Rüyet, Cennette müminlerin Cenâbı Hakk’ın cemâlini seyretme lütfuna ermeleridir. Bir ömür boyu, onun yarattığı şu kâinattan yine onun ihsan ettiği beden ile istifade eden ve her biri ayrı bir ilâhî ihsan olan akıl, kalp ve hissiyatıyla nice hakikatlere muhatap olan insanoğlu, kendisini bu kadar lütuflara gark eden rabbini görmeyi elbette aşk derecesinde arzu ediyor.
İnsan kalbine yerleştirilen bu arzunun cevabı, cennette verilecek ve insan, cennet lezzetlerini çok gerilerde bırakan en ileri ihsana böylece ermiş olacaktır. Rüyet hakkında çok münakaşalar cereyan etmiştir. Ana hatlarıyla, ehl-i sünnet alimleri rüyetin hak ve câiz olduğunda, mahiyetinin ise bilinemeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Dalâlet fırkalarından olan Mutezile mezhebinde ise rüyet kabul edilmez.
Her şeyi akılla halletmeye çalışan insanoğlu bu büyük tecellinin nasıl olacağına da az kafa yormuş değildir. Gerçekte bu saha aklın değil kalbin, düşüncenin değil zevkin sahasıdır. Ama akıl uzaktan uzağa da olsa bir şeyler anlamak, bazı ipuçları yakalamak ve tatmin olmak istiyor. Allah Resulünün (asm.) ifadesiyle, “Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan kalbine gelmemiş” bir âlem olan cenneti ve en büyük bir ilâhî rahmet olan rüyeti, bu dünyada nasıl anlayabilir ve nasıl kavrayabiliriz!
(Risale-i)Nur Külliyatından Sözlerde “Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” buyurulmakla, ruhun başka âlemleri bu göze muhtaç olmadan da seyredebileceğine işaret edilir. Bunun en güzel misâli rüya hadisesidir. Mesnevî-i Nuriye de ise “Ruhu cismaniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri, sürat-ı ruh mizanıyla cereyan eder.” buyrulur. Bilindiği gibi, cihet ve yön ancak beden için söz konusu. Ruh için ön, arka, sağ sol gibi kelimeler kullanılmaz.
O halde, ruh bedene galip olunca yön ve cihet devreden çıkar ve ruh, her tarafı birlikte ve beraber görebilir. Nitekim Allah Resulü (a.s.m), arkadan gelenleri de aynen öndekiler gibi rahatlıkla görürdü. Ehl-i cennetin ruhları bedenlerine galiptir. Bir anda birçok mekânda birlikte bulanabilirler. Ve yine cennet ehlinin görmeleri de bu dünyadakinden çok ileri bir seviyededir. Aralarında gölge ile asıl kadar fark vardır. Dünyada sadece maddi eşyayı görebilen insan gözü kabirden itibaren artık melekleri görmeye başlayacaktır.
Buna bir de, rüyetteki ilâhî yakınlığın nuru eklendiğinde, o kâmil ruh, o anda bir feyze gark olacak ve Rabbini cihetten, mesafeden ve şekilden münezzeh bir keyfiyetle seyrederek kendinden geçecek ve kalbi nice mânevî zevklerin cevelan ettiği bir ummana dönecek ve o bahtiyar kul, cennetten edindiği zevkle kıyaslanmayacak kadar ileri bir hazzı, Rabbinin rüyetiyle tadacak, mest olacaktır.
Üstad Bediüzzaman hazretleri, vahdetül-vücut meşrebi için, “Tevhitte istiğraktır.” buyurur. Bu fâni âlemdeki görme, işitme, yeme, içme kısacası her şey, ebediyet yurdundakilere göre ancak gölge derecesinde kaldığı gibi, bu dünyadaki istiğrak hâlinin aslı da tariflere sığmaz bir ulviyet ile, rüyet hadisesinde kendini gösterecektir.
Rüyeti müjdeleyen bir âyet-i kerime: “Nice yüzler o gün ışıldar, parlar; rabbine nâzır (onun cemâline bakmaktadır).” (Kıyamet Suresi, 22)
Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyetin tefsirinde şöyle buyurur: “Ehl-i sünnet, bu bakışı, rüyet mânâsıyla anlayarak ahirette müminlerin Cemâlullahı rüyetini ispat etmişlerdir. ‘lenterani’ye (sen beni göremezsin ) ayetine sarılan Mutezile bu bakışı intizar (bekleme) mânâsına haml eylemişlerdir. Halbuki gayeye ermeyen intizarın neticesi neşe değil, inkısar-ı hayal ve elem(dir)”
Lenterani, “sen beni göremezsin” mânâsına geliyor. Cenâb-ı hakk’tan, rüyet talebinde bulunan Musa aleyhisselâma bu ilâhî kelamla karşılık verilmiş. Füsus şarihi, değerli bilim ve fikir adamı Ahmed Avni bey , Musa alehisselâmın rüyet talep etmesini rüyete delil olduğunu beyan eder ve buyurur ki: “Rüyet muhâl olsaydı, Musa (a.s.) böyle bir talepte bulunmazdı.”
Ahmed Avni Bey, rüyet halinde kişinin kendinden geçeceğini, kendisinde varlık namına bir şey kalmayacağını, ilâhî tecelliye ve yakınlığa gark olacağını ifade ederek cennetteki rüyet için önemli işaretler verir.
“İyi davrananlar için daha güzel karşılık, bir de ziyade vardır.” (Yunus suresi, 26) ayetinde geçen “ziyade” kelimesini, Allah Resulü (asm.), “Rahmanın cemaline nazar” şeklinde tefsir etmişlerdir.
sorularlarisale
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…