 26 vd.
  14. Ebû Hüreyre ile alakalı vereceğimiz bilgiler ” Hz.Ebû Hüreyre ve Hadis İlmindeki Yeri *’ konulu doktora tezimizin muhtelif kısımlarından ay­nen alınmıştır.
  15. İbn Sa’d, IV, 237 vd.; îbn Hişâm, Siyer, II, 24; İbn Hacer, İsâbe, II / 226.
  16. Bu iddialar için Bkz., Ebû Reyye, Şeyhul-Madîre, 47-48; Adva,
  17. Buhârî, Megazi, 38 Ebû Dâvûd, Cihad, 151
  18. îbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XI, 33.
  19. Buhârî, Itk, 7; İbn Hanbel, Müsned, II, 286.
  20. íbn Hanbel, Müsned, II, 345; Hâkim, Müstedrek, II, 33; Ibn Ha ”          , tsabe II, 13; Ibn Sa’d, IV, 328; Zehebî, Siyer, II, 425.
  21. Hâkim, Müstedrek, II, 33.
  22. Buhârî, MeğaZÎ, 38.
  23. Buhârî, et-Tarihül-kebîr, 1-1, 130.
  24. Ibn Sa’d, IV, 328.
  25. I 354- Ibn Sa’d, 1, 353; IV, 239.
  26. (*)- Zehebî, Siyer, II, 426.
  27. (**)- Nesâi, Taharet, 146; ibn Hanbel, Müsned, IV, 111.
  28. Ibn Sa’d, IV, 328.
  29. ibn Sa’d, î, 353; IV, 239.
  30. Zehebî, Siyer., II, 426.
  31. Ibn Sa’d, IV, 327; Tahâvî, Meâni’l-âsâr, I, 260; Zehebî, Siyer, II 426; Ibn Hacer, îsâbe, IV, 206.
  32. Ibn Hacer, Fethu’I-Bârî, VII, 421.
  33. Buharı, ilim, 33.
  34. Tirmizî, Menâkıb, 47.
  35. Bu konuda örnek için Bkz., Ebû Dâvud, Salât, 135.
  36. Müslim, Hac, 435; Nesâî, Menasik, 161.
  37. Müslim, Fadâilu’s-Sahabe, 151.
  38. Buhârî, Libâs, 87.
  39. Saiı’ânî, Sübülü’s-selâm, TV, 129.
  40. Ebû Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, 565-566.
  41. Nesâî, Talak, 56.
  42. İbn Hacer, Tehzîb V, 276.
  43. Buhârî, Kader, 9.
  44.  îr Buharı, et-Târîhu’l-kebir, 1-1, 21
  45.  K-U at» bir ölçü birimi olup, ehl-i Mekke’ye göre bir dînânn yirmi- dörtte biridir. Ehl-i Irâk a göre ise bir dînânn yirmide biridir. Âsim efendi Kârnus Tercemesi, III, 109.
  46. Bkz., Müslim, Cenaiz, 56; Ebû Dâvud, Cenâiz, 45; îbn Hanbel, Müsned, II, 2-3; Zehebî, Siyer, II, 443.
  47. Tirmîzî, Menâkıb, 47; Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, III- 2, 133; Îbn Hanbel, llel, I, 72; Hâkim, Müstedrek, III, 511-512.
  48. Zehebî, Siyer, II, 436; Bu hususta ayrıca Bkz., Hâkim, III, 512.
  49. Abdü’l-Mun’im, Difa’, 105.
  50. Hâkim, Müstedrek, III, 512; Zehebî, Siyer, II, 436.
  51. Tirmizî Menâkıb, 47; Hâkim, Müstedrek, III, 511; Zehebî, Siyer, II, 443-444.
  52. Hâkim, Müstedrek, III, 510.
  53. İbn Ömer’in Ebû Hüreyre’den rivâyeti için Bkz., îbn Hacer, Tehzîb, XII, 263.
  54. Müslim, İman, 299.
  55. Heysemî, II, 103.
  56. îbn Hacer, Tehzîb, XII, 263 vd, Yedi fakihten diğer ikisi, Kasım
  57. Muhammed (102 / 720) Harice b.Zeyd b.Sâbit’tir.
  58. İbn Hacer, Tehzîb, XII, 263 vd.
  59. Hâkim, Müstedrek, III, 511.
  60. Buhârî, Târihu’l-kebir, III-2,133.
  61. Şâfıî, Risâle, 280-281.
  62. Tahâvî, Meâni’I-âsâr, 1, 13.
  63. Serahsî, Usûl, I, 339-340.
  64. İbn Hacer, İsâbe, IV, 206*
  65. Zehebî, Tezkire, I » 32.
  66. Zehebî, Siyer, II, 417.
  67. 393* Zehebî, Siyer, II, 418.
