Şeriat kavramı, İslâm karşıtı kimseler tarafından sürekli kötülenen, üzerinde karalama propagandası yapılan bir kavramdır. Bu sebeple şeriata karşı olduğunu söyleyenler genellikle neye karşı olduğunu bilmeyen kimselerden oluşmaktadır. Şeriat, Allah’ın kullarına yönelik din olarak vaz ettiği düzen; namaz, oruç, hac ve buna benzer ibadetler gibi kesinkes yapmalarını emrettiği ibadetlerden müteşekkil bir nizamın adıdır.[251] Bunun dışında “dinde izlenilen yol” şeklinde de tarif edilmiştir.[252] Tariflerden de anladığımız üzere şeriat, Allah (c.c)’nin yarattığı insanoğluna dünyada nasıl hareket etmesi gerektiğini öğrettiği, gönderdiği dini nasıl yaşaması gerektiğini bildirdiği ve tepeden tırnağa hayatı düzenleyen hükümlerinin tamamım ihtiva eden bir kavramdır. Yani şeriat, Allah (c.c)’nin dini, hükümleri; emirleri ve yasakları demektir. Bu sadette Rabbimiz Hz. Peygamber ’e ve onun şahsında bütün bir ümmete şunu emretmektedir: “Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma?[253]
Sosyal hayattan aile hayatına, iş dünyasından kişisel davranışlara varıncaya kadar hayatm hemen bütün şubelerini düzenlemeyi ifade eden şeriat kavramını bu ulvî manadan soyutlayıp sadece hırsızın elinin kesilmesi veya adam öldürenin öldürülmesi cezalarıyla tanımlamak, koca bir filin sadece hortumuyla tarif edilmesinden farksız bir cehalettir. Hayatm tüm alanlarım şekillendirmeyi gaye edinen bir nizamın elbette ki bu hayatm bir gerçeği olan suçlarla ilgili çeşitli yaptırım kanunları da olacaktır. Bugün dünya genelinde şeriat dışındaki yönetim biçimleri bundan farksız mıdır? Yani, şeriatı kötüleyenlerin hayranlıkla bahsettikleri batı kaynaklı hükümlerde hırsıza gül verilmesi, caninin çe- lenkle karşılanması mı vardır?
Şeriatta hırsızın elinin kesilmesi var mı? Evet var, fakat bu durumun bugün “şeriat; eşittir, hırsızın elinin kesilmesi” şeklinde algılanıyor oluşu tamamen aleyhte yürütülen bir algı operasyonunun sonucudur. Zira şeriat diye isimlendirdiğimiz bu düzen içerisindeki adalet algısını, imtiyazın yasaklanmasını, liyakat esaslı yönetimin yeğlenmesini, hayvanların haklarına varıncaya kadar tüm canlıların haklarının titizlikle korunmasını, suç oranlarının minimize edilmesini hedefleyen kanunlar bütününü, güçlünün güçsüzü ezdiği ve paranın sürekli belli bir burjuva kesiminin elinde döndüğü haksız düzenin engellenmesini konuşmaksızın şeriatın malın korunması ilkesine yönelik caydırıcı maksatla vaz ettiği el kesilme cezasını sürekli gündem yapmak art niyetli bir tutumdur. İslâm karşıtı kliklerin profesyonelce yürüttükleri algı yönetimi sebebiyle bugünün insanı hakkında bilgi sahibi olmadığı şeriatla ilgili “kötü fikir” sahibi olma talihsizliğine maruz bırakılmış durumdadır. Meseleyi biraz daha somutlaştırma sadedinde soruda zikredildiği için el kesme konusu üzerinden biraz detaylandırma yapalım:
Şeriat ve El Kesme
İslâm karşıtları, şeriatın el kesme hükmünü bugüne dek öylesine manipüle etmişlerdir ki duyan da şer’î bir düzende, görevlilerin ellerinde satırla gezdiklerini ve el kesmek için adam aradıklarını zannedecektir. Oysa tam tersi, şeriatın el kesme hükmünün hangi çerçevede gerçekleştiği ve bunun icra aşamasına geçebilmesi için aranan şartların neler olduğu incelendiğinde, ilgili hükmün daha çok hırsızlıktan alıkoymak maksatlı caydırıcı bir uygulama olduğu rahatlıkla görülecektir.
“Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir’’[254] ayetinin nasıl uygulanması gerektiğini Hz. Peygamber (sav) beyan ederek ümmetine öğretmiştir. Bu bağlamda ilgili öğretilere dayalı olarak mezhep ulemamız da hırsızın elinin kesilmesi eyleminin hangi şartlara bağlı olarak gerçekleşeceğini sistematik şekilde anlatmışlardır. Meseleyi daha iyi kavrayabilmek için hırsızın elinin kesilmesi için gerekli görülen şartlan şöyle sıralayabiliriz:
-
Mükellef olmalıdır. Çocuğa ve aklı yerinde olmayan kimselere hırsızlık haddi uygulanmaz.
