Buralarda bir yerdeydim. Başkaları da vardı ve olageldi. Motor fabrikalarındaki akanbantlar üzerinde kayıp gider gibiyiz. Kimi kavisli, kimi düz, kimi ok gibi, kimi külünk, kimi örse benzeyen… Çeşitli düşünceler, yakalayışlar ve mizaçlar. Kalem tutuşlar ne kadar farklı. Okuyucu onları bir araya getirip makinayı kuruyor mu, yoksa akıp gidiyor mu yazarlar bölük pörçük. Ve yoksa okuyucunun uzmanlaşması diye bir şey yok mu?
Aslına bakarsanız, için için konuştuklarımızın, mantığımızı allak bullak eden seslerin, özlediğimiz bir saadet vaktinin yanık bir kalemi olmaktan başka işimiz ne?
Söyleyeceklerim büsbütün yeni değil, bari güçlü bir hatırlatıcı olayım. Belli bir sanat duyarlılığının sahipleri dışındakilerin de uma
rım bu yazı dikkatlerini çeker. Yani bizimkiler, onları, sapasağlam bakışlarıyla şu yana koyalım.
Ya ötekiler! O değil gibisinden doğarak, tasalandıran bir bencilliğin düzünden geçerek gidiyorlar. Bunlar sadece yarım asır önce komşumuz ve akrabamızdılar. Artık tanışmıyoruz bile. Fakat bakıyorsunuz bozulmanın en çabuk olduğu mahallerde bile onlar, bira yuvalarında, hatta bira kadehlerinin içinde bile kalplerinde o minik ışık büsbütün ölmeden durabiliyorlar. Ve bir gün, beklenmedik bir zamanda, yanan, nemli ve ateşli bakışlarıyla, onlardan biri, dikiliveriyor karşınıza. Dudağında mahçup bir kıvrım. Hiçbir teşrifat kelimesi beklemeden konuşmaya başlıyor:
“Sizinle özel bir meseleyi görüşmek istiyorum.”
Bekliyorum anlatması için. Azıcık susup ne olabileceğini düşünerek. Sanırım ailevi bir sorunu var. Gözündeki bu alevler bir gönül işinin mübarek işaretleri de olabilir. Başkalarının da bulunduğu bir yerde, mümkün olduğu kadar yakınınıza sokularak, yüzü kızarmış, gözleri yakıcı duyguların zoruyla alevlenmiş bu genç ruhun sırrını birazdan öğreneceğimiz bir muhatabı olmalı. Acısı kendi başına üremedi, mutlaka perde aralarından bakan hülyalı bakışlar, akşam karanlığında bir kapı açıp kapayıncaya kadar görünen fakat kasıp kavuran bir siluet…
Habersiz bir sevgili…
Kim bilir daha neler düşüneceğim. Fakat o, bana doğru biraz daha eğiliyor ve başını biraz daha uzatarak sırrını fısıldıyor:
“Ben şiirler yazıyorum efendim!”
Kim bilir daha kimler, kızların yıllardır binbir hayalle dolan çeyiz sandıklarında özel bir sevgi ile açıp kokladıkları bir hatıra gibi, titizlikle sakladıkları şiirlerini “görüşmek” üzere, nihayet, müthiş bir kararla yola çıkacaklar. Bilselerdi ki şiiri makinanın ve eşyanın önüne bir bayrak gibi açıp koşmaları gerek. 11 Ekim Pazartesi günü Galata Köprüsü’nden geçen insanlarla 11 Ekim 1700 tarihinde İstanbul’u dolduran insanlar arasındaki farkı başka neyle kavrayabilirsin? Değişen çocuk oyunları, mimikler, edalar, hatta bilimsel çalışmalar başka hangi araçla yoklanıp kurcalanabilir?
Cahit Zarifoğlu – Bir Kelime Daha,syf:51-52
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…