Şeyh var! Şeyh var!
İster tasavvuf ve tarikat anlamındaki şeyh olsun, isterse diğer ilimlerin hocaları olsun üstadlara hürmet etmek ve tazimde bulunmak dinî geleneğimizde önemlidir. Hz. Ali, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” demiştir. Hakiki mürşidlere gösterilen saygıyı ve bağlılığı onlara çok görmemek gerekir. Üstad hakkı önemlidir. Üstada saygı ilme saygı demektir. Bununla beraber üstada saygı, gerektiği vakit onları eleştirme hakkımızı elimizden almaz. Aslında büyük üstadlar, haklı ve yerinde eleştirilerden asla rahatsız olmazlar, hatta memnun bile olurlar. Çünkü onlar peygamberler hariç hiçbir insanın hatasız ve masum olmadığını gayet iyi bilirler.
Üstadlar, hocaefendiîer ve şeyhler dualarda da asla unutulmaz: “veli-üstadinâ ve li-meşâyihinâ” ibareleri dualarda daima zikredilir. Şeyhi eleştirmeme ve şeyhe itiraz etmeme meselesi sûfîler ve meşâyih arasında değil, sadece tarikat (terbiye) şeyhi ile müridleri arasında bahis konusu olup o da geçici bir döneme mahsustur. Tıpkı Hz. Musa-Hızır kıssasında olduğu gibi. Yolculuk devam ederken ve sâlik, sülük ve seyir hâlinde iken itaat ve teslimiyet şarttır. Gemi ile seyahat eden yolcunun kaptana, uçak ile yolculuk yapanın pilota teslim olması gibi. Hocalık ve üstadlık hukuku da bunu gerektirir. Hocanın talebesi üzerindeki hakkı büyüktür, çoktur. Sülûkünü tamamlayan ve ehliyetini ispatlayan sâlik hürmet ve tazimde kusur etmemek kaydıyla şeyhinin fikir ve kanaatlerini yeni baştan değerlendirme, gözden geçirme, yorumlama, tartışma ve eleştirme hakkına sahiptir.
Pirdaş müridlere gelince bunlar gerektiğinde usul ve adap dairesinde hem birbirine itirazda bulunur ve yekdiğerini eleştirirler hem de diğer tarikat ve şeyhlere bağlı olan mürid ve dervişleri eleştirirler. Unutmamak gerekir ki şeyhler müridlerine önce “tefekkür etmeyi” ve “susmayı”öğretirler, eleştirmeyi ve itiraz etmeyi değil. Zira tasavvufta kıllet-i kelâm ve susmak esastır. Aynı şekilde pirler (pîrân) ve meşâyih birbirini eleştirir ve itirazda bulunabilirler. Bu hususu tasavvuf tarihinden jörneklerle açıklamaya çalışalım:
Aynı zamanda “Hafîfiyye” diye bilinen bir tasavvuf akımının da önderi olan ünlü sûfîîbn Hafif (ö. 371/981) şöyle diyor: “Şeyhlerimizden şu beşine uyunuz ve onları örnek alınız, zira bunlar ilim ile hakikati (şeriatla tasavvufu) cem ve telif etmişlerdir (el-câmi beyne’ş-şerîahve’l- hakîkah). Bunların dışında kalanları ise hâlleriyle baş başa bırakınız.” Demek ki îbn Hafif’e göre her sûfıye uyulmaz, her şeyh örnek alınmaz ancak onlara da saygı gösterilir. İslâm’ın zâhirî hükümleri konusunda bilgili olmayan veya bu tür bilgisi eksik olan ama güzel bir manevi hâle sahip bulunan pek çok sûfî, derviş ve şeyh vardır. îbn Hafif’in nezdinde bunlar saygıdeğer veliler olsalar bile örnek alınmaz, kendilerine tâbi olunmaz. Zira üzerlerinde hâl galiptir, ayrıca bilgileri de ya eksik veya yanlıştır. îbn Hafif yüzlerce, hatta binlerce sûfî ve şeyhi bu bağlamda kibarca eleştirmektedir. Tasavvuf tarihinde bu tarz eleştiriler az değildir.
Sûfîlerin şeyhleri değerlendirdikleri de olmuştur. Mesela îbn Cellâ der ki: “Sehl et-Tüsterî işareti ile,Zünnûn-i Mısrî ibaresi(hikmeti) ile Bişr-i Hafîverâ/takvası ile ünlüdür.
