Sufiler Dünya İşlerinden Uzak mı Durur ?
Sûfiler, “dünyayı kınarken dünyanın amaç haline getirilmesini eleştirmişlerdir. Yoksa dünyanın araç olarak kullanılması zaten kaçınılmazdır. Kuranda da bir yanda semavat (göklerde) ve arzda ( yeryüzünde) olanların “Allah’ın ayetleri” (varlığının tanıkları) olduğu vurgulanırken öbür yandan dünya hayatının (el-hayatu’d-dünya) “oyun ve eğlence” olduğu vurgulanır. Eğer dünya yalnızca bir araç olarak kullanılırsa, insan için Allah’ın ayeti olur. Ama dünya amaç haline getirilirse, insana Allah’ı unutturan bir oyun ve eğlenceye dönüşür. Başka bir deyişle oyun ve eğlence olan “bu-dünyacı hayat anlayışı”dır; “Allah’ı hesaba katmayan yaşam tarzı”dır. Felsefe dilinde bunun karşılığı seküler/profan ve hedonist yaşam tarzıdır; modern zamanların tüketim kültüründe olduğu gibi.
“Bu-dünyacı hayat anlayışı’nı tanımlarken “Allah’ı he saba katmayan yaşam tarzı” olduğunu ifade ettik. Bu ifade, ateistlerin yanı sıra deistleri de kapsamaktadır. Ateist kavramı, Tanrının varlığını inkâr edenleri ifade eder. Deistler ise, Tanrının varlığına inanırlar ancak Tanrının evreni bir kez yarattıktan sonra varlığa ve yaşama müdahale etmeyeceğini, insanlığa yol göstermeyeceğini ve yapıp-ettiklerinden dolayı insanlara hesap sormayacağını savunan yaklaşımdır. J. Lo- cke (ö. 1704), Voltaire (ö. 1778) ve J. J. Rousseau (ö. 1778) gibi Aydınlanma filozofları bu tezi savunur.
Bu düşünceyi yaşam tarzı haline getiren tipik filozof Epiküros’tur. (ö. MÖ 270) Epiküros’a göre Tanrılar kendi âlemlerinde o denli mutludurlar ki asla insanların hayatına karışarak başlarını ağrıtmazlar. Epiküros buradan hareketle ölüm-sonrası yaşamı da inkâr eder. İnkâr eder ama ölümü mutlak yokluk olarak görünce de derin bir ruhsal acı hisseder. Bundan kurtulmak için geliştirdiği reçete şudur: “Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.’’
Tekrar İslam’a dönersek insanın yaradılış amaçlarından birisi “yeryüzünü imar etmek, insanı açıdan yaşanılır hale getirmek” (Hud suresi, 11/61) daha geniş anlamda yeryüzünde “ümran” yani “kültür ve medeniyet” kurmaktır. Nitekim her namazda da okunan bir ayette Allah’tan hem dünyada iyilik istiyoruz hem de ahirette iyilik istiyoruz. (Rabbena atina fi’d-dünya hasenet ve fi’l-ahireti haseneten… Bakara suresi, 2/201) Bu bakımdan müslümanın “bu-dün- yacı hayata” sırtını dönmesi doğrudur ama dünyadan elini eteğini çekmesi yanlıştır
Mevlana, Mesnevide bu durumu çarpıcı biçimde ifade ediyor:
“Bu dünya zindandır; biz de dünyadaki mahpuslarız; del zindanı da kurtar kendini. / Nedir dünya? Allah’tan gafil olmak; kumaş, para, ölçü, tartı, kadın dünya değildir. / Malı, din için, Allah için yüklenirsen, Peygamber buna, ne de güzel mal dedi. / Geminin içindeki su, gemiyi batırır; gemi altındaki suysa gemiye arka olur. / Malı mülkü gönlünden sürmüştü de bu yüzden Süleyman, ancak yoksul adını takınmıştı. /Ağzı kapalı testi, uçsuz bucaksız denizin üstünde hava dolu bir gönülle yüzer gider. / İçte yoksulluk havası oldu mu insan, dünya denizinin üstünde eğleşir. /Bu dünya, tümden onun mülküdür de gönlünün gözünde hiçbir şey değildir mal mülk. / Şu halde gönül ağzını yum, mühürle; onu Min Ledün ululuğunun yeliyle doldur. / Çalışmak da haktır, dert de hak, deva da hak, fakat inkâr eden, çalışmayı inkâr etmeye çalışır.’’
Ali Rıza Bayzan-Terapistin Sufi Olursa