Ayşe Mahinur TEZCAN*
Giriş
Moderniteyle birlikte, rasyonel aklın egemenliğindeki bireyin duygudan arınmış olması makbul hale gelmiştir. Benliğin sınırlandırılması ve duyguların denetlenmesi akılcılaştırılmış ortamın özellikleri arasındadır (Ritzer, 2011-1998, s. 51). Duygu ve akim birbirinden koparılarak zıt kavramlar olarak değerlendirildiği, akim yüceltildiği ve duyguların akla kıyasla öneminin göz ardı edildiği 19. yüzyıl sonrasındaki bilimsel çalışmalarda akıl öncelenmiştir. Önemli bir karar verileceği zaman kararlarm akla uygun, duygulardan azade bir şekilde olması gerektiğine ilişkin “Çok duygusalsın! Biraz mantıklı ol!” gibi birçok söylemin yer aldığı gündelik dilin duygulara hak ettiği yeri verme konusunda ihmalkâr olduğu herkesin malumudur. Nasıl ki öznel deneyimin anlaşılması için özneden ziyade deneyimi açığa çıkaran söylem ve iktidar ilişkileri önemliyse (Foucault, 2000, s. 74) ya da bireyin yapıp ettikleri habitusundan bağımsız olamazsa (Bourdieu & Wacquant, 2003, s. 114) bireyin eylemlerinin itici gücü olan duygular da toplumsallıktan uzak olamaz.
Çok çeşitli duygunun varlığı ve bu çeşitlilik içinde akla verilen önemin etkisiyle, terim yaygınlıkla pejoratif bir çağrışım içermektedir (Barbalet, 2002, s. 1). Akılla ilişkili olan muhakeme sürecini, duyguların olumsuz etkilediği düşüncesi bu çağrışıma sebep olmaktadır. ‘ Duygusal olmak kişinin yargılarının duygu tesiri altında olmasıdır: Aktif olmaktansa reaktif, bağımsız olmaktansa bağımlı olmaktır” (Ahmed, 2015, s. 11).
Aklın ötelendiği bir süreç olarak olumsuz yönüne vurgu, modern toplumun karakteristiğidir. Bununla beraber, 1990’larla birlikte bilimsel çalışmalarla beynin karar alma mekanizmaları ile duygular arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılması neticesinde, duygu akıl ikiliğinde duyguyu önceleyenler (Zajonc, 1998) olduğu kadar karşılıklı bir süreç olduğunu düşünenler (Vertzberger, 1990) aklın tahtını sarsmışlardır. Akim işleyişinde duygularm önemli bir etkisi olduğunun anlaşıldığı yeni yaklaşımlarda görüntüleme tekniklerindeki ilerlemelerin önemli bir rolü vardır. Örneğin, prefrontal korteks duygu yönetiminde merkezi bir konumdadır (Ahmed, Bittencourt & Sebastian, 2015, s. 12). Amigdala, korku ve öfkeyi yönetirken; insula tiksintiyle ilgilidir (Houghton, 2021, s. 164). Akim merkezi olan beynin aynı zamanda duygularm ortaya çıkmasında merkezi önemde olduğu anlaşılmaktadır.
Duygu ve akıl arasında oluşturulan hiyerarşinin dışmda duygular arası bir hiyerarşiden de bahsetmek gerekir. “Bazı duygular gelişmenin göstergesi olarak “yüceltilir”ken, bazıları zayıflığın göstergesi olarak “alçaltılır”” (Ahmed, 2015, s. 12). Cesaret yüce bir duyguyken, öfke zayıflık göstergesidir. Tönnies’in cemaat-cemiyet ayrımına denk düşecek şekilde Parsons, farklı toplum tipleri için duygusallık seviyeleri bakımmdan bir ayrım yapmıştır. Buna göre, cemaat tipinin karakteristik özelliği duygusallık olurken, cemiyet tipinin karakteristik özelliği duygusal yansızlıktır (Elias, 2000, s. 15). Elias (2000) bu tip bir ayrımı, sosyolojinin yoksullaştırılması olarak değerlendirmekte ve duygu-mantık karşıtlığından ziyade duyguların denetlendiği bir sürece vurgu yapmaktadır (s. 16).
Akla verilen önem sosyoloji dâhil bütün bilimsel süreçlere damgasını vurmuştur. Mestrovic (1999, s. 52) sosyolojik teorileştirmelerdeki kayıp malzemenin duygular olduğunu belirtmektedir. Pozitivist kriminolojinin de benzer şekilde suç davranışını anlamlandırmaya ilişkin çalışmalarında duyguların yeri yoktur. Bu durum, duyguların bireye bakan yönünün ön planda olmasından dolayı sosyal yönünün uzunca bir süre kriminologlar tarafindan ihmal edilmesinden kaynaklanmaktadır (Thoits, 1989, s. 317; Karsted, 2011, s. 2). Kriminolojik çalışmalar son dönemde duyguların önemini ortaya koymaktadır. Sherman’a göre (2003, s. 1), akıl çağmda ortaya çıkan bir bilim dalı olan Kriminoloji bugünlerde toplumun, suçluların ve mağdurların duyguları etrafında adaleti yeniden icat etmeye hazırlanmaktadır. Bununla beraber van Gelder (2016, s. 466) ise, kriminolojide yapılan istisnai çalışmalar dışında, duyguya yönelik çalışmalarm yeterince başarılı olmadığını iddia etmektedir.
Bireylerin kendisiyle başkalarını kıyaslama eğilimi vardır (Scheler, 2015, s. 37), Modernitenin aktörlere empoze ettiği ideal insan modeline ulaşma gayesi, aktörlerin olageldikleri hallerinin dışına çıkarak, kıyas içine düşmeleri neticesinde haset duygusuna gark olmalarına sebep olur (Sennett, 2019, s. 103). Bu durum bireyin kendisine olan saygısının kaybolmasına yol açar. Başkasmm mutluluğuna karşı ortaya çıkan haset ve kıskançlık, duyguların toplumsallığını göstermektedir. Bu duygular da suç davranışına sebep olabilir.
Bu çalışmada, duyguların toplumsallığı bağlammda; suç davranışı sürecinde ortaya çıkan duygular irdelenmektedir. Bu bağlamda suç davranışı esnasında duyguların oluşumu, suç davranışı sonrasında mağdur, fail ve toplum açısından ortaya çıkan duygular, suça ilişkin duygu teorilerinden bahsedildikten sonra tartışmaya açılmaktadır. Suç davranışının gelişimi ve sosyal kontrol mekanizmaları arasındaki kuvvetli ilişki, bu mekanizmanın oluşumunda duyguların aldığı konumun da incelenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle akabinde sosyal kontrol mekanizmasının oluşumunda duyguların önemine değinilmektedir. Son olarak suç ve duygu arasındaki ilişkinin önemli bir ayağı olan suç korkusu meselesi ortaya koyularak; suç korkusunun yapılan çalışmalarda ne şekilde ele alındığı ve ne tür özelliklerin suç korkusunun oluşumuna katkı I sağladığı ortaya koyulmaktadır.
Sosyal Teorilerde Duygu ve Suç İlişkisi
Evrensel olarak değerlendirilen ve türe ait olduğu varsayılan temel duygulardan bahsedenler olduğu kadar, duyguyu sosyal yapının, kültürün ürünü olarak değerlendirenler de vardır (Thoits, 1989, s. 319). Sosyal inşacılık ve sembolik etkileşimcilik teorisyenleri, duygunun zamana ve mekâna göre değişen duygusal inanışlar, duygu kelimeleri ve durumun tanımlarına bağlı olduğunu düşünür. Pozitivistler ise duyguyu belirli bir uyarıcıya karşı gelişen sabit ve otomatik cevaplar olarak görürler (Thoits, 1989, s. 319). Duygular, temel ve ikincil olarak ikiye ayrılmaktadır. Kemper (1987, s. 265,268) farklı yaklaşım biçimlerinin ortaya koyduğu temel duyguları incelediği çalışmasında, korku, öfke, depresyon ve tatmin olmak üzere dört temel duygu üzerinde, yaklaşım biçimleri arasmda bir mutabakat olduğunu ifade eder. İkincil duygular, sosyal tanımların, etiketlerin ve anlamların etkileşim ve sosyal organizasyonlara eklenmesiyle oluşan sosyal inşanın ürünleridir (Kemper, 1987, s. 276). Dolayısıyla duygu, sosyal inşa ürünü olarak yalnızca fizyolojik bir reaksiyon değildir. Thoits (1989, s. 319) de çıkar, korku, öfke, iğrenme, üzüntü, mutluluk ve belki küçümsemenin temel duygular içinde değerlendirilmesini eksik bularak tarihselliği ve kültürelliğinin ihmal edildiğini ifade eder. Duygular salt fizyoloji temelli bir durum değişimi değildir. Güç, statü, kültür, sosyal yapı, ilişkilerin doğası, kendi ve ötekilerin değerlendirmeleri ile ortaya çıkan bir değişim halidir. Duygu, bedendeki değişimi hissetme halidir (Ahmed, 2015, s. 14). Bu hissetme halinin algılanması, bireyin habitusuna göre farklılık göstermektedir. Kemper (1978, s. 36; 1987, s. 275) güç ve statünün duyguların analizinde hayati bir yeri olduğuna değinerek güç ve statüde hissedilen eksiklikler ve aşırılıkların suçluluk, utanç, kaygı, depresyon, öfke ve tatmin gibi temel duyguların oluşumunda etkili olduğundan bahseder. Bireyin deneyimlediği bu tür duygular ise suç davranışının oluşumunda etkili olmaktadır.
Değerlendirme teorilerinde duygu bir durum olmaktan ziyade süreçtir (Moors vd., 2013, s. 119). İnsanların durumlarına ilişkin değerlendirmeleri ile duygu durumları arasında güçlü bir ilişki vardır (Ellsworth & Smith, 1988, s. 299). Değerlendirme teorisyenlerine göre duygular, bireylerin karşılaştıkları zorluklara yanıt vermelerine yardımcı olmak üzere çevreye verilen tepkilerdir (van Gelder, s. 469). Değerlendirme, hayattan tatmin ya da engelleri aşmayı içeren bir iyi oluş hali için çevrenin öneminin tespit edildiği ve analiz edildiği bir süreçtir (Moors vd., 2013, s. 120).
Duygulanım kontrol teorisi ise kültür ve sosyal durumun olayları yapılandırmada (rol yapmaktan sapkın davranışa, yaptırımlara kadar) önemli olduğunu söyler (Heise, 1987, s. 1,2). Duygulanım kontrol teorisini kurarken Heise’in temel amacı sosyal etkileşimler bağlammda davranışı açıklamak olup duygu sosyolojisi alanına katkı sağlamak gibi bir kaygısı olmasa da alan için merkezi önemde bir yere sahip olmuştur (Robinson vd., 2006, s. 179). Duygulanım kontrol teorisine göre bireylerin sosyokültürel olarak uygun şekillerde davranmak için ayrıntılı kuralları, normları, değerleri veya becerileri bilmeleri gerekmemektedir (Thoits, 1989, s. 327). Duygularının ortaya çıkmasının arka planmda bilinçdışı olarak kabul edilen, onaylanan ve içselleştirilen toplumsal kabuller söz, konusudur. Duygusal sistem, mantıklı eylemin kültürel mirasını depolamak için bir yol sağlar, mantığını anlaması gerekmez daha ziyade duyguları edinmeleri yeterlidir (Heise, 1987, s. 15, 16). Duygulanım kontrol teorisinde duygular, bir olay gerçekleştikten sonra kültürel anlamlarıyla ilişkili olan etiketlerdir (Robinson vd., 2006, s. 183). Thoits (1989, s. 327) Heise’in, teorisinde kültür ve anlamm durumlara, aktörlere vb. bağlı olan duygularla eşdeğer olması nedeniyle kültürel bilginin ve anlamın karmaşıklığını önemsemediğini iddia eder. Duyguları açığa çıkaran içselleştirilen kültür olsa da kültürün evrensel olmaması duyguların da evrensel olamayacağını düşündürmektedir. En azmdan duyguların açığa çıkma biçimi kültürden kültüre değişecektir. Bir diğer deyişle, farklı kültürlerden olan bireyler aynı duyguları farklı biçimlerde davranışa yansıtmaktadır. Duygulanım kontrol teorisi, duygusal deneyime olayların bir sonucu olarak bakar (Heise, 1987, s. 11). Kültürün değişkenliği bir tarafa bırakılırsa, duygusal deneyimin gerçekleşmesi bireyin yaşantısındaki tekil olaylar ve kendisine has ilişkiler neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Duygulanım kontrol teorisi suç üzerine yapılan çalışmalarda da kullanılmıştır. Duyguların, belirli bir anlama sahip kimliği olan bireyin, bir olaya nasıl tepki verdiğini göstermesi, ve belirsiz durumları tanımlamaya yardımcı işaretler olarak kullanılabilmesi dolayısıyla, suç araştırmacıları, zanlıların kararlarmı duyguların nasıl etkilediğini duygulanım teorisi aracılığıyla açıklamaya çalışmışlarda* (Robinson vd., 2006, s. 192).
Toplumsal yapı, sosyal çevre ve psikolojik rahatsızlıklar suç olgusunu açıklarken kullanılan temel faktörlerdir. Bir kişinin geçmişinde herhangi bir değişiklik olmaksızın aniden suça itildiğini düşünmek için büyüye inanmak gerekir (Katz, 1988, s.4). Katz, suçun ortaya çıkmasına sebep olan faktörlerin varlığını inkar etmemekle birlikte suçun işlenmesinin hemen öncesinde var olan duygusal dinamiklerin anlaşılmasının, suç davranışını anlamlandırmak için önemli olduğunu belirtir. Ahmed (2015, s. 23) de duygularm kültürel politikasına odaklandığı çalışmasında, sosyal yapıların duygusal yoğunlukları ihmal ettiğini belirtmektedir.
Duygularm sosyal etkileşimlerin sonucunda ortaya çıktığı gerçeğinden hareketle, kültürel ve yapısal faktörlere bağlı olarak oluştuğu söylenebilir. Duygularm bizatihi kendileri sosyal kaynak niteliğine haizdir (Üçer, 2016, s. 235). Bununla birlikte, duyguyu sadece kültüre ve yapısal faktörlere indirgemek de yanlıştır (Barbalet, 2004, s. 25). Duygularm eylemleri yönetme sürecinde, mekânın da etkili olduğunu söylemek icap eder. Vassaf (1992, s. 66) yaşama mekânının düzenlenmesinin duygulara hükmettiğini belirterek bu durumu bir misafirin yatak odasında ya da salonda ağırlanması neticesinde farklı duygularm oluşacak olmasıyla örneklendirmektedir.
Mekânsal farklılaşma, farklı duyguların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla davranışların farklılaşmasına sebep olmaktadır. Bu durum suç davranışının gelişimi açısmdan değerlendirildiğinde pencerelerin kırık, binaların yıkık dökük, elektrik lambalarının çalışmadığı yani mekânsal düzensizliklerin olduğu bir semtte suç oranlarının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Mekânsal düzensizlik konusu ve suç arasındaki ilişkiyi içeren çok sayıda çalışma vardır (Zimbardo, 1970; Willson & Kelling, 1982; Garafalo, 1986; Payne & Policastro, 2016). Fakat bu çalışmalar suç davranışının oluşumunda mekânsal düzensizliklere odaklanırken bu ortamda oluşan ve eylemi yönlendiren duygulara eğilmemektedir.
Suç araştırmalarında duygularm göreceli olarak ihmal edilmesi, cezai karar vermenin baskm modellerinin, rasyonel seçim paradigmasından yararlanma eğiliminde olduğu, öfke ve nefret gibi duygularm karar süreciyle büyük ölçüde alakasız olduğu veya yalnızca sağlam karar vermeyi bozan sistematik etkiler olarak gördüğü anlamına gelir (van Gelder, 2016, s. 474; de Haan & Loader, 2002, s. 249). Nihayetinde, toplumsal yapı ve aktör arasmda gerekli bir bağlantı olan duygunun (Barbalet, 2004, s. 27; Pedersen, 2000, s. 282) suç davranışlarının meydana gelmesi sürecinde etkin olduğu anlaşılmaya başlamıştır. Aslında duygusal deneyimler, sosyal etkileşimin yapısal özellikleriyle belirlenmektedir (Pedersen, 2000, s. 281). “Duygular, sosyal ilişkilerin gerçek (hissedilen), hayal edilen veya hatırlanan sonuçlarından kaynaklanır” (Kemper, 1978, s. 36). Dolayısıyla, duygularm kökeni, bireyin içi olmaktan ziyade dışarısıdır. Akim gelişmesini sağlayan, yönlendiren, duyarlılığını artıran ve bilgilere ulaştıran temel duyarlılık kanalı (Yıldız, 2007, s. 130) olarak duygu, bedenli toplumsallık olarak ifade edilmektedir (Lupton, 2002, s. 14, akt. Yıldız, 2007, s. 132).
Sosyal etkileşimden bağımsız olmayan duygular, sabit olmayıp gelişim ve değişim göstermektedirler. Duygular hareket halindedir. Bu durum kavramın kelime kökünden hareketle de kavranabilir. Şöyle ki, duygu (emotiori) Latince hareket etmek, dışarı çıkmak anlamına gelen emovere kelimesinden türemiştir (Ahmed, 2015, s. 21). Sosyal etkileşimler neticesinde bireylerin duyguları anlık değişimler göstermektedir. Örneğin, eşiyle güzel bir vakit geçirdikten sonra bireyin yaşadığı mutluluk işyerinde karşılaştığı mobbingle öfkeye dönüşebilir. Bu öfkeyle dışarı çıktıktan sonra trafikte yanlış bir davranışta bulunarak ölümcül bir kazaya sebebiyet verdikten sonra yaşayabileceği yeni duygu pişmanlık olacaktır. Örnek de göstermektedir ki suç davranışı ve duygular ilişkisini etraflıca incelemek yerinde olacaktır.
Kriminoloji Teorilerinde Suç Davranışı ve Duygular
Kriminolojik çalışmalarda çoğunlukla duyguların davranışın oluşumundaki yerinden ziyade, gelecekteki duygu durumlarının tahminlerine odaklanılmıştır (van Gelder, 2016, s. 466). Eylemi ortaya çıkaranın gelecekte yaşanacak duygu nedeniyle olduğu düşünülmektedir. Suç davranışının duygudan bağımsız gerçekleşmesinin imkânı yoktur. Eylemin ortaya çıkması için salt bilgi yetmeyecektir; eylem, duygular ve akıl arasındaki bağlantı neticesinde oluşmaktadır (Mestrovic, 1999, s. 51-52). Suç davranışı sonrası ortaya çıkacak muhtemel duyguların suç davranışının oluşumunda etkisi olduğunu düşünen bakış açısı bireyin seçimlerinde rasyonel oluşundan hareket eder. Eylem neticesinde kişinin karşılaşacağı yaptırımların meydana getireceği acı, eylemin gerçekleşmesine engel olabilir. Bu noktada duyguların anlık ya da uzun dönemli oluşu suç davranışının oluşumunu farklı biçimlerde etkileyecektir. Seçimi ceza hukukunun temel dayanağı olarak nitelendiren Nagin (2007, s. 261) kriminoloji literatüründe karar vermenin fırsat teorisi ve rasyonel seçim teorileri dışında ikincil bir rol oynadığını ifade etmektedir.
Suç, toplumsal ya da evrensel olarak kabul edilen çeşitli normlardan sapma olarak değerlendirildiğinde, suç davranışı sergileyen bir aktörün de kabul ettiği, içine doğduğu, sosyal olarak çevrelendiği çeşitli normlar söz konusudur. Suçlu, normları ihlal ettiği ve toplumsal düzeni bozduğu için toplum düşmanı olarak da görülmektedir (Foucault, 2011, s. 219). Aktörü bu normlardan sapmaya götüren faktörler ve duygu durumlarının nasıl bir rol oynadığının anlaşılması, suç davranışının ortaya çıkmasını anlamak adına çok mühimdir. Normların ihlali bireyde negatif duyguların oluşmasına sebebiyet verir. Değerler ve normların ihlali neticesinde oluşan rahatsızlık hissi, algılanan ihlalin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. İhlal ne kadar büyük olursa duygusal deneyim de o kadar acı verici olur (van Gelder, 2016, s. 468). Duygular birçok sosyal süreci sürdürür, değiştirir ve bazen de yok eder (Kemper, 1978, s. 39). I Suç ile ilgili daha rasyonel bir tartışma yapabilmek için paradoksal I olarak duygusal boyuta daha çok ilgi gösterilmelidir (de Haan & I Loader, 2002, s. 250). Ayrıca, duygu ve biliş arasındaki etkileşimi i anlamak, suçu ve suçun nasıl önleneceğini anlamak açısmdan çok I önemlidir (Nagin, 2007, s. 262).
“Suça sürüklenme ve sapma davranışıyla ilgili baskın olan 3 temel teori vardır. Gerilim ya da güdülerime teorisi, meşru isteklerin tatmin edilmemesi neticesinde suça zorlanmanın gerçekleştiğini iddia eder. Kontrol ya da bağlanma teorisine göre bir kişi geleneksel düzenle bağları bir şekilde koptuğu için suçlu eylemlerde bulunmakta özgürdür. Kültürel sapma teorilerine göre ise sapkın, daha büyük ve daha güçlü bir toplum tarafindan kabul edilmeyen standartlara uyar” (Hirschi, 1969, s. 3).
Agnew (1992), suçu açıklamada çok önemli bir rolü olduğunu düşündüğü Merton’ın kurduğu gerilim teorisini içine duyguları ekleyerek geliştirmiş ve genel gerilim teorisini kurgulamıştır. İMerton’a göre (1968, s. 175), sosyal sapma davranışı, toplumsal normlara uyumlu davranış kadar sosyal yapının bir ürünüdür. En tuhaf olan ve görünüşte altında bir şey yatmayan, biricik sebepleri olduğu düşünülen suçların bile sosyal bir anlamı vardır ve önceki ilişkiler I tarafından şekillenmektedir (Roth, 2017, s. 364). Merton’a göre (1968, ■ s. 233-234), bazı bireyler, kültürel hedefleri ve onlara etkin bir şekilde ulaşmaları arasındaki uyuşmazlıktan doğan gerilimin daha çok muhatabı olmaktadırlar ve onlar sapkın davranışa karşı daha savunmasızlardır. Sapma davranışı, sadece bu davranışı eyleyenleri değil, onlarla etkileşim içinde olanları da etkilemektedir. Başarı- hedefin kültürel (veya kendine özgü) olarak abartılması insanların kurallara olan desteğinden vazgeçmesine sebep olur (Merton, 1968, s. 190). Böylelikle sapma davranışma yönelme gerçekleşir. Fakat kültürel normlar bir kez içselleştirildikten sonra tamamen ortadan kaldırılması pek mümkün değildir. Daha çok kişilik gerilimlerine ve çatışmalarına neden olacaktır. Suçluluk duygusu, günah duygusu, vicdan azabı bu gerilimin ortaya çıkardığı çeşitli hislerdir (Merton, 1968, s. 190, dipnot 7). Normların içselleştirilmesine rağmen sapma davranışının deneyimlenmesi neticesinde bu tür duygular ortaya çıkmaktadır.
Genel gerilim teorisi diğerleriyle olumsuz ilişkilere odaklanan ve suçluluğun bu tür ilişkilerin neden olduğu olumsuz etkiden kaynaklandığını iddia eden tek büyük teoridir (Agnew, 1992, s. 76). Genel gerilim teorisi negatif ilişkilerin sebep olduğu özellikle öfke ve benzeri duygular yüzünden suça sürüklenen gençlere odaklanmaktadır. Bu olumsuz duygular nedeniyle gençler uyuşturucu madde kullanımından, sıkıntılarının kaynağına saldırmak ya da kaçmak gibi kendilerince düzeltici eylemler sergileme yoluna giderler (Agnew, 1992, s. 49). Negatif sosyal ilişkiler neticesinde yaşanan olumsuz duygular kendine ya da başkalarına zarar verme ya da bulunulan yeri terk etme davranışlarına sebep olmaktadır.
Suç davranışının nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışan teorisyenler bireyin karar sürecine odaklanarak, kararlarını rasyonel olarak kendileri için en iyi sonuçlar doğuracak şekilde aldıkları gerçeğinden hareketle anlamaya çalışmaktadırlar. Bununla birlikte, insanlar kötü bir karar olduğunu bilerek de kötü kararlar verirler (Nagin, 2007, s. 262). Hirschi ve Gottfredson’m geliştirdiği genel suç teorisine göre de bazı bireyler anlık hazza odaklandıkları için eylemlerinin uzun dönemli sonuçlarını es geçebilirler. Bu durum bu tip bireylerin anlık hazza duyarlı fakat uzun dönemli sonuçlara duyarsız olduğunu göstermektedir (Hirschi & Gottfiredson, 2017 s 20).
Klasik kriminoloji teorileri, bireyi kendi kontrolleri dışında psikolojik ya da çevresel faktörler nedeniyle suça itilen ya da suçtan uzak duran olarak görerek, birey failliği -humarı agency- olarak adlandırılan, bireyin seçim yapma ve yaşamına uygulama kapasitesini göz ardı etmektedir (Nagin, 2007, s. 261-2; van Gelder, 2016, s. 467). Klasik kriminoloji teorilerinin ihmal ettiği şey, karar verme sürecinin basamakları arasında duyguların da yer aldığıdır. Bu durum, duyguların çevresel faktörlerden bağımsız olduğunu göstermez. Aksine duyguların kaynağı kamusal alanda dolaşan ötekilerdir (Ahmed, 2015, s. 9). Ahmed (2015, s. 19) duyguları sahip olunan bir şey olarak varsayan dıştan içe modelini (dış faktörlerin duyguları oluşturduğu) sorunlu bulmaktadır. Kendisinin oluşturduğu duyguların sosyalliği modelinde, içeriyle dışarı ayrımını oluşturan sınırları duyguların yarattığını iddia etmektedir. Bireyin oluşturduğu aidiyet hissinin kaynağı biz ve öteki ayrımından kaynaklanır. Bizin ve ötekinin oluşumu iktidar ilişkilerine dayanmaktadır. Bu durumu, küreselleşen dünyada iç içe geçmiş olan ulusların bir arada uyum içinde yaşamasına ilişkin çeşitli politikalar geliştirilerek suç kapsamına alman ırkçılık üzerinden örneklendiren Ahmed’e göre (2015, s. 9-10), ırkçılık eyleminin ortaya çıkışında etkili olan “biz” duygusu ve benimsenen ulus sevgisi, “ötekiler” olarak değerlendirilen ve “biz”e ait olana sahip olma ihtimali olanlara karşı geliştirilen incinme ve öfke duygularıdır. Sonuç itibarıyla bireyin suç davranışına karar verme süreci, bireyselliğinden bağımsız görünen fakat maruz kaldığı, benimsediği, içinde olduğu ve kimi zaman kendi düşünme । biçimine sebep olan iktidar ilişkilerinin farkında olmadığı duygularının etkisi altındadır.
Farklı duygular, farklı seçim davranışlarını getirmektedir. I Yapılan bir çalışma korkmuş olan kişilerin öfkeli ve mutlu olan I kişilere kıyasla daha kötümser karar aldıklarını ortaya koymaktadır I (Lemer & Keltner, 2001, s. 154). Bu bulgu, öfkenin kesinlik Ve kontrol değerlendirmeleriyle, korkunun ise belirsizlik değerlendirmeleri ve kontrol eksikliği ile ilişkili olduğu gerçeğiyle açıklanmaktadır (van Gelder, s. 470). Bu durum insanların karar süreçlerinde duyguların önemini ortaya koymaktadır. Duygu değerlendirmeleri en genel düzeyde, bir olayın iyi mi kötü mü olduğuna ve insanların mevcut eylemlerinin ve çevrelerinin kişisel hedef ve beklentilerine karşılık gelip gelmediğine ilişkin değerlendirme yargılarını içerir (Keltner & Lemer, 2010, s. 315). Katz’a göre, sapmanın aktör için anlamına odaklanmak, bu davranışı açıklayabilmek için hayati önemdedir. Suçun anlamını kavrayabilmek için fenomenolojik analiz kullanılmalıdır (Türk, 1991, s. 182). Fenomenolojik analiz, bireylerin deneyimlerini nasıl algıladıklarına ve bu algılamalarına göre nasıl tepkiler verdiklerine odaklanır (Layder, 2010, s. 124; Güloğlu, 2022a, s. 170). Bu tepkiler ve algılamalarsa duyguları da kapsamaktadır. Birey kendi başma suç davranışının arka planında duyguların olduğunu kavrayamayabilir. İnsanlar suç işlerken suçluluklarına çekildiklerini ve itildiklerini hissederler, ancak dış güçler tarafmdan belirlendiğini hissederek ahlaki olarak özel bir şey yapmazlar (Katz, 1988, s. 4). Ona göre gerçekleştirdiği eylem, toplumsal yapının getirdiği eşitsizlikler ya da kendisine/yakınına karşı gerçekleştirilen adaletsiz davranışlar neticesinde ortaya çıkmıştır.
Suç davranışı ve duygular ilişkisini suç işlenmesinden önce ve sonra ortaya çıkan duygular olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Suça İtilme Öncesinde Ortaya Çıkan Duygular
Suça itilme öncesinde meydana gelen duygularm nasıl oluştuğu ve hangi sosyo-kültürel faktörlere bağlı olarak oluştuğunun anlaşılması önemlidir. Salt duygu ve suç davranışı arasında duygudan kaynaklı suç davranışının oluştuğunu düşünmek kıt bir kavrayışa neden olmaktadır. Suçlunun seçimine dayalı olan baskın teoriler, suça neden olmada duyguların rolüne değindiği sürece bunu yalnızca sınırlı bir ölçüde yapmış olurlar (van Gelder, 2017, s. 469). Rasyonel seçin# dayalı teoriler, eylem sonrasında ortaya çıkacak sonuçları tartarak hissedilecek muhtemel duyguların bireylerin karar verme sürecinde etkili olan dolaylı bilişsel bir süreç oluşuna odaklanmaktadır (Loewenstein vd., 2001, s. 268). Bireylerin suç işleme karan verirken sosyal kayıplarını minimize etme arzuları, kararlarının optimal olmasını sağlar (Becker, 1968, s. 207). Bununla birlikte Roth (2017, s. 323) şehvet, açgözlülük, kıskançlık, korku, intikam vb. duygularla cinayet işleyenlerin, bir adli psikiyatra göre kar ve zarar muhakemelerinin farklı işlediğini belirtmektedir. Küçük bir kızı öldürüşünü güzel ve heyecan verici (Roth, 2017, s. 354) olarak betimleyen kişinin ya da kendilerine emanet edilen bebekleri hiçbir sebep olmadan gaddarlıkla doğrayan ve çocuğu kendisi gibi yalnız ve mutsuz yaşamaktan kurtardığına inanan hizmetçinin (Foucault, 1991, s. 182) muhakemelerinin farklı olduğu açıktır.
Suça ilişkin karar verme süreci ile ilgili araştırma yapanlar çoğunlukla ahlaki bir yönü olan, yapılacak eylemlerle ilgili ahlaki barometre işlevi gören ve suç, adalet ve suçluluk kavramları için hayati derecede önemli olan utanç, öfke ve suçluluk duygularma eğilmektedir (van Gelder, 2016,ş. 468; Tangney vd., 2007, s. 347).
Sosyal aşağılanma korkusu olarak nitelenen utanma hissi, başkalarının üstünlük sağlayan jestlerine karşı duyulan korku olarak da ifade edilebilir (Elias, 2002, s. 377). Öfke ise, “engellenme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık” olarak tanımlanmaktadır (TDK). Bu engellenme ya da incinme hali, kişinin kendisi ile ilgili olabileceği gibi sevdiği, yakın olduğu bir kişiye ilişkin de olabilir. Öfke, algılanan adaletsizliğe karşı geliştirilen tepki (durumu düzeltme, misilleme, cezalandırma vb.) olarak ortaya çıkan bir ahlaki duygudur (Dilekler vd., 2014, s. 45). Olumsuz bir olay karşısında başkalarını suçlamak öfke, kendini suçlamak ise suçluluk duygusu yaratır (van Gelder, s. 470). Utanç, suçluluk, korku ve öfke negatif hedonik bir değere sahiptir ve olumsuz olarak değerlendirilir.
Utanç ve suçluluktan farklı olarak öfke ve korku, öngörülür olmaktan I ziyade anlık olarak bir olaya, duruma, bireye veya yaptırım 1 beklentisine karşı, ani içgüdüsel tepkileri oluşturur (van Gelder, s.
Yapıları itibarıyla anlık duygular, davranış sonucunda ortaya çıkabilecek muhtemel duyguları görmezden gelmeye sebep olurlar.
Yapılan bir çalışmanın bulguları öfkenin, insanları kendilerini öfkelendiren kişileri adil olmayan bir şekilde incitmeye yönlendirdiğini ortaya koymaktadır (Shalvi vd., 2013, s. 187). Öfke, bireyler kendi talihsizlikleri için başkalarmı suçladıklarında ortaya çıkan bir “anahtar duygudur”, kişilerin yaşadığı problemin derecesini arttırır, intikam duygusunun oluşmasına sebep olur ve diğer insanların öfkelendiklerinde kendilerini haklı buldukları düşüncesinin ortaya çıkmasıyla birlikte engellenmeyi azaltır (Agnew, 1992, s. 59, 60). Aslmda öfkenin şiddeti ne kadar yüksekse o kadar haklılığını yitirme gerçekleşecektir. Haklıyken haksız duruma geçme halinin ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçlar, öfkenin anlık duygu oluşunun neticesinde meydana gelmektedir.
Kendi kendine yetememe durumunun ortaya çıkardığı başarısızlık hissi neticesinde insanların muhtaciyetinden dolayı yaşadıkları utanç, diğerlerine karşı şüpheci, güvensiz ve öfkeli olmalarına yol açmaktadır (Sennett, 2012, s. 144). Hiçmiş gibi davranılmak, görünmez olmak, bireyde, bunu yapanlara karşı bir öfkenin ortaya çıkmasına sebep olurken; eğitim seviyesinin düşüklüğü ve kalifiye olmayan bir işte çalışıyor olmasının insanlara bu şekilde davranma hakkı verdiğine ilişkin bir korkuyu da beraberinde getirir (Sennett, 2012, s. 15; Sennett & Cobb, s. 151). Korku, gelecek beklentilerini sarsar (Güloğlu, 2022b, s. 136). Ortaya çıkan bu öfke ve utanç, muhakemede yanılgıya sebep olarak suç ya da sapma davranışının gerçekleşmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Kriminolojideki gerilim teorileri kültürel olarak üretilen hedeflere ulaşamama üzerine odaklanmaktadır (Agnew, 1992, s. 52). Buna göre, beklentilere erişimde meydana gelen başarısızlık öfke, hmç, hırs, memnuniyetsizlik, hayal kırıklığı ve mutsuzluk duygularına sebep olabilir. Bireyler beklentileri ve başarıları arasındaki uçurumu azaltmak için sapma davranışını bir seçenek olarak değerlendirebilecekleri yönünde güçlü bir şekilde motive olacaklardır (Agnew, 1992, s. 52). Sennett (2012, s. 119) modern dünyanın en büyük tabusunun başarısızlık olduğunu belirterek, başarıya ulaşmak için tavsiyelerle dolu olan popüler kişisel gelişim kitaplarının, başarısızlığın üstesinden gelme hususunda sessiz kaldığını ifade etmektedir. Başarısızlık korkusu, bireyin içindeki obsesyonu ve utancı daha da şiddetlendirmektedir (Sennett, 2012, s. 119). Gerginliğin tetiklediği olumsuz duygularla başa çıkmak gerekmektedir. Meşru başa çıkma stratejilerinin yetersiz olduğu durumlarda bireyler gayri meşru yollara yönelirler (Broidy, 2001, s. 10). Bir başka deyişle, bireyler toplumsal olarak yüceltilen değerler, hedefler ve konumlara ulaşmak adma yaşadıkları öfke, utanç, suçluluk gibi negatif duyguların da sebep olduğu motivasyonla, yo Harına çıkan engelleri aşmak için suça sürüklenebilirler.
Popüler kriminoloji teorilerine göre cezai yaptırımlara karşı gelişen korku, adalet sisteminin mihenk taşı ve güçlü bir mekanizması olarak değerlendirilmektedir (Karsted, 2011, s. 2). Eylem neticesinde deneyimlenecek cezai yaptırımın, suç davranışının oluşumunu engellediğine inanılır. Birey sadece cezai yaptırım tehdidi nedeniyle suçtan uzak durmamaktadır. Sosyal normlar, bireyin sahip olduğu değerler de suç davranışından uzak durma konusunda önemli bir yere sahiptir. Resmi yaptırımlarda ceza tehdidinin kaynağı devletken, vicdani sancıları hissetmemek arzusundan kaynaklanan ahlaki duygulardan kaynaklanan tehdidin kaynağı benliktir (van Gelder, 2016, s. 468). Cezanın suçu azalttığına yönelik düşünceye karşıt fikir geliştiren Shutterland ve Cressey’e göre (1966, s. 342), bu düşünce [ biçimi, haz-ıstırap hesabına göre insanların davranışlarını İ düzenlediğini düşünen hazcı bir yaklaşımı temel almaktadır. Hazzı t deneyimlemek ve acıdan kaçınmak ilkesi ile suçtan uzak olmayı | açıklayanlara karşı Hirschi ve Gottfredson, suçluların acıdan kaçmak I ve hazzı yaşamak için daha hızlı ve daha etkili bir yol olarak | gördükleri zor kullanma veya dolandırmaya hazır oldukları savmı I ortaya atar (Hirschi & Gottfredson, 2017, s. 635; Jenkins, 2017, s. 11).
Yazarlar suçu, çevresel faktörlerden ziyade bireyin motivasyonu ve eylemleriyle açıklamaya çalışırlar (Jenkins, 2017, s. 11). Motivasyon ise suçtan uzak durmaktan ziyade hedefe her ne olursa olsun ulaşmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hedefe her ne olursa olsun ulaşma arzusu da sapmaya sebep olmaktadır.
Suç Davranışı Sonrası Ortaya Çıkan Duygular
Suç davranışı gerçekleştikten sonra hem fail hem mağdur hem de toplum farklı duygusal tepkiler verecektir. Failde gerçekleştirdiği eylem sonrasında pişmanlık, utanç, onur vb. duygular ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan duygularm farklılaşmasında sosyal ve kültürel yapı etkili olduğu kadar, failin statüsü ile eylemin gizli kalması ya da açığa çıkması da etkilidir. Adam öldürme eylemi ele alınacak olursa: Yaşadığı anlık bir öfke neticesinde eşini öldüren bir kişinin hissedeceği muhtemel duygu pişmanlık ve utanç olacakken, namus cinayeti neticesinde kardeşini öldüren kişinin, ailesinin “namusunu temizleme” vasfıyla yaşayacağı saygınlık hissi ağır basacaktır. Toplum ya da mağdurlar açısından ise faile duyulan hınç, öfke ve nefretle birlikte hak ettiği cezayı almasına yönelik bir istek oluşacaktır. Suçun cezalandırılması isteği karşımıza geleneksel bir duygusal tepki olarak çıkmaktadır (Mestrovic, 1999, s. 73).
İnsanların kararlarında rasyonel olduğunu savunanlar, suçluların kamuoyunun öfkesini bastırması gerektiğine ilişkin talebini içeren cezaların, eylemlerini rasyonel bir şekilde sergilemesine sebep olduğunu belirtmektedir (Karsted, 2011, s. 3). Adalet mekânizmasının önemli ayaklarından biri olan hapsedilmeyle birlikte birey, özgürlüğünün yitimi, utanç, öfke, pişmanlık, endişe gibi çok çeşitli duyguları bir arada yaşamaktadır. Hapishanenin kendine özgü olan niteliklerinin temelinde kurumda kaygının yaratılması vardır (Goffman, 2016, s. 77). Bireyin rasyonel seçiminin bu ortama girmekten kaçınmaya yönelik olması beklenir. Suç davranışı sonrası hissedilecek muhtemel duygu, davranışa yönelik karar aşamasında belirleyici olabilir.
Maruz kalman suç davranışına göre mağdurların duygusal tepkileri değişiklik göstermektedir. Suça yönelik en yaygın duygusal tepki öfke ve şok halidir. Örneğin, araçları çalman kişiler, evleri soyulan kişilere göre daha fazla öfkeye karşılık daha az korku hissederler (Shapland & Hail, 2007, s. 183). Dolandırıcılık mağdurları çoğunlukla utanç, mahcubiyet, keder, üzüntü ve öfke hissederlerken, çok küçük bir oran (%2,3) intihar etme isteği yaşadığmı ifade etmiştir (Dinisman & Moroz, 2017, s. 4). Yapılan araştırmalar, hırsızlık mağduriyeti yaşayanlarm maddi kayıplar dışmda ciddi duygusal sıkıntılar yaşadıklarını ortaya çıkarmaktadır (Reep-van den Bergh & Junger, 2018).
Mağdurun topluma karşı ifade etmekte zorlandığı için kendi içinde yaşadığı duygular da söz konusudur. Tecavüze uğrayan bir kişi saldın esnasmda güçsüzlük ve korku duygularını yaşarken, tecavüz sonrasında en çok suçluluk duygusunun etkisi altmda kalmaktadır (Schwendinger & Schwendinger, 1980, s. 8). Toplumdan gelen değerlendirmelerin ya da imaların, mağduru suçlayıcı şekilde olması, suçluluk duygusunun ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır. Mağdurlarm hem maruz kaldıkları davranışlar hem de adalet ihtiyaçları, çeşitli negatif duyguları deneyimlemelerine sebep olmaktadır. Failin gerçekleştirdiği eylem neticesinde hak ettiği cezayı almasının dışmda mağdurun hissettiklerini de anlamaları arzulanır.
Duyguların adalet sahnesine geri dönmesi olarak nitelenen onarıcı adalet, suçun cezasmm misilleme olduğu adalet fikrine itiraz olarak ortaya çıkmıştır (Ahmed, 2015, s. 247). Bilakis onarıcı adaletin kökleri antik Yunan, Arap ve Roma medeniyetlerine dayanmaktadır (Van Ness, 1986 akt. Braithwaite, 1998, s. 323). Onarıcı adalette l yasaların ihlal edilmesinden ziyade bir kişinin başka bir kişi tarafindan i ihlali neticesinde mağdurun hissettiği acının failce de hissedilmesinin | sağlanarak sebep oldukları korku, öfke, acı gibi duyguların farkma varılması hedeflenir (Johnstone, 2011, s. xi). Suçlunun cezalandırılmasındansa failin mağdurun yaşadığı sıkıntıları hissetmesi löncelenmektedir (Johnstone, 2011, s. 1). Failin eyleminin neticesinde ortaya çıkan zarardan dolayı pişmanlık ve utanç hissetmesi için mağdur ve fail arasındaki diyalog akrabalar, kolluk kuvvetleri ve diğer arabulucularca sağlanır (Mercan, 2020, s. 346).
Suç davranışı sonrasında adaletin sağlanmadığına dair inancı olan mağdurun hissettiği duygular da dikkate değerdir. Adaletsiz muamele gören kişi keder, öfke, güvensizlik duygularını yaşayacak ve bu duygu durumunun üstesinden ancak adaletin sağlanmasıyla gelebilecektir. Kimi durumda adaleti kendisi tesis etmeye çalışırken suça itilebilecektir. Onarıcı adaletin failin cezalandırılmasmdansa faile mağdurun yaşadıklarını hissetmesini sağlaması, mağdurun yaşadığı sıkıntıların verilecek her cezanın mağdur açısından az bulunduğu durumda, kendi deneyiminin karşı tarafça hissedilmesi, mağdurun duygusal yükünü hafifletmektedir. Mağdurun faille kurduğu empati kadar failin mağdura yönelik kurduğu empati, muhtemel suçları önlemeye yönelik başlıca duygusal araçlardandır (Sherman, 2003, s. 10; Braithwaite, 1998, s. 325).
Modern adalet sisteminin yapısı da suç davranışı sonrasında adalet sağlayıcılarının hissettiği bir duygunun açığa çıkmasına sebep olmaktadır. Geçmişte halka ibret olması, suç davranışından uzak kalınması ve korku unsuru olarak bir işlev görmesi için halka açık bir şekilde cezanm infazı gerçekleşmekteydi. Ceza sistemi içinde cezanın seyirlik unsurunun ortadan kalkması yani kapalı kapılar arkasında infaz edilmesi, modern adalet sisteminde cezanm iyileştirme, düzeltme fonksiyonunun öne çıkmasıyla birlikte adalet sağlayıcıları arasında cezalandırmaya yönelik olarak utanma duygusunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Foucault, 2000, s. 10-12). Suçluların seçimlerinin rasyonel olması ve adalet sisteminin halkın duygularım ifade etmek için oluşturduğu cezalandırma mekanizmasının duygusallığı, sosyal politikanın bir paradoksu olarak karşımıza i çıkmaktadır (Sherman, 2003, s. 2). Hem görevlilerin hem de suçluların davranışında etkili olan duyguların etkilerinin yönetimi ve tanınmasının açıklanması olarak ifade edilen duygusal zekâ adaleti 1 paradigmasını ortaya atan Sherman (2003, s. 2, 6), bu paradigmanın güncel uygulamalara radikal bir alternatif olarak alınması gerektiğini belirtmektedir.
Sosyal Kontrol Mekanizmasının Oluşumunda Duyguların İşlevi
Duygular salt suçların ortaya çıkmasında hızlandırıcı faktör olarak rol almayıp aynı zamanda sosyal kontrol mekanizmasının çalıştırılmasında rol alırlar. Sosyal kontrol yaklaşımları, toplumsal bağların gücüyle suç davranışının negatif yönlü bir ilişkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Toplumsal bağlar ne kadar güçlüyse suç davranışları da o derecede az olacaktır. Toplumdan onay görme ihtiyacı, bireyin toplumsal kabullerin dışına çıkmasını engelleyecek ve suç davranışının neticesinde ortaya çıkacak utanç ve mahcubiyet suçtan uzak durulmasına sebep olacaktır. Utanç ve mahcubiyet tehdidi, muhtemel suç davranışının beklenen faydasını azaltarak yasal yaptırım tehdidine benzer bir işlev görmektedir (van Gelder, 2016, s. 468; Grasmick & Bursik, 1990, s. 840). Resmi yaptırımlarla birlikte kişinin kendi içinden gelen utanç ve topluma karşı hissettiği mahcubiyetin karar verme sürecindeki etkisi birlikte değerlendirilmelidir (Grasmick & Bursik, ,1990, s. 858). Toplumsal bağların gücü her birey üzerinde aynı şekilde etkili değildir. Utanmaya meyilli insanlar gelecekteki davranışlarından kaynaklanabilecek utanç duygusuna karşı daha hassastırlar (Tangney vd., 2007, s. 347). Bununla birlikte toplumsal bağların gücünden ziyade toplumda öne çıkan değerlere ulaşma ve neticesinde toplumdan onay görme ihtiyacı, kimi zaman suç davranışının ortaya çıkmasına sebep, olmaktadır.
Bireyin karakterinin saygı kazanma ya da kazanamamasıyla toplum tarafmdan şekillendirildiğini belirten Sennett, bunun üç yolu olduğundan bahseder: îlki kendisini, yeteneklerini geliştirmek, İkincisi kendini önemsemek ve üçüncüsü ise geri vermek (değiş [ tokuş)tir. Bu üç yolun her birinin oluşumunda eşitsizlik belirleyici bir rol oynamaktadır (Sennett, 2019, s. 77-78). Kendini gerçekleştirmek, tüketim toplumunda elle tutulabilir somut bir ürün olarak değil, daha çok bir tatmin, heyecan, tutku, ferahlama ya da rahatlama hissi biçiminde sunulan ve söz konusu kişiye özel hizmetlerin üretiminde vazgeçilmez olan öncelikli şeyin, duygulanımın ve duyguların yaratılması ve manipüle edilmesi şeklinde gerçekleşir (Göktürk & Çokadar, 2021, s. 351). Eşitsizliğin olduğu bu yapı, bireylerin gayrimeşru yollara girmesine vd/ya muhatabm olumsuz duygular yaşamasına katkı sağlamaktadır. Toplum nezdinde zekâsını, yeteneklerini heba eden kişiye saygı duyulmaz fakat sahip olduklarının sınırlarını zorlayan birey çalışkan, azimli, yetenekli olarak addedilir ve saygı duyulur. Toplumsal ve kültürel yapı bu hedeflere ulaşmanın yollarını tanımlar, düzenler ve kontrol eder (Merton, 1968, s. 187). Toplumsal olarak onaylanan hedeflere ulaşma arzusu kimi zaman bireylerin yapısal olarak belirlenenin dışma çıkarak illegal yollara başvurmasına sebep olur.
Kendini önemsemek, diğerlerinde korku ya da korkuyla karışık saygı uyandırma veya başkasına muhtaç olmama ve kendine yetebilme yoluyla gerçekleşir (Sennett, 2019, s. 78). Muhtaç olma hali bir yandan bireyin kendisinde mahcubiyet duygusunun oluşmasma sebep olurken diğer yandan toplumun kişiye saygı göstermemesi sonucunu doğurur. Ortaya çıkan utanç duygusunu gidermek isteyen birey, kendisini utandıracak başka sonuçları ortaya çıkarabilecek yolları seçerek sapma davranışları sergileyebilir. Birey, bu eylemlerinin sonucunda, ulaşmak istediği hedefi olan ihtiyaçlarının giderilmesine odaklandığından, sergilediği sapma davranışının gizli kalmaması, açığa çıkması vb. neticeleri göz ardı etmektedir. Nihayetinde kendine yetemeyişinin oluşturduğu utanç duygusu, işlediği suçun ortaya çıkmasının getirdiği utanç ve suç işlemenin getirdiği vicdan azabıyla birleşir. Bazı çalışmalar utanç duygusundan I ziyade suçluluk duygusunun insanların ahlaki normlara uyma I konusunda daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Tangney vd., I 2007, s. 355).
Suç Korkusu
Kriminoloji ve viktimoloji araştırmalarının önemli bir bölümü suç korkusuna (suç endişesi olarak da literatürde yer bulmaktadır) odaklanmaktadır. Suç mağduriyeti yaşama korkusu, sosyo-ekonomik yapı, cinsiyet, daha önceden suça maruz kalma deneyimi olma ya da olmama gibi faktörlerle suç davranışı arasmdaki ilişkiyi tespit etmeye yönelik çalışmalar söz konusudur. Suç korkusu endişe, öfke, korku ve kırılganlık gibi pek çok duyguyu barındırmaktadır (Dolan & Peasgood, 2007, s. 122). Mağduriyet anketleri aracılığıyla ölçülmeye çalışılan suç korkusuna yönelik, anketin yapılandırılma biçiminden dolayı suç korkusunu abartma potansiyeli olduğu şeklinde eleştiriler de yapılmaktadır (Farrall & Gadd, 2004, s. 494; Lee, Jackson & Ellis, 2020, s. 3). Suç korkusunu açıklamaya çalışan farklı yaklaşımlar farklı faktörleri dikkate almışlardır. Skogan ve Maxfield’ın geliştirdiği dolaylı mağduriyet yaklaşımı, suç korkusunun daha önce suç mağduriyeti yaşamayan bireylerin de deneyimlediği bir korku olduğuna odaklanır. Bireylerin dolaylı olarak edindiği suça ilişkin bilgiler suç korkusunun yaşanmasına sebep olmaktadır (Skogan & Maxfield, 1981, s. 2). Mekânsal düzensizlikler, yaşam tarzı ve gündelik aktiviteler de suç korkusuna sebep olmaktadır. Bireylerin yaşam tarzlarmdan dolayı, riskin daha fazla olduğu saatlerde veya yüksek riskli bölgelerde bulunduklarında, suç mağduru olma riskleri artmaktadır (Garofalo, 1986, s. 135). Bu durumu yaşayan bireyler, suç korkusunu daha fazla deneyimlemektedir. Ayrıca yapılan araştırmalar kadınların, yaşlıların, çocukların yani kırılganlıkları daha yüksek olan bireylerin, suç korkusunu daha fazla yaşadıklarını ortaya koymaktadır > (Panek, Ivan & Mackova, 2019, s. 3). Örneğin, gece vardiyasmda I çalışan bir kadmın suça maruz kalma riski hem rutin faaliyeti hem de kırılganlığı yüksek grupta olmasından dolayı daha yüksektir.
Çevresinde suça maruz kalan kişilerin olması ya da medyadan edindiği bilgiler, suça daha önce hiç maruz kalmayan bir kadmda, gece I vaktinde ev dışında olmasmdan ve cinsiyetinden dolayı suç korkusu deneyimlemesine sebep olmaktadır.
Sonuç
Her ne kadar duygusal zekânın öneminin anlaşılmasıyla birlikte duyguların rolüne gösterilen dikkatte bir artış söz konusu olsa da gündelik hayatta akla, mantığa yönelik iltimas halen geçerliğini sürdürür gözükmektedir. Akla ve mantığa yönelik iltimastan bahsetmek mantığın önemsiz olduğunu düşündürmemelidir. Bilakis duygu-akıl ikiliğinde duyguya hak ettiği itibarın iade edilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Akademik dünyanm literatüre sunduğu katkılar dolayısıyla eylemlerin tetikleyicisi olma özelliğine sahip olan duygular ile akim sağduyusunun birbirinden ayrı değerlendirilmemesi gerektiği, birbirleriyle iç içe olduğu ortaya çıkmıştır. Duygu ve akıl arasındaki hiyerarşinin bozulması sürecinde duygunun öncelenmesinden ziyade duygu ve akıl arasındaki karşılıklı ilişki gözden kaçırılmamalıdır. Suç davranışının gerçekleşmesinde karar verme aşaması duygu ve akim karşılıklığıyla meydana gelmektedir. Suç davranışının oluşumunda duygulara yer vermek, suç davranışının oluşumuna yönelik çalışan klasik kriminoloji teorilerinin ortaya koyduğu toplumsal yapı, cinsiyet vb. faktörlerin etkisini göz ardı etmeyi gerektirmez. Bu durum suç davranışının oluşumunda toplumsal yapmm, kültürün, bireyin öznel faktörlerinin, habitusunun vb. yerinin olmadığı anlamma gelmemelidir.
Suç davranışı ve duygular ilişkisinde, suçun oluşumunda duyguların etkisi olduğu kadar mağdurun hissettiği duygular da önemlidir. Kriminoloji ve viktimolojinin suça ve mağdura ilişkin daha fazla problemi anlamlandırabilmesi, açığa çıkarabilmesi ve suç davranışının azaltılmasına yönelik hedeflere sunacağı katkıları artırabilmesi için suç davranışı öncesi ve sonrasmda, failde ve mağdurda ortaya çıkan farklı duygulara ve oluşma koşullarına daha çok yer vermeleri gerekmektedir.
Toplumsal normların bireyleri suç davranışından uzak tutmaya yönelik etkisine rağmen işlenen suçların varlığı, norm ihlallerinin neticesinde elde edilecek faydaların öne çıktığını ya da anlık duygular neticesinde gerçekleştirilen suçların olduğunu ortaya koymaktadır. Çeşitli duygularla gerçekleştirilen norm ihlalleri neticesinde de bireyde normların içselleştirilmesi ölçüsünde bazı negatif duygular meydana gelebilir. Bir başka deyişle, herhangi bir duygunun sebep olduğu suç davranışı bambaşka bir duygunun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla, duygu ve suç arasındaki ilişkinin çok boyutluluğu nedeniyle suç çalışmalarında duyguya daha fazla yer açılması gerekliliği tekrar ortaya çıkmaktadır.
Kriminoloji ve viktimoloji çalışmalarmda duyguların kapsadığı yer açısmdan onarıcı adalete verilecek önemin artırılması önemli ve gereklidir. Onarıcı adalette mağdurun hissettiği duygunun failce anlaşılması muhtemel suçlarm azaltılmasına katkı sağlayacaktır.
Editör:İbrahim Yücedağ – Duygular Sosyolojisi, Sosyolojide Duyguların İzini Sürmek,syf:55-84
Kaynakça
Agnew, R. (1992). Foundation fbr a general strain theory of erime and delinquency, Criminology, 30(1), 47-88.
Ahmed, S. (2015). Duyguların kültürel politikası. S. Komut (Çev.). Sel Yayıncılık.
Ahmed, S. P., Bittencourt-Hewitt, A. & Sebastian, C. L. (2015). Neurocognitive bases of emotion regulation development in adolescence. Developmental Cognitive Neuroscience, 15,11-25.
Barbalet, J. M. (Ed.) (2002). Emotions and sociology. Blackwell Pubhshing.
Barbalet, J. M. (2004). Emotion, social theory and social strueture: A Macro sociological approach. Cambridge University Press.
Becker, G. S. (1968). Crime and punishment: An economic approach. Journal of Political Economy, 76(2), 169-217.
Bourdieu, P. & Wacquant J. D. (2003). Düşünümsel bir antropoloji için cevaplar. N. Ökten (Çev.). İletişim Yayınları.
Braithwaite, J. (1998). Restorative justice. M. Tonry (Ed.), The handbook of crime and punishment (s. 323-344). Oxford University Press.
Broidy, L. M. (2001). A test of general strain theory. Criminology, 39(1), 9-36.
de Haan, W. & Loader, I. (2002). On the emotions of erime, punishment and social control. Theoretical Criminology. 6(3), 243-253.
Dilekler, t., Törenli, Z. & Selvi, K. (2014). Öfkeye Farklı Açılardan Bakış: öfkenin Mekanizması, Farklı Psikopatolojilerde Öfke ve Terapistin Öfkesi. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 1(3), 44-59.
Dinisman, T. & Moroz, A. (2017). Understanding victims of erime: The İmpact of the erime and support needs. London: Victim Support.
Dolan, P. & Peasgood, T. (2007). Estimating the economic and social costs of the fear of erime. The British Journal of Criminology. 47(1), 121-132.
Elias, N. (2000). Uygarlık süreci: Sosyo-oluşumsal ve psiko- oluşumsal incelemeler Cilt 1: Batılı dünyevi üst tabakaların davranışlarındaki değişmeler. E. Ateşman (Çev.), İletişim Yayınları.
Elias, N. (2002). Uygarlık süreci: Sosyo-oluşumsal ve psiko- oluşumsal incelemeler Cilt 2: Toplumun değişimleri bir uygarlaşma teorisi için taslak. E. Özbek (Çev.), İletişim Yayınları.
[ Ellsworth, P. C. & Smith, C. A. (1988). From appraisal to emotion: Differences among unpleasant feelings. Motivation and Emotion, 12(3), 271-302.
| Farrall, S. & Gadd, D. (2004). Evaluating Crime Fears: A Research note on a pilot study to improve the measurement of the ‘fear of erime’ as a performance indicator. Evaluation. 10(4), 493-502.
■ Foucault, M. (1991). Annemi, kızkardeşimi ve erkek kardeşimi katleden, ben Pierre Riviere: 19. Yüzyılda bir aile cinayeti. E. Yıldırım (Çev.). Ara Yayıncılık.
■Foucault, M. (2000). Özne ve iktidar. F. Keskin (Çev.). Ayrıntı Yayınları.
| Garofalo J. (1986) Lifestyles and Victimization: an Update. Fattah E.A. (Ed.), From crime policy to victim policy (s. 135-155), Palgrave Macmillan. https://doi.org/10.1007/978-l-349-08305- 3_7
Goffman, E. (2016). Tımarhaneler: Akıl hastalarının ve kapatılmış diğer kişilerin toplumsal durumu üzerine denemeler. E. Ancan (Çev.). Heretik Yayınları.
