Sultan Alp Arslan, Nizâmülmülk ve Nizâmiye Medreseleri
Dipnotlar eklenmemiş olup, sadede ana metin ekledi. Dipnotlarda da ayrıca faydalı bilgiler var. Detayları için kitaba bakabilirsiniz. Selçuklu tarihine dair özellikle Alp Arslan’a dair yapılmış çok güzel bir çalışmadır.
Sultan Alp Arslan, Nizâmülmülk ve Nizâmiye Medreseleri
Büyük Selçuklular Devleti’nde bir sultan kadar etkin olmuş kişilerden biri Vezir Nizâmülmülk’tür. Büyük Selçukluların en meşhur ve önemli veziri olan Nizâmülmülk, ilk olarak Horasan bölgesini yönetmekte olan Çağrı Bey’in hizmetine girmiş, Çağrı Bey daha sonra onu küçük yaştaki oğlu Alp Arslan’ın eğitimi için görevlendirmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere Çağrı Bey, Alp Arslan’ın Gazneliler’e karşı almış olduğu galibiyetten sonra oğluna Belh, Toharistân, Vahş, Velvalic ve Kubâdyân’ın idaresini vermişti (435/1043). Muhtemelen bu süreçte Nizâmülmülk de Alp Arslan’ın yanında görevlendirilen kişilerden biri oldu. Bununla birlikte Nizâmülmülk’ün 408/1018 tarihinde doğması ve Melik Alp Arslan’ın veziri Ebû Ali Ahmed b. Şâdân’ın emrinde bulunması bu olayın gerçekleşme tarihinin daha sonraki dönemde olduğunu göstermektedir.
Ebû Ali Şâdân ile anlaşamayan Nizâmülmülk daha sonra Çağrı Bey’in hizmetine girmiş, ardından da onun tarafından Alp Arslan’ın veziri olarak tayin edilmişti. Bu tayin Büyük Selçuklularda atabeglig müessesesinin kuruluşu olarak da kabul edilmektedir. Nitekim İbnü’l-Esîr, Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan’ın daha iyi yetişmesini sağlamak üzere Nizâmül-mülk’ü ona yardımcı olarak atadığını belirterek, “Nizâmülmülk daha sonra Merv’e gitti ve Çağrı Beyin huzuruna girdi. Çağrı Bey, onu görünce elinden tutup oğlu Alp Arslan’a teslim etti ve onay ‘Bu, Hasan-ı Tûsî’dir. Onu teslim al ve bir baba kabul et. Sakın muhalefet etme dedi.” şeklinde bilgi vermektedir. Nizâmülmülk, daha sonraları Melik Alp Arslan’ın en önemli destekçisi olmuştur.
Yukarıda da bahsetmiş olduğumuz üzere Amîdülmülk Kündürî’nin vezirliği sırasında başlayan Rafızî aleyhtarı politika, daha sonra Şâfîî-Eşarîler de dâhil edilerek genişletilmişti. Hatta Selçuklu hanedanının mezhebi olmasına rağmen bazı Hanefî ilim adamları da takibata uğratılarak Hanefîler’in bazı önemli şehirlerdeki etkisi iyice azalmıştı. Bu da halkın sosyal yaşantısında büyük sorunlara neden olan bir gelişmeydi. Ama asıl büyük sorun Şiî-Fâtımî düşüncesine karşı mücadele edemeyen ilim adamlarının neden olduğu boşluktu. Nizâmülmülk, gelinen bu sıkıntılı ortamda Büyük Selçuklu Devleti veziri olmuştu.
Bu boşluğu gören kişilerden biri kendisi de Şâfıî-Eşarî olan Vezir Nizâmülmülk olacaktı. Onun göreve gelmesiyle birlikte her şey bir anda değişti. İyi bir medrese eğitimi almış olan Nizâmülmülk, ayrıca ulemâ ile yakın bir münasebet içerisindeydi. Bu özellikleri kullanarak mevcut düzenin değiştirilmesi için hemen harekete geçti. İlk olarak Amîdülmülk döneminde Hanefîler’in atanmış olduğu görevlerin Şâfıîler’e geçmesini sağladı. Sultan Alp Arslan da Şâfıîlerin Nîşâbûr’da ikinci bir cami inşa etmelerine izin vermişti. Ama asıl yapılması gereken şey başta Horasan olmak üzere Selçuklu coğrafyasını terk etmiş olan âlimlerin geri getirilmesiydi.
