Sufiler ve Zühd
Gerçek zühd ahiret ve uhrevi amel ve değerlerin maddi ve dünyevi menfaat, haz ve işlerden daha önemli ve değerli tutulması esasına dayanır. Kısaca zühd daima ahireti dünyaya, maneviyatı maddiyata tercih etmektir. Bu anlamda zühd dünyanın ve maddiyatın tamamen ve kökten red ve terk edilmesi mânâsına gelmez. Bu şekilde tanımlanan zühd (ascetism) bütün dinlerde, ahlâk sistemlerinde ve materyalist olmayan felsefelerde makbuldür, önemli bir ahlâkî değerdir. Bu değerin yanlış anlaşılmasından ve uygulanmasından, bazen de istismar edilmesinden (mesela terk-i dünya ve aşın çilecilik) ortaya çıkan acaip durumlar, dine ve insanlığa yakışmayan sakıncalı hâller olmuştur. Çoğu zaman bundan da sûfîlik sorumlu tutulmuştur.
Aslında bir anlamda zühd ve tasavvuf içiçedir, sûfîlikzahidliği içerir. Tasavvuf zühd ile başlamıştır, zühd önemli bir makamdır. Diğer bir anlamda ise zühd ile sûfîlik farklı farklı şeylerdir. Pek çok Mu’tezilî, Hâricî ve Şiî mezhebi mensubu, kimi fakihler ve muhaddisler aynı zamanda zşhiddirler ama sûfî değillerdir. Her sûfînin aynı zamanda zahid olmalı şart iken her zahidin sûfî olması şart değildir.
Zühd ile ilgili hatalı algılamalar, uygulamalar ayrıca bu önemli dinî-ahlaki kavramın istismar edilmesi daima gerçek zahidler ve sûfîler tarafından ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Sûfî olmayan söz konusu nitelikteki zahirlerin de bu eleştirilerin hedefi olduğunu unutmamak gerekir.
Genellikle zühd ve zahidler,şu gibi konularda eleştirmişlerdir.
Dünyayı Kötüleme: Bazı zahidler (mütezehhidler) dünyayı ve dünya nimetlerini şiddetle kötüler, bunların tamamının kökten ret ve terk edilmesi hatta kınanması ve lanetlenmesi gerektiğini iddia ederler. Bunu yaparken de Kur’an-ı Kerîm‘de ve hadis-i şeriflerde dünyanın kötülendiğini gerekçe olarak gösterirler Gerçek zühdün ne olduğunu ise bilmezler. Kur’an’da ve hadislerde dünya ve maddiyât mutlak surette ve tümden reddedilmiş ve kınanmış değildir. Hatta dünya, sırf dünya olduğu için (li-zâtiha) kötülenmiş değildir. Yemeden, içmeden, giyinmeden, barınmadan insanın yaşaması mümkün müdür? Bu gibi dünyevi hususlar ilim tahsil etmek ve ibadet etmek için de zorunlu şeylerdir.
İnsan nesli yeryüzünde başka türlü var olamaz. Kur’an’da yerilen ve kötülenen dünyanın haram ve günah olan, meşru ve mübah olmayan, meşru ve mübahlığı şüpheli bulunan, meşru-mübah olanın da aşın ve ölçüsüz bir şekilde tüketilen kısmıdır. Ahiretle ilgili amel ve ibadetlerin ifasını engelleyen ve aksatan, ahlâk kurallannın göz ardı edilmesine ve önemsenmemesine yol açan mal-mülk, makam-mevki, şan-şohret. çoluk-çocuk, soy-sop dünya sayılmış ve verilmiştir Meşru ve mübah olan dünya nimetlerinin ihtiyaç miktarınca ölçülü şekilde tüketilmesi, ayrıca ahiretin ve maneviyatın daima öncelikli olması şartıyla dünya yerilen değil övülen bir şeydir. Bahsedilen hususu gereği gibi kavrayamayanlar zühd adına dünyaya sırtlarını dönmüşler, dünyadan el etek çekmişler, dünyayı terk etmişler, târik-i dünya (dünya küskünü) olmuşlar, alabildiğine onu kötülemişler, hatta lanetlemişlerdir. Onların gözünde dünya şeytan gibi melûn bir şeydir. Böyle düşünenler topluluk ve aile hayatını terk ederek ya dağlara ve mağaralara veya çöllere ve sahralara çekilip tek başlarına yaşamaya başlamışlar, vahşi ve yalnız bir hayatı tercih etmişlerdir. Geride bıraktıkları ailenin çektiği sıkıntılar ve onların özlemiyle yanıp kavrulan ebeveynlerinin hâlleri umurlarında bile olmamıştır. İşte bu hâl şeytanın bir aldatmacasından başka bir şey değildir.
İnzivaya Çekilme: Dağlarda, sahralarda, sazlıklarda, mağaralarda, harabe ve viranelerde yalnız yaşayan zavallı çilecileri, halk gerçek zahid ve ermiş sanarak ziyarete gider, onlardan dua almak isterler, feyiz ve bereketlerini umarlardı. Ziyarete giderken de beraberlerinde çoğu zaman ufak-tefek hediyeler götürürlerdi. İnzivaya çekilen ve münzevi bir hayat yaşayan bu kişilerin,bu şekilde yaşadıklarını ve saygı da gördüklerini gözleyen uyanık,açıkgöz ve kurnaz ama aynı zamanda tembel ve
keyiflerine düşkün olan bazı istismarcılar, halkın ayağına gidip dilenme ve yardımlarını isteme yerine ıssız ve kimsesiz bir yerde çekilip kendilerine zahid ve ermiş kişi süsü vermeyi, bu suretle halkın ve zenginlerin ayağına gitme yerine onları kendi ayaklarına getirmeyi ve ellerini öptürmeyi istemişlerdir. Ziyaret eden ve dilenen kişiler değil, ziyaret edilen ve bahşişler verilen kişiler konumuna gelmeyi düşünmüşlerdir. Bunun için ıssız, sahipsiz bir yerde inzivaya çekilmişlerdir. Bu düşüncelerinde başarılı da olmuşlardır. Bunlardan bazıları muradına erdikten ve yeteri kadar itibar sahibi olduktan sonra toplum ve aile hayatına geri dönmüşler ve çevrelerinde kurdukları saltanatı da sürdürmeye devam etmişlerdir.
Cahil Kalma: Şeytan tarafından aldatılan bazı sözde zahidler ilim tahsil etmezler, ilim öğrenmeyi hafife alırlar. Böylece kendileri cahil kaldıkları gibi etraflarında toplanan kişilerin de cahil kalmalarına sebep olurlar. Cehalet karanlığına alışanlar, tıpkı yarasa gibi ilim ışığından rahatsız olurlar. Cahil insanları yönetmek ve sömürmek böylece daha da kolaylaşır.
Riyâdan Kaçınma: Çoğu zaman İblîs bazı âbid ve zahidleri gizli riyâ sahasına sürükleyerek yollarım şaşırmalarına sebep olur. Zahidlerinriyâ konusu olan hâl, hareket, davranış ve sözleri biri açık, diğeri gizli olmak üzere iki türlüdür.
Açık Riyâ: Bedence zayıf ve naif olma, benzin soluk olması, üst- başın, saç-sakalın dağınıklığı, alçak sesle konuşma, başı önüne eğme, gösteriş için namaz kılma, sadaka verme gibi hususlar görülür türden riyâdır. Allah rızası için olmayan her hâl, hareket, söz ve davranış doğru görünse bile açık riyâdır.
Gizli Riyâ: Allah nzası için olmayan ibadet ve ahlâk türü davranışlar ve sözlerdir.
Riyâ olmasın diye hakiki zahidler, fazilet türü davranışlarım ve nafile ibadetlerini gizli tutarlardı. Gündüzleri gülümseyen İbnŞîrîn Allah korkusundan geceleri ağlardı. Senelerce nafile oruç tuttuğu hâlde bunu ailesi bireylerinin bile bilmediği zahidler vardır. Hakiki zahidler anılan ve tanınan ünlü kişiler olmaktan dikkatle kaçınır, adı-sanı bilinmeyen nâmsız ve sıradan kullar olarak yaşamaya özen gösterir, bir yerde tanınınca tanınmamak için başka bir yere giderlerdi. Sözde zahidlerin, zühdü ise malum, maruf ve meşhur olma, sükût hâlinde bulunma, az uyuma, çok zikir ve ünlenmiş gibi görünme şeklinde olup dünyalık elde etmenin vesile ve vasıtasıdır. Genellikle Hak rızası ve nefs terbiyesiyle ilgili değildir.
Pejmürde Bir Şekilde Dolaşma: Yırtık-pırtık veya yamalı elbise ile dolaşmak, basit bir kumaşı sarık olarak kullanmak, saç ve sakalı taramamak, pejmürde bir şekilde gezmek ve elde tespihle dolaşmak da zühd görüntüsü vermenin, zahidlik taslamanın bir yolu olarak kullanılmıştır. Bu yolu tutan sözde zahidler az değildir. Hz. Peygamber ahiretle en fazla meşgul olan bir kul iken saçını tarar, aynaya bakar, güzel kokular sürerdi. Seyyidu’z-zahidîn (zahidlerin efendisi) olması buna engel olmazdı. Bazı zahidler kaliteli kumaşlardan dikilen pahalı elbiseler giyinerek zahidliklerini ve dindarlıklarını bununla gizlerler, riyadan korunmaya çalışırlar. Fakat genel olarak gösteriş için pahalı elbiseler giymek kadar zahidliği ve dindarlığı teşhir etmek için yırtık- pırtık, eski-püskü elbiseler giymek de sakıncalıdır. En iyisi herhangi bir toplumda o toplumdaki şuadan insanlar nasıl giyiniyorsa onlar gibi giyinmek, çevrenin dikkatini çeken kıyafetler kullanmaktan kaçınmaktır.
Beşerî Münasebetlerde Denge Gözetmeme: Sükût etmeyi âdet hâline getiren, mecbur olmadıkça konuşmayan, donuk ve soğuk tavrıyla, asık suratıyla ailesini sıkan, çocuklarıyla şakalaşmaktan kaçman, eşini dul, evlatlarını yetimmiş gibi bırakan zahidler de vardır. Hâlbuki güler yüzlü olmak, aile bireyleriyle şakalaşmak aynı zamanda ahiret amelidir. Çünkü bu gibi davranışlar Hz. Peygamber’in sünnetidir. Allah Resulü, Abdullah b. Amr’a “Eşinin, üzerinde hakkı vardır.” derken bu ve benzeri hâlleri kastetmekte idi.
Yaptığı İbadetleri Beğenme: Amel ve ibadetini beğenen zahidler de vardır. Böyle birine “Sen kutupsun.” denilse bu sözün doğruluğunu kabul etmeye hazırdır, herkesin gösterebileceği bir başarıyı gösterecek olsa bunu kerameti olarak görür. Bir hususta dua etse ve dua ile Allah’tan dilediği hususi gerçekleşmese bozulur, rahatsızlık hisseder. Bir işçinin yaptığı işin ücretini talep etmesi gibi Hak Teâlâ’dan ibadetin bedelini ister, kul olduğunu ve kulun ücret talep etme hakkı olmadığını aklına getirmez. Allah’a layık amelim yok, diye kaygılanması gerekirken bedeli verilmedi diye amelini Allah’a minnet eder gibi bir tavır takınır.
Mubahları Terk Etme: Bazı zahidlerinmübah olan hususlarda gereksiz olarak alimleri eleştirmeleri de yanlış bir zühd anlayışının neticesidir. Mübah yoldan servet edinen, dinî görevlerini aksatmayan ve ahlâk kurallarına uyan zenginleri eleştirmeleri de böyledir. Bazı zahidler “Mübahları terk etmek zühdün gereğidir.” kuruntusuna kapılırlar. Bunlardan bazıları arpa ekmeği ile yetinir, meyve yemez, bazdan yemeyi en aza indirir, bir deri bir kemik kalır, nefsine eziyet eder, kaba ve kalın abalar giyer, kuru ekmek yer, gereksiz olarak zevk veriyor diye soğuk su içmez, sıcak havalarda ağacın gölgesinde gölgelenmez, et yemez. Oysa Allah Resulü et yer, tadılan sever, soğuk su içmek de hoşuna giderdi. Şükrünü yerine getiremem, diye tatlı yemeyen bir zahide Haşan Basrî dedi ki: Bu adam ahmak! Soğuk su içmenin şükrünü nasıl eda ediyor? Süfyân-ı Sevrîzahid idi ama yola çıktığı zaman kavurma ve tatlıyı azık olarak yanma alırdı.
Evlilik ve Cinsel ilişkiyi Terk Etme: Zühd gereği evlenmeyen, evlenince de eşiyle cinsel ilişkiye girmeyen, evlat sahibi olmayı zahidliğe mâni sayan zahidler vardır. Rahip ve rahibeler gibi bekar yaşamak zühd sanıldığından bir kimsenin büyük bir zahid ve dindar olduğunu ifade etmek için “Bu zatın eli hiç kadına değmemiştir.” denilirdi. Hâlbuki Allah Resulü evlenmiş, evlenmeyi teşvik etmiş, çoluk-çocuk sahibi olmuş, “Evlenmek benim sünnetimdir.” buyurmuş, bir mâzeret yokken bekar yaşamayı onaylamamıştır, hatta “Bir kimsenin eşiyle ilişkide bulunmasında sadaka sevabı vardır.” buyurmuşlardır. Sözde zahidler herhangi bir zaruret ve mâzeret bulunmadığı hâllerde dahi dinin mübah kıldığı hususlardan ölçülü ve ihtiyaç nispetinde faydalanmayı bile zühde engel saymışlardır, hatta dinin teşvik ettiği evlilikten bile kaçınmışlardır. Onlara göre nefsin arzu ettiği ve hoşlandığı her şey, bütün bedensel hazlar zühd bakanından sakıncalıdır. Bu bir aldanış ifade eder.
Meşken Sahibi Olmama: Bazı zahidlerin ev, bark, barınak ve meskdı sahibi olmayı bile zühde engel olarak gördükleri, bundan dolayı katibelerde, mağaralarda, viranelerde, sazlıklarda, hatta ağaç kovuklarıda yaşadıkları bilinmektedir. İslâm zühdü ve dindarlığı bu gibi şeylerle ilgili olmamakla beraber bazı kitaplarda, bahsedilen hususlar hakiki ve büyük zahid olmanın, ermişliğin ve kâmil bir insan olmanın işaret ve olarak görülmüştür.Burada söz konusu edilen eleştiriler sadece sûfî zahirilerle ilgili değildir, bu eleştiriler sûfî olmayan bu nitelikteki zahidleri de kapsar. Sözü edilen eleştiriler bazı sûfîzahidleri için doğrudur ama hepsi için de geçerli değildir.Bu noktada “Zühdİslâmidir, zira zühdü kimse eleştirmiyor, sûfîlik ise İslâm dışıdır, çünkü eleştiriliyor.” görüşü de asla doğru değildir. Görüldüğü üzere herkesin kabul ve tasvip ettiği islâmi zühdün yanında zühdün eleştirilen ve reddedilen şekilleri de vardır ve bunlar azda değildir. Zühd-ihuşk vezühd-i bârid denilen kuru, katı, kaba ve soğuk zühdgenellikle hoş karşılanmamış ve kabul görmemiştir.
—————————————————————————————————————————————————————————————————————————————————