Nakşbendiyyenin Müceddidiyye kolunun kurucusu İmâm Rabbânî’nin (ö. 1034/1624) Mektubâtında“eş-Şeyhu’l-Ekber” diye meşhur olan Muhyiddîn ibn Arabi’nin vahdet-i vücud görüşüne itiraz ettiği ve onu eleştirdiği bilinen bir husustur. Şeyhler lüzum ve ihtiyaç hâlinde birbirlerine itiraz edip birbirlerini eleştirirler ama bir zaruret ve mecburiyet bulmadıkça müridlerinin başka şeyhleri ve onların dervişlerini eleştirmelerine ve onlara itiraz etmelerine izin vermezler, onlarla cedelleşmeyi ise kesinlikle yasaklarlar. Bunun bir gıybet, adam çekiştirme ve dedikodu olabileceğini söyleyerek onlara uyarılarda bulunur, hadlerini aşmamaları gerektiğini tembih ederler. Şeyh için gerekli olan eleştiri müridi için gereksiz, hatta sakıncalı olabilir. Her sözün söyleneceği bir alan ve mekân, herkesin al oynatacağı bir meydan ve uzmanlık sahası mevcuttur. Bu mekânın ve alanın dışına çıkmama hakkına hiç kimse sahip değildir.
Mürid ve dervişlerin şeyhlerinden başkasından ilim ve fikir almadıkları, ulemanın sözlerine ve delillerine kulak aşmadıklarken büyük ve en yüce dinî otorite olarak kabul ettikleri, şeyhlerinden dinledikleri sözlere dayanarak ilmi hakikatleri görmemezlikten geldikleri, ilmi ve ulemayı hafife aldıkları da sıkça ifade edilir ve bundan yakınılır. Bahsedilen husus, bir yandan doğru bir tespittir, diğer yandan sağlam bir temele dayanmayan bir iddiadır. Doğru bir tespittir. Zira ilim adamı birçok dostumun bu tarz gözlemlere sahip olduklarını biliyorum, ayrıca bu durumu yana yakıla bana itade etmişlerdir. Şahsen ben de benzer şeyleri gözlemlemişimdir. Zeki, yetenekli, hevesli ve çalışkan bir öğrenciyle uzun süre ilgilenirsiniz, iyi bir ilim ve fikir adamı olacak diye ümit edersiniz, bu gencin günün birinde yolu bir müteşeyyihe,yani bilgisi eksik, ehliyetsiz ve nakıs bir şeyhe düşer, ona intisap eder, ona verdiğiniz emek ber-hevâ olur, ümidiniz boşa çıkar, hayal kırıklığına uğrarsınız. Çünkü şeyh bir sözüyle gence verdiğiniz bütün bilgi ve fikirleri onun zihninden silmiş süpürmüştür. Böyle vakalar uygulamada sıkça görülür.
Ulemanın, yukarıdaki hususları bahis konusu edip meşâyihten yakınmaları yeni değildir. Şihâbüddîn Muhammed Hâcırmî, AbdurrahmânCâmî’nin (ö. 898/1492) Şeyh Sa’deddîn’in sohbetine incizabından sonra demiştir ki: “Beş yüz yıldan beri Horasan toprağında dânişmendler arasında bir merd-i sâhib-i kemal (kemal sahibi bir er, bir yiğit) zuhûr etti. Onun da Kaşgarlı Şeyh Sa’deddîn yolunu kesip zâyieyledi.”HocaŞihâbüddîn parlak zekalı öğrenci Molla Câmî’yi kaybettik ve bu üstün yetenekli talebe, şeyhe bağlanmak suretiyle zâyi olup gitti diyor. Ancak hakikat acaba böyle mi?
Molla Câmî, şeyhi ile tanıştığında şeyhi şöyle demişti: “Bugün tuzağımıza bir şahin düştü! Hak Teâlâ bu delikanlının sohbetiyle bizi memnun kıldı.”
Bazı gençleri tasavvuf ıslah ve terbiye ediyor, adam ediyor, bazılarını da ziyan ediyor, yeteneklerini yok edip işe yaramaz hâle getiriyor. Şeyh var! Şeyh var!
Tasavvuf ve Tenkid – Süleyman Uludağ