Zaten Selçuklu coğrafyasındaki politika değişiklerini gören âlimler de yavaş yavaş geri dönmeye başlamıştı. Ulemâya karşı hürmetkâr bir tavır sergileye Nizâmülmülk’ün düşüncesi onları tekrar ilim yapan kişiler haline getirmek, hatta bunu sistemli bir hâle getirmekti. Bu sebepledir ki, başta İmamü’l-Haremeyn el-Cüveynî olmak üzere pek çok âlime yakın ilgi gösteren Nizâmülmülk, onlara rahat çalışma imkânları sunmuştu. Ama kafasında var olan asıl şey medrese inşa edip, önemli âlimlerin eğitim vermesini sağlamaktı. Medrese inşa etmek Büyük Selçuklular için sorun teşkil etmezdi. Ancak bunun için bir kişinin iznine ihtiyaç duyuluyordu: Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alp Arslan.
Nizâmülmülk’ün gerekli izni alması, sultan ile birlikte Nîşâbûr’da bulundukları sırada yaşanan bir olay neticesinde gerçekleşti. Sultan Alp Arslan, büyük ihtimalle Ramazan 457/ Ağustos 1065 tarihinde Nîşâbûr’da bulunduğu sıralarda perişan kıyafetleriyle bir mescidin önünde bekleşen fakirler grubunu görüp kim olduklarını sorduğunda Nizâmülmülk, “Onlar ilim arayanlardır.” cevabını verdi. Bu durum Nizâmülmülk için istediği şeyi elde etmek için bir fırsat oldu. Nitekim o, ilk Nizâmiye Medresesi’nin inşa edilebilmesi için Sultan Alp Arslan’dan “ilim arayanlar” için kalacak yer inşa etmek ve onlara rızık verme hususunda izin talep etmişti. Beklediği cevap umduğunun çok ötesinde oldu. Her Ramazanda Belh, Merv, Herat ve Nîşâbûr da 1000 altın sadaka dağıtan Sultan Alp Arslan, medresenin inşa edilmesi için gerekli izni vermiş, ancak bu fâaliyetin sadece Nîşâbur ile sınırlı kalmamasını istemişti.
Aldığı izinle birlikte Melik Alp Arslan’ın Horasan’ı yönettiği dönemlerden itibaren başlatmış olduğu çalışmaları bütün ülkeye yayma fırsatı yakalanınca kısa süre içinde Nîşâbûr Nizâmiye, ardından Zilhicce 457/Kasım 1065 tarihinde de Bağdad Nizâmiye Medresesi’nin inşasına başlanmıştı. Bağdad’ın iki mahallesindeki bazı evlerin yıkılması suretiyle inşasına başlanan medrese iki yılda tamamlanarak 10 Zilkade 459/22 Eylül 1067 tarihinde hizmete girdi. Büyük ihtimam gösterilerek tamamlanan medresenin müderris seçiminde de aynı endişe gözetilmiş ve Bağdad’ın önemli âlimlerinden biri olan Ebû İshâk eş-Şîrâzî, Nizâmülmülk tarafından müderris tayin edilmişti.
Burada Nizâmiye Medreseleri’ni kimin kurmuş olduğu sorusunu tartışmakta fayda vardır. Nitekim medreseleri Nizâmülmülk kurduğu için Nizâmiye olarak anılmış oldukları herkesin malumudur. Yukarıda naklettiğimiz bilgi çerçevesinde Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’nin Sultan Alp Arslan’ın izniyle kurulmuş olduğu, hatta bu faaliyetin sadece Nîşâbûr ile sınırlı kalmamasını istediği açıkça görülmektedir. Diğer bir ifadeyle medreselerib inşa edilmesi hususunda Sultan Alp Arslan’ın katkısı inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkar.
Bununla birlikte Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin kurulması hususunda mevcut olan diğer bir bilgi ise Nizâmülmülk’ü doğrudan merkeze almaktadır. Nitekim Tıırtûşi’nin naklettiğine göre, Ebû Said es-Sûfî adında bir kişi Nizâmülmülk e gelerek, “Ey hâce! Ben sana Medinetü’s-selâm’da (Bağdad) büyük bir medrese bina edeyim. Memleketin hiçbir yanında onun bir benzeri olmasın. Senin adın kıyamete kadar dillerde dolaşsın.” dediğinde vezir, “Yap bakalım” şeklinde cevap vermişti. Nizâmülmülk bu sözü söyledikten sonra Bağdad’daki Selçuklu görevlilerine ilgi şahsa yardımcı olmaları ve ne gerekiyorsa yapmaları hususunda emirler vermişti.
