Sünnet Anlayışı
Sünnet’in Müslümanlar için tıpkı Kur’ân gibi yol gösterici özelliği haiz bulunması, bizzat Kur’ânın vurguladığı (Bkz:http;www.ebubekirsifîl.com/index. php?sayfa=de- tay&tur=dergi&no=31.)
bir hakikat olarak ona yine Kur’ân gibi tartışmasız bağlayıcılık özelliği kazandırmaktadır.
Bir kısım bireysel hareketler dışında Sünnetin otoritesine itiraz ederek Sünnet ve hadisle ameli reddeden bir İslam fırkası -bildiğimiz kadarıyla- mevcut değildir. Kendisini Efendimiz (s.a.v)’in Sünnetinde ortaya koymuş bulunan bu dinin, Sünnet olmadan neyin rehberliğinde yaşanabileceği sorusunun doğru cevabı “Kur’ân” değil, “nefsî heva ve heves”tir. öyle olmasaydı Kur’ân bizi bu kadar sıklıkla Sünnet’e ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaate havale etmezdi.
Bildiğimiz kadarıyla sadece Mu’tezile’den Ebû Ali b. Hallâd bu konuda farklı bir tutum benimsemiş ve Efendimiz (s.a.v)’in Din’de örnekliğinin sadece ibadetler sahasıyla sınırlı olduğunu, muamelat sahasında ise Onu örnek almak (teessî) gerekmediğini ileri sürmüştür.(Bkz. Fahruddîn er-Râzî, el-Mahsûl, III, 373.) Ancak bu tavrın Mu’tezile içinde genel kabul görmediğini de söylemek durumundayız.( …Bkz. el-Mu’temed, I, 354 vd.)
Mu’tezile içinde bile kabul görmeyen bu tavrın, günümüzde İslam modernistleri tarafından, “Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sünneti ölçü müdür, örnek midir?” başlığı altında tartışma konusu yapıldığı,İslam’ın yaşanmasında Kuran’ın ahlaki yönlendirmelerine uymanın yeterli olduğunun,dolayısıyla Hz.Peygamberin(s.a.v)’in örnekliğine ihtiyaç bulunmadığının ileri sürüldüğü malumdur.(1)
Sünnet’in önemli taşıyıcısı olan ve bu sebeple ulema tarafından Sünnet’in müteradifi olarak telakki edilen Hadis meselesi de çağdaş bidat ehlinin seleflerinden ayrıldığı noktalardan bir diğerini oluşturmaktadır. Tarih
içinde hadis uyduruculuğu”, Ehl-i Sünnet’in yanı sıra bidat fırkalar tarafından da ahlakî bakımdan eksiklik Ve dinî bakımdan büyük bir “günah/suç” olarak görülmüştür. (Hiçbir fırka bu sebeple kendisine hadis uydurduğu şeklinde yöneltilen ithamları kabul etmez.) Ancak günümüzde bir kısım İslam modernistleri -başta Fazlur Rahman olmak üzere- hadislerin büyük kısmının, ilk nesillerin “normal bir dinî faaliyet” olarak “uydurulması” (ya da kendi tabiriyle “formüle edilmesi”) sonucu ortaya çıkmış.tır. (Bkz. Fazlur Rahman, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, muhtelif yerler. Bu görüşün münakaşası için bkz. Ebubekir Sifîl» Modem İslam Düşüncesinin Tenkidi, II, 169 vd.)
O böyle düşünürken, yani hadis uydurma faaliyetini normal (hatta belki “meşru”!) bir faaliyet olarak görürken, bir kısım modernistler de hadislerin çok büyük bir kısmının uydurulduğu, dolayısıyla bir bütün olarak Hadis sahasının tekinsiz olduğu tezini ileri sürmektedir. (Yaşar Nuri öztürk, Kur’an’daki İslam, 8, 570 vd.)
Hatta onların uydurma dediği hadisler arasında ulema tarafından “mütevatir” olarak nitelendirilenler de mevcuttur. (Bu konuda bkz. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis todoloiisi, 138 vd.; Hz. İsa’yı (as) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi, Islamiyât dergisi, III/4, Ekim-Aralık, 2000, 147 vd.)
Geçmişte ilk mu’tezilîlerden Amr b. Ubeyd, yabancı unsurlar üzerine inşa ettiği din algısına ters gelen hususlarda Allah Teâlâ’nın ve Resulü’nün (s.a.v) “karşısına dikilmeyi” doğru din anlayışının (!) gereği olarak görürken, aynı tavır aynı gerekçeyle günümüzde İslam modernistleri tarafından Kur ân ve Sünnet nasslarına hâkim kılınmaya çalışılmaktadır.
Kaynakların naklettiğine göre Amr b. Ubeyd, “Sizin (her) birinizin anne kamındaki hilkati 40 günde derlenip toplanır, sonra alaka olur, sonra mudga olur…” (el-Buhârî, “Bed’ul-Halk”, 6, “Enbiyâ”, 2) hadisini işitince şöyle tepki veriyor: “Eğer el-A’meş’in böyle dediğini duysaydım, onu tekzib ederdim. Eğer bu sözü Zeyd b. Vehb’den duysaydım, kendisini tasdik etmezdim. îbn Mesûd’un bunu söylediğini işitseydim, kabul etmezdim. Resûlullah’m bunu söylediğini işitseydim, kendisini reddederdim. Eğer Allah’ın böyle dediğini işitseydim, “Bizden bunun üzerine misak almadın” derdim.”(Hatib Bağdadi,XIV,69-70…)
Kendi sübjektif din anlayışına aykırı bulduğu nassları reddetme psikolojisi şüphesiz tarihte kalmış bid’at ehline mahsus değildir. Aynı psikoloji çağdaş bid’at ehlinde de bariz bir şekilde kendisini göstermektedir. (îlhami Gûler, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu,muhtelif yerler)
Oysa burada “yazgının öne geçmesi”, kişinin herhangi bir şekilde istikamet değiştirmeye “icbar edilmesi anlamında değildir. Kişinin iradesini kullanarak istikamet değiştirmesi de kaderdir ve hadiste anlatılan da bu nihai durum”dur.
E.Sifil-İhya ve İnşa