-
Çalan kişi, hırsızlığın haram olduğunu biliyor olmalıdır, c. Çalan kişi, çaldığı malın bir başkasına ait olduğunu bile bile o malı çalmış olmalıdır.
-
Şiddetli açlık ve helak edici bir durum gibi bir zaruret olmaksızın çalmış olmalıdır.
-
Çalan kimse ile malı çalman arasında babalık-oğulluk gibi bir yakınlık olmamalıdır.
-
Çalan kişinin çaldığı malda mülkiyet şüphesi bulunmamalıdır. Buna göre bir kişi ortak olduğu malda hırsızlık yaparsa kendisine had uygulanmaz.
-
Malı çalınan kimse belirli bir kişi olmalıdır. Kimin olduğu belli olmayan bir malı çaldığından dolayı bir kişiye had uygulanmaz.
-
Çalınan mal da “mütekavvim” diye tabir ettiğimiz, insanların istifade edebileceği meşru bir mal olmalıdır.
-
Hakeza çalınan mal, korunaklı bir mekândan çalınmış olmalıdır.
-
Aynı şekilde çalınan mal hırsızlık nisabına ulaşıyor olmalıdır. Buna göre çalınan malın 1 dînâr/takribi 4 gr. altın para veya on dirhem/ yaklaşık 28 gr. gümüş para olması gerekir. Veya bu ikisine denk gelen bir mal ya da para olmalıdır.255
İmdi, bu gibi şartlar çerçevesinde ele alınan ve en ufak bir şüphenin bulunmasıyla düşen bu gibi cezaî uygulamaların şeriat tarafından el kesmeye bahane arama gibi uygulandığını iddia etmek nasıl bir bühtandır? Evet, şeriatın bir başka kaidesi de hadlerin şüphelerle def edilmesi gerektiğidir. Bunun bir hikmeti de kulun kendi iç dünyasında tövbe etmeye fırsat bulup bu günaha bir daha düşmemeye karar vermesini sağlamaktır.[256] Bu sebeple olmalı ki Hz. Ömer(r.a)’ın, bazı şüphelere dayanarak bir cezaî işlemi uygulamamak, şüphelere dayalı bir ceza uygulamaktan bana daha sevimlidir.” dediği nakledilmektedir.[257] Yukarıda saydığımız şartların var olması gibi genel zemin oluşmadan hadlerin uygulanamayacağım söyleyen bir sistemi, ceza vermek için bir bahane arayan bir düzen gibi göstermeye çalışmak, şeriatı bilmeyen cahillerin ve şeriat karşıtlığını seciye edinmiş bedbahtların işidir. Hırsızlık vakalarım minimum sayılara indirecek olan bu gibi caydırıcı uygulamalar, elbette ki toplumun yararı ve iç huzurunu tesis etme amacına matuftur. Ayrıyeten bunları uygulayacak hakimin inisiyatif kullanması ve davanın kesinlik kazanması söz konusu olmadan bu gibi hadleri uygulaması kesinlikle söz konusu olmayacaktır.[258]
öyleyse şeriatta, -ancak gerekli şartlar oluştuğunda- hırsızın elinin kesilmesi uygulaması vardır ve bundan tedirgin olması gerekenler de sadece hırsızlardır.
Şeriat ve Kafa Kesme
Şeriat meselesi konu edildiğinde dillendirilen karşıt argümanlardan biri de “kafa kesme” ifadesidir. İslâm ın cihâd ahkâmında yer alan bazı hükümlerinden önüne geleni doğramak” gibi manalar anlayan sığ zihniyet, şeriatın gelmesiyle sokaklarda kelle alınacağı zannına kapılmışlardır. Oysa İslâm, savaşmayı, insan öldürmeyi -belli bir nizam çerçevesinde, devlet bünyesinde- uygulanacak bir ameliye olarak görmektedir. Nasıl ki bugün belli devletlerin savaş ilan edebilmesi, insan öldürmeye geçit verebilmesi için farklı stratejileri varsa, Allah (c.c)’nin kanunları anlamındaki şeriatın da bu minvalde vaz ettiği hükümler vardır. Bu şartlar oluşmadan şer‘î bir devletin savaşa girmesi de insan öldürmesi de söz konusu olamaz.