Ebû Said es-Sûfi, Dicle kenarında bir arazi alarak işe başladı. Medresenin planını çizdi ve en iyi şekilde inşa edilmesini sağladıktan sonra kapısına Nizâmülmülk’ün adını yazdırdı. Çevresindeki bütün sokaklar da medreseye dâhil edildi. Ayrıca birçok han, hamam ve dükkân satın alınarak medresenin vakfına bağışlandı. Böylece Nizâmülmülk’ün öncülüğünde bir medrese kurulmuştu. Ebû Said es-Sûfi, daha sonra harcamış olduğu parayı Nizâmülmülk’e 60 bin dinar olarak bildirdi. Ancak Bağdad’da bulunan bazı görevliler, harcanan paranın aslında 19 bin dinar olduğunu, geriye kalan paranın ise Ebû Said es-Sûfî tarafından zimmete geçirildiği bilgisini vermişlerdi.
Bunun üzerine Nizâmülmülk, hesap sormak amacıyla Ebû Said es-Sûfı’yi başkent Isfahân’a çağırdı. Durumun karıştığını gören Ebû Said es-Sûfî, Abbâsî halifesine bir mektup yazarak şöyle demişti: “Zamanın silemeyecegi bir azameti ve övgüyü sana kazandıracak ve seni şanı yeryüzünü kaplayan biri haline getirecek bir şey yapmamı ister misin? Oradaki medresenin kapısından Nizâmülmülk adını silecek, yerine kendi adını yazarak buna karşılık 60 bin dinarı Nizâmülmülk’e ödeyeceksin. Tamam mı?” Halife bu teklifi kabul etti. Kendisini güvence altına alan Ebû Said es-Sûfi ise İsfahan’a giderek Nizâmülmülk’ün huzuruna çıktı. Vezirin sorgusu başladığında Ebû Said’in vermiş olduğu cevap şu şekildeydi: “Lafı uzatma! Razıysan ne iyi, eğer razı değilsen medrese üzerinde yazılı ismini silerim, yerine başka birinin adını yazdırırım. Harcadığın parayı teslim edeceğim birini benimle birlikte gönder ki, ona vereyim, o da sana getirsin” Beklemediği bir cevapla karşılaşan Nizâmülmülk ise, “Ey şeyh! Sana verdiğimiz her şeyi biz hibe olarak verdik. Nasıl istersen öyle yap, ama adımızı silme!” demişti.
Ebû Said es-Sûfî, almış olduğu parayla sufıler için ribât inşa ettirmiş, bağlar, bahçeler, araziler satın alarak hepsini vakfetmişti. Bu hikâyede görüldüğü üzere Bağdad Nizâmiye Medresesi’ni Vezir Nizâmülmülk inşa ettirmişti. Ancak o dönemde, hatta daha sonraları inşa edilen pek çok medresenin Nizâmiye adıyla anıldığını unutmamakta fayda vardır. Zira Nizâmülmülk’ün medrese ve ribâtlar için harcadığı miktarın 600 bin dinar olduğu kaydedilmektedir ki, bu miktarı karşılayabilmesi Büyük Selçuklular Devleti sayesinde mümkün olabilmiştir. Ayrıca vezirin medreselerin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için vakıf kurabilmesi zaten Sultan Alp Arslan’ın iznine tâbidir.
Nizâmiye Medreseleri’nin giderlerini karşılamak üzere devlet vakıf kuramayacağı için bu görevi şahıslar üzerine almak durumundadır. Bunun için de en uygun aday Nizâmülmülk’ten başkası değildir.
Nizâmülmülk’ün medreselerin inşası, müderrislerinin tayini ve vakıflarının kurulması noktasında önemli vazifeler üstlendiği inkâr edilemez bir gerçektir. Bununla birlikte vezirin hükümdarın vekili durumunda olduğu gerçeğini de unutmamakta fayda vardır. Diğer bir ifadeyle vezir yürütmüş olduğu her işi hükümdar adına yapar. Nizâmiyeler’in medrese eğitimine bir düzen getirdiği bu düzenin de “devletin nizâm,” (Nizâmülmülk) eliyle gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, Nizâmiye Medreseleri’nin bu şekilde isimlendirilmemesi veya başardığı büyük iş sebebiyle Nizamülmülk’ün taltif edilmemesi için hiçbir sebep yoktur.
