Yazar: Prof. Dr. Yavuz Köktaş
Evvel emirde söyleyeyim: Elbette Modern durumlar var, dikkate alınacaklardır. Ancak öyle hakikatler var ki, modern durum ne olursa olsun bu hakikatler onlara feda edilemez. Bunu hatırlatmama bir tarihselcinin şu ifadeleri sebep oldu: “Bizim İslâmî gelenekteki hâkim görüşten farklı bir vahiy anlayışını benimsememiz, durduk yere muhalif bir görüş üzerinden sansasyon yaratmaya çalışmakla değil, hem İslam karşıtı çevrelerin Kur’an’a yönelik itirazlarını geçersiz kılmak hem de zihnimize üşüşen çetrefil sorulara cevap bulmak gayretiyle irtibatlıdır.”
Gelin mantıksal bir kurgu yapalım: Biz meğer ne yapıyor muşuz? Gelenekte hakim bir düşünce(ler) var. Bu düşünce 19. asra kadar geldi. Hiçbir sorun olmadı. Sonra modernizm, rasyonalizm, oryantalizm peydah oldu. Bunlar saldırdı da saldırdı. Bu durumda gelenekteki hakim düşünce(ler) sorun olmaya başladı. Biz de gelenekteki hakim düşünce(ler)i bu saldırıları bertaraf etmek ve Kur’an’a yönelik itirazları geçersiz kılmak için reddettik, yeni görüşler ileri sürdük! Yani aslında bindiğimiz dalı kesmiş olduk!!
Şimdi temel soru şu: Bizler gerçekten Kur’an’a yönelik itirazları geçersiz mi kıldık yoksa bu itirazlara gereksiz yere malzeme mi sağladık? Bu saatten sonra oryantalistlerin şöyle demesini mi bekliyoruz: “Vay be! Yanılmışız! Biz, kıssalarda tarihsel hatalar var diyorduk, meğer onlar peygamberin formulasyonudur, olabilirmiş! Kur’an’da gramer hataları olduğunu söylüyorduk! Meğer onlar peygamber fomulasyonuymuş, olabilirmiş! Kur’an’ın belağat eseri olamayacağını, mucize kabul edilemeyeceğini söylüyorduk! Meğer peygamber fomulasyonu! Olabilirmiş! Kur’an savaşı, şiddeti öneriyor, diyorduk! Meğer bunlar peygamberin formulasyonu. Olabilirmiş!” Bu saatten sonra bunlar ikna mı olmuş olurlar, hidayete mi ererler yoksa sevinçten göbek mi atarlar, siz karar verin. Allah’ı kurtarmak adına peygamberi feda etmek… Bu nasıl akıl almaz bir dönüşümdür!!
Şu “İslam karşıtı çevrelerin Kur’an’a saldırıları” klişesini yabana atmayın! Ayakların kaymasına çoğu kere bu klişe sebep olmuştur. Edip Yüksel atesitlere cevap vermek için yola çıktı. Ne edip kalabildi ne de yüksek!! Alçaltı da alçaltı… Muhtemelen Adnan hoca da kedicikleriyle İslam karşıtı çevrelere İslam’ın ne kadar modern olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Niyeti halisti en azından!! Yukarıdaki satırların yazarının hiç hazzetmediği Fetullah Gülen de aslında modern duruma intibak edip İslam karşıtlarına İslamın gülen yüzünü göstermek istiyordu. Ne vardı ki, bu niyette!! Turan Dursun’a cevap yetişirmek için az hadis reddedilmedi!! İlhan Arsel’in “Şeriat ve Kadın” kitabına cevap yetiştirmek için kadınla ilgili ne kadar hadis varsa reddedildi. Bunun adı da cevap oldu maalesef!
İslam karşıtı çevreleri dikkate almak başka onların yörüngesine girmek başkadır. İşte Fazlur Rahman bunun tipik örneğidir. Muhtemelen o da İslam karşıtı çevrelerin Kur’an’ı geçersiz kılan hatta sünneti yanlış değerlendiren anlayışlarına cevap vermek istiyordu. Sonuçta ne oldu? Küçücük bir çizgi hariç onlar gibi düşünmeye başladı. “Yaşayan Sünnet”le ilgili görüşleri bunun açık göstergesidir. Önce oryantalistlerin “yaşayan gelenek (tradition)” anlayışıyla hesaplaşır, vardığı yer, “yaşayan gelenek” yerine “yaşayan sünnet”i koymak olur. Kulağa hoş gelen bu tabir artıl İslam düşüncesine ait değildir. Zira yaşayan sünnet, nebevi sünnetin yorumudur.
Hadisler de bu yaşayan sünnetlerin söz ile Peygambere formule edilmesidir. Oryantalistler hadisler uydurmadır der, Fazlur Rahman yaşayan sünnetin, sözle peygambere fomule dilmesi. Yaşayan sünnet neydi? Yorumlar, fetvalar, içtihadlar… Şimdi farkı anladınız mı? Daha doğrusu farksızlığı!! Fark, uydurma ve formule arasındaki fark kadardır, ne kadarsa bu!! İşte oryantalistin “Kur’an Muhammed’in sözüdür” demesiyle müslümanın “Kur’an, Muhammed!in Allah’tan aldığı mefhumu lafız kalıbına kendisinin dökmesidir” demesi arasındaki fark da ne kadarsa o kadardır?! Şimdi biz “kücücük bir farkımız kaldı ya! O, bizi müslüman kılıyor” diye sevinmeli miyiz? Yoksa “yahu nerdeyse fark ortadan kalkacak, oryantalistlere çok yaklaştık” diye düşünüp ağlamalı, kaygı mı duymalıyız? İşte oryantalistlerle bu kadar hemhal olmak, onların kanaatlerini esas kabul etmek insanı bu şekilde tarihi çarpıtmaya, delilleri saptırmaya kadar götürür. Maalesef Fazlur Rahman’ın talebeleri de aynı yolun yolcusu gözüküyor.
İslam karşıtı çevrelere cevap vermek için kendi medeniyetini çok iyi bileceksin. Bu medeniyete sarsılmaz bir iman ile bağlı olacaksın ve aslında medeniyetine güveceksin. Ve ondan sonra kalk istediğin cevabı ver! Ama sen önce İslam karşıtı çevrelere güvenip kendi medeniyetine onların gözlüğüyle bakacak olursan varacağın yer de onların dediğinden başkası olmayacaktır!! Dikkat edin, ateistinin, materyalistinin, oryantalistinin ortak olarak İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve sünnetle ilgili çok iddiları vardır. Hepsini saymak olmaz. İslam akla değer vermez; Kur’an’da bilime aykırı ayetler var; İslam kadını aşağılamıştır; İslam dünyaya değer vermez, çileceliği, inziva hayatını savunur; İslam’daki cezalar, dört evlilik, küçük kızlarla evlilik, kadını dövmek, cihad, eşitilik temelinde kadının mirası, şahitliği, erkeğin reisliği, köleli-cariyelik, Allah’ın merhameti, niye dünyada bu kadar zulum var, Allah’ın adaleti; biri müslüman ailede doğuyor, diğer kafir, nasıl oluyor? Kötülük problemi.. İslam kader yüzünden geri kalmıştır; mucizeleler akıl dışıdır, İslam kılıçla yayılmıştır, sevgi bu dinde yoktur vs. vs.
Ne yapalım?
Bu sorulara cevap mı verelim yoksa bu soruların yörüngesinde mi dolaşalım, etkisinde mi kalalım? Eyvah mı diyelim; biz bu “gavur”ları nasıl ikna edeceğiz, diye dizlerimizi mi dövelim?!! Bunların hepsine adam akıllı cevaplar verilmiştir. Arayan elbette bunların cevabını bulur. Ha! İkna olmayacaklar! İşte bu, benim meselem değildir.
Benim meselem önce kendimi ikna etmektir. Ben ikna oluyorsam mesele bitmiştir. Ben ikna olduysam karşıdakini de ikna edebilirim. Zaten çoğu sorun da burdan çıkmıyor mu? Sen daha kendinden haberin yok, kalkıp başkasını ikna etmeye çalışyorsun! Burada asıl mesele bunları gerçek bir sorun olarak görmektir. Oysa değiller! Bunlar bizim önümüze sorun olarak konular sanal gerçekliklerdir. Bunu bilelim de ondan sonra bunlara bakalım. Yani önce sağlam bir imana sahip olalım, peygamberimizi, ashabımızı, alimlerimizi, tarihimizi, medeniyetimizi bilelim, tanıyalım, ondan sonra diğerlerinin icabına çok rahat bakılır.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim: Biz müslümanlar batılıları, oryantalistleri çok eleştirmişizdir, eleştiriyoruz da. İstisnalar hariç kaç kişi bu eleştirileri kaale almış, kendine mesele yapmıştır? Bırakın kaale alıp kendine mesele yapmayı kaç kişi bunlara dönüp bakmıştır? Umurlarında bile olmamıştır. Umurlarında olsaydı, dünyanın hali böyle olmazdı!! Batı en nihayetinde güç demektir. Haklı olmayı güçlü olmakta görür. Bizim tenkitlerimizi onlar hiç kaale almıyor da biz onların tenkidini duyunca neden iki ayağımız bir papuca girer oluyor, şaşırıp kalıyoruz?
Neden?
Bu şaşkınlıkla cevap veriyoruz. Bu da cevap değil, onların yörüngesine girmekle sonuçlanıyor. Oysa paniğe gerek yok. İman varsa panik yok demektir. Onlar galip olabilir ama bizce zillet içindedirler. Biz ise mağlup olabiliriz ama izzet sahibiyiz, çünkü imanımız var. Eğer izzetimizde problem varsa zaten imanımızda da bir problem var demektir. Demek ki, İslam karşıtı çevreleri dikkate almak ama abartmamak gerekir. Demek ki, İslam karşıtı çevreleri dikkate almak ama yörüngelerine girmemek gerekir. Demek ki, sağlam bir iman, sağlam bir ilim alt yapısı yoksa İslam karşıtı çevrelerin fikir ve iddialarına da bulaşmamak gerekir. Vesselam.
Kastamonur.com
0 Yorumlar