Sır, ancak sırrı bilenle eşittir. Sır, onu inkar eden kişinin kulağına söylenmez. Fakat Allah’dan davet etme emri gelince artık halkın kabul edip etmemesiyle ne işimiz var?
Nuh, tam dokuz yüz yıl kavmini davet edip durdu. Her an da kavminin inkarı arttı. Fakat söylemeden vazgeçti mi? Hiç sükut mağarasına çekilmeye kalkıştı mı?
Köpeklerin havlaması ile kervan, hiç yolundan kalır mı? Ay ışığı olan gecede dolunay, köpeklerin havlaması ile yürüyüşünü ağırlaştırır mı, dedi. Ay, ışığını saçar, köpek de havlar durur. Herkes, yaradılışına göre bir hizmette bulunur. Takdir herkese bir hizmet vermiş, herkesi bir işe layık görüp iptilaya salmıştır.
Ay der ki: Köpek, o pis sesini bırakmıyorsa ben ayım, gidişimi nasıl bırakırım ki? Sirke, sirkeliğini artırdıkça şekerin artması gerek. Kahır, sirkedir, lütuf da bala benzer. Sirken gübinin temeli bu ikisidir. Bal, sirkeden az oldu mu sirken gübin iyi olmaz.
Nuh’un kavmi de, ona sirke döküp duruyorlardı, fakat Allah’ın lütuf ve ihsan denizi ona daha fazla şeker dökmekteydi. Onun şekerine cömertlik denizinden yardım edilmekte idi de o yüzden alem halkının sirkesinden fazlaydı onun şekeri.
Tek bir kişi ama bine bedel… Kimdir o? Allah velisi. Hatta o yüce Allah kulu, yüzlerce zamanın tek eridir. Denize bir yol bulmuş olan küpün önünde ırmaklar bile diz çöker. Hele şu deniz yok mu? Bütün denizler, bu örmekleri, bu sözleri duyunca ulu bir ad, küçücük, ehemmiyetsiz bir ada eş oldu diye utançlarından ağızları acılaşır.
Bu dünyanın o dünya ile birleşmesinden bu dünya, utanır, ortadan kalkar. Bu söz dardır, derecesi pek aşağıdır. Yoksa bayağı bir şeyin hasın hası ile ne münasebeti var? Kuzgun, bağında kuzgunca bağırır. Fakat bülbül, bunu duyup sesini azaltır mı? Bu “Allah dilediğini yapar” pazarında her ikisi için de ayrı alıcı var.
Mevlana-Mesnevi
0 Yorumlar