Nitekim İbnü’l-Cevzî, Selçuklular’ın Bağdad Amîdi Ebû Nasr’ın şehir ileri gelenlerini Nizâmiye Medresesine çağırarak bir tören düzenlediğini nakleder. Bu toplantı sırasında bağışlanan kitapların isimleri tek tek okunmuş, ayrıca bizzat amîd kitaplar araziler mülkler ve yeni yapılmış olan bir çarşıyı medreseye vakfetmiştir. Daha sonra da vakfın şartları belirlenmiş, çarşının kapısına asıldıktan sonra mevcut durum Nizâmülmülk’ün çocuklarına ve diğer ilgililere bildirilmişti.
Görüldüğü üzere Nizâmiye Medreseleri sadece Nizâmülmülk ve ailesinin kontrolüne bırakılmış kurumlar değildir. Dolayısıyla Nizâmiye Medreselerini, herhangi bir şahsa bağlamaktan ziyade Büyük Selçuklular Devleti bünyesinde kurulmuş müesseseler olarak kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Nizâmiye Medreseleri’nin kurulması için tek sebep göstermek neredeyse mümkün değildir. Her şeyden önce ilk amaç daha önceki klasik medreselerin de gerçekleştirmiş olduğu İslâmî ilimlerin öğretilmesidir. Nitekim genç bir devlet olarak geniş kabul edilebilecek bir coğrafyada hâkimiyet kurmayı başaran Selçukluların her şeyden önce yetişmiş insan gücüne ihtiyacı olduğu açıktır. Tuğrul Beyden itibaren Sünnî İslâm’ın en önemli temsilcisi durumuna gelmiş olmak da Selçuklular için büyük önem arz etmektedir. Ayrıca hâkim olunan geniş coğrafyada adaletin sağlanabilmesi için iyi yetişmiş adlî görevlilere ihtiyaç duyulduğu da diğer bir gerçektir.
Bununla birlikte Nizâmiye Medreseleri’nin kurulmasındaki en önemli amaç, Şiî-Bâtınî düşüncesine karşı Sünnîliği güçlendirmektir. X. yüzyılın sonundan itibaren Fergana, Horasan, Taberistân, Maverâünnehir, Gazne ve Hindistan’da kurulmuş olan Kerrâmî medreseleri Sünnî dünya için büyük sorun teşkil etmiş, Karahanlılar ve Gazneliler medrese inşa ettirmişlerdir. Özellikle Amîdülmülk un uygulamış olduğu politikalar sayesinde iyice zayıflayan Sünnî düşüncenin güçlendirilmesi için Nizâmiye Medreseleri’nin kurulması, bu mücadeleye son halkayı eklemiştir.
Bu süreçte ülkeyi terk etmiş bulunan âlimler de geri getirtilerek medreselerde görevlendirilmiştir. Örneğin İmâmü’l-Haremeyn Ebu’1-Meâlî el-Cüveynî, dört yıl Hicaz’da kalıp dersler verdikten sonra geri çağrılmış ve Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiştir. Medreselerde ders veren müderrisler maaşlı olarak çalışmakta, giderler ise genelde sultan ve diğer ileri gelen devlet adamlarının kurduğu vakıflardan karşılanmaktadır.
Sultan Alp Arslan’ın da isteği doğrultusunda inşasına başlanan Nizâmiye Medreseleri, Nîşâbûr ve Bağdad ile sınırlı kalmamıştır. Bu şehirlere ek olarak Belh, Herat, Merv, Isfahân, Amül, Rey, Hargerd (Hâf) ve Bûşenc’te de Nizâmiye Medresesi bulunduğuna dair bilgiler mevcuttur. Bununla birlikte Nîşâbûr ve Bağdad haricindeki medreselerin Sultan Melikşah döneminde inşa edilmiş olma ihtimali daha yüksektir. Sadece Belh Nizamiye Medresesinin de Sultan Alp Arslan döneminde inşa edilmiş olması mümkün görünmektedir.
Nizâmiye Medreseleri özellikleri bakımından klasik eğitim veren medreselerden ayrılmıştır. Her şeyden önce bu yapılar, merkezinde medresenin yer aldığı külliye biçiminde tasarlanmıştır. Nîşâbûr Nizamiye Medresesi, bu yapılanmanın en önemli temsilcisi durumundadır. Medreseye ek olarak kütüphane, hastane, mescid ve hânkâh da yapı grubuna dâhil edilmiştir. Farklılıklar bunlarla sınırlı kalmamış, ders programları, öğrencilerinin tüm yemek, yatak ve ders araçlarının karşılanması hususunda da kendilerinden öncekilerden ayrılmışlardır.
