Şeyh diyor ki: Ahmağa edep öğretmek Ebucehil karpuzunu sulamak gibidir. Ne kadar çok su verirsen o kadar acı ürün verir.
—————–
Şeyh diyor ki: Akıllı adam ona derler ki, müşkül bir işle karşılaşsa, onunla ilgili bütün görüşleri toplar, bilinçli bir şekilde bunları inceler ve içinden doğru olanı çıkarıp alır, öbürlerini bırakır. Tıpkı altınını toprakta yitiren kişi gibi. Eğer bu kişi zeki ise o havalideki toprağı toplar, kalburda eler ve altınını bulur.
——————
Şeyh diyor ki: Hakimlerden biri demiş ki; Doğduğunda sen ağlıyor, çev-rendekiler ise gülüyordu, ölürken, senin gülmen, çevrendekilerin ağlamaları için çabala!
Sözün edildi mi
Neşeli neşeli can veririm.
——————-
Şeyhimiz anlatıyor: Şeyh’in şöyle dediğini işitmiştim: Bir fakire sadaka veren kimse, fakirin bu sadakaya muhtaç olduğundan daha çok, kendisinin bu sadakanın esvabına muhtaç olduğunu bilmezse sadakası boşa gider.
Fakih Ebu Ali, Abdullah b. Ömer senediyle Allah Resulünden (s.a.v.) şu hadisi rivayet etmiştir: Üstteki el alttaki elden, yani sadaka isteyenin elinden hayırlıdır. Abdullah b. Ömer demiş ki: Burada üç el bahis konusudur: Üsteki el ki, Allah’ın elidir, orta (vasıta olan) el ki, sadaka verenin elidir. Alttaki el ki, sadakayı alanın elidir. (Hadiste sadakayı verenin eli hiç anılmamış, mukayese Allah’ın eliyle sadakayı alanın arasında yapılmıştır.)
——————
Şeyhimiz bir kere söz arasında şöyle demişti: Resulullah (s.a.v.) buyurdu: Kıyamet Günü ihlas ve şirk getirilir. Âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkarılır. Aziz ve celil Allah ihlasa: Sen ve ihlas ehli cennete; şirke de: Sen ve şirk ehli cehenneme gitsin! buyurur. Allah Resulü (s.a.v.) sonra şu ayeti okudu: “Kim bir sevapla gelirse ona ondan daha hayırlısı var, o gündeki dehşetli korkudan da emin olur” (Nemi, 27:89).
——————
Rivayet ederler ki, adamın biri Bağdat’tan kalkıp Mihene’ye, Şeyh’in yanına geldi ve sordu: Ey Şeyh! Hak Tealâ ve Subhanehu şu halkı niçin yarattı? Onlara ihtiyacı mı vardı? Şeyh, hayır, dedi. Şu üç şey sebebiyle onları yaratmıştır: ı) Çok muazzam bir kudreti var, bunu temaşa edecek kimseler lazımdı. 2) Hadsiz hesapsız nimetleri var, bunları yiyecek kimseler lazımdı. 3) Pek çok rahmeti var, bundan yararlanacak günahkârlar lazımdı.
——————
Şeyh’e sordular: Gece hırsızlık yapan, gündüz namaz kılan bir adam hakkında ne dersin? Cevap: Bunda şaşılacak bir şey yok, göreceksiniz, gündüz kıldığı namazın bereketi gece hırsızlık yapmasına engel olacak!
——————
Meşayihten biri, Ey Şeyh! Seni rüyada gördüm ve sordum: Şu nefsin elinden kurtulmamız için ne yapmamız lazım! (Şimdi yine bunu soruyorum.) Şeyh’in cevabı: Hiçbir şey yapman gerekmez, şundan dolayı: Takdir edilen her şey gerçekleşir, bunu önlemek mümkün değildir. Eğer Hak takdir etmiş ise onu gerçekleşmesi için başarı imkânı (tevfık) verir, takdir etmemiş ise takdir edilen şeyden ne az ne çok, ne sonra ne önce zerre kadar bir şey olmaz. Eğer Allah bir şeyi irade ederse o şeyi talep etmeni sağlar.Hakikat de o seni talep edince seni talepkâr kılar.
——————
Rivayet ederler ki, Hoca Ali Habbaz Ebiverd’e gitmek üzere Merv’den Mihene’ye gelmişti. Şeyh mecliste oturmuş, yanında da Hoca Ahmed b. Nasr ve daha birçok şeyhler vardı. Sohbet ediyorlardı. Söz arasında dünya ehli bir zenginden bahsedildi. Hoca Ali Habbaz: Evet, dedi; o himmet sahibi bir erdir. Şeyh: Ama dedi, mürüvvet sahibi olması lazım. Onunkine himmet demezler, emel derler. Mal harcayan kimseye himmet sahibi değil, emel sahibi derler. Himmet sahibinin aklından Hak’tan başka hiçbir şey geçmez.
——————
Rivayet ederler ki, Şeyh (k.r.a.) bir gün mescitte otururken sakalına bir saman çöpü düştü. Dervişin biri elini uzatıp bu çöpü aldı ve mescide attı. Şeyh ona dönüp: Yâ ahi (birader) şu yaptığın iş sebebiyle ulu ve yüce Allah’ın, yedi kat göğü yeryüzünün üzerine yıkarak onu yok etmesinden korkmuyor musun? Allah Tealâ yüzü, bu kadar şerefli olduğu halde mescidin toprağına koyup secde etmeni emretmiş ve: “Secde et ki, bana yaklaşasın” (Alak, 96:19) buyurmuştur. Bu saman çöpünün sakalımızda kalmasını doğru bulmadın, ama onu kaldırıp Allah’ın evine atmayı nasıl doğru bulabildin?
——————
Şeyhimize sordular: Halktan Hakk’a giden yolların sayısı ne kadardır? Şeyh’in cevabı: Bir rivayete göre binden fazla, diğer bir rivayete göre varlıkların zerreleri kadar Hakk’a yol gider. Ama bir insan rahatı için çalışmaktan daha kısa, daha iyi ve daha kolay bir yol yoktur. Biz bu yolu tuttuk ve herkese de bunu tavsiye ediyoruz.
——————
Dervişin biri Şeyh’e sordu: O’nu nerede arayayım? Şeyh’in cevabı: Nerede aradın da bulamadın? Eğer samimi olarak O’nu aramak için bir adım atsan, baktığın her yerde onu görürsün.
——————-
Söylenmesi gereken her şeyi söyle ki,söylenmedik bir şey kalmasın,yapılması gereken her şeyi yap ki,yapılmadık bir şey kalmasın.
——————-
Zenginlik sevimli bir yorgunluk,fakirlik sevimsiz bir rahatlıktır.Bütün fazilet ehli ve meşayih ittifak etmişlerdir ki,bu konuda hiçbir kimse bundan daha özlü ve daha iyi bir şey söylememiştir.
——————-
Rivayet ederler ki,oğlu veya torunu dünyaya gelen herkes kulağına ezan okunsun diye çocuklarını hemen Şeyh’e getirirlerdi.Şeyh ağzını çocuğun kulağına koyar,ezan yerine kulağına şunu fısıldar:Bu yol (fıtrat) üzre olman gerek !
——————
Şeyh diyor ki: Kulluğun hakikati şu iki şeydir: Güzel bir şekilde Allah’a ihtiyaç hali içinde olma. Bu, hallerin iç yüzüdür. Allah Resulü’nü (a.s.) güzel bir tarzda örnek alma. Burada nefsin ne nasibi ne de rahatı bahis konusudur.
——————
Şeyh’in sözü: Ne mutlu o kişi ki, tüm ömründe bir tek nefesi vardır. Yani bahtiyardır o insan; ömür boyu bir tek saf nefes alır ve bu da nefse zıt olur. Nefs galipken çıkan nefes, nefes değildir. Belki bacadan çıkan dumandır; çünkü bu, onun tabiatından çıkmaktadır. Nefs ezilir ve yenilgiye ugratılırsa o zaman Islanan nuru galip olur, işte o vakit bedenden saf ve iyi nefesler çıkar. Tıpkı gülistandan geçen sabah rüzgârı gibi. Bu rüzgâr hangi hastanın üzerine esse, o hasta derhal bir ferahlık hisseder ve şifa sebebi olur.
——————
Şeyh anlatıyor: Sohbetin şartları vardır: Temiz elbise ve kulun giyinmiş olduğu elbiselerin en güzeli tevazu elbisesidir. Kulun, tevazu kıyafetinden daha güzel bir kıyafeti yoktur. Tevazudan başka hiçbir şey kulu izzetli ve itibarlı kılmaz. “Alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.” Tevazu, boyun eğmek ve bu yola baş koymak, (şahsi) amelleri görmemektir. Bu yolda hiçbir afet kibirlenmekten daha beter değildir. Kibirlenmek dik başlılıktır. Burnu havada olmaktır. Benlik taslamaktır. Iblis’in: Ben ondan daha üstünüm, demesi gibi onun benliği binlerce senelik ibadetini heba etmiştir.
——————
Derler ki: İblis çarşıda pazarda dolaşır ve halka: Dikkatli olun, aldanmayın ve ben” demeyin. Benlik tasladığım için başıma gelene bakın! Ululuk ve büyüklük O’nun sıfatıdır. Bir kimse bu konuda O’nunla çekişir ve kendini 0’ nunla bir görürse Allah onu kahreder.
——————
Şeyh anlatıyor: Süleyman’dan daha aziz kimse gelmez, onun mülkünden daha muazzam mülk de olmaz. Bununla beraber elinde rüzgârdan başka bir şey yoktu. “Rüzgârı Süleyman’ın emrine verdik” (Enbiya, 21:81). Mülkün miktarı gösterilmek istendiğinde onu tahtından indirdiler ve yerine “sahr” denilen bir cinnîyi oturttular. Onun yönettiği mülkü bu yönetmeye başladı. Bu durumdaki mülkü Süleyman’a gösterip bu mülk göz dikmeye değmez; “Bana öyle bir mülk ver ki, benden sonra kimsenin öyle mülkü olmasın” (Sad, 39:35) demeyi haklı kılacak bir şey de değildir, dediler.
——————
“Rabbin dilediğini yaratır ve tercih eder” (Kasas, 28:68) mealindeki ayet sorulduğunda Şeyh dedi ki: Hakk’ın tercih ettiği kişiler olmak lazım. Hakk’a layık ve onun (güzel amellerle) süslediği kul olmak gerek. Kulun tercihi işe yaramaz. Biz onsuz bir nefes bile alamayız. O’nun dilemediği bir şey asla olmaz. Bizim “hiç” olmamız daha iyidir. Eğer bir cezbe zâhir olursa ku1 bu cezbeyle süslenmiş, harcadığı çabayla bezenmiş olur. Böylece görmeye elhil hale gelir. Görmeye ehil olunca işitme ehliyetine de sahip olur. İşte o zaman ona:
“De ki, Allah’ın lütfü ve rahmetiyle. Bununla ferahlasınlar, yığdıklarından bu daha hayırlıdır” (Yunus, 10:58). Şad ol, bununla ögünmeniz servetten daha iyidir. Bize: Ey Ebu’l-Hayr’ın oğlu o daha hayırlıdır, buyurdu, ben de size diyorum ki: Ey Ebu’l-Hayr taraftarları, o daha hayırlıdır!” Herkes bir şeyle övünür. Kimi dünya, kimi ukba, kimi yüksek derece, kimi sevap işlerle iftihar eder. Biz size diyoruz ki: Bunların hiçbiri yokken o vardı, vardır, var olacak.
Ebu’l-Kâsım Bişr-i Yâsin Mihene’de yaşlı hanımlara şu zikri öğretirdi: Ey sen! Ey her şey sen! Ey her şey senin için olan! Sen teksin, şerikin yoktur. Bunların hepsi Hak Tealâ’nın şu sözünde vardır: “O, yığdıklarından daha hayırlıdır” (Yunus, 10:58). Ey Müslümanlar! Bundan (servetten) bir koku alan ve benliğine doymuş olan kişi bu yola yabancıdır. İhtiyaç halinde bulunan ve bu derdin kokusunu alan kişiye feyz gelir, dili açılır. İhtiyaç halinde olmak gerek, ihtiyaç halini istemek gerek, sadece istemek işe yaramaz, ihtiyaç ise, hakikatin esrarını sana çeken bir mıknatıstır.
——————
Şeyh’in hitabı: Ey Müslümanları Daha ne zamana kadar ben diyecek ve ben dediğiniz için mahcup olacaksınız? Kıyamet Günü “Evet, yaptım” diyemiyeceginiz bir şeyi bu dünyada yapmayınız. Size vebal getiren bir şey söylemeyiniz. Şu benlik insanları perişan ediyor. Bu benlik lanet ağacıdır, tik defa “Ben” diyen İblis oldu. Onun dayandığı lanet ağacı Bendi. Ben diyen herkes bu ağacın (acı) meyvelerini toplamak zorundadır ve her geçen gün Hak’tan biraz daha uzaklaşır.
Cabir b. Abdullah Resul’un (a.s.) hücresinin kapışım çaldı. Resul (a s ): Kim o, deyince Cabir: Ben, dedi. Resul (a.s.) kalktı, kapıya doğru yürürken. Ben, Ben! Oysa ben, Ben demem, diyordu. O, benliğinden el-aman dediği, bu hususta da ciddi ve samimi olduğu için hitap geldi: Şunu söylemen için bizden sana destur: De ki: “işte yolum, basiret üzere Allah’a davet ediyorum Ben” (Yusuf, 12:18).
——————
Şeyhimiz bir kere söz esnasında demişti ki: Çok namaz kılanlar ve çok zikir yapanlar Allah katında birikmiş olan sevaplarının hesabını yaparlar, bunun yerine Allah’ın onlara olan nimetlerinin hesabını yapsalardı huzura ererlerdi. Şeyh sözüne devam etti: Allah Resulü (a.s.): Ölülerle oturmaktan sakının, buyurdu. Ölüler kimlerdir sorusuna da şu cevabı verdi: Nân u nimet içinde doğan ve yetişen dünyacılar Hz. Peygamber daha sonra dedi ki: Ey Muaz! Refah içinde yüzmekten sakın; çünkü Allah’ın özel kullan refah içinde yüzmezler.
——————
Şeyh bir sohbet toplantısında demişti ki: Hayat bilgiyle hayattır, huzur marifette, zevk zikirdedir. Tevhidin ödülü cennette Yüce Allah’ı temaşa etmek, emirlere uymanın ödülü cennet, günahlardan kaçınmanın ödülü cehennemden kurtulmaktır. Daha sonra Şeyh şu ayetleri okudu:
“Ey insanlar! Sizler Allah’a muhtaç yoksullarsınız. Allah ise kimseye muhtaç olmayan ve zenginliği dillere destan bir zengindir” (Fâtır, 35:15).
“Eğer Allah dilerse sizi yok eder, yerinize yeni bir halk getirir, bunu yapmak ona zor da değildir” (İbrahim, 14:19).
——————
Şeyh’e: “Yüce Allah ne şeklinize bakar, ne de mallarınıza. O, kalplerinize! ve işlerinize bakar” hadisinin anlamı sorulduğunda dedi ki: Her kişinin değeri kalbine göredir; çünkü şekil sedeftir, kalp ise onun içindeki incidir. Hûkümdarlar sedefe değil, içindeki inciye bakarlar ve cevherler de türlü türlü-1 dür. Her kişi değerini kalbinden alır, her kişinin işinin sonu kalbine varır. Hak kalbe lütuf ve rahmetle bakar. Nitekim Yüce Allah buyurur: “Bu, Allah’ın dilediğine bahşettiği bir lütuf olur, O, rahmetini dilediğine tahsis eder” (Hadid, 57:21, Cuma, 62:4, Maide, 5:45).