Göktürk, G. & Çokadar, A. (2021). Neoliberal ve Postmodern Deneyimler Arasında Bir Edinim: Kişisel Gelişim. Sosyal Bilimler Dergisi, 8(55), 336-355.
Grasmick, H. G. & Bursik R. J. (1990). Consciense, significant others, and rational choice: Extending the deterrence model. Law and Society Review, 24(3), 837-862.
Güloğlu, M. F. (2022a). Mülteciliğe tutulmak: Fenomenlojik bir düşünüm. Başkan B. & Kula M.E. (Ed.), Uluslararası göç ve mültecilik (s. 165-194), Siyasal Kitabeyi.
Güloğlu, M. F. (2022b). Baba otoritesi: Bir aile sosyolojisi denemesi. Sakarya Üniversitesi Yayınları.
Heise, D. R. (1987). Affect eontrol theory: Concepts and model. Journal of Mathematical Sociology, 73(1-2), 1-33.
Hirschi, T. (1969). Causes ofdelinquency. Berkeley and Los Angeles, University of Califomia Press.
Hirschi, T. &Gottfiredson M. R. (Ed.) (2017). The Generality of deviance. Routledge.
Houghton, D. T, (2021). Siyaset Psikolojisi: Durumlar, bireyler, olaylar. H. înanç & D. Şekeroğlu (Çev.). Bilge Kültür Sanat.
Jenkins, W. J. (2017). Michael R. Gottfredson and Travis HirschVsa general theory of erime. Routledge.
Johnstone, G. (2011). Restorative justice: Ideas, values, debates- Routledge.
Karsted, S. (2011). Handle with çare: Emotions, erime and justice. S« Karsted, I. Loader&H. Strang (Ed.), Emotions, erime and justice (s. 1-19), Hart Publishing.
Keltner, D. & Lemer, J. S. (2010). Emotion. D. T. Gilbert, S. T. Fiske & G. Lindzey (Ed.), The Handbook ofsocial psychology (s. 317- 352), Wiley.
Kemper, T. D. (1978). Toward a sociology of emotions: Some problems and some Solutions. American Sociological Association, 73(1), 30-41.
Kemper, T.D. (1987). How many emotions are there? Wedding the social and autonomic components. American Journal of Sociology, 93(2), 263-289.
Layder, D. (2010). Sosyal teoriye giriş. Ü. Tatlıcan (Çev.). Küre Yayınları.
Lee, M, Jackson, J. & Ellis, J. R. (2020). Functional and dysfunctional fear of erime in inner Sydney: Findings from the quantitative component of a mixed-methods study. Australian and New Zealand Journal of Criminology, 0(0), 1-22.
I Lemer, J. S. & Keltner, D. (2001). Fear, anger, and risk. Journal of Personality and Social Psychology, 37(1), 146-159.
I Loewenstein, G. F., Weber, E-, U., Hsee, C. K. & Welch N. (2001). Risk as Feelings. Psychological Bulletin, 127(2), 267-286.
■Mercan, B. A. (2020). Doing criminological research: Affective States versus emotional reactions. Theoretical Criminology, 24(2), 335-352.
Moors, A., Ellsworth, P. C., Scherer, K. R. & Frijda, N. H. (2013). Appraisal theories of emotion: State of the art and future devolepment. Emotion Review, 5(2), 119-124.
I Merton, R. K. (1968). Social theory and social strueture. The Free Press.
I Mestrovic, S. G. (1999). Duyguötesi toplum. A. Yılmaz (Çev.). Ayrıntı Yayınları.
——— _ Duygular Sosyoljisi – Sosyolojide Duyguların İzini Sürmek_______
Nagin, D. S. (2007). Moving choice to çenter stage in criminological research and theory: The American society of criminology 2006 sutherland address. Criminology, 45(2), 259-272.
Panek, J., Ivan, I. & Mackova, L. (2019). Comparing residents’ fear of erime with recorded erime data—Case study of ostrava, czech republic. International Journal of Geo-Information. 8(9), 1-15.
Payne B. K., & Policastro C. (2016). Interventions, Policies, and Future Research Directions in Family Violence. C. A. Cuevas & C. M. Rennison (Ed.), The Wiley handbook on the psychology of violence (s. 353-369), John Wiley & Sons Ltd.
Pedersen, P. P. (2000). J. M. Barbalet: Emotion, Social Theory and Social Structure – A Macrosociological Approach. Açta Sociologica. 43(1). 281-284.
doi: 10.1177/000169930004300311.
Reep-van den Bergh, C. M. M. & Junger, M. (2018). Victims of eybererime in Europe: A review of victims surveys. Crime Science, 7(1), 1-15.
Ritzer, G. (2011). Toplumun McDonaldslaş tinim ası: Çağdaş toplum yaşamının değişen karakteri üzerine bir inceleme. Ş. S. Kaya (Çev.). Ayrıntı Yayınları.
Robinson, D. T., Smith-Lovin, L. & Wisecup, A. K. (2006). Affect control theory. P. J. Burke (Ed.), Contemporary social psychological theories (s. 179-202), Stanford University Press.
Roth, M. P. (2017). Göze göz: Suç ve cezanın küresel tarihi. Banşhan Erdoğan (Çev.). Can Yayınları.
Schwendinger, J. & Schwendinger, H. (1980). Rape victims and the false sense of guilt. Crime and social justice, 13, 4-17.
Shalvi, S., van Gelder, J. -L. & van der Schalk, J. (2013). Emotional justifications for unethical bahavior, J. -L. van Gelder, H-
Elffers, D. Reynald & D. S. Nagin (Ed.), Affect and cognition in criminal decision making (s. 179-193), Routledge.
Shapland. J. & Hail, M. (2007). What do we know about the effects of erime on vietims? International Review of Victimology. 14(2), 175-217.
jseheler, M. (2015). Hınç. A. Yılmaz (Çev.). Alfa Yayınları.
Sennett, R. (2012). Karakter aşınması: Yeni kapitalizmde işin kişilik üzerindeki etkileri. B. Yıldırım (Çev.). Ayrıntı Yayınları.
Sennett, R. & Cobb, J. (2017). Sınıfın gizli yaraları. M. K. Coşkun (Çev.). Heretik Yayıncılık.
Sennett, R. (2019). Saygı: Eşit olmayan bir dünyada. Ü. Bardak (Çev.). Ayrıntı Yayınları
Sherman, L. W. (2003). Reason for emotion: reinventing justice with theories, innovations, and research — The American society of criminology 2002 presidential address. Criminology, 47(1), 1- 38.
Skogan, W. G., & Maxfield, M. G. (1981). Coping With Crime: Individual and Neighborhood Reactions. Sage Publications.
Tangney, J, Stuewig J. & Mashek D. (2007). Moral emotions and moral behavior. Annual Review of Psychology, 58, 345-372.
TDK. https://sozluk.gov.tr/ Erişim tarihi: 20 Haziran 2022.
Thoits, P. A. (1989). The sociology of emotions. Annual Review of Sociology, 15, 317-342.
Türk, A. T. (1991). Seductions of criminology: Katz on magical meanness and other distraetions [Review of seductions of crime: moral and sensual attractions in doing evil, by j. Katz]. Law & Social Inquiry, 76(1), 181-194. Erişim:
http://www.jstor.org/stable/828553.
Üçer, M. B. (2016). Sınıflar ve duygulan: Tabakalaşma çalışmalarında duygulara yer açmak. Sosyoloji Dergisi, 36(1), 227-247.
van Gelder, J. -L. (2017). Emotions in offender decision making. W. Bernasco& J.-L van Gelder (Ed.), The Ozford handbook of offender decision making (s. 466-478), Oxford University Press.
Vassaf, G. (1992). Cehenneme övgü: “Gündelik hayatta totalitarizm”. ö. Madra & Z. Gençosman (Çev.). Ayrıntı Yayınları.
Vertzberger, Y.Y.I. (1990). The World in their minds: Information Processing, cognition, and perception in foreign policy decisionmaking. Stanford University Press.
Wilson, J. Q. & Kelling, G. L. (1982). Broken Windows: The poliçe and neighborhood safety. The Atlantic Monthly, 249(3), 29-38.
Yıldız, E. (2007). İnsan duygularıng^yeni bir yaklaşım: Duygu sosyolojisi. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Düşünceler Hakemli E-Dergisi. (2), 129-146. Erişim:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/674434.
Zajonc, R. B. (1998). Emotions, D. T. Gilbert, S. T. Fiske, & G. Lindzey (Ed.), The handbook ofsocial psychology (s. 591—632), McGraw-Hill.
Zimbardo, P. G. (1970). The human choice: Individuation, reason, and order versus deindividuation, impulse, and chaos, W. J. Amold & D. Levine (Ed), 1969 Nebraska Symposium on Motivation (s. 237-307), University of Nebraska Press.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…