Sabır, Ne Demektir? Nasıl Kazanılır?
Sabır, acıya katlanmak, onu geçirmek için dayanmak ve karşı koymaktır ki, her ferahın, her başarının anahtarıdır. Baştaki darlığın, sıkıntının geçmesi için Allah’ın yardımını celbedecek sebeplerin birincisidir. Sabırsız ruhlar her zaman darlık içindedir. Onların, dünyaya ait olaylara hiç dayanıklılıkları yoktur. Her şeyi ister, her şeyden rahatsız olurlar. Genişlik zamanında eldeki nimetin kıymetini bilmezler, gözleri daima başkasındadır. Az bir yokluk görünce tahammül edemez, hemen mahvolurlar. Halbuki dünyada değişmeyen, tahavvül etmeyen hiçbir şey yoktur. Bundan dolayı bir darlığa düşmüş olanlar, Allah’a kalbini bağlayarak, bunun da Allah’ın izniyle geçeceğine iman eder ve Allah’ın yardımını, mutluluk ve ferah gününü temiz kalp ve olgun iman içinde beklerse sonuç kurtuluş olur.
Ve hiçbir fenalığa düşmeden kurtuluş olur. Bunun için nefisleri sabra alıştırmalı, insan sabrı alışkanlık edinebilmelidir. Bu alışkanlık, acıyı bırakmak için değil, def etmek içindir. Ve bunun (yani sabra alışmakla nefsi süsleye- bilmenin) en iyi çaresi oruçtur.
Oruç insanı, her halde, sabra alıştırır, tiryakilikleri tedavi eder. Bundan dolayıdır ki, buradaki sabır, doğrudan doğruya, oruç ile de tefsir olunabilir ve olunmuştur. Fakat her iki halde de burada asıl kastedilen şey, bizzat sabır mânâsıdır, oruç bunun bir vasıtasıdır. Bununla beraber namazın bu konuda da büyük önemi ve faydası vardır. İnsan yıkanır, temizlenir, ayıplarını, ayıp yerlerini kapatır. Bunları yapmak için emek ve mal da sarfeder. Yüzünü kıbleye çevirerek istikametini (yönünü) tayin eder. Kalbini iyi niyetle doldurur. Gönül buhranlarını, şeytan vesveselerini atarak, ruhunun birlik duruluğunu incelemeye çalışır, bütün uzuvlariyle ve büyük bir saygı ile tekbirini alır ve ibadete koyulur.
Dünyanın acılarını, tatlılarını şöyle bir tarafa atar, Hak Teâlâ’ya dua eder, onunla konuşur. Kur’ân’ını okur, dinler, onun huzurunda hayatın akışını, başlangıcını, sonucunu arz eder, Kitap okur; dikilip beklemek, eğilmek, defalarca kapanmak, yine kalkıp doğrulmak, nihayet oturup dinlenmek ve sonunda selam ve esenliğe ermek ve o anda gaybtan şehadet (görünürlüğ)e geçerek, şehadet getirmek gibi ruhî, bedenî büyük bir nizam ve intizam ile bir miraç yapar.
Ve hiç şüphesiz bu ulvî manzaralar içinde nefisler, zahir (dış) ve batın (iç)larında kaybetmek üzere bulundukları intizamı yeniden temin ederler. Sabırdaki acılıkları da unutur veya hafifletirler ve bütün bunlar İlâhî yardımın celbine aracı olur. Darlıktan patlayacak dereceye gelen o fena nefisler kuvvetlerini, itimatlarını artırırlar, sıkıntı zamanlarının kolaylıkla geçmesi için imkan bulurlar ve fazla olarak ayrıca bir saadet zevki, bir bahtiyarlık duyarlar, bir ruh ‘kazanırlar ve bu sayede yalan dolan, karıştırma, hakkı gizleme, aldatma, aldanma, düşmanlık, tecavüz gibi zilletlerden, düşüklüklerden kendilerini kurtarırlar ve o yüzden gelecek çirkin menfaatlere tenezzül etmeksizin sonunda İlâhî yardımın büyük tecellilerine ererler. Çünkü bütün dünyadaki beşerî ızdırabın esası, genel ahlâkın düşmesinde ve hak yerine batılın itibar kazanmasındadır. Allah’ın öfkesini celbeden de budur. Yoksa Allah’ın rahmeti âleme şamildir.
Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.1, s. 351-352, Bakara 45 Tefsirinden.