——————
Yâ Şeyh fakirlik mi yoksa zenginlik mi daha mükemmel bir haldir, sorusuna Şeyh’in cevabı:
Ey Horasanlı sevgili iıe kadar acayipsin!
Horasanlı acayip sevgililerin kuluyum ben.
Şeyh sözüne devam etti: Daha mükemmel, daha kusursuz ve daha üstün şeriat düzeyinde söz konusu olur. Bir kimse ilahi nazara mahal ve mazhar olunca onun fakirliği zenginliğe, zenginliği fakirliğe dönüşür. Beşeriyet rübubiyetin aynasıdır. Âdemoğlu hariç, Allah yarattığı hiçbir şeye bakmamıştır. Allah, nefret ettiği için yaratmış olduğu dünyaya hiçbir zaman nazar etmemiştir. Âdemoğlu söz konusu olunca şöyle buyrulmuştur: Allah sizin ne suretlerinize bakar ne de mallarınıza (amellerinize?). Fakat sadece kalplerinize nazar eder. Allah’ın bütün âlemi yaratması için bir emri yeterli olmuş, ol deyince âlem olmuştu. Yaratma sırası âdemogluna gelince: “Onu elimle yarattım” (Sad, 38:75) buyrulmuş, bu ifade beden için kullanılmış, sıra ruhlara gelince: Ona ruhumdan üfledim, buyrulmuştur.
——————
Şeyh anlatıyor Şöyle bir hadîs vardır: Bir topluluk Resule (a.s) gelmiş ve sormuşlar: Dervişlik (fakirlik) nedir? O da içlerinden birini çağırmış ve sormuş: Beş akçen var mı? Adam var, deyince öyleyse sen derviş değilsin, demiş. Başka birini çağırıp sormuş: Beş akçen var mı? Adam, yok ekmiş, peki beş akçeye sahip olma imkânına sahip misin? Adam, evet demiş. Sen de derviş değilsin, demiş. Başka birini çağırıp sormuş: Beş akçen var mı? Adam, yok ekmiş. Beş akçe edecek bir şeyin var mı? Adam, yok demiş. Peki beş akçelik kredin var mı? Adam, yok demiş. O halde beş akçe kazanabilir misin? Adam, kazanabilirim, demiş. Hadi oradan, sen derviş değilsin, demiş. Başka birini çağırıp sormuş; Şu söylenenlerden herhangi bir şeyin var mı? Adam yok, demiş, Peki bir yerden beş akçe gelse, bunda benim payıma bir şey düşer der misin? Adam, en azından bunu söylerim. Hadi oradan, sen de derviş değilsin, demiş. Başka birisini çağırıp, şu söylediklerimden herhangi birine sahip misin? Adam, hayır, hiçbiri yok. Eğer beş akçe bir yerden eline geçse bunun üzerinde tasarrufta bulunur musun? Adam, hayır, asla ey Allah Resulû, demiş. Peki bunu ne yaparsın, diye sorunca, cemaatin ihtiyaçları için harcarım, demişiz. Peygamber derviş sensin ve dervişliğin böyle olması lazımdır, demiş. Resul bunu söyleyince hepsi ağlaşmış ve: Ey Allah Resulü bize herkes derviş diyor. Dervişlik tarif ettiğin bu şey olduğuna göre, şimdi biz neyiz? Peygamberin cevabı: Derviş odur, siz ise onun tufeylilerisiniz (asalakları) !
——————
Meşayihten biri, Ey Şeyh! Seni rüyada gördüm ve sordum: Şu nefsin elinden kurtulmamız için ne yapmamız lazım! (Şimdi yine bunu soruyorum.) Şeyh’in cevabı: Hiçbir şey yapman gerekmez, şundan dolayı: Takdir edilen her şey gerçekleşir, bunu önlemek mümkün değildir. Eğer Hak takdir etmiş ise onu gerçekleşmesi için başarı imkânı (tevfik) verir, takdir etmemiş ise takdir edilen şeyden ne az ne çok, ne sonra ne önce zerre kadar bir şey olmaz. Eğer Allah bir şeyi irade ederse o şeyi talep etmeni sağlar. Hakikatte o seni talep edince seni talepkâr kılar.
——————
Şeyh’in sözü: Vaktin iki nefes arasındaki zamandır. Bunlardan biri geçmiştir, öbürü henüz gelmemiştir. Şeyh daha sonra: Dün gitti, yarın nerede? Henüz yok. Gün bugündür (Saat bu saat, dem bu dem). Vakit keskin bir kılıçtır.
——————
Şeyh diyor ki: Maveraünnehir meşayihi demiştir ki: Şirkin mahalli şımarıklık, imanın mahalli hüzündür.
——————
Şeyh’in sözü: Dert, Hakk’ın kulu belalardan koruduğu bir hisardır.
——————
Şeyh diyor ki: Dünyacılar iblis’in (nefsânî) arzular ağıyla avladığı kimselerdir. Ahiret ehlini ise Hak dert ağıyla avlamıştır. Hak Tealâ buyurur: “Ferah olma, Allah ferah olanları sevmez” (Kasas, 28:76). Allah Resulü (s.a.v.) buyurur;. “Allah Tealâ hüzünlü her kalbi sever.”
——————-
“Allah’ın zikri en büyüktür” (Ankebut, 29:45) mealinde ayetin anlamı sorulunca Şeyh dedi ki: Anlamı şudur: Hakk’ın kulunu anması en büyüktür; çünkü önce Hakk kulunu anmadıkça kul onu anamaz. Şu halde Hakk’ın kulunu anması ve kuluna da kendisini anma başarısını vermesi en büyük şeydir. İyi bak, haddi zatında O kendini anıyor, kul ortada yoktur; çünkü O hiçtir. Kul durmadan koşuşturur, dünyayı dolaşır, rahatı buldum sanır ama bilmez ki, O’nun olmadığı bir yerde rahat olmaz. Nereye gidersen git, eğer o yoksa rahat da yoktur. Zaten o her yerde vardır. Ama sen O’nu burada görüyorsun.
Epey koşuşturdum ve taban eskittim.
——————
Şeyh diyor ki: Bir kimse tedbir konusunda kabirdeki ölüler gibi olmadıkça selamete eremez; çünkü Allah Tealâ halkı cebir altında yaratmıştır. Bunun dışına çıkmalarının yolu ve çaresi yoktur. İnsanların eh mutlu olanı Allah’ın kalbine çaresini gösterdiği kimsedir. Çareyi kendinizde değil, O’nda arayınız.
——————
Anlatırlar ki, Şeyh (k.r.a.) Nişabur’dayken Üstat İmam Ebu’l-Kâsım Kuşeyriye: işitiyorum ki, vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunuyormuşsun, diye haber gönderdi. Cevap geldi: Vakıf malları bizim gönlümüzde değil, elimizdedir. Şeyh karşılık verdi: Bize göre elinizin de gönlünüz gibi olması lazım!
——————
Hafız Üstat Abdurrahman anlatıyor: Şeyh (k.r.a.) Nişabur’da bulunduğu sırada birisi yanma gelip: Garip bir adamım, bu şehre geldim, ününüz şehri kaplamış, herkes sizi konuşuyor. Pek çok kerametlerinizin olduğunu söylüyorlar. Şimdi bunlardan birini gösterir miriniz? Şeyh anlattı: Birisi kasabın oğlu Ebul-Abbas’a: Amül’deydim birisi geldi ve bu soruyu sordu. Şeyh Ebu’l-Abbas ona dedi ki: Bunu görmüyor musun, şu gördüklerin keramet değil de nedir? Kasabın oğlu babasından mesleğini öğrendi. Sonra ona öyle bir şey (bir tecelli) gösterdiler İd, aklı başından gitti. Bağdat’a attılar. Pir Şibli onu Mekke’ye gönderdi. Mekke’den de Medine’ye, oradan da Mescid-i Aksa’ya. Ona Hızır’ı gösterdiler. Hızır’a, onu kabul etme ve sohbetinde bulundurma arzusunu verdiler. Sonra onu buraya geri gönderdiler. Bütün âlem yüzünü ona çevirdi. Hatta harâbât ehli (ayyaşlar) bile çıkıp geliyor, nefslerinin karanlıklarından kurtulmak istiyor, tevbe ediyor, âlemin dört bir yanından bağrı yanıklar sökün ediyor, bizde O’nu arıyorlar. Bundan büyük keramet mi olur?
Bu sözleri dinleyen adam: iyi ama yine de ben şimdi bir kerametini görmem lazım, deyince Şeyh: iyi bak ve gör, dedi. O’nun lütfü değil midir ki, mesleği keçi boğazlamak olanın oğlunu büyüklerin baş tarafına geçirip oturtmuşlar, yerin dibine batmıyor, çatı üstüne yıkılmıyor, kıyamet kopmuyor, mal ve mülkü olmadığı halde vilayeti var, çalışmadan, kazanmadan rızkı ayağına geliyor, yiyor, yediriyor! Bütün bunlar keramet değil de nedir?
Şeyh Ebu Said daha sonra: Ey delikanlı! Aramızda geçen olay aynen Kasab’ın oğlu Ebu’l-Abbas’ın karşılaştığı olaydır, dedi. Ama adam: Ey Şeyh! Ben senden keramet istiyorum, sen ise bana Şeyh Ebu’l-Abbas’ı anlatıyorsun, diye tutturdu. Şeyh de: Kendini tümüyle Kerim’e verenin bütün davranışları keramet olur, dedi, tebessüm etti ve şu dizeleri söyledi:
Bir rüzgâr ki, Buhara’dan bana geliyor,
O gül, misk ve yasemin kokuyor.
Özerinde bu rüzgâr geçen her kadın ve erkek;
Der ki: Acaba bu rüzgâr Çin’den mi esiyor!
Hayır, hayır, böyle misk kokan rüzgâr Çin’den esemez,
Bu rüzgâr sevgilimin bağrından esip geliyor.
Her gece Yemen tarafına bakıyorum, gelirsin diye,
Zira sen cenup yıldızısın, cenup yıldızı Yemen’den geliyor.
İsmîni halktan gizlemek için didiniyorum ey sevgili!
Korkarım adın halkın diline düşüyor.
Lâkin ne zaman kime bir şey söylesem, istesem de istemesem de ilk sözüm adın oluyor.
Şeyh dedi ki: Eğer O, bir kulu arındırırsa onun bütün davranışları, tavırları, halleri ve sözleri keramet olur. Allah’ın selamı Muhammed’e ve tüm âline.
——————
Şeyhimiz anlatıyor: Davud Tâî bir gece mezarlığa gittiğinde bir ses işitti: Ah, ah, acaba niçin namaz kılmaz, oruç tutmazdım! Biri cevap verdi: Doğru, ama Rabbinle baş başa kaldığında da onunla murakabe halinde değildin.
Şeyhimizin ilavesi: Kalbine gelen düşünceler konusunda Allah’la murakabe halinde olan bir kimseyi, organları faaliyete geçtiği zaman Allah korur.
——————
Şeyhimiz diyor ki: Emirü’l-Müminin Ali’ye (r.a.) rükûun anlamı soruldu. Dedi ki: Müslüman rükûa vardığında kalbiyle şöyle der: Boynum vurulsa ne dinimi terk ederim, ne de Rabbime olan ibadetimi! (Bu niyetle boyun eğer).
——————
Şeyh anlatıyor: Ebu Bekir Vâsıti şöyle demiş: Güneş, pencereden odaya düşünce bazı zerreler gözükür, rüzgâr esince bu zerreler ışık ortamında hareket ederler. Bu zerrelerden hiç korkar mısınız? Kesinlikle hayır, dediler. Dedi ki: Tüm âlem de tevhit ehli bir kulun kalbinin önünde, rüzgârın önündeki zerre gibidir!
——————
0 Yorumlar