Sünnet
Zikredilen bu şekil üzere [1]Kur’ân’da her şeyin açıklaması bulunmaktadır. Gerçek anlamda onlara vâkıf olan, şeriatın tamamını ihata etmiş olur [2]ve hiçbir konuda sıkıntıya düşmez. Buna aşağıdaki hususlar delâlet eder:
1.
İlgili Kur’ân nassları: “Bugün size dininizi tamamladım.. [3] “Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur’ân’ı indirdik [4]”Kitapta [5] hiçbirşeyi eksik bırakmadık [6]Doğrusu bu Kur’ân Kur’ân, en doğru olan yola [7] götürür” [8] Eğer Kur’ân’ın bütün mânâları tamamlanmış olmasaydı, o zaman ona böyle denmesi doğru olmazdı. Daha buna benzer, Kur’ân’ın hidayet, kalplerde bulunan her şeye şifa olduğunu belirten âyetler bulunmaktadır. Kalplerde bulunan herşeye şifâ olabilmesi için, onun herşeyin açıklamasını, çözümünü içermesi gereklidir.
2.
Bunu bildiren hadisler ve selefe ait sözler: Meselâ Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki bu Kur’ân, Allah’ın ipidir. O apaçık nurdur, faydalı şifâdır. Kendisine tutunan kimse için o, bir korunaktır. O, kendisine tâbi olan için bir kurtuluştur. (Ona uyan) eğrilmez ki, doğrultulsun; sapmaz ki azarlansın. Onun hayret edilecek yönleri bitmez, çokça tekrarlamaktan dolayı eskimez” [9]
Kur’ân’ın mutlak surette Allah’ın ipi, faydalı şifâ… olması, onun her yönden tam olduğunun delilidir. Benzeri bir hadis Hz. Ali vasıtasıyla da rivayet edilmiştir. İbn Mesûd’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Her ziyafet veren, verdiği ziyafete gelinmesini sever. Allah’ın ziyafeti de Kur’ân’dır” [10] Hz. Âişe’ye Hz. Peygamber’in ahlâkının nasıl olduğunu sorarlar. Cevabında: “Onun ahlâkı Kur’ân’dı” der. [11]
Onun bu sözünü Kur’ân da: “Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin”[12] âyeti ile tasdik eder. Katâde: “Kur’ân ile hemhal olan kimse ondan ya bir ziyadelik ya da bir noksanlık ile ayrılır” demiş ve arkasından: “Kur’ân’dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır” [13]âyetini okumuştur. Muhammed b. Ka’b el-Kurazî: “Rabbi-miz ‘Doğrusu biz ‘Rabbinize inanın’ diye inanmaya çağıran bir da-vetçiyi işittik de iman ettik” [14] âyeti hakkında “O Kur’ân’dır. Çünkü onların hepsi Hz. Peygamber’i görmemiştir” demiştir.
Hadiste: “Kur’ân’ı en iyi okuyanları (yani en iyi bilenleri) onlara imamlık yapar” [15]buyurulmuştur. Onların takdim olunmaları, Allah’ın hükümlerini en iyi bilenler olmaları sebebiyledir. Çünkü Kur’ân’ı iyi bilen, şeriatın tamamını bilir, demektir. Hz. Aişe: “Kur’ân okuyandan daha üstün kimse yoktur” demiştir. Abdullah ise: “Eğer ilim istiyorsanız, (anlayarak) Kur’ân’ı tekrarlayın; çünkü onda öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri vardır” demiştir. Abdullah b. Ömer: “Kim Kur’ân’ı toplarsa (yani muhtevasıyla birlikte onu Öğrenirse), çok büyük birşey yüklenmiş olur. O, nübüvveti iki böğrü içine dürmüş olur; şu kadar ki kendisine vahiy gelmez” Ondan gelen başka bir rivayette: “Kim Kur’ân’ı okursa, nübüvvet onun iki böğrü içerisine durulmuş olur. Bu, sadece onun nübüvvetin getirdiği mânâları kendisinde toplamış olması sebebiyledir” demiştir. Daha başka bunlara benzer konumuza delâlet eden sözler vardır.
Târihî uygulama: Tarih süreci içerisinde hiçbir âlimin herhangi bir konuda Kur’ân’a başvurması sonucunda onda şöyle ya da böyle bir delil bulamadığı görülmemiştir. Yeni yeni ortaya çıkan olaylar karşısında en zor durumda kalabilecek fırka, kıyâsı delil olarak kabul etmeyen Zahirî mezhebi olmalıdır. Buna rağmen hiçbir meselede delil getirme konusunda onların çaresizlik içerisine düştükleri vâki değildir. Zahirî imamlarından İbn Hazm şöyle demiştir: “Fıkhın bütün konuları istisnasız kitap ya da sünnette bir temele dayanır ve Allah’a hamdolsun ki biz bunu biliriz. Ancak kırâz (mudâ-rabe) bundan hariç; biz ona her ikisinde de bir temel bulamadık” Bilindiği gibi, (İbn Hazm’ın Kur’ân ya da sünnetten bir temele da-yandıramadık dediği) kırâz, icâre türlerinden biridir. İcârenin aslı ise Kur’ân’da sabittir ve onu Hz. Peygamber’İn kendi döneminde sürmekte olan uygulamayı onaylaması ve sahabenin tatbikatı açıklamaktadır.
İtiraz: Birileri çıkarak şöyle diyebilir: Bu dedikleriniz doğru değildir. Çünkü Kur’ân’da hiç yer almayan fakat şeriatta sabit bulunan meseleler ve kaideler bulunmaktadır. Bunlar sünnete dayanmaktadır. Sahîh’te yer alan şu hadis de bu tezimizi doğrular: Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Sizden birinizi koltuğuna yas-lanınış bir halde, kendisine benim sünnetimden bir emir ya da yasak geldiğinde: ‘Onu tanımıyorum. Biz Allah’ın kitabında bulduğumuza uyarız.’ der bir halde bulmayayım” [16]Bu bir yergidir ve hadis aynı şekilde sünnete de itimat edilmesini âmirdir. Allah Teâlâ’nın şu buyruğu da bunu tasdik etmektedir: “Eğer bir konuda çekişirseniz, onun halini Allah’a ve Rasûlüne çevirin” [17]Meymûn b. Mihrân, âyeti “Allah’a çevirmek, Kitab’ına vurmaktır. Rasûlüne çevirmekten maksat da eğer hayatta ise bizzat kendisine, öldükten sonra da sünnetine başvurmak demektir” şeklinde açıklar. Benzeri bir âyet de şudur: “Allah ve peygamberi birşeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz” [18]
Şöyle deni(lemez): Sünnet, Kur’ân’ın beyanı olması açısından alınır; çünkü Allah Teâlâ “İnsanlara indirileni kendilerine açıkla-yasın diye [19]buyurmaktadır. Bu ise deliller arasını birleştirmek olur. Çünkü biz diyoruz ki: Eğer sünnet Kitab’ın beyanı mahiyetinde ise, o zaman o, sünnetin iki kısmından bîrine dahil olur. Sünnetin bir ikinci kısmı daha vardır ki, o Kitab’ın hükmüne ziyade getirmektedir. Meselâ, kadının, halası ya da teyzesi üzerine nikahlan-masının [20], ehlî eşeklerin [21] ve kesici (köpek) dişi olan yırtıcı hayvanların [22] yenilmesinin haram kılınması gibi ki bunlar, Kitap’ta yer almayan ve sadece sünnet ile haram kılınan şeylerdir. Hz. Ali’ye şöyle denildi: “Sizin yanınızda yazılı birşey (kitap) var mı?” Cevabında: “Hayır, ancak Allah’ın kitabı var veya müslüman bir adama verilen anlayış var, ya da şu sahifede bulunanlar var” dedi. Râvi diyor ki: “Peki, o sahifede ne var?” diye sordum. O: “Diyet hükümleri, esirin salıverilmesi, müslümanın kâfir karşılığında öldü-rülmemesi” diye cevap verdi [23]Bu hadis, her ne kadar onların yanında Allah’ın kitabından başka bir kitap olmadığını gösterirse de, aynı zamanda Allah’ın kitabında bulunmayan bazı şeylerin de bulunduğuna delâlet eder. Bu ise sizin koyduğunuz esasa ters düşer.
HÜKÜM ÇIKARILIRKEN SÜNNETE İHTİYAÇ
Cevap: Bu itirazın cevabı inşallah ikinci delil yani Sünnet’in açıklanması sırasında verilecektir. [24]
Kur’ân’dan yapılan nâdir istidlallerden biri Hz. Ali’den gelen hamilelik süresinin (en az müddetinin) altı ay olduğudur. O bu sonucu: “Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer”[1][25] âyeti ile “Onun sütten kesilmesi iki yıldır” [26]âyetinden çıkarmıştır. [27] Mâlik b. Enes, sahabeye söven kimsenin fey’den payı olmayacağına şu âyetle istidlalde bulunmuştur: “Onlardan sonra gelenler: ‘Rab-bimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalblerimizde mü’minlere karşı kin bırakma…’ derler [28]Bazıları çocuk mülk edinilemiyeceğini söylemişler ve bunu: “Rahman çocuk edindi dediler. Hâşâ; hayır; melekler şerefli kılınmış kullardır” [29] âyetinden çıkarmışlardır. [30]
İbnu’l-Arabî, ceninin kan pıhtısı (alak) haline dönüşmeden önceki haline “insan” demlemeyeceğine: “İnsanı, kan pıhtısından yarattı” [31]âyetini delil olarak kullanmıştır. Münzir b. Saîd, Arabm tabiatında, Araplara ait özelliğin mevcut bulunmadığına: “Allah sizi annelerinizin karnından birşey bilmez halde çıkarmıştır” [32] âyetiyle istidlalde bulunmuştur. Bu konuda en ilginç olanı, Kurtubalı İbnu’l-Fahhâr’ın istidlalidir: O, olumsuz cevap verirken başın yana sallanmasının, olumlu cevap verilirken ise öne eğilmesinin, doğuluların yaptığının aksine daha uygun olduğunu çünkü Allah Teâlâ’nın: “Onlara: ‘Gelin de Allah’ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin’ dendiği zaman başlarını (yana) çevirirler [33]buyurduğunu söylemesidir. Sûfî Ebû Bekir eş-Şiblî, birşey giydiği zaman onun bir yerini yırtardı. İbn Mücâhid: “Kendisinden yararlanılan birşeyi ifsad etmenin ilimde bir yeri var mı ki?” diye sorduğu zaman: “Süleyman: ‘Onları bana getirin’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını vurmaya başladı” [34] âyetini okudu. eş-Şiblî sonra: “Kur’ân’da sevgilinin sevgilisine azap etmeyeceği nerededir?”diye sordu. İbn Mücâhid sustu ve ona: “Sen söyle!” dedi. O ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar, ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz’ dediler. ‘Öyle ise günahlarınızdan ötürü size niçin azabediyor?.. [35] âyetidir, dedi. Bazıları, kadınları dinlemenin caiz olmadığı görüşlerine: “Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: ‘Rabbirn, bana kendini göster bakayım’ dedi” [36]âyetini delil olarak kullanmışlardır. Bu istidlal şekillerinden bazıları tartışmaya açıktır.
Sonra Şatibî şöyle der:
Fasıl:
Buna göre, en kâmil şekilde hakkında bilgi sahibi olunması istenen her meselenin mutlaka önce Kur’ân’a vurulması gerekecektir. Eğer Kur’ân’da bizzat ele alınmışsa ya da nev’ine veya cinsine ait açıklama bulunmuşsa, bunlar esas alınarak o mesele dindeki yerine oturtulacaktır.-Eğer orada mesele hakkında birşey bulunamazsa, o zaman çeşitli bakış açıları ve değerlendirme şekilleri ortaya çıkacaktır. Belki onlar —inşallah— yerinde zikredilecektir.
Deliller bölümünün birinci kısmında geçtiği üzere; her şer’î delil ya kesindir; ya da sonuç itibarıyla kesin olan bir asla çıkmaktadır. Kat’î olan kaynaklar içerisinde en üst mertebeyi Kur’ân nassla-rı teşkil eder. O, ilk başvurulacak kaynaktır.
Ancak amaç, meselenin hükmünün tesbiti değil de sadece amel ise, o zaman âhâd yolla nakledilen sünnete başvurmakla da yetini-lebilir. Nitekim böyle bir durumda müctehidin görüşüne başvurmak da yeterli olmaktadır. En zayıf olanı ise bu sonuncusudur.
———————-
[1] Yani genel çerçevenin belirlenmesi, mânânın küllî olarak konulması şeklinde. (Ç)
[2] . Yani şeriatı icmâlen kavramış olur ve onun mücmel ve küllî esaslarından biçbir eksiği olmaz.
[3] Mâide 5/3. Ancak dinin ikmâlinin sadece Kitapla değil de hem Kitap hem de Sünnetle olması düşünülebilir. Âyette de ikmâlin sadece Kitapla yapıldığına dair bir tahsis yoktur.
[4] NahI 16/44.
[5] Kitap’tan maksadın Kur’ân olması tefsirine göre bu âyet burada delil olur. Ancak Kitap için yapılmış Levh-i Mahfuz gibi başka tefsirler de vardır.
[6] En’âm 6/38.
[7] Yani Yaratıcı ile yaratıklar arasındaki ilişkileri en kâmil anlamda düzenleyen eksiksiz nizam.
[8] İsrâ 17/9.
[9] Tİrmizî, Sevâbul-Kur’ân, 14 ; Dârimî, Fedâilul-Kur’ân, 1.
[10] Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 1.
[11] Buhârî, Müsâfirûn, 139 ; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26 ; Ahmed, 6/54, 91.
[12] Kalem 68/4.
[13] İsrâ 17/82.
[14] Âl-i İmrân 3/193.
[15] Buhârî, Ezan, 54 ; Ebû Dâvûd, Salât, 60.
[16] Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, İlm, 10 ; İbn Mâce, Mukaddime, 2.
[17] Nisa 4/59.
[18] Ahzâb 33/36.
[19] Nahl 16/44.
[20] bkz. Buhârî, Nikâh, 27 ; Müslim, Nikâh, 37.
[21] Buhârî, Zebâih, 28, Meğâzî, 38 ; Müslim, Nikâh, 30, Sayd, 23-25.
[22] Buhârî, Tıbb, 57 ; Müslim, Sayd, 11; Ebû Dâvûd, Sünnet, 5 , Et’ime, 32.
[23] bkz. Buhârî, İlm, 39, Cihâd, 171, Diyât, 24, 31; Tirmizî, Diyât, İŞ.
[24] Dördüncü Mesele’de hem soru hem de cevap hakkında yeterli tafsilat-ge-lecektir.
[25] Ahkâf 46/15.
[26] Lokman 31/14.
[27] Buna usûlde sarih olmayan mantûkun delâletlerinden işaret yoluyla olanı demişlerdir. Bu ifadesi maksûd olmayan lazımı bir delâlet şekli olmaktadır.
[28] Haşr 59/10. İmam Mâlik, “Allah’ın fethedilen memleketler halkının mallarından (fey’) peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. …Allah’ın verdiği bu ganimet malları bilhassa yurtlarından çıkarılmış ve mallarından edilmiş olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir, işte doğru olanlar bunlardır. Onlar Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimselerdir ve kendilerine hicret edip gelenleri severler…” şeklinde devam eden âyetten sonra gelen “Onlardan sonra gelenler: ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde mü’minlere karşı kin bırakma,..’ derler” âyetim , fey’ mallarında hakkı bulunan kimseler için hal cümlesi yapmış ve böylece yukarıdaki sonuca ulaşmıştır. Sahabeye sövmekten daha büyük kin düşünülebilir mi? Öyleyse, onlara şovenler, fey’den hak alma şartını kaybetmiş olurlar.
[29] Enbiyâ 21/26.
[30] Çünkü Allah Teâlâ, onlara meleklerin Allah’ın kuîları (yani mülkü) olduğunu belirterek cevap vermiştir. Bu şu demek olur: Onların kul olmaları ile —ki bu müsellemdir—Allah’ın çocukları olmaları nasıl uzlaştın-labilir?!Dolayısıyla çocuğun, babası tarafından mülk edinilmesi sahih olmaz; zira çocukla mülkiyet arasında bağdaşmazlık vardır. Kur’ân, işte bu hükmü işârî delâlet şekliyle beyan etmiştir.
[31] Alak 96/2.
[32] Nahl 16/78.
[33] Münâfikûn 63/5.
[34] Sâd 38/33. Aslında âyete: “Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı” anlamı verilmektedir.
Şeriatımızda malın ziyan edilmesi caiz değildir. Kalbi meşgul edeceği endişesi, onu itlaf etmek için bir sebep olamaz. Çünkü ondan korunmanın yolları vardır; hibe, tasadduk vb. gibi. Bizden önceki şerîatler, ancak neshedilmediği zaman bizim için bir delil olabilir. Kaldı ki âyete yukarıda da belirttiğimiz gibi, Şiblî’nin anladığından farklı olarak sivazla-mak mânâsı da verilmiştir. Eğer kılıçla vurmak mânâsına alındığı zaman, Süleyman’ın (s.a.) şeriatında atların kurban edilmesi yoluyla bir ibadet şeklinin bulunduğu düşünülebilir. Ya da öldürücü olmaksızın, onların Allah yolunda vakfedilmiş olduğuna alâmet olacak işaret koyma amacına yönelik olabilir. Alûsî, kendisini meşgul ettiği için kızdığı ve bu yüzden onları itlaf ettiği şeklindeki izahın bâtıl olduğunu söylemiştir. Müellif, bu istidlal şekillerinin hepsine katılmadığına son cümlesiyle işaret etmiş olmaktadır.
[35] Mâide5/18.
[36] A’râf 7/143. Musa (s.a.), Allah’ı görme isteğini, Allah’ın kendisiyle konuşması üzerine dile getirmişti. Sözü edilen görüş sahipleri bunu şöyle açıklamışlardır: Musa, bu isteğini, ‘sözünü işitmesi caiz olanın, kendisine bakması da caizdir ve bunun aksi de varittir’ düşüncesine dayandırmıştır. Kadına bakmak ittifakla caiz olmadığına göre, sözünü dinlemek de caiz olmayacaktır.
Ne kadar uzak bir istidlal şekli! Özellikle de cevaz şeklinin farklılığının dikkate alınması durumunda. Çünkü Musa meselesinde cevaz aklîdir; kadına bakılması ve onun sözünün işitilmesi ise, teklifi hükümler içerisine giren bir konudur. Kadına bakmak ittifakla caiz olmadığına göre, onun sözünü dinleme de caiz olmamalıdır.
İfrat ya da tefritin hâkim olduğu konulardan biri de budur. Nassla-nn İstikraya tâbi tutulması sonucunda kadının sesinin mahremiyeti konusunda mutedil bir sonuca ulaşılacağı kanaatindeyiz. (Ç)