Sünnetin Hüküm Koyması

seerat-un-nabi-big-08-f31 Sünnetin Hüküm Koyması

İslâm’a düşmanlık besleyenlerin, Allah Teâlâ’nın kendi­siyle semâvî risâleti sona erdirdiği, insanlar için uyulması ge­reken din olarak seçtiği ve kullarından din olarak razı olduğu bu yüce dine yönelik tuzakları, Muhammedi risâlet güneşinin yükselmesinden beri devam etmektedir, “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak Islâm’ı beğendim”(Maide,3)

Halen Yahûdî, Hıristiyan ve onların izinde olan, şeytanın vesvese ve tuzakları ile baştan çıkardığı iki yüzlü kimselerden oluşan İslâm aleyhtarı kimseler, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) temiz sünneti vasıtasıyla bize ulaşan ilâhı vahyi yaralayarak, Allah’ın nurunu söndürmek için büyük bir gayret sarf ediyorlar.

Sünnet-i Nebeviyye’ye Yönelik Hücumlar

Cebrail (a.s.) vasıtasıyla peygamberlerin sonuncusuna na­zil olan vahy-i metlûv Kur’ân-ı Kerîm olduğundan, onun surla­rından içeri atılmak mümkün değildir. Zira o nesilden nesile bize tevâtür yoluyla gelmiş ve Allah Teâla’nın korumasıyla her türlü tahrîf ve değişmeden korunmuştur. “Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu biz koruyacağız”.(Hicr,9) İşte bu du­rum onları, İslâm hukukunun ikinci kaynağı olan Sünnet’e karşı komplo, iftira ve hileler kurmaya sevk etmiştir. Çünkü o, Kur’ân-ı Kerîm’in beyanı ve açıklaması olan tertemiz sünnet-i nebeviyyedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik” (Nahl,44)

Bu İlâhî buyruk açıkça bize Hz. Peygamber’in (Sallahu Aleyhi ve Sellem) Kur’ân’ı açıklamada, onun amaçlarını ve hükümlerini daha açık bir şekilde ifade etmedeki önemini ve rolünü ortaya koymaktadır. Kur’ân’ı kavramak, onun maksat­larını anlamak ve hükümlerini öğrenmek için, sünnet-i nebe-viyyeden başka bir yol yoktur. Zira Kur’ân ve Sünnet ruh ve bedeni gibi, biri diğerinden ayrılmayan bir ikiz gibidir. Bu bakımdan bunlar, İslâm dininin iki temel kaynağıdır,

Kur’ân’ı Kerîm, icmâlî hükümleri ve genel özlü yasaları içeren bir anayasadır. Müslüman birisi ancak bunlarla ilgili Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) varit olan söz, fiil ve takrirleri öğrendikten sonra bu hükümleri uygula­yabilir.

Sünnete Yapışmanın Zaruretine Örnekler

Meseleye herkes tarafından bilinmesi gereken, Islâm’ın rükûnları ile başlıyoruz. Zira bunlar, dinin direği ve esasıdır. Nitekim Allah Tealâ, mü’min kullarına namaz kılmayı ve zekât vermeyi farz kılmıştır. “Namazı kılın, zekâtı verin ve rükû edenler beraber rükû edin”(Bakara,43)

Kur’ân’ın metni, burada son derece veciz ve mücmel ola­rak gelmiştir. Bunların hükümleri, şartları, rükûnları, rekât ve secdelerin sayısı, kıyamda neler okunacağı, rükû ve secde­lerde neler yapılacağına dair herhangi bir detay ve açıklama yoktur. Şu halde, Müslüman bir kimse bu namazı nasıl edâ edecek? Kur’ân-ı Azîm’de sabah namazının iki, akşam nama­zının üç, öğle ile ikindi namazlarının dört rekat olduğunu bu­labilir miyiz? Yoksa bunlar, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uygulamasından ve bunları açıklamasından mı alınmıştır? Yine herhangi bir kimse, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uygulamasına müracaat etmeksizin, Kur’ân-ı Kerim’den namazın şartlarını, erkânını, vakitle­rini, hükümlerini, sünnetlerini ve vaciplerini bilmesi mümkün müdür? Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) âlem­lerin Rabbine namazını ve ibâdetini nasıl yaptığını nereden bilecek?

 Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mürşid ve Mürebbî Olması

Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize namazın va­kitlerini, rekâtlarının sayısını, kıyamda ne okuyacağımızı, rükû ve secdelerde nasıl teşbih edeceğimizi ve oturuşta nasıl teşehhüdde bulunacağımızı, ona nasıl salât ve selâm getire­ceğimizi ve namazı neyle başlayıp bitireceğimizi öğretmiş sonra da:41 Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi siz de na­maz kılınl” (Buhârî, Ahbâru’t- Âhâd 1.)buyurmuştur.

İşte İslâm’ın en önemli rüknü olan, Müslümanın bilme­mesi asla doğru olmayan, tam manasıyla yerine getirilme­dikçe Allah’ın azabından kurtuluşun olmayacağı, Rasûlullâh’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) söz ve davranışlarıyla bizleri ona yönelttiği, iman ile küfür arasını ayırt edici olan namaz, işte budur.

Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ”Kişiyle küfür arasında namazın terki vardır”(Müslim,İman,134) buyurmuştur. Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) âlemlerin Rab­bine ibâdetinde, onu örnek almazsak nasıl ibâdetimizi yerine getireceğiz? Allah Teâlâ şöyle buyurmamış mıdır? “Andolsun ki Rasûlullâh, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir”(Ahzab,21)

Kur’ân’da Zekâtın Mücmel Olması ye Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Tara­fından Tafsil Edilmesi

Zekât da Kur’ân’da mücmel olarak gelmiş, Allah mikta­rını tayin etmemiş, nasıl verileceğini açıklamamış, ne zaman ve kimden alınacağını belirtmemiştir. Kur’ân’ın ifadesi bu ko­nuda son derece veciz ve mücmeldir. “Onlar ki, zekâtı verir­ler” (Mü’minun 4) Yine Allah Teâlâ, zekâtın, insanların malları üzerinde bir hak ve farz olduğunu açıklamıştır. ’’Onların mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır” (Zariyat,19) Ancak bu hakkın miktarı nedir? Daire, gayr-ı menkul, ziraat mallan, meyveler gibi bütün malları kapsar mı? Fabrikalar, işyerleri, ziraat aletleri, insanın evinde kullandığı kaplan da içerir mi? Bir in­sanın zekât verebilmesi için, sahip olması gereken nisap mik­tarı ne kadardır? Bütün bunlan Kur’ân-ı Kerîm açıklamamıştır. Bunları Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beya­nına ve açıklamasına bırakmıştır. Kur’ân, bunlarla ilgili hü­kümleri açıklama, helâl ve haramı beyan etme görevini ona vermiştir.

Hac ve Oruçla İlgili Hükümlerin Kur’ân’da Mücmel Oluşu

Kur’ân’da hac ve oruç da mücmel olarak gelmiştir. Müs­lüman birisi nasıl haccedebileceğim’, nasıl oruç tutacağını an­cak Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vasıtasıyla öğrenebilir. Zira Allah onu bir rehber, bir öğretmen ve bir eğitimci olarak göndermiştir. O da buna binâen, hükümlerin detaylarını göstermiş, insanlara helâl ve haramı açıklamıştır. Zaten kendinden dolayı da şöyle buyurmuştur: ‘’Ben, size ba­banız yerindeyim, sizlere her şeyi öğretiyorum. Sizden biri ayak yoluna çıktığında kıbleye önünü ve arkasını çevirmesin. Eliyle iştincada bulunmasın. Doğuya veya batıya doğru dönsün.’’(Ebu Davud,Taharet,8)

Kur’ân’daki Hükümlerin Büyük Çoğunluğunun Mücmel Âyetler Olması

Bütün bunlar açıkça ortaya koyuyor ki Kur’ân nasslarının (metin ve ifadelerinin) çoğunluğu, herhangi bir tafsilat getir­meksizin ve detaya girmeksizin mücmel olarak gelmiştir. An­cak bazı özel hükümlerde, meselâ miras gibi, Allah Teâlâ bu­nun ayrıntılarını kendisi bizzat açıklamış ve herhangi birinin açıklama ve izahına bırakmamıştır. Yine evlenilmesi haram olan kadınları da bizzat Allah Teâla Tahrîm âyetinde açıkla­mıştır: “Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, süt bacılarınız, eşlerinizin ana­ları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıpda) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı, ancak seçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak, zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kı­lındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir”(Nisa,23-24)

Bu âyet-i kerimeler, evlenilmesi haram olan kadınla açıklamak amacında olsa da, Allah Teâlâ bu âyetlerde veciz olarak süt emme ve akrabalığın hükümlerini de zikretmiş bu­lunmaktadır. Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sünneti ise, Kur’ân’ın zikretmediği diğer hükümleri açıklamak için gelmiştir. Meselâ bundan dolayı “Neseb bakımından ha­ram olanlar, süt emme bakımından da haram olurlar” (Müslim,Ra’da,13) bu­yurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de: “iki kız kardeşi de birden al­mak (aynı anda) size haram kılındı”(Nisa,23)buyrulmuştur. Sünnet-i nebeviyye’de ise bu hükme katılmak üzere “kadın ve teyzesi” ile “kadın ve halası”yla aynı anda evlenmeyi haram kılmıştır. Buhârî ve Müslim bunu Ebû Hureyre’den şöyle rivâyet etmiş­tir. “Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadın ve teyzesini veya kadın ve halasını aynı anda nikâh altında bu­lundurmayı haram kıldı”(Buhari,Nikah 27)

Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in nassları kat’îdir, delâ­leti muhkemdir. Kur’ân, izah edilmesi, hükümlerinin detayla­rının açıklanması, mutlak ifadelerinin sınırlandırılması, müc­mel olanlarının beyan edilmesi, bazı ifadelerindeki kapalılığın giderilmesi ve maksadının belirlenmesi Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tertemiz sünneti vasıtasıyla ye­rine getirilmiş bir metindir. Böylece sünnet-i nebeviye, met­nin şerhi gibi olmuştur. Sonra fakîhler gelmiş ve bu iki büyük kaynaktan tafsılî hükümleri ibâdet, muamelât ve ahval-i şahsiyye gibi hangi konuda olursa olsun istinbat etmişler ve bu şer’î hükümlerin berrak ve tatlı pınarlarından kanarak içmiş­lerdir. Onların bu çalışmaları metin ve şerhe bir haşiye gibi olmuştur.

Dinde Derin Bilgi Sahibi Olmanın Üstünlüğü

Buradan hareketle İslâm’ın, hükümlerini açıklamasında ve hüküm koymadaki güzelliğinde İslâm’ın yüceliğini daha iyi kavrıyor ve dinde derinleşmenin üstünlüğünü öğreniyoruz. Zira Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu hadisiyle dinde derin bilgi sahibi olmaya teşvik etmiştir: “Allah kimin hayrını dilerse, onu dinde fakîh (anlayışlı) kılar” (Buhârî, Farzu’l-Humus 7. ilm 13)

Yine Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Allah’a dinde fıkıh sahibi olmaktan daha üstün bir şeyle ibâdet yoktur. Bir fakîh şeytana karşı bin âbidden daha güçlü ve dirençlidir” (Dârekûtnî, Sünen 3/79) buyurmuştur.

Diğer bir hadiste de konuyla ilgili olarak Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden birine üstünlüğüm gibidir. Muhakkakki Allah, melekler, yer ve gök ehli, hatta inindeki karıncalar ve balıklar, insanların bilginlerine hayır duada bulunurlar”(Tirmizi,İlm,19)

Sünneti Reddetmenin Kur’ân’ı Reddetme Olması

Hiç şüphe yok ki, sünnet-i nebeviyye ile amel etmeyi reddetmek, aslında Kur’ân’la amel etmeyi reddetmektir. Sünnet-i nebeviyyeyi yalanlamak, gerçekte Kur’ân’ı yalanla­maktır. Çünkü Allah Teâlâ, Hz. Peygambere (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kur’ân’ı ve sünneti vahyetmiş, vahyi de iki türlü kılmıştır:

Cenab-ı Hak (Celle Celalühü)’ın katından nazil olmuş olan vahy-i metlüv (tilavet olunan vahiy): Bu, “Kur’ânı Azîm ”dir.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından bize nakledilerek gelen tebliğ olunmuş vahiy. Bu da “sünnet-i nebeviyye” dir.

Allah Teâlâ bu iki tür vahye şu sözüyle ince ve hoş bir işârette bulunmuştur: “Onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O’dur”(Cu’ma,2)

Kur’ân’da İşâret Olunan Hikmet Nedir?

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetindeki Kur’ân ve hikmet ara­sındaki ilişkiden dolayı, müfessirlerin ittifakıyla hikmet kav­ramıyla Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sün­neti kastedilir. Şu âyet-i kerîmeler gibi. “Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın”(Ahzab,34), “Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir.

Allah’ın lütfü sana gerçekten büyük olmuştur”.(Nisa,113) İşte bu yüz­den sünnet-i nebeviyye, Allah katından bir vahiydir. Ancak bu, Cibrîl vasıtasıyla nazil olmuş vahiy değil, Peygamber’den tebliğ olunmuş vahiydir. Allah Teâlâ bunu, Rasûl-ü Ekrem hakkında şu ayeti ile açıklamıştır. “O, arzusuna göre konuş­maz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir”(Necm,3-4) Bu nedenle Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sö­zünü ve konuşmasını, inanılması, uygulanması ve kabul edil­mesi gereken bir vahiy olarak değerlendirmiş ve Hz. Peygam­ber’in Allah’tan tebliğ ettiği her hususta mü’minlere Peygam­bere itâat etmeyi ve onlara tereddütsüz sarılmayı emretmiştir. “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakla-dıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” .(Haşr,7)

Sünnetle Gelen Her Şeyin Allah Katından Bir Vahiy Olması

Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) söz, fiil, açıklama veya takrir olarak gelen herşey, Kur’an nassıyla bize emrolunan, almamız ve gereğiyle amel etmemiz gereken bi­rer vahiydir. Çünkü o, bize Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vasıtasıyla tebliğ olunmuş olan Allah tarafından kullarına konulmuş bir hüküm ve dindir. Bu nedenle eğer bir kimse, Peygamber’in emrini yerine getirmez ve nehyettiğinden sakınmaz ise, Allah’ın emrine karşı gelmiş, onun dinini ve hükmünü kabul etmemiş olur. Hatta gerçekte Allah’ın sözünü yalanlamış olur. Çünkü Allah Teâlâ, yüce Kitabında Peygamberi tasdik etmeyi onun sünnetiyle amel etmeyi, ona itâattan ve onun emrinden çıkmamayı bizlere emretmiştir. Bu bakımdan şöyle buyurmuştur: “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkekle ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur”.(Ahzab,36)

İnceleyin:  İslam Toplumu Ve Sünnet

“Kim Rasûl’e itâat ederse, Allah’a itâat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik”.(Nisa,80)

Ahzâb Âyetinin Nüzûl Sebebi

Hafız İbn Kesir bu âyetin nüzul sebebi ile ilgili olarak Hz. Zeynep ile Zeyd bin Harise’nin evlenme hadisesini rivâyet etmektedir, ibni Abbâs’ın rivâyet ettiğine göre Hz. Peygam­ber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), kölesi Zeyd b. Harise için

Kureyş’ln asil kadınlarından Zeyneb binti Cahş el-Esediyye’nin huzuruna varır ve Zeyd için dünürcü olur. Ancak Zeynep (Radıyallahu anha) onu koca olarak kabul etmekten kaçınır Kardeşi Abdullah b. Cahş da Kureyş’le olan nesebinden dolayı bu evliliği kabule yanaşmaz. Hz. Zeyneb çok tez öfkelenen hiddetli bir kadındı. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu evliliği ona arz edince, Hz. Zeyneb: “Onun nikâh­lısı olmam” diye cevap verir. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Hayır, onunla evlen” buyurur. Hz. Zeyneb de: “Ya Rasûlullâh, nefsimin rızası olmaksızın onunla evlenmeye kendimi zorlayayım mı? der. Zeyneb Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile konuşurken o anda vahiy gelir ve Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi nazil eder. “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir er­kek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (Ahzab,36) Hz. Zeyneb bunları dinleyince “Ey Allah’ın Rasûlü ! Onu eş olarak kabule nefsimi razı ettim ve Rasûlullâh’ın emrine karşı gelmiyorum” der. Kardeşi Abdullah da: “Ey Allah’ın Rasûlü, istediğini bana emret, hiçbir konu da sana karşı gelmem!” dedi. Hz. Peygamber de: “Onu Zeyd ile evlendir” buyurdu. O da kalktı ve onu Zeyd’le evlendirdi” (ibn Kesir, Tefsîru Ibn Kesir, 3/497; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, 1/187.)

İmâm Ahmed’in Rivâyet Ettiği Culeybîb Hadisesi

İmâm Ahmed Müsned’inde Enes’den (Radıyallahu anh) şöyle rivâyet etmektedir: “Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabından “Culeybîb” isimli bir adam için (o si­yah ve fakir bir adamdı), Ensardan bir kadına dünürcü olur ve babasından onu ister. Adam da: “Durumu annesine arz ede­yim ve görüşünü alayım” der. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Peki o zaman” buyurur. Bunun üzerine adam hanımına giderek olayı haber verir. Kadın da “Hayır, Vallâhi onu o adamla evlendirmem, Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onunla evlendirmek için Culeybîb’ten baş­kasını bulamadı mı? Biz onu falan falana dahi vermemiştik!” der. Adam da: “Kız örtüsün de işitiyor der” ve durumu haber vermek için Rasûlullâh’a gitmek isterken kız: “Rasûlullâh’ın emrini geri mi çeviriyorsunuz! Onun bana eş olmasına razı ol­dum. Onunla nikahlayın” der. Onlar da: “Doğru söyledin” derler. Babası da Rasûlullâh’a gelerek: “Eğer siz kızımız için onu eş olarak razı iseniz, biz de razı olduk” der.

Bunun üze­rine Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) da onları evlendi­rir. Sonra, Medine halkı bir gün korkar. Bir kısım Ensâr ve on­larla beraber Culeybîb de savaşa çıkar. Sonra etrafında öldü­rülmüş müşrik insanlar olduğu halde Culeybîb’i de öldürülmüş olarak bulurlar. Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelir ve şöyle buyurur: “Yedi kişiyi öldürdü, sonra onu öldürdüler. O bendendir, bende ondanım”. Sonra onu kucağına aldı ve kabrine koydu. Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), onun hanımı için şöyle dua etti. “Allah’ım ona hayır yağdır, ona ya­şamında darlık verme”, iddeti bittikten sonra hemen dünür- cüsü oldu ve Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duasının bereketiyle ona hayır ve rızık ulaştı”(Ahmed,Müsned,4/422)

Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İtâatın Farz Olması

Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emrine boyun eğmek, Allah Teâlâ’nın emri ve hükmüyle farz kılınmış­tır. “Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itâat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmet­tikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı”.(Nisa,64) Allah Teâlâ’nın “Allahın izniyle” sözü, onun emri ve teklifi ile demektir. Hatta, Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hük­müne teslim olup boyun eğmeyi imanın sıhhatinin şartı kılarak, onun hükmüne razı olmayanlardan imanı kaldırmıştır Zira Allah Teâlâ “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam ma­nasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisa,6-5) buyurmuş­tur.

Müfessirler bu âyetin bir Müslümanla aralarında anlaş­mazlık bulunan bir Yahûdî hakkında nazil olduğunu belirtmiş­lerdir. Yahûdî o müslümana: “Haydi Muhammed b. Abdullah’a gidelim bizleri yargılasın” der. iman ettiğini iddiâ eden müslüman da ona “Hayır, Ka’b b. el-Eşref’e (Allah’ın Tağut diye isimlendirdiği münafıkların başı) gidelim bizi yargılasın” der. Bunun üzerine Yahûdî hayretle “Ben seni kendisine iman ettiğin peygamberin Muhammed’e çağırıyorum, sen ise bun­dan kaçıyorsun? der. Bu haberin Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ulaşmasından çekinen o müslüman, isteme­yerek de olsa Yahûdiyle giderler ve meseleyi Hz. Peygamber e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) arz ederler. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) müslümamn aleyhinde, Yahûdînin de lehinde hüküm verir. Hz. Peygamber’in huzurundan ayrılınca müslüman kimse bunu reddeder ve Yahûdîye “Ömer İbnu’l-Hattab’a gidelim bizi yargılasın” der. Hz. Ömer’in evine giderler ve Yahûdî Hz. Ömer’e “Bu kimse ile benim aramda bir anlaşmazlık vardı. Muhammed bizi yargıladı ve benim lehime hükmetti. Bu ise onun bu hükmünü ve kararını kabul etmedi ve sizin bizi muhakeme etmenizi istedi!” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Müslümana: “Onun söyledikleri doğru mu?” dedi. O da: “Evet” deyince Hz. Ömer: “Aranızda hüküm verinceye kadar yerinizde durun” der. Derhal evine gi­rer kılıcını kuşanır, arkasında kılıcını gizleyerek çıkar gelir ve derhal müslüman olduğunu iddiâ eden bu adamın boynunu vurur. Sonra Hz. Ömer meşhur sözünü söyler: “Allah’ın ve Rasûlü’nün hükmüne razı olmayan kimse hakkında işte böyle hükmederim”. Bu hâdise hakkında işte bu âyet-i kerîmeler nazil olmuştur: “Sona indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarım ileri sürenleri görmedin mi? Tağut’a inanma­maları kendilerine emrolundugu halde, Tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitab’a) ve Resul’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, müna­fıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yap­tıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle. Biz her peygam­beri -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itâat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Peygamber de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici, esir­geyici bulurlardı. Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mana sıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisa,60-65)

Bunun anlamı şudur: Sana yemin ediyorum ki Ey Muham­med! Senin huzurunda muhakemeleşenler, anlaşmazlığa ve ihtilafa düştükleri konularda senin hükmüne razı olmadıkça imanları asla geçerli ve sabit değildir.

Kur’ân Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakem kılınmasıyla yetinmemiş ayrıca onun emrine ve hük­müne itâat etmeyi, teslim olmayı ve boyun eğmeyi farz kıl­mıştır. Bu yüzünden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar” Yani senin hükmünden dolayı nefisleri sıkıntı duymayıp, tam bir teslimiyet ve bağlılıkla boyun eğmedikçe, demektir. Peki sünnet-i nebeviyyeyi, içinde zayıf olan, sahîh olmayan -ki bunlar âhâd haberlerdir- hadîslerin olduğunu delil göstererek reddeden ve “Biz Kur’ânla yetiniriz, çünkü o subût ve delâlet açısından kat’îdir” diyen kimselere ne diyebiliriz? Şu halde onların Kur’ân’a inandıklarını iddiâ etmeleri ne kadar doğru­dur?

Hz. Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hükmüne Boyun Eğmenin İmanın Şartı Ol­ması

Allah Teâlâ, cüz’î bir hâdisede bile Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hükmüne razı olmayan kimsenin imanını kabul etmemişken, Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelen her şeyi inkâr eden ve ister tevâtür,isterse âhâd yoldan bizlere ulaşan, söz, fiil ve davranışlarını kabul etmeyen, reddeden kimsenin hali nasıldır?

Bunlar, hakikaten Kur’ân’a inanan ve dini uygulamak is­teyen Müslümanlar mıdır? Yoksa bunlar, Müslüman olduğunu iddiâ edip sonra da Kur’ân’ın hükümlerini uygulamayı redde­den ikiyüzlüler midir? Kur’ân’ı anlamanın temeli ve onun en sağlam, en köklü dayanaklarından olan Sünnet’i terk ederek sadece Kur’ân’la amel etmek nasıl mümkün olur? Halbuki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının” (Haşr,7). Allah Teâlâ: “Kur’ân’da size ne geldiyse onunla amel edin, Ku- ran’da neyi yasakladıysa ondan da sakının” buyurmamış, “Peygamber size ne verdiyse onu alın” buyurmuştur. O halde Peygamberin sözünü nasıl terk eder ve -biz subûtu kafi olanla amel eder, şüpheli, zannî olanla amel etmeyiz diyerek- onu nasıl duvara çalarız?

Aslında bu şeytanın tuzağından ve lanetli iblis’in onlara hilesinden başka bir şey değildir!

Hz. Peygambere (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İttibânın Allah’ı Sevmenin İşareti Olması

Allah Teâlâ Peygamber’e itâat etmeyi ve onun emirlerine uymayı Allah Teâlâ’ya itâatın bir parçasını kılmıştır. Hatta onu Allah’ı sevmenin işareti kabul etmiştir. “(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sev­sin” (Al-iİmran,31) Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah katından, onun emirlerini ve nehiylerini tebliğ için gön­derilmiş bir elçisidir. Ona itâat, Allah’a itaattir. Yine ona mu­halefet etmek, aslında Allah’a karşı gelmektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim Peygambere karşı çıkar ve mü,minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir’’(Nisa,115) Ayette geçen “şikâk” ifadesinin anlamı; Peygamberin emrine muhalefet etmek ve inat etmektir. Çünkü lugatta şikak, düşmanlık ve buğzla beraber karşı gelmek anlamındadır. Bu ne­denle Allah Teâlâ, Peygamber’in emrine karşı gelen ve mu­halefet eden kimseye sıkıntı ve sapıklıkla hükmetmiş ve onun ebediyyen cehennemde kalacağını belirtmiştir. Eğer bu mu­halefet nefret ve buğz derecesine ulaşırsa, Peygamberin hadîsini reddederek Kur’anla yetinmeye çağıran bu kimseler, Peygamber’e karşı gelmekten ve ona düşman olmaktan do­layı, Kur’ân’a muhalefet etmiş olmaktadırlar. Bu yüzden bunlar Peygamber’in sünnetine müracaat edip, ona sarılıp ge­reğiyle amel ederek, eğer akıllarını başlarına almazlarsa bü­yük bir tehlike ile yüz yüzedirler!

Allah’ım! Bizi Peygamber’ine sevgi ve itâatla rızıklandır ve bizi onun pâk sünnetine sarılanlardan kıl!

Hz. Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Gaibte Olacak Bir Duruma Dâir Mucizesi

Kanaatime göre bunlar, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendilerine dikkat çektiği, sakındırdığı ve onları gayb yoluyla haber verdiği insanlardır. İşte bu, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mucizelerindendir. O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadiste şöyle buyur­muştur: “Kişinin koltuğuna oturmuş olarak, kendisine emret­tiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “Bunu bilmiyo­rum. Biz Kur’ân’da helâl bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız” demesi yakındır. Dikkat edin! Rasûlullâh’ın haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.(Tirmizi,İlim,11)

Ebû Davûd’un başka bir rivayeti ise şöyledir: “İyi bilin ki, bana Kur’ân ve onunla beraber bir misli verildi (yani sünnet-i nebeviyye). Yine bilesiniz ki karnı tok kişinin koltuğuna otu­rup, şöyle demesi yakındır: “Size sadece Kur’an yeter. Kur’ân da helâl olarak bulduğunuzu helâl sayın. Haram olarak bul­duğunuzu da haram kılın” Dikkat edin! ehli eşek, yırtıcı tır­naklı hayvanların ve zımmîlerin yitik malı size haramdır” (Ebu Davud,Sünnet,5)

İnceleyin:  Müşteşriklerin (Sünnet Hakkında) Uygunsuz Sözleri

Kur’ân-ı Kerîm’de ehli eşek etinin, yine aslan, kurt gibi avını tırnaklarıyla parçalayan yırtıcı hayvanların etinin haram olduğuna dair bir nass/ifade yoktur. Fakat bunları Hz. Pey­gamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hadîslerinde haram kıl­mış ve ümmetine Peygamberin haram kılmasının, Allah’ın ha­ram kılması gibi olduğunu beyan etmiştir. Her ikisinin hükmü de birdir. Çünkü Allah Teâlâ, Ona Kur’ân ve sünneti vahyet- miştir. “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vah- yedilenden başkası değildir” (Necm,3-4) Tek başına Kur’ân indirilmiş vahiy değildir. Delili de Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Dikkat edin, bana Kur’ân ve onunla beraber bir misli verildi” (Ebu Davud,Sünnet,5) sözüdür. O halde ona verilen ve kendisiyle amel edilmesi için Kur’ân’a benzeyen vahiy nedir? Şüphe yok ki bu, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) pâk sünnet-i nebeviyyesidir.

Fitne, Tuzak ve Saptırma

Şeytanın tahrikleriyle, sünnet-i nebeviyyeye saldırarak hidâyet yolundan sapan bu kimseler, muâmelât gibi şer-î hü­kümlerden fazla olarak, dinin temel esaslarını yerine getir­.

mek için sadece Kur’ân’la amel etmeyi düşünmenin kafi olmadiğini görünce donup kalırlar; namaz, oruç, hac, zekât gibi ibâdetleri yerine getirmek için sünnet-i nebeviyyeyi kabul etmenin gerektiğine kâni olurlar. Aksi takdirde dinin alamet­leri yok olacaktır. Ancak sıkıştıklarında da “Biz bu hükümleri Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sözlerinden değil, davranışlarından alırız. Biz Rasûlullâh’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) davranışlarından sabit olanları almayı inkâr etmiyo­ruz. Çünkü bunlar, Rasûlullâh’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uyarak amel edilmesi ve yolunda gidilmesi gereken birer hü­kümdür. Biz onun sözlerine dayanmayı reddediyoruz. Çünkü onların içinde sahîh, zayıf, mevzû olanları vardır. Aynca Rasûlullâh’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) atfedilen birçok hadîs mevcuttur. Bunun için kavlî (sözlü) sünneti kabul etmi­yoruz!” derler.

Bu fikir, içeriğiyle şeytanî bir fikirdir. Bu ancak bu baht­sız kimseler için şeytanın bir fısıltısı ve yönlendirmesidir. Allah Teâlâ’nın da buyurduğu gibi: “Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulu­nurlar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlar olursunuz” (En-an,121) Biz de bu büyülenmiş kimselere şunu söylüyoruz: Ağır olun, işte hiç düşünmeden aleyhinize delil getirdiniz!

Muhaddislerin de tarif ettiği gibi hadîs-i nebevî, Hz. Pey­gamberden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rivâyet edilen ve bize nakledilen onun söz, fiil, vasıf ve takrirlerdir. Muttasıl (kesintisiz) bir sened ile bize ulaşan, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sözü, davranışı, vasfı ve takriri ile ilgili her şey, Allâh Teâlâ’nın emrini ifâ için, gereğiyle amel edilmesi gereken nebevî bir hadîstir. “Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da uzak durun” (Haşr,7)Peki niçin Peygamberin sözlerine değil de davra­nışlarına dayanıyorsunuz? Bize Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) davranışlarım nakledenler kimdir? Bunlar râvîler değil midir? Aralarında sahîh ve gayr-i sahîh olanlar var diye sözlerini reddettiğimiz takdirde, aynı şekilde Rasûlullâh’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) davranışlarını da reddetmemiz gerekir. Çünkü, güvenilir râvîlerin olmadığı şüphesi bunlar için geçerlidir! Yahûdî ve Hıristiyanların yaptığı gibi “Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?”(Bakara,85)

Vârise Vasiyetin Hükmü Kur’ân’dan mı Yoksa Sünnet’ten mi Alınmıştır?

Burada “varise vasiyet”in hükmünün açıklığa kavuşturul­masını istiyoruz. Bu hüküm Kur’ân’la mı yoksa Sünnetle mi sabittir? Bu yasaklamanın hükmünü, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) fiili ve davranışından mı yoksa güvenilir âdil râvîlerin bizzat Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rivâyet ettikleri Onun şu sözünden mi aldık? “Muhakkak ki Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir. Dikkat edin! vârise vasiyet yoktur”(Ebu Davud,Buyu,88)

Yine iki kız kardeşle birden evlenmenin hükmü, Kur’ân’ın şu kat’î nassıyla/ ifadesiyle sabittir. “İki kız kardeşi aynı anda birden almak da size haram kılındı”(Nisa,23) Kadın ve halasını veya kadın ve teyzesini aynı anda birden almanın hükmüne gelin­ce, Kur’ân-ı Kerîm buna değinmemiştir. Bu ise Hz. Peygam­ber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) fiili ile değil, sözü ile haram kılınmıştır. Buhârî ve Müslim Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu evliliği yasakladığını Ebû Hureyre’nin şu sözüyle rivâyet etmektedir: “Hz. Peygamber

(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadın ile teyzesini veya kadın ile halasını birden almayı yasakladı” (Buhari,Nikah,27) Bunun hikmeti ise Ibn Abbâs’ın rivayet ettiği hadîse göre, akrabalık baglarının kopma korkusudur. “Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kişinin kadın ve halasını veya teyzesini birden almayı yasakladı ve şöyle buyurdu: “Eğer siz bunu yaparsanız akrabalığınızı kesmiş olursunuz” (Tâberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, 11/317 (Had. no: 11931).Şu halde bu hüküm, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) fiili ile değil sözü ile sabit olmuştur

Süt Emzirme Hükümleri Kur’ân’da Ayrıntılı Olarak Var mıdır?

Süt emzirme meselesinde de hüküm aynı şekildedir. Allah Teâlâ süt akrabalığından dolayı haram kılınanlardan anne ve kız kardeşten başkalarını zikretmemiştir. “Sizi emziren anala­rınız, süt bacılarınız … haram kılındı” (Nisa,23) Sünnet-i nebeviyye ise diğer haram kılınanları açıklamak üzere gelmiştir. Müs­lim’in rivayetine göre bu konuda Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Neseb bakımından haram olanlar, süt emme (ak­rabalığı) bakımından da haram olurlar” (Müslim, Radâ, 13) buyurmuştur. Sahîhaynda da “Doğumdan dolayı haram olanlar, sütten do­layı da haram olur” (Buhâri, Nikâh 20)rivâyeti vardır.

Bundan dolayı sünnet-i nebeviyye neseb dolayısıyla hala ve teyze ile evlenmenin haram olduğu gibi, süt hala ve süt teyze ile de evlenmenin haramlığı hükmünü getirmiştir. Yine süt emzirmeden dolayı kız ve erkek kardeşin kızlarının hükmü, neseb bakımından erkek ve kız kardeşlerin kızları ile evlenmenin haramlığı hükmü gibidir. O halde bunlarla evlen­menin haram olduğunu nereden öğrendik? Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sünnetinden ve sözünden değil mi? Hâlâ Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sün­netine müracaat etmeksizin ve onun sözleri ve fiilleriyle ay- dınlanmaksızın, evlenilmesi haram olan kadınları öğrenmede nasıl Kur’ân’la yetinebiliriz? Hz. Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hz. Hamza’nın kızı ile ilgili şöyle buyurduğu sabittir: “O bana helâl değildir. Çünkü o, süt kardeşimin kı­zıdır.’’(Müslim,Ra’da,11)

Mut’a Nikâhının Haram Kılınması Ne İle Sa­bittir?

Mut’a nikâhı için de aynı şey söylenenebilir. Çünkü mut’a nikâhı sahâbenin, fıkıh ve ilimlerine güvenilen dört imâmın da icmâsıyla haramdır. Peki, bunun haram kılındığını nereden öğrendik? Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sün­netinden ve onun “Allah onu kıyamete kadar haram kılmış­tır sözünden değil mi?

Mut’a nikâhı İslâm’ın ilk başlarında câiz idi. Sonra bu hü­küm nesh oldu ve ebediyyen haram kılınmasına dönüştü. İmâm Mâlik, Buhârî ve Müslim, Hz. Ali’den (Radıyallahu anh) şöyle rivâyet etmiştir: “Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hayber gazvesi günü, kadınlarla mut’ayı ve ehli eşeketlerinin yenmesini haram kıldı”(Buhari,Megazi,38…)

Müslim, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce, Sebre İbn Ma’bed el- Cuhenî’den Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet etmişlerdir. “Ey insanlar! Ben sizekadınlarla mut’a nikâhı yapmanıza izin vermiştim. Şimdi Allah Teâlâ, onu kıyamet gününe kadar haram kılmış bulun­maktadır. Şu halde, kimin yanında böyle nikâhlı bir kadın varsa, artık ona yol versin. Onlara ücret olarak verdikleriniz­den herhangi bir şeyi geri almayın” (Müslim,nikah,3)

Yine Sahîh-i Müslim’de Sebre el-Cühenî’nin Hz. Peygam­berin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mut’ayı yasakladığına dair başka bir rivayet vardır. “Bilesiniz ki, mut’a bugünden itiba­ren kıyâmet gününe kadar haramdır. Sizden kim ona bir şey verdiyse, onu geri almasın” (Müslim,Nikah,3)

Bütün bu hadîs-i şerifler, Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) davranışı ile değil, sözüyle mut’a nikâhının haram kılındığını göstermektedir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hiçbir kadınla mut’a yapmamış­tır. Ancak cahiliye devrine yakın oldukları için ashâbına ruh­sat vermiş, sonra Hayber ve Mekke’nin Fethi yılında onlara bunu yasaklamıştır.

İbn Ebî Amra ise şöyle demiştir: “Mut’a, İslâm’ın ilk baş­larında, zorda kalan kimseye meyte, kan ve domuz etinin helâl olması gibi verilen bir ruhsattı. Daha sonra Allah dini sağlamlaştırdı ve onu haram kıldı”(Müslim,Nikah,3)

İbn Abbâs’ın mut’anın helâl olduğu yönünde rivâyeti var ise de, kendisine nesh ulaştıktan sonra bundan döndüğü sabit­tir. Tirmizî, onun şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Mut’a ni­kâhı İslâm’ın başlangıcında vardı. Adam (ticaret amacıyla) ta­nıdığı bulunmayan bir beldeye varınca, orada, kalacağı müd­det kadar bir kadınla mut’a nikâhı ile evlenir, kadın da onun eşyalarını o müddet içinde korur ve onun işlerini görürdü. Bu durum şu âyetin inmesine kadar devam etti. “Ancak eşleri ve elleriyle sahip olduğu (cariyeler) hariç, onlar (bunlarla iliş­kilerden dolayı) kınanmazlar”(Müminun,6).“Bu ikisi dışındakilerin ta­mamı haramdır”(Tirmizi,Nikah,28)

Hz. Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hükmü ve Müslümanların İcmâ’sıyla Mut’a Nikâhının Bâtıl Olması

Kim mut’a nikâhının caiz olduğunu iddia eder ve helâl ol­duğuna “Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin” (Nisa,24) âyetini delil gösterirse, Kur’ân’ı anlayamamış, sonuçta yalan söylemiş, bilgisizliğin ve gururun sırtına binmiş olur. Allah’ın “Onlardan faydalanmanıza karşı­lık” sözüyle kastedilen mut’a nikâhı değildir. Bununla ancak, müfessirlerin icmâ’sı ve âyet-i kerîmede kayıtlı olan delille, sahîh, şer’î nikâh vasıtasıyla kadınlardan istifade kastedilir. “Namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehir­lerini vererek) kadınları istemeniz size helâl kılındı”(Nisa,24)

Yani, hür kadınlarla evlenirken iffetli olmayı isteyiniz ve mehirlerini onlara veriniz. “Namuslu olmak üzere” sözü, du­ruma göre şehvete ulaşmak için zina etmemeksizin demektir. Malumdur ki mut’a nikâhından amaç, şehveti gidermek ve amacına ulaşmaktır. Yoksa bunda, evliliğin arkasındaki aslî maksatlar olan nesil yetiştirme ve zürriyeti muhafaza etme gayesi güdülmez. Mut’a yapan kimsenin gayesi sadece şehve­tini gidermek ve birikmiş enerjisini boşaltmaktır. Mut’a yapan kimsede zina unsuru tahakkuk etmiş, bununla devamlı ve sü­rekli evliliği kastederek nesil ve soyla dünyayı imar niyetiyle evlenmeyi isteme tahakkuk etmemiştir. Beyhakî, Cafer b. Muhammed’e mut’adan sorulduğunu, onun da “Bu, bizzat zi­nanın kendisidir” diye cevap verdiğini rivayet etmiştir, ¡bn Ömer’in de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize üç günlüğüne mut’aya izin verdi, sonra da onu haram kıldı. Vallâhi evli olarak mut’a yapan birini bilirsem onu taşla recmederim” (İbn Mace,Nikah,44)

Özet olarak bilmemiz gereken şey şudur ki; Hz. Peygam- ber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) haram kıldığı her şey, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir. Onun hükmü ebediyyen değişmez. Çünkü Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “helâl kılma” ve “haram kılma” yetkisi vermiştir. O, Allah’ın tebliğcisidir. Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) neyi helâl kıldıysa o helâl, neyi haram kıl- dıysa o da haramdır. “Yanlarındaki Tevrat ve Incil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya). İşte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygam­ber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura (Kur’ân’a) uyanlar var ya. İşte kur­tuluşa erenler onlardır” (Araf,157)Allah Teâlâ’nın Peygamberine helâl kılma ve haram kılma da, kendi hükmü ile vekâlet ver­diğini görmüyor musun? Sonra şu âyet-i kerîme’yi beraber okuyalım: “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlü’nün haram kıldığını ha­ram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle,küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.’’(Tövbe,29)

Allah Teâlâ, Peygamber’in herhangi bir şeyi haram kılma­sını, Allah’ın haram kılması gibi aynı oranda eşit saymıştır.

Sonuç olarak Kur’ân’la yetinme iddiası, batıl bir iddiadır. Onun dış görünüşü hoş, içi ise dalâlet ve azaptır. Bizim için en doğrusu, dalâlet ehlinin vesvese ve tahriklerinden kurtulmak için, Peygamber’e itâat etmeye emrolunduğumuzu ve onun sünnetiyle gelen hükümlere sarılmamızın gereğini anlamak üzere Allah’ın Kitabı’na başvurmamızdır.

Muhammed Ali es-Sabuni-Nebevi Sünnet

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir