Sahabenin Sünnete Bakışı

 

images-1-1 Sahabenin Sünnete Bakışı

Sahâbiler, sünnete i’tisam konusunda ileri derecede bir hassasiyet ve ti­tizliğe sahip bulunmaktadırlar. Bu takdire şayan hassasiyetin temelinde, hem kavram olarak hem de uygulama olarak sünnette hikmet olduğu inancının bu­lunduğu görülmektedir. Zira onlar,Hz. Peygamberin bir işi yapmış olmasını başlı başına hikmet olarak kabul ederler, sünnete itirazı, akıllarından bile geçir­mez, hatta uygulamasına yönelik küçük bir tereddüdü bile hoş karşılamazlardı. Genel anlayış olarak bakıldığında zaman ve şartlar değiştiği halde sünnetin ne özünde ne şeklinde tasarruf etmeyi pek düşünmezlerdi.(1)

Sahâbîler, Hz. Peygamberi tartışmasız örnek alıyorlardı ve onun (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini sebebini bilsinler veya bilmesinler yaşatıyorlardı. Yap­tıklarının hikmetini idrâk etmeleri veya edememeleri onlar için neticeyi etkile­miyordu. Bu konuda İbn Ömer, en önde gelen şahabı olarak şöhret bulmuştu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), İbn Ömer in herşeyinde yegâne örnekti. Zaten o, sık sık “Andolsun ki Resûlullaha sizin için, Allaha ve ahıret gününe ka­vuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel örnek vardır(Ahzab,21)ayetini okurdu, tekrar ederdi.(2) Abdullah b. Ömer, sahâbede görülen genel anlayış ve tutumun en belirgin örneği idi. Birçok sahâbî, çeşitli vesilelerle bu anlayış ve tavrın temsilciliğini yapmıştır.

Hz. Ömer, “Allah, İslam’ı yerleştirdiği, küfrü ve küfür ehlini yok ettiği halde bugün remel yapmakta ve omuz başını açmakta ne fayda var?” diyerek Hz. Peygamber döneminde remel ve ıztıbâ(tavaf ederken omuz başını açmak) yapmayı gerektiren şartların kalktığını söylemiş ve peşinden de “Biz, Resûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında yaptığımız hiçbir şeyi terketmemeliyiz” demiştir.(3) Böylece sünnetin, kendi bilmediği başka hikmetlerinin olabileceğini îma etmiştir. Hz Peygamber’in remel yapmasındaki sebebi bildiği ve artık o sebebin kalktığını da kabul ettiği halde onu terketmeye yanaşmayan Hz. Ömer, hikmetini kestiremediği konularda hiç tereddüt etmeden sünnete bağlılığım sürdürmüştür. Nitekim Hz. Peygamber’in uygulamasının ne kadar geçerli ve Ömer’in sözünün ne kadar isabetli olduğu, günümüzde haccın dünya televizyonlarından naklen yayınlan­dığı ve bunları gayr-i müslimlerin de izlemekte olduğu düşünülünce ortaya çıkmaktadır. Hz. Ömer’in remeli değiştirmemesinde sünnetten kaynaklanan hikmetler bulunuyordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı ile Mekke’ye geldiğinde müşrikler kendi aralarında, “Medine’nin havası onlara iyi gelmemiş, zayıflamışlar” diye konuşmuşlar. Onların bu sözünü Allah Teâlâ, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) haber vermiş ve tavaf sırasında müşriklerin göreceği yerde hervele yapmalarını Kabe’nin diğer tarafında normal bir şekilde yürümelerini emretmiş.(4) Hadîste de ifâde edildiği gibi hervele sünnetinin, Allah Teâlâ’nm emri olması sebebiyle Hz. Ömer, tasarrufa gitmekten kaçınmış olabilir.

Yine Hz. Ömer, yaptığı haclardan birinde hacer-i esvedi öpmüş, sonra da “Vallahi seni öptüm, iyi biliyorum ki sen bir taşsın, ne zararın ne faydan dokunur, Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem), öperken görmeseydim, asla seni öpmezdim”(5) demiştir. Bu davranış ve sözüyle, Hz. Ömer sünneti yaşama­nın, sünnette var olduğunu kabul ettiği hikmeti yakalamak anlamına geldiğini ifade etmek istemiştir. Aslında kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevap­tan Hz. Ömer’in, zaman zaman sebep ya da hikmet araştırması yaptığı da Necran vâlisi(6) Yala b. Ümeyye, Hz. Ömer’e ‘’Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz,namazı kısaltmanızda bir günah yoktur”(Nisa 101)âyetini okuduktan sonra ‘İnsanlar, bugün emniyetteler (namaz hâlâ böyle mi kılınacak?)” diye sormuş. Hz. Ömer, ‘’bende senin gibi şaşırmıştım. Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sordum. “Bu, Allah’ın size bir ikramıdır, onu kabul edin” buyurdu, demiştir.(7) İbn Ömer’e ‘‘Hurma ile kuru üzüm karıştırılıp şerbet yapılarak içilir mi?” diye sormuş­lar. “Hayır5 demiş, sebebini “Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) onu yasakladı” diye açıklamıştır. İstek üzerine yasağın sebebini de anlatmıştır.(8) İbn Ömer, burada sünnetin, sünnet olarak benimsenmesi gerektiğini ortaya koymuş, daha sonra sünnete ait bir hükmün sebebini -istenildiği için- açıklamıştır.

Kur’ân’da veya sünnette yer alan her emrin veya nehyin hikmeti genellikle açıklanmamıştır. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bazan verdiği hüküm­lerin veya yaptığı fiillerin hikmetini belirtirdi. Meselâ vakitlerin belirlenmesin­deki hikmetten bahsetmiş ve öğleden önce kılman dört rek’at hakkında(9) “O vakit gök kapılarının açıldığı bir saattir, o saatte salih bir amelin oraya yüksel­miş olması hoşuma gider.’’(10) buyurmuştur. Kâtilin diyet vermesi halinde de bu diyetin ne olduğunu izah ettikten sonra “Bu hüküm, diyetin önemim ifade etmek (vurgulamak) içindir” buyurmuştur.(11) Her tavafta Rükn-i Yemânı ve Rükn-i Esved’i mesheden Hz. Peygamber,(12) bu davranışın hataları kökünden sildiğini(13) ifade etmiştir.

Her sünnetin bir hikmet taşıdığı düşüncesinde ve bilincinde olan sahabıler, yeri geldikçe bildikleri hikmetleri naklederlerdi. Rükn-i Yemânî ve Rükn-i Esved’e neden bu kadar yaklaşmaya çalıştığını, hâlbuki diğer sahâbîlerin böyle yapmadığını soran birisine İbn Ömer, Hz. Peygamberi bu iki rüknü istilâm ederken gördüğünü ve onun (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle yapmanın hataları kökünden sildiğine dair verdiği müjdeyi nakletmiştir.(14)

Hz. Peygamberin her yaptığında ve her buyruğunda bir hikmet olduğu inancı sahâbîleri, bazan bir fiilî sünneti aynen yapmaya bazan da bir sözü zahirine göre yorumlayıp öyle davranmaya sevkederdi. Meselâ, Hz. Peygam­ber, namaz kılarken ayakkabısını çıkarmış, ardından sahâbîler de çıkarmış namaz bitince onlara ‘’Siz niçin ayakkabılarınızı çıkardınız?” diye sormuş, onlar da “Senin çıkardığını gördük, biz de çıkardık” demişler.(15) Hz. Peygamber namazda Cebrail’in gelip kendisine ayakkabısının altında pislik olduğunu söy­lediği için çıkardığını, isteyen kimselerin ayakkabılı veya ayakkabısız namaz kılabileceklerini belirtmiştir.(16) Başka bir örnekte de Hz. Peygamber, bir cuma günü minberde “Oturunuz” buyurunca mescide girmekte olan Abdullah b. Mes’ûd, hemen mescidin kapısında oturmuştur. Durumu gören Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), onu içeri çağırmıştır.(17)

Öte yandan sahâbîler, bu davranışlarını, ibadet ve ibadet dışı gibi bir ayı­rıma gitmeden her konuda aynen sürdürmüşlerdir. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) altın yüzük taktığını gören sahâbîler altın yüzük takmışlar, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzüğünü bir daha takmamak üzere çıkarınca onlar da çıkarmışlardır.(18) Abdullah b. Ömer, yolculuk sırasında bir yere varmış ve ora­da biraz kavis yapmış, kendisine bunun sebebi sorulunca “Resûlullahin (sallallahu aleyhi ve sellem) burada böyle yaptığım gördüm, ben de yaptım” demiştir.(19) Bu gibi bir davranış, aynı zamanda Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) bağlılığın ve ona duyulan sevginin bâriz bir örneğidir.

Sahâbîler, sünnete çok güvenir ve tam bir teslimiyet gösterirlerdi. On-lardaki bu güven, tabiî olarak sünnete olan inançlarının sonucudur. Hz. Peygamberce ve sünnetine güvenmelerini sağlayacak örneklere şâhit olmuşlar­dı. Hz. Peygamberin hanımı Meymûne (radıyallahu anh), geri ödeyecek parası olmadığı halde borç yaparmış, ona ödeyecek bir şeyin yokken nasıl borçla­nıyorsun dediklerinde “Ben, Resûlullahi (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Kim ödeme niyeti ile borçlanırsa Allah Teâlâ ona yardım eder’’derken işittim” demiştir.(20) İbn Ömer, hastalıklı deve satın almış, satan kimsenin ortağı, durumu öğ­renince geri almak istemiş, diğer develere hastalığın bulaşma ihtimaline

İbn Ömer, Deveyi bırak, biz Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Hastalığın sirayeti yoktur.’ hükmüne razı olmuş kimseleriz” demiştir.(21) Bir kadının devesinin lânet ettiğini duyan Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) “O,lanetlenmiştir, onu salın” buyurmuştur. Salıverilmiş olan bu deve ev ev dolaştığı halde hiç kimse onu sahıplenmemiştir.(22)Bir hadisi Hz. Peygamberden duymayanlar da duyanlar gibi sünnete güveniyorlardı. Medineli’ler, Ebû Hureyre’den Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) “Toklu, ne güzel kurban-lıktır” buyurduğunu öğrenince satılan tokluları kapışmışlardır.(23) Abdullah b. Amr a üç kişi gelmiş ve hiçbir şeyleri olmadığını söylemişler. Abdullah da “İsterseniz bazı şeyler verelim, isterseniz sabredin. Ben, Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururken işittim ‘’Muhacirlerin fakirleri, kıyamet günü cennete kırk yıl önce gireceklerdir.’’(24)Gelen kimseler “Öyleyse sabreder, hiçbir şey istemeyiz” demişlerdir.(25)

Sahâbîler, sünnetteki hikmetlere olan inançları sebebiyle sünnet olan durumlarda hiçbir tasarrufa gitmezlerdi. Hz. Ömer, “Ben, Kabe’de bulunan altın gümüş ne varsa bütün mallan fakirlere bölüştüreceğim” deyince Şeybe b. Osman “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kabe içinde bu malların olduğunu gördü, Ebû Bekr de gördü ve onlar bu mala senden daha muhtaç idiler yine de onu yerinden oynatmadılar” deyince Hz. Ömer, “Onlar, uyulmaya lâyık kimse­lerdir” demiş niyetinden vazgeçmiştir.(25)Hz. Peygamber’e iktidâ etmeyi daima önde tutan Hz Ömer’e muhrimin kırdığı hayvan yumurtasının hükmü sorul­duğunda Ömer, birçok şahabı o gün hayatta olduğu halde “Ali’ye rastlarsan ona sor. Biz onunla istişare etmekle emrolunduk” demiştir.(26) Kendisi vahiy gelmeden vahye muvafık görüşler belirtecek derecede dînî meşelere vâkıf olan ve bu özelliğini de “Rabbime üç şeyde muvâfik düştüm”(27) diye belirten Hz. Ömer, sünnetin emrini aynen yerine getirmiş, bu konuda görüş belirtmemiştir. Aym gerekçe ile Ömer, hilâfetinin son dönemlerinde Hz. Ali’yi “insanların gün­lük işlerinde bana yardımcı ol” diyerek kâdı olarak görevlendirmiştir.(28) Hz. Ömer, birçok üstün vasıflara sahip bir sahâbî olmasına rağmen Resûlullah’ın(a.s) ‘’ Üveys bin amir’in senin için istiğfar etmesine imkan bulursan bunu yap:’’emrinden dolayı bir tabil olan Üveys’i bulup ondan kendisi için istiğfar etmesini istemiştir(29)

Herkesin her zaman sünnetteki hikmetleri anlamasının mümkün olmadığının güzel bir örneği de Mu’tezilenin şeyhi olan(30)Ibrâhim b, Seyyar en Nazzâm”ın (v: 220/835) şu sözleridir; “Gençken, Nebi’nin (sallallahu aleyhi sellem) kırbanın ağzını büzerek ondan su içmeyi yasakladığı hadîsini duymuş ve kendi kendime şöyle demiştim: ‘Bu hadiste bir şey var, kırbanın ağzından su içmekte ne var ki nehye kadar varmış.’ Sonra bir adamın kırbanın ağzından su içtiğini ve içinde bulunan yılanın da onu soktuğu ve o kişinin öldüğünü duydum. O zaman anladım ki tevilini bilmediğim bir hadîsin ben bilmesem bile bir izahı var.”(31)

İnceleyin:  Hadisleri Akla Başvurma Hikayesi

Şâtibî, ibâdet veya âdetlerde(32) hikmet aramakla ilgili olarak hikmet-i teşri konusunu şöyle izah etmiştir: “Taabbüd,(33) Şârinin çizdiği sınırda gerekçe ara­maksızın durmaktır. Akla uygun neticelerin (manen münâsip) gerektirdiğini yerine getirmek -böyle bir şey tasavvur edilse bile- sınırda durmak (taabbüd) sayılmaz. Taabbüdi emir ve uygulamalarda (hikmet) çok az belirtilmiştir. Âdetler ise bunun zıddıdır. Âdetlerde akla zahir olan (görünen) mânâlar geçerlidir. Bunun alanı geniştir. İmâm Mâlik, hikmeti açık da olsa ibadetlerde hikmet aramamıştır. Meselâ zekâtları, kıyamî olarak vermeyi ve sudan başka bir sıvıyı temizleyici kabul etmemiştir. Âdetler de ise hikmete itibar etmiştir. Bu tutumu ise yasamaya kapı açabileceği endişesiyle tenkit edilmiştir.”(34)

Sün­netteki hikmetler bilinmese de hikmet aramanın gereksiz olduğunu, sünnete güvenmek gerektiğini Dihlevî de ifâde etmiş ve şöyle demiştir: “Sünnet aynı zamanda rivayetin sahih olması halinde sâbit bulunan şer’î bir hükmün ifasının, o hükmün İçermiş olduğu maslahatı bilmeye bağlanmasının helâl olmayacağını da ortaya koymuştur. Çünkü insanlardan pek çoğunun aklı, hükümlerin içermiş olduğu maslahatların pek çoğunu yalnız başına kavrayabilecek düzeyde değil­dir. Hem Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bizce kendi aklımızdan daha güvenilirdir. Hikmet bilinmese bile hükümle amel etmek gerekir.Birşey emredilir yada yasaklanır ve muhataplar,getirilen bu emir yada yasağın amacını gerçek anlamda bilmezlerse,o zaman o emir yada yasağın mahiyet itibariyle etkili olduğuna inanmak gerekir. Kişi, etki sebebini bilemese bile etkin olduğunu tasdik edecek bir konuma getirilmelidir.

Bu ilkeden hareketle Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çoğu kez emir ya da yasakların sırlarını açık bir şekilde beyan yoluna gitmemiş, bunlardan bir kısmını ümmetinden ilimde derinleşmiş olanlara ancak telmihte bulunma gibi bir yol tutmayı yeğlemiştir, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) çoğu kez emir ya da yasakların sırlarını açık bir şekilde beyân etmemesi sebebiyle, kendi dönemlerinde dini koruma sorumluluğunda olan râşid halîfeler ve müçtehid imamlar, dinin kalıp ve şekillerinin ikâmesine,onların ruhuna olan itinadan daha çok özen göstermişlerdir.(35)

Hz. Peygamberin Sözlerinin Gerçek Oluşu 

İtisâmın lüzumunu belirleyen etkenlerden ve sahâbilerin sünnete bakışlarını etkileyen sebeplerden biri de Hz. Peygamberin sözlerinin gerçek oluşu ve gerçekleşmesidir. Bu durum tabiî olarak sünnetin sabitliği, doğruluğu sonucunu doğurur. Hz. Peygamberdin de bu konunun üzerinde ısrarla durması, sahâbîlerin sünnete sarılmalarının temelinde yatan bir başka düşünce ve kabulü oluşturmuştur.

Hz. Peygamberdin sözlerinin gerçek olduğunun delili, Allah Teâlâ tara­fından te’yid ve tashih edilmesidir. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kısas olarak müsle cezası verdikten sonra “Allah ve Resûl üne karşı savaşanların ve yeryüzünde hak düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi(maide,33) olduğunu bildiren âyetin nâzil olması(36) te’yid mânâsındadır. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bal şerbeti içmemeye yemin etmesi üzerine Tahrîm Sûresi’nin ilk beş âyetinin inişi de(37) verilen kararını tashihtir. Bu onun (sallallahu aleyhi ve sellem) her icraatı­nın kontrol altında olduğunu gösterir.

Hz. Peygamberin bazan tevakkuf etmesi aslında vahyin gelmemiş olması dolayısıyla ne yapması gerektiğini tam kestirememiş olmasından ve tabiî vahy beklemesinden kaynaklanıyordu. Alınan ganimetler içinde bulunan bir kılıç ganimet olarak kendisine verilmesini ısrarla isteyen Sa’d b. Ebî Vakkâsi, Hz.Peygamber her defasında geri çevirmiş, herhangi bir tasarrufta bulunmamış ardından “Sana savaş ganimetlerini soruyorlar! De ki: Ganimetler, Allah ve Resûle aittir”(enfal,1) âyeti nazil olmuştur.(38)

Hz. Peygamber, sözlerinin hak oluşunu çeşitli şekillerde belirtmiştir. Bu şekillerden biri, kendisinin Allah’ın Resûlü olduğunu bildirmesidir. O, bu yolla önce Allah adına konuştuğuna dikkat çekmekteydi. Özellikle de muci­zelerden sonra “Ben, Allah’ın Resûlüyüm” ifâdesini kullanmak suretiyle ilâhı denetim ve teyide mazhar olduğunu pekiştirirdi. Meselâ, Câbir b. Abdullah, bir Yahûdi’ye olan borcunu ödemek için mühlet istediğinde Yahûdi kabul et­memiş, Câbir, durumu Hz. Peygamber’e haber vermişti. O da borcun te’hiri için Yahûdi’yle konuşmuş, ancak Yahûdi tehire yanaşmamıştı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında Ebû Bekr ve Ömer olduğu halde Câbir’in hurma bahçesine gelmiş, bahçeyi iki kere dolaşmış ve “Allah’ın ona hakkını tam vereceğini belirttikten sonra “Câbir, ağaçlardaki hurmaları topla ve Yahûdi’ye borcunu öde“ buyurmuştur. Câbir, borcunu ödedikten sonra kendisine de bir miktar kaldığım müjdelediğinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ’’Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet ederim“ buyurmuştur.(39) Başka bir rivâyette ise; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) daha önceki sözlerine şâhit olan Ömer’i aramış, Ömer geldiğinde ona “Câbir’e alacaklısını ve hurmasını sor bakalım!” buyurmuştur. Ömer “Ona bunu sormam. Çünkü sen Allah’ın ona hakkım tam vereceğini haber verdiğin zaman, yakînen bilmiştim ki, Allah ona hakkını tam verecektir” diyerek Hz. Peygamber’in beyânının mutlak sûrette gerçekleşeceğine inandığını, güvendiğini ve şâhit aramaya gerek duymadığını belirtmiştir. Bununla birlikte muhtemelen meselenin önemi sebebiyle Hz. Peygamber aynı sözü Ömer’e üç kere tekrarlamış, Ömer de her defasında aynı cevabı vermiştir.(40)

Hz.Peygamber, müslümanlardan bazılarının sözlerinden şüphelendikleri durumlarda, sözlerinin doğru olduğuna şehâdet etmiştir. Müslüman olduğu- iddia eden birisi (Kuzman)(41) için “O, cehennemliktir” buyurunca orada bulunan bir sahâbi “Cehennemliktir, buyurduğunuz kimse çok yaman savaştı” diyerek şaşkınlığını belirtmiş. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözünden şüphelenen bazı sahâbîler, olayı teftiş ve takibe çıkmışlar, adama yaklaştıklarında Onun daha ölmediğini görmüşler. O kimse acıya dayanamayıp gözlerinin önünde intihar etmiş. Durumu gidip Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) haber verdikle­rinde o, “Allahu Ekber, ben, kendimin Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet ederim” buyurmuştur.(42) Hz. Peygamberim bu ifadesi aynı zamanda kendisine kimse inanmasa bile Allah’ın ve kendisinin şahitliğinin yeteceği mânâsına gelir. Nitekim “Sana şâhit olarak Allah yeter”(nisa,79) buyurulmuştur. Bir başka örnekte ise câriyesinden çocuk istemediği için azil yaptığını söyleyen bir kimseye Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Şüphesiz ki, bu hareket Allah’ın irâde ettiği bir şeye mânı olamaz“ buyurmuş. Bir müddet sonra aynı kimse câriyesinin hâmile kaldığını söyleyince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Mukadder olanın başa geleceğini söylemiştim. Ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm!’(43)buyurmuştur.

Hz. Peygamberim, kendisinin peygamber olduğuna şehâdet etmesi, onun her sözüne inanmak ve uymak gerektiğini anlatır. Verdiğimiz son iki örnekte Hz. Peygamber, kulluğu ile resûllüğünü birlikte zikretmiştir. Bu surede o, be­şer oluşunun sözlerinin gerçekliğine mâni olmadığını belirtmiş olmaktadır. Ni­tekim Abdullah b. Amr’a “Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) işittiğin herşeyi yazıyorsun. Hâlbuki Resûlullah da (sallallahu aleyhi ve sellem) bir beşerdir; kızgınken de neşeliyken de konuşur” denildiğinde o, bunu, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) anlatmış, o (sallallahu aleyhi ve sellem) da parmağıyla ağzını işaret ederek Yaz, Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başkası çıkmaz” buyurmuştur.(44) Görül­düğü gibi bu hadîste Hz. Peygamber, sözleri arasında hiçbir ayırım yapmamış ve bütün sözlerinin gerçek olduğunu belirten bir genel beyanda bulunmuştur.

Sahâbîler, Hz. Peygamberim sözlerinin gerçek olduğuna iman etmişlerdi. Meselâ, bir sefer esnasında namaza kaldırmakla görevli olan Bilâl (v. 20/641) uyumuş ve kimseyi namaza kaldıramamış, Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem),Ebû Bekr’e “Bilâl namaz kılıyordu, şeytan geldi, onu yatırdı, ninni ile uyutulan çoçuk gibi onu uyuttu“ buyurduktan sonra Bilâl’i çağırmış, Hz. Peygamber’in Ebû Bekir’e anlattıklarının aynısını Bilâl de anlatınca Ebû Bekr, “Gerçekten senin Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet ederim“ demiştir.(45) Sahâbîlerin, onun her konudaki sözüne inandıklarının delili olan ilginç bir olay da şudur: Bir a’râbî, Hz. Peygamber’e at satmış, sonra da atı başkalarına satmak için bunu inkâr etmiş, Hz. Peygamberce bu konuda tartışırken a’râbî, ondan an satın aldı­ğına dair şahit getirmesini istemiş, tartışma sesini duydukları için oraya toplan­mış bulunan bütün müslümanlar a’rabîye, “Yazıklar olsun, Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) haktan başka birşey söylemez” demişler, Huzeyme b. Sâbit ise, şahit getirmesi konusunda ısrarım sürdüren a’rabî’ye, “Senin atı ona sattığına ben şahidim” demiş, Hz. Peygamber, satış esnasında orada olmadığı halde neye da­yanarak şahitlik yaptığını sorunca Huzeyme “Senin peygamberliğine inandığını için şâhitlik yapıyorum” demiştir.(46) Huzeyme’nin bu sözü, Peygamber’e ima­nın neyi gerektirdiğini ve nasıl olması gerektiğinin İslâmiyet’in ilk uygulayıcıla­rının dilinden ifadesidir. Hz. Peygamberin sözlerinin gerçek oluşunu sahâbıler bazan âyede de delillendirmişlerdir. Meselâ, Muâviye, riyakârların âkıbetine dâir hadîsi işitince “Allah’ın ve Peygamberinin sözü doğrudur” diyerek hadîsi destekler mâhiyette olan Hûd Sûresi’nin 15. ve 16. âyetlerini okumuştur.(47)

İnceleyin:  Sırat-ı Müstakim'in Anlamı ve Bidatçilerin Sırat-ı Müstakim'den Ayrılmaları

Kabul etmek gerekir ki sahâbîlerin Hz. Peygamber’e itiraz ettikleri durum­lar da olmuştur. Yalnız bu itiraz, onunla aynı görüşte olmamaktan kaynaklanan bir itiraz değil, olayları onun gibi değerlendirememelerinden, ilk anda zâhire göre hareket etmelerinden ileri geliyordu. Meselâ, Hz. Ömer, Resûlullah’ın (sal-lallahu aleyhi ve sellem) Hudeybiye’deki siyasetini doğru bulmamış ve Resûlullah’a ve Hz. Ebû Bekr’e giderek izah istemiştir.(48) Usâme b. Zeyd’i kumandan tayin ettiği zaman da bazı kimseler Üsâme’nin kumandanlığına karşı çıktıklarında Hz. Peygamber, “Onun kumandanlığını yeriyorsunuz, daha önce de babasının kumandanlığına dil uzatmıştınız. Allah’a yemin ederim ki o, kumandanlığa gerçekten lâyıktı ve bana insanların en sevgililerindendi! Oğlu da kendisinden sonra insanların bana en sevgililerindendir” buyurmuştur.(49) Hz. Peygamberin bu meselede itirazı hoş görmemesi, onun tayin ve tercih şeklinde tecelli eden sünnetini tereddütsüz benimsemek gerektiğini ortaya koyar.

Bazan Hz. Peygamberin tavsiyeleri ilk anda kimi sahâbîlerin hoşlarına gitmiyor fakat sonradan Hz. Peygamberin haklılığına şahit oluyorlar, böylece, sünnetin hak olduğuna hem de Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendileri için en doğru olanı tavsiye ettiğine inanç ve güvenleri artıyordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Fâtıma bint Kays’a, Usâme b. Zeyd ile evlenmesini tavsiye ettiğinde Fâtıma, buna razı olmayınca Hz. Peygamber, Usâme’yle evlenmesi tavsiyesini tekrarlamış. Neticede Usâme ile evlenen Fâtıma bint Kays, “Allah, Usâme’de hayır halketti; ben de hayran ve memnun kaldım”(50) diyerek Hz. Peygamberin haklı olduğunu itiraf etmiştir.

Sahâbîlerde, Hz. Peygamberin sünnetinin gerçekleşeceği inancı tamdı. Cündeb,(51) Cerea günü,(52) orada bulunan bir kimseye “Burada bugün mut­laka kan dökülecektir” deyince o şahıs “Vallahi, asla!” demiş. Cündeb ısrar ettikçe karşısındaki şahıs da aksini söylemiş. İsminin Huzeyfe olduğunu öğ­rendiği o şahıs nihayet “Bunun böyle olacağını bana Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) anlattı” deyince Cündeb, “Sen ne fenasın. Bir saattir sana muhalefet ettiğimi görüyorsun. Madem ki bunu Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) işit­tin, beni niye nehyetmiyorsun?” demiş,(53) sünnetin muhakkak gerçekleşeceği  inancını ve sünnete güven ve teslimiyetini belirtmiştir. Übey b. Ka’b (V 30/650) Ramazan avında bir sabah, geçirdikleri gecenin yirmi yedinci gecesi olduğunu  istisnasız yemin etmiş. Kendisine neye istinâden böyle bir tesbitte bulunluduğu sorulunca Übey “Resûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) bize haber verdiği belirtilere istinâden söylüyorum. ‘O gecenin sabahında güneş şuasız olarak doğar.’ buyurmuştu” demiştir.(54)

Sahâbîler, Hz. Peygamberin cennetlik olduğunu belirttiği kimseleri cen­netlik olarak değerlendirirlerdi. Hz. Peygamber, Sâbit b. Kays b. Şemmâs’ın cennetlik olduğunu buyurduğu(55) için sahâbîler Sâbiti aralarında gezinen cen­netlik bir zât olarak görürlerdi.(56)

Ebû Hüreyre, “(Cizye olarak) dinar ve dirhem almayacak olursanız hâliniz nice olur.’’ dediğinde ona “Sen böyle bir şeyin olacağını nasıl düşünüyorsun?” diye sorulmuş. Ebû Hüreyre “Evet, ben size kendisi doğru söyleyen, kendisine doğru söylenilen Resûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) sözünden haber veriyo­rum” cevabını vermiş,(57)Hz. Muhammedin peygamberliğini hatırlatmıştır. Abdullah b. Mesûd, mescidde toplu olarak sesli zikir yapan bir gruba, bu yaptıklarının sünnette olmadığım belirttikten soma “Yazıklar olsun. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize, ‘Kur’ân’ı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuş­ları, sadece dilde kalacak, onların köprücük kemiklerinden ileriye geçmeyecek buyurmuştu. Vallahi bilmiyorum belki onların çoğu sîzdendir’’ demiştir. Ger­çekten de o halkadakilerin tamamı Nehverân savaşında Hâricîler’in yanında yer almışlardır.(58)Hâricîlerle savaşan Hz. Ali, İbn Mesûdun naklettiği hadîsi nakletmiş, Resûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) tarif ettiği kişilerle savaştığını belirtmiş ve “Allah doğru söyler, Resûlü de doğruyu tebliğ buyurur”(59) di­yerek bir yanda sünnetin kaynağına işaret ederken bir yandan da sünnette yer alan hususların mutlaka gerçekleşeceğini belirtmiştir. Hatta o, daha sonra Hz. Peygamberdin, fiziğini tarif ettiği bir Hâricîyi aramalarını istemiş, iki kere arayıp bulamadıklarında ise sünnete olan inancından hiç şüphe etmeden “Dönün, tek­rar arayın. Vallahi ne ben yalan söyledim, ne de bana yalan söylendi” demiştir.

Dipnotlar:

(1)-Abdullah b. Ömer, seferde nâfile namaz kılmayı, doğru bulmamış, bu konuda Resûlullah’ın (sal­lallahu aleyhi ve sellem) ve hulefâ-i râşidinin tatbikâtını naklettikten sonra, “Farzdan önce veya sonra namaz kılacak olsam, farzı tamam kılardım” (Tirmızî, Cum’a 39) diyerek sünnette değişik- lige gidilecekse herkesin ayn bir yorumunun olabileceğine ve sonuçta ortada sünnet diye bir şeyin kalmayacağına-haklı olarak-işaret etmiştir

(2)-Açcâc el-Hatîb, es-Sünne kable’t-tedvîn s. 85.

(3)-Ahmed b. Hanbel 1,45; Buhârî, Hac 57; Ebû Dâvûd, Menâsik 50. Bu tür olaylar dolayısıyla sün­netin çağlar üstü geçerliğini, tarihsellikle sımrlanamayacak öze sahip bulunduğunu da söylemek gerekir.

(4)-Nesâî, Menâsik 155.

(5)-Muvatta, Hac 115; Ahmed b. Hanbel I, 16-17, 26, 34, 35, 46, 53-54; Buhârî, Hac 50, 57, 60; Müslim, Hac 248,249,250,251; İbn Mâce, Menâsik 27; Ebû Dâvûd, Menâsik 46; Nesâî, Menâsik 147,148. Bir başka riviyette ise Hz. Ömer, Hacer-i Esved’i öptükten sonra onu tutup “Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) sana itinâ ederken gördüm” demiştir. (Müslim, Hac 252).

(6)-Zehebî, Siyerin, 101.

(7)-İbn Mâce, İkâme 73; Nesâî, Taksir 1.

(8)-Abdurrezzâk, Musannef,lX, 213; Ahmed b. Hanbel H, 25; Müslim, Esribe 28 29

(9)-Dihlevî, Huccetullahi’l-bâliğa 1,12.

(10)-Tirmizî, Vitr 16.

(11)-Tirmizî, Diyât 1. Tirmizî, hadîsin “hasen-garîb” olduğunu belirtmiştir

(12)-Abdurrezzâk, Musannef,V., 35; Ahmed b. Hanbel 57- Buhârî Hac 57..

(13)-Ahmed b. Hanbel D, 3.

(14)-Bk. Ahmed b. Hanbel II, 3; Timizi, Hac 111.

(15)-Abdurrezzâk, Musannefl, 387, 388.

(16)-Ebû Dâvûd, Salât 88.

(17)-Ebû Dâvûd, Salât 218.

(18)-Abdurrezzâk, MusannefX, 395; Buhârî, İ’tisâm 4.

(19)-Ahmed b. Hanbel II, 32.

(20)-Nesâî, Buyu’ 99.

 

(21)-Buhârî, Buyu’ 36.

(22)-Abdurrezzâk, Musannef, X, 413.

(23)-Tirmizî, Edâhi 7. Tirmizî, hadîsin “garîb” olduğunu belirtmiştir.

(24)-Müslim, Zühd 37.

(25)-Hanbeli,3,410;Buhârî, Hac 48; İ’tisâm 2; Ebû Dâvûd Menâsik 93

(26)-Abdurrezzâk, Musannef,lV, 422.

(27)-Müslim, Fedâilu’s-sahâbe 24.

(28)-Abdurrezzâk, Musanncf,VIII, 302.

(29)-Müslim, Fedâilu’s-sahâbc 225. Bu zât, memleketimizde Veysel Karânl diye anılır.

(30)-Zehebî, Siyer X, 541.

(31)-İbn Abdilber, Câmi II, 192.

(32)-Adet: İnsanların özünde yer etmiş, sağduyu sahiplerince de makbul görülen, öteden beri yapılagelcı şeylerdir. Örf ile eş anlamlı gibidir. Erdoğan, Fıkıh ceHukuk Terimleri Sözlüğü, s. 4.

(33)-Taabbüdî: Gerekçesi (illeti, hikmeti) akıl ile kavranamayan hüküm. Erdoğan, a.g.c. s. 424.

(34)- İtisam II, 366.

(35)-Huccetııllahi’l-bâliğa 1,16-17, 379. Hz. Ömer’in hervele yapmayı gerektiren illerin kalkmasına rağmen herveleye sünnet olduğu için devam etmesi halîfelerin bu anlayışlarına güzel bir örnektir.

(36)-Abdurrezzâk, Musannef,X, 106-107.

(37)-Bk. Ahmed b. Hanbel VI, 221- Buhârî Eyman ve’n nüzur 25;talak 8…

(38)-Müslim, Cihâd 34; Fedâilu’s-sahâbe 43; Ebû Dâvûd, Cihâd 144; Tirmizî, Tefsir 8/1.

(39)-Buhârî, Edime 41; Sulh 13; îstikrâz 18; Vesâyâ 36; Meğâzi 18; Menâkıb 25.

(40)-Buhârî, Hibe 21; Dârimî, Mukaddime 7. Buhârî, Sulh 13’de yer alan bir rivâyette ise Hz. Pey­gamber “Hurmanın berekedendiğini Ömer ve Ebû Bekir’e bildir” buyurmuş, onlar da “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle yapınca olacağını biliyorduk” demişlerdir.

(41)-Bu şahıs Ensâr’dandır. Bk. İbn Hacer, Fcthu’l-bâri Vm, 249.

(42)-Buhâri, Cihad 182; Kader 5; Meğâzi 38; Müslim, İmân 178

(43)-Müslim, Nikâh 134,135.

(44)-Ahmed b. Hanbel IL 162 192;Darimi,Mukaddime 43

(45)-Muvatta, Vukûtu’s-salat 26.

(46)-Ahmed b. Hanbel V, 215-216; Ebû Dâvûd, Akdiye 20. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Huzeyme’nin şahitliğini iki kişinin şahitliği olarak saymakla onu mükâfatlandırmıştır.

(47)-Tirmizî, Zühd 48. Ayederin meali şöyledir: “Kim (yalnız) dünya hayatım ve zinetini istemekti ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlaı işte onlar, âhirette kendileri için ateşten başka şeyleri olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkla da boşa gitmiştir, yapmakta oldukları şeyler (zaten) bâtıldır.”

(48)-Bk. Buhârî, Tefsir 48/5; Cihâd 141,195.

(49)-Buhârî, Fedâilu Ashâbi’n-Nebî 17; Timizi, Menâkıb 39. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hırsıza ölüm cezası vermesi ile ilgili hadîs de konumuyla ilgili güzel bir örnektir. Sahabîler, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) onun sadece hırsızlık yaptığını söylemişler, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da tekrar “Bunu öldürün” buyurmuş, sahabîler aynı şekilde cevap ver­mişler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Elini kesin” buyurmuş. Bu şahıs, daha sonra ayaklan da kesilene kadar hırsızlığa devam etmiş. Hz. Ebû Bekimin hilâfeti zamanında beşinci defa hırsızlık yaptığında Hz. Ebû Bekr “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Onu öl­dürün’ buyurduğunda bu durumu daha iyi biliyormuş” demiş ve o adamın öldürülmesi için emir vermiştir. (Bk. Nesâî, Katus-sârık 14). Hz. Peygamber, muhtemelen vahye dayanarak hırsızın gelecekte yapacaklannı bilmiş ve ölüm hükmünü vermişti. Bu bilgiye sahip olmayan sahâbîlerin ise böyle davranmaları normaldir.

(50)-Muvatta, Talâk 67; Müslim, Talâk 36.

(51)-Sahâbî mi tâbiî mi olduğunu tesbit edemediğimiz bu şahsın Cündeb b. Abdullah b. Züheyr veya Cündeb b. Cündeb olma ihtimali vardır. (Bk. Zehebî, Siyer,3, 177).

(52)-Cerca, Kûfe’ye yakın bir yer adıdır. Cerea günü, Kûfeliler’in vali karşılamaya çıktıkları gündür. Kûfeliler, Hz. Osman’ın gönderdiği vâliyi istemeyip Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi istemişlerdir Hz Os­man da bunu kabul etmiştir. (Bk. Nevevî, Minhâc,XVIII, 226)

(53)-Müslim,Fiten,28..

(54)-Müslim, Sıyâm 220.

(55)-Buhârî, Tefsir 49/1; Menâkıb 25; Müslim, İmân 187.

(56)-Müslim, İmân 188. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Abdullah, urve-i vüskaa tutunmuş olarak ölecek” buyurduğu için Abdullah b. Selâm da cennetlik olarak görülürdü. (Bk. Müslim, Fedâilu’s -sahibe 149).

(57)-Buhârî, Cizye 17.

(58)-Dârimî, Mukaddime 23.

(59)-Müslim, Zekât 156.

 

Aynur Uraler – Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir