Şiir Yazmak Öğrenilir mi?

yazı04-300x212 Şiir Yazmak Öğrenilir mi?

Genç bir şair adayı bana, “Şiir yazmayı çok istiyorum, ancak henüz hiç yazmadım, bana bunun yolunu, ne yapmam gerektiğini anlatabilir misiniz?” diye sordu.

Öyle geldi ki bana, şiirin nasıl yazılacağını biliyorum ve de bunu bir meraklısına anlatıp öğretebilirim. Öylesine saf ve tabii bir ricayla soruyordu delikanlı. Fakat hiç duraksamadan bunun mümkün olmadığını söyledim.

Gerçekten mümkün değil mi? Birlikte düşünelim: İnsanların konuştukları, fakat henüz yazının bulunmadığı çağlara bakalum. Yazılı bir belge elde olmamakla beraber acaba o insanlar, şiir söylemiyorlar mıydı? Ya o resimler. Şiirli resimler. Resimlerle yazılmış şiirler. İnsan hep o insan. Gelişen veya değişen bütün kültürlere rağmen, o değişmeyen, ölüm karşısında irkilen, doğum karşısında içlere sığmaz sevinçlere gark olan, kol kola girip düşmana saldırırken, bir eşyayı, bir kutsal emaneti, bir toprak parçasını, bir namusu korumak veya ileriye götürmek için kahramanlık hisleriyle dolup taşan insan, yazının bilinmediği çağlarda da, eğitim diye görünüşte bir çalışma olmadığı zamanlarda da şiirler söylemiyor muydu? Demek ki vardı şiir. Ancak kimdi şiiri söyleyenler? Bütün bu duyguları bütün insanlar adına dile getirenler. Kimdi bunların hocası, piri, üstadı?

“Şairler, şiir yazmaya mecbur olan insanlardır.” diye anlattı kimileri. Onlara, “İçinize sorunuz, ben yazmalı mıyım diye. Cevap evetse bir şairsiniz siz.” diye karşılık verenler oldu. İlhamın uğrağı olan kişilerden söz edildi. Bunun bir vergi olduğu söylendi. Mutlaka bir yetenek olmalı diye üzerinde duruldu. Sonuç olarak hiç kimse çıkıp da, şiiri öğretebileceğini, bunun dersini okutabileceğini, veya okullara “şiir yazma dersi” konabileceğini söylemedi. İddia etmedi.

Ancak yine de edebiyat tarihlerinde sözü edilen şiir okulları, edebiyat okulları vardır.

Orta çağların Almanya’sında mesela: Esnaf kesiminde gelişen bir hareket, bir şiir hareketi. Şiiri birtakım kalıplardan ibaret sayan, veya şiirin bu kalıplarını kendilerine göre belirlemiş olan insanlar, yanlarına aldıkları çıraklarına şiiri öğretirler.Bu kalıpların dışında yazılmış şiirleri kesinlikle yok sayarlar.Aslolan bu kalıplardır. Böylece bu hareket içerisinde çok uzun yıllar hep aynı tarz şiirler yazılır. Birbirine çok benzeyen yüzlerce, binlerce şiir! Zira ustalar çıraklarından zamanla muhteva bakımından da bazı kaidelere uymalarını isterler… Sonuç olarak bu şiir kalıplarının içini sözcüklerle en iyi dolduran şairler başarılı şairler, büyük şairler olarak alkışlanır, itibar görür. Ne var ki bunlardan, bir dönemin edebiyat tarihi bakımından belirttiği bir özelliğin dışında geriye bir şey kalmaz. Kalmaz ama, bu yapay şairlerin arasında, gerçekten şair olup da o dönemde yaşamış olanlar, sanatın böylesine boğuntuya getirildiği bir zamanda bile, o saçma sapan kalıpların içini şiirle doldurmasını bilirler.

İnceleyin:  Hz. Mevlânâ’nın “NE OLURSAN OL, GEL!” Diye Bir Sözü Yok...

O hâlde şiirin bazı kişilerde doğuştan bir yetenekle ortaya çıktığı noktasında karar kıldık demektir.

Bitti mi? Şiir eğitimi yok mu? Yetenek sadece, yetecek mi?

Yeteneğin eğitilmesi, şiirin büyümesi, şairin büyük şair olması konusunda artık çok girift etkenler rol oynamaya başlıyor. Bahsettiğimiz şiir okulları, kim bilir ne kadar şairi iğdiş edip attı bir köşeye. Belki dahi çapında olanlar paçayı kurtarabildi bundan. Bir de çağımızı düşünün. Genç insanın içinden şiir için kabaran dalgaların nereye, hangi kolaylıklara, hangi kaıplara doğru aktığını düşünün. İdeolojik sloganların el koyduğu körpe yeteneklere bakın, şiir söylemeleri, yeteneklerine rağmen mümkün mü?

Şiir için sağlıklı bir sosyal ortam, kültür saldırılarından azade bir uygarlık, şiire antenleri açık insanlar (şairler), bunların okuyarak, dinleyerek etkilenecekleri, özümleyip sürdürecekleri bir şiir geleneği, ve şairi uyarılarla, hırpalamalarla, edebi dayaklarla yönlendirecek eleştirmenler gerekli.

Eğer yeteneğiniz varsa, yukarıda saydıklarımızın hemen hepsinden mahrum olduğunuzu, bütün bunları kendi içinizde film seti kurar gibi inşa etmeniz gerektiğini bilmelisiniz. Kültür emperyalizminin ortalığı kasıp kavurduğu bir ortamda o azade uygarlığı zihninizde canlandıracaksınız. Kâbe duvarlarında askıya çıkan şiirin macerasından itibaren bugüne kadar gelen şiiri, bir duygu olarak dahi olsa bileceksiniz ve kendi şiirinizin uyarıcısı, hırpalayıcısı, eleştirmeni olacaksınız.

Zor gelmeyecekse buyurun başlayın…

 

Cahit Zarifoğlu – Bir Kelime Daha,syf:47-49

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir