6 . Selçuklular ve Gayrı Müslimler
Türkler Islâmdan önce, Gök-türk, Uygur ve Hazar hanları idaresinde kendilerine sığman yabancı din mensuplarını himâye ediyor; bizzat kendileri de bu dinlere giriyor ve bir çok dinlere bağlı olarak, bir arada cemaatler halinde, ahenk içerisinde yaşıyorlardı.(36). Selçuklular Yakın Şarkta karşılaştıkları Hıristiyan ve Yahudi gibi gayrı müslim unsurlara karşı da aynı zihniyeti devam ettirmiş; görülmemiş bir müsamaha ve şefkati onlardan esirgememişlerdi. Hıristiyan memleketleri fethetmiş olmasına rağmen Alp Arslan onların müellifleri tarafından da âdil, merhametli bir insan olarak tasvir edilir ve aleyhinde hiç bir şey söylenmez.
Melikşâh: “kalbi Hristiyanlara karşı şefkatla dolu idi; geçtiği memleketlerin halkına baba gibi davrandı, bu sebeple bir çok vilâyetler, 1086 da, kendiliğinden onun idaresine girdiler; Ermenistan ve Rum memleketleri onun kanunlarını tanıdılar”; “onun idaresinde’ oniki millet yaşıyordu(37); Başka bir Hıristiyan kaynak: “Melik Şah insanların en mümtazı idi; iyiliği ve şefkati ile meşhur idi; Hıristiyanlara karşı adaleti ve hayrı ile tanınmıştı(38)” demekte ve bu ifâdeler îslâm kaynaklarım teyid etmektedir. Bağdad’da halifenin veziri Ebu Şucâ’, Hazreti Ömer’e atfolunan kaidelere göre, diğer îslâm memleketlerinde olduğu gibi, sık-sık, Zimmilerin kıyafetlerine müdahale ediyor; onları kendilerine mahsus işaretleri taşımaya zorluyor ve sert bir siyaset takip ediyordu. Bu baskı dolayısiyle gayri müslim görünmemek yüzünden devlet makamlarında bulunan bir çok yüksek Zimmî müslüman oldu. Melikşâh’ın ve Nizâm ül-mülk’ün vekili bulunan Yahudi îbn Samhâ bu sert tedbirler dolayısiyle Bağdad şahnesi Gevher Âyîn ile birlikte huzura çıkarak sultana ve vezirine şikâyette bulundular. Onlar da bu sebeple halifenin vezirini azlettiler.
Vezir Ebu Şucâ’ aleyhinde şikâyette bulunurlarken onun Melikşâh’ın Türkistan zaferlerini küçümsediğini, bu fetihlerin Rumlara karşı değil müslümanlara (Karahanlılara) karşı kazanıldığını ve bu sebeple ehemmiyet vermediğini söylemekte olduğunu da bildiriyorlardı(39). Yahudi sermayedarlar, Bağdad’ da ve imparatorluğun büyük merkezlerinde büyük ticarî faaliyetlerde bulunuyor; Selçuk devleti üzerinde malî ve siyasî tesirler icra ediyordu. Nitekim îbn Samhâ Melikşâh’ın Bağdad’da giriştiği büyük imâr ve inşa iş lerinde de müteahhitlik ediyordu. Sultan ve vezirinin ölümünden sonra onun öldürülmesi çok mânalı olup bu, Melikşâh’ın gayrı müslimlere karşı takip ettiği himâye siyasetinin ne derece ileri olduğuna başka bir delildir(40). ‘ Bununla beraber daha evvel 1079 da bir Yahudi sermayedarının öldürülmesi hâdisesi de vardır.
Gerçekten sultan avlanmak maksadiyle Ahvaz’a gittiği zaman Nizâm ül-mülk’e dost olmayan Gevher Âyin ve Humâr-tekin Basra mültezimi (zâmin) olan İbn ‘Allân’m öldürülmesine müsaade almışlardı. Bu Yahudi sermâyedarın nüfuzunu belirtmek maksadiyle, karısı öldüğü zaman, kadı müstesna, bütün Basra şehir halkının cenazesi arkasında yürüdüğünü kaydetmek kâfidir. Öldürüleceğini anlayan İbn Allân derhal servetine ait defteri denize attı. Fakat bu deftere ait bir vasiyetnâmesi (barmûz) sâyesinde mallarının çoğu bulundu.400.000 dinar nakdi ve eşyası arasında 1000 dinar değerinde bir süpürgesi çıkması bir fikir verir. Bu hâdise dolayısiyle çok üzülen Nizâm ül – mülk üç gün evinden çıkmamış ve sultana da teessüflerini bildirmiştir. Melikşâh bir kasdı olmadığını söylemiş ve özür beyan etmiştir(41).
Bu husus Yahudi sermâyedarlarının nüfuzunu ve devlet adanılan üzerindeki tesirlerini gösterir. İbn ‘Allân ailesi bir asır önce de Bağdad’da, bankerlik (cahbaz) yapıyor; iktisadı ve siyasî hayatta rol oynuyordu(42). Melikşâhının bu siyaseti ve devlet merkezini Rey’den İsfahan’a nakletmesi bu şehirde zaten mevcut olan Yahudi nüfusun çok artmasına sebep oldu. Kaynaklarda bu şehrin bir kısmının “Yahudi İsfahanı” adını alması bu hüviyeti dolayısiyledir(43). XII. asir İspanya Yahudilerinden Benjamin de Tudelle’in Türkleri Yahudi dostu göstermesi de bu münasebetledir. Bir Yahudi kaynağı bu devirde Mezopotamya’da, İsfahan, Hemedan, Semerkant ve sair büyük İslâm şehirlerinde Yahudilerin miktarını çok mübalâğalı bir şekilde kaydeder(44). Ermeni patriği Basile 1090 senesinde “Dünyanın Hakimi ” Sultan Melikşah’a giderek kiliselere, manastırlara ve râhiplere konmuş olan vergilerin affını diledi ve sultan taleplerini kabûl ederek ona bu hususta fermanlar verdi ve patrik oradan Antakya’ya gitti(45).
Melikşâh “her tarafta barış ve hakimane bir idare kurdu. Bütün hükümdarlardan daha akıllı ve kudretli idi ve bildiklerimizin hepsinden de âdil olduğundan kimseye keder vermedi. Yüksek fikirleri, asil ahlâkı ve şefkatiyle kendisini herkese sevdirdi. Böylece harp ve şiddetle değil, gönülleri kazanmak suretiyle hiç bir hükümdarın elde edemediği memleketlere sahip oldu. Eğer ömrü vefa etse idi, çok sür’atle artan kudreti dolayısiyle, Avrupa ’yı d a devletinin hudutları i çine alacaktı. îşte onun yirmi yıl süren saltanatı hakkında Sar- kavag’ın dedikleri bunlardır”(46). Melikşâh’ın ölümünden sonra Azerbaycan meliki olan amcası Yâkutî’nin oğlu îsmâ’il zamanında Ermenilerin çok himâye ve itibar gördüklerini, onları îranlıların manastırlardan vergi almak için yaptıkları tazyiklerden kurtardığım aynı kaynaklar yazar(47).
Hıristiyan halkın çok bulunduğu Anadolu’da Türkiye sultanları ve meliklerinin onlara karşı siyaset ve muameleleri ise tarihte görülmemiş bir derecede idi(48). Rivâyete göre Melikşâh Nizâm ül-mülk ile Hısn Keyfâ’ya gittiklerinde orada bir şeyh vezire Allah tarafından Melikşâh’a elçi olduğunu söylemiş ve bu garip söz üzerine sultana götürülmüştür. Sultana misvâk ve tarak hediye eden şeyh, kızlarını evlendirmek için ondan çehiz parası istemiş ve elçi olduğunu ispat için rüyada Hazreti Peygamber’in kendisini gönderdiğini, inandırmak için de Melikşâh’ın her gece Tebâreke okuduğunu bildirmesini ve bunu kimsenin bilmediğini söylemiş ve bu suretle çok ihsanlara kavuşmuştu(49).
Osman Turan-Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti
0 Yorumlar