  68. Zehebî, Siyer, II , 44İ*
  69. Zehebî, Siyer, II , 446.
  70. 396* Zehebî, Siyer, II, 449.
  71. îbn Kesîr, el-Bidâye ve*n-nihâye, VIII, 110,
  72. îbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, VIII ,113.
  73. Hâkim, Müstedrek, III, 513.
  74. Hâkim, Müstedrek, III, 513.
  75. Hâkim, Müstedrek, III, 512.
  76. Zabt, bir râvî’nin işitmiş olduğu hadisi başkasına rivâyet edinceye kadar herhangi bir tebdil veya tağyire maruz bırakmadan hafızasında tut­ması ve lüzûmu halinde aynen tekrarlayabilmesidir. Bkz., Prof.Dr.Talât Koçyiğit, Hadis Usûlü, 46.
  77. Buhârî, îlim, 42; îbn Sa’d, Tabakât, IV, 329; Ebû Nu’aym, Hilye I , 381; îbn Hacer,îsâbe, IV, 207.
  78. îbn Hanbel, Müsned, II , 334.
  79. îbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 1, 226.
  80. Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, 1-1, 136-137.
  81. Tahâvî, Müşkilü’l-âsâr, II, 266-267,
  82. îbn Abdi’l-Berr, 1, 74; îbn Hacer, Fethul – Bârî, 1, 226; îbn Hacer, îsâbe, IV, 207.
  83. Ma’lemî, el-Envârül-kâşife, 202.
  84. Şâfıî, Risâle, 281.
  85. îbn Hacer, îsâbe, IV, 205.
  86. Buhârî, Büyü, 1.
  87. Tirmizî, Menâkıb, 47; Buhârî et-Tarihu’l-kebîr, III-2 , 133; îbn Hanbel, Ilel, 1, 72; Hâkim, Müstedrek, III / 351; îbn Kesir, el-Bidâye ve’n- nihâye, 87109,
  88. Bu iddialar için Bkz., Ebû Reyye, Şeyhu’l-Madîre, 47; Adva’ 154. Abdu’l-Hüseyin, Ebû Hüneyre, 25.
  89. Nevevî, Sahihu müsiim bi-şerhi’n-Nevevî, IX , 386.
  90. Ibn Hacer, Fethu’l-Bârî, V , 192; Aynî, ’Umdetü’l-Kârî, XI, 162.
  91. Buhârî Itk, 7; îbn Hanbel, Müsned, II, 286.
  92. İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-nihaye, VIII ,111.
  93. İbn Hacer, Isabe IV , 207.
  94. Müslim, İman, 82; Bu konuda daha geniş bilgi için Bkz., Hamidul- lah, Muhtasar Hadis Tarihi, 50 vd.
  95. Buhârî, İlim, 33; Ibn Hacer, îsâbe, IV, 206.
  96. îbn Hanbel, Müsned, II, 323-324, 493.
  97. Örnek için Bkz., Zehebî, Siyer, II, 436; İbn Kesîr, el-Bidâye, ve’n- nihâye, VIII, 109.
  98. Örnek için Bkz., Ebû Dâvüd, Eşribe, 107.
  99. Dârîmî, Mukaddime, 27.
  100. İbn Mâce, Mukâddime, 17; Ibn Hanbel, Müsned, II, 254.
  101. Tirmizî, İlim, 3.
  102. Söz konusu iki âyetin meâli şöyledir: “ İnzâl ettiğimiz âyât-ı beyyinât ile hidâyeti, Kitabımızda, halka Biz beyân ettik sonra bunlan ket- medenler öyle âsilerdir ki kendilerine Allah îânet eder,lânet edenler de (ya­ni melekler ve mü minler) lânet eder. Meğer içlerinde bu fiillerinden tevbe edip amel-İ salih işleyenler ve ketmettikten sonra izhâr ve beyân edenler buluna. İşte bu gibilerin tevbeîerini kabul ederim.” Bakara, 2 /159-160.
  103. Buhârî, İlim, 42.
  104. Buhârî, Büyu, 1.
  105. örnek için Bkz., İbn Hanbel, Müsned, II, 300.
  106. îbn Hanbel, Müsned, II, 434.
  107. Söz konusu haber için Bkz. Buhârî, İlim, 27,

  108. Rasulullah’tan sonra Hz.Ebû Bekr (r.a.), iki sene gibi kısa bir süre yaşamış olmasına ve mezkur işlerle iştigaline rağmen rivâyet ettiği hadis miktarı 142 dir. Bkz., îbn Hazm, Cevamiu’s-sîre, 277.
  109. Hz.Ömer (r.a.), hadis rivâyetinde çok titiz olmasına rağmen rivâyet ettiği hadis miktan 500 dür. îbn Hazm, Cevamiu’s-sîre, 276.
  110. Hâkim, Müstedrek, I, 98.
  111. îbn Sa’d, II, 376-377.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir