Hadîsçiler objektif bir delil olmadığı için bu tür yollarla hadîs tashihinin veya taz’ifinin mümkün olmadığını ifade ederler. Bu isabetli bir yaklaşımdır. Çünkü hadîsler ile din sabit olur. Fakat bu iki yaklaşım arasında bir orta yol bulmak da mümkündür. Rüya, ilhâm ve keşfin dindeki yeri bellidir. Bunlar, özneldir, kişiseldir, bağlayıcı değildir. Ama bunların kişilerin hayatında önemli yeri vardır. Dinî açıdan da böyledir. Hadîslerde ilhâmın (muhaddes), rüyanın önemli husûsiyetleri olduğu ifade edilir. O halde bir sufî rüyada vs. Hz. Peygamber’le sohbet ettiğini söylüyorsa ne yapacağız? Onu yalancılıkla itham etmek mümkün mü? Doğrusu buna ihtimal vermiyorum. Yalan söylemesi mümkün olmayan bir sufînin Hz. Peygamber’le rüyada, keşf halinde, yani bizim idrâk edemediğimiz bir halde sohbet etmesi, ondan bir şeyler alması ihtimal dahilindedir. O tecrübeyi yaşamayanların zor idrâk edebileceği bir durumdur. Bununla birlikte inkârı kabil değildir. Ancak buna dayanarak rüya vs. ile elde edilen bilgileri dinin kaynağı veya bağlayıcı birer hüküm olarak ortaya koyabilir miyiz? Buna da “evet” demek mümkün değildir. Zira Hz. Peygamber’den bu şekilde alınanlar özneldir, kişiseldir ve bağlayıcı değildir. O kişiyi ilgilendiren, belki onun için çok değerli bilgilerdir. Onun için bu tür bilgiler mahkemede delil olmaz. Dolayısıyla rüyanın dinde yeri ne kadar ise hadîs ilminde de yeri o kadardır. Sûfî de bu durumu böyle algılamalıdır. Sonuçta hadîsçiler -içlerinde böyle düşünenler varsa- rüya ve keşf ile elde edilen bilgilerin hiçbir değerinin olmadığı yönündeki üsluplarını; sûfîler de -yine içlerinde böyle düşünenler varsa- bu yollarla aldıkları bilgilerin din oluşturacak düzeyde olduklarını çağrıştıracak kanâatlerini yumuşatmalıdır.