Özellikle Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’nin plânı, Sâsânîler döneminden beri Horasan bölgesinde inşa edilmekte olan ev modellerinin genişletilmiş şeklidir.
Bu planın Rey Nizâmiye Medresesinde de uygulandığı görülmektedir. Medreselere, öğrencilerin ihtiyacına göre dersaneler, geniş bir toplantı salonu, depo, kiler, hamam, mutfak, ayrıca ibadet ve aynı zamanda Cuma günleri namaz kılınıp halka vaaz verilen mescit de dâhil edilmiştir. Medreselerin, personel ve öğrenci giderleri, tahsis edilen zengin gelirli vakıflar üzerinden gerçekleştirilmiş, harcanan para, senede 600 bin dinarı bulabilmiştir.
Günümüzdeki Hukuk, İlâhiyat, Edebiyat, Siyasal Bilgiler ve belli oranda da Fen Fakültesi müfredatını birleştiren Nizâmiye Medreselerinde, başta Kurân olmak üzere hadis, fıkıh, usûl, Eşarî kelâmı, hilâf, cedel, ferâiz, Arapça, edebiyat, sarf, nahiv, lugat, şiir, hitabet, tarih, coğrafya, musikî, hat, felsefe, mantık, riyâziye, hendese, hesap, nücûm ve hukuk konularında dersler verilmekteydi.
Bütün bu bilgilerden sonra Hanefî Mezhebi’ne mensup olan Alp Arslan’ın, Şâfiî kaidelere göre eğitim veren Nizâmiye Medreseleri’ne neden bu kadar geniş bir hareket sahası bıraktığı tartışma konusu olabilmektedir. Nitekim ilk bakıldığında Bağdad ve Nîşâbûr’da Şâfiî Mezhebi’ne geniş bir hareket sahası vermiş olduğu söylenebilir. Ancak durumun hiç de böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Şâfiîler’in daha ziyade etkin olduğu Nîşâbûr’da 437/1046 tarihinde Tuğrul Bey’in verdiği emir doğrultusunda Hanefîler’e hizmet vermek üzere Büyük Selçuklular dönemindeki ilk medrese olan Sultaniye inşa edilmiştir. Nizâmiye Medresesi’nin inşa edilmesine izin verilen ilk şehrin Nîşâbûr olması da bu anlamda tesadüf değildir.
Kısaca mezhepler arasında denge politikası takip edildiği söylenebilir. Nizâmiye Medresesi inşa edilen ikinci şehir olan Bağdad’da da aynı hassasiyetin gözetildiği görülmektedir. Nitekim Sultan Alp Arslan tarafından halife elçi olarak gönderilen Şerefülmülk Ebû Sad el-Hârizmî el-Müstevfî şehre ulaştığında Nizâmiye Medresesinin inşasına başlandığım görmüş, Hanefîler için de bir medrese yapılması için hemen harekete geçmişti. Şerefülmülk el-Hârizmî, medrese için İmâm Âzam Ebû Hanîfe nin Türbesi’nin yanını uygun bulmuş, türbenin etrafında, bulunan bazı evler ve mescit yıkıldıktan sonra geniş bir arazi elde edilmiş ve çalışmalar hemen başlatılmıştı. İlk olarak türbenin üzerine bir bir kubbe yapılmıştı.
Ardından da mescit ve Âzamiye (Ebû Hanîfe) olarak bilinen medrese inşa edildi. Medresede ders verecek müderrisler tayin edilerek, medresenin, müderrislerin, öğrencilerin ve kütüphanenin ihtiyaçlarına cevap verecek vakıflar da kurulmuştu. Hanefî Mezhebi kaideleriyle eğitim verecek olan Âzamiye Medresesi’nin Nizâmiye’den önce bitirilip eğitime başlaması için hiçbir masraftan kaçınılmadı. Âzamiye Medresesi, nihayetinde Nizâmiye Medresesi’nden dört ay on üç gün önce (1 Recep 459/18 Mayıs 1067 Cuma) tamamlanmış ve ilk müderris olarak Ebû Tâhir İlyas ed-Deylemî görevlendirilerek eğitime başlanmıştı. Böylece Selçuklular, Nizâmiyeler’in açılması ile birlikte iyice güçlenecek olan Şâfiîler’i dengelemek maksadıyla Âzamiye Medresesi’ni devreye sokmuşlardı. Aynı politika muhtemelen Nizâmiye Medresesi açılan diğer şehirlerde de uygulanmıştı.
Cihan Piyadeoğlu, Sultan Alp Arslan, Kronik yay, s. 219-229