Psodologi:Oryantalizm
‘Oryantalistler getto zekânın çocuklarıdırlar. Emperyalist Batı hem insanı öldürdü, hem de ilimleri bayağılaştırıp, gettolaştırdı. Sonsuz mekanlardaki pınar tazeliğini, kristal, billur örgünün mana ve rayihasından haberi yoktur. Tekniğine gelince, ufukta ve istikbalde ölümün nefesi kokuyor. Batı tekniğinin yüzde yüz bir “Epimetos” olduğunun, Batı’da da farkında olan ciddi ilim adamları ve düşünürleri bu dişi canavarın dehşeti içindeler. Ama yığınlaştırılan insanlar bunu bilmiyor, görmüyor. Daha doğru bir ifadeyle istemiyorlar!
Önce Psodologi / Psodoloji. Yalanın ilmi. Batı hiç çekinmeden bir büyücü çırağı gibi, dokunduğu herşeye bir ilim sıfatı verme sevda ve hastalığındadır. “Logie“bir sufıks, bir son ektir. Bu Yunanca “Logos” kelimesinden türetilmiş. Bu mefhum Batı’nın en kaypak, dişi kelimelerinden