Ne var ki Müslümanlar olarak yaklaşık 2 asrı aşkın zamandır yaşadığımız buhranlar ve şer! bir devlet çatısından yoksun oluşumuz, şeriatı temsil iddiasıyla kendi mezhep ve ideolojilerince adam öldürmeyi cihâd diye lanse eden farklı hiziplerin çıkmasına sebep olmuştur. Hiç kuşkusuz bu akımların başında da DAEŞ gibi bazı örgütler yer almaktadır. Bu tür örgütlerin farklı zamanlarda medyaya da yansıyan kafa kesme görüntüleri, şeriatın böyle uygulamalardan müteşekkil bir sistem olduğu düşüncesini oluşturmak isteyenler için bulunmaz malzeme olmuştur. Durumun özeti şu şekildedir:
“Düşman askerlerinin kafalarının kesilerek öldürülmesini geniş bir şekilde ele alarak inceleyen; ayetlerden, hadislerden ve bazı alimlerin sözlerinden deliller ileri sürerek bunun meşruiyetini savunanlardan biri Ebu Abdullah el-Muhacir ismiyle bilinen Mısırlı Ali Abdurrahman el-A- liy’dir. Cihatçı Selefi çevreler tarafindan saygıyla karşılanan ve küresel cihatçı Selefîliğin önemli teorisyenlerinden biri kabul edilen el-Muhacir Fıkhu’d-Dima (Kan Akıtmanın Hükmü) ismiyle kaleme aldığı hacimli kitabında kendi cihat anlayışım, bununla ilgili meseleleri detaylı bir şekilde anlatmıştır. Onun bu kitabı, Irak ve Suriye’de faaliyet yürütmekte olan bazı silahlı örgütler tarafindan Mesâil min
fikhifbcihad ismiyle defalarca basılarak örgüt mensuplarına dağıtılmıştır. (Ebu Heniyye ve Ebu Rumman, 2015: 32-33)
Esir alınan düşman askerlerinin boyunlarının vurularak öldürülmesini caiz gören kaynaklardan biri de DAEŞ’te ci- had stratejisi, mücadele yöntemi vb. konuları belirlemekle yükümlü olan İslam Devleti Araştırma ve İnceleme Ofisinin hazırladığı el-Mesailu’l-Ciyad fî Fıkhi’l-Cihad isimli kitaptır. Örgüte yeni katılan elemanlara mücadele yöntemi konusunda kısa ve öz bilgiler sunmak üzere 2016 yılında hazırlanan bu kitapta da (el-Mesailu’l-ciyad, t.y: 4) el-Mu- hacir ın bu meselede delil gösterdiği ayetler ileri sürülerek muharip düşman askerlerinin boyunlarını vurmanın caiz olduğu iddia edilmiştir.”[259]
Sahipsiz kalan Müslümanları bağlayıcı fetva makamının yokluğundan dolayı maruz kaldığımız bu içler acısı durumda böylesi manzaralarla karşılaştığımızda “İslâm böyle bir şey değil” savunumuzu belli bir zaman sonra “her şeyi tevil ediyormuşuz” gibi algılayanlar, bu zamanın Müslümanla- rını insaf çerçevesinde anlamaya çalışmalıdırlar. Uygulayamadığınız bir dinin istismar edildiğini görmenin verdiği acıyla bir de İslâm’ın medyaya yansıyan görüntülerdeki gibi kafa kesme dini olmadığını anlatmaya çalışma ıstırabımız modern çağın en büyük hafakanlarından biri olsa gerektir.
Ez cümle İslâm’ın her şart ve koşulda barış dini olduğunu söylemiyoruz. Şeriat her daim dayak yemek, zulme maruz kalmak, düşmana gül atmak değildir elbette. Böylesi bir nizam ne gerçekçi olabilir ne de gerçek. Bilakis şeriat,her şeyin yerli yerinde olması gerektiğini savunan; barış zamanı barış, savaş zamanı da savaşı savunan ve şer’î devlet bünyesinde -yeri geldiğinde- kelle alınmasını da öngören bir sistemin adıdır. Fakat bu, “şeriat; eşittir, kafa kesmek” demek değildir. Bu iki durum arasındaki farkı anlayabilmek de çok zor olmasa gerektir.
Ömer Faruk Korkmaz – Sorun Kalmasın 2,syf:215-222
Dipnotlar:
251.Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitâbu’l- ‘Ayn, Mektebetu’l-Hilâl, 1/253.
252.Seyyid Şerif Cürcânî, et-Ta’rifât, Dârul-Kitâbil-Arabî, Beyrut, 1405,Baskı: 1, s. 167.
[253] Câsiye, 18.
[254] Mâide, 38.
255. Tafsilat için bkz. el-Mevsû‘atu’l-Fıkhiyyetu’l-Kuveytiyye, Vizâre-tu’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 24/295.
[256] Abdullah bin Abdurrahman bin Salih Ali Bessam, Teysîru’l-Allâm Şerhu Umdeti’l-Ahkâm, Mektebetu’s-Sahâbe, Kahire, 1426, Baskı: X, s. 654.
[257] Ali el-Kârî, Mirkâtu’l-Mefâtîh, Dârül-Fikr, Beyrut, 2002, Baskı: I, Vl/2344.
258.“ Ali b. Muhammed el-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, Mektebetu Dâri İbn Kuteybe, Kuveyt, 1989, Rasta-1, s. 285.
[259] Prof. Dr.Enver Arpa,İslama Göre Muharip Esirlerin Boyunlarını Vurma Meselesi,The Journal of Academic Social Science Studies,2019, Sayı:75,syf:266-267
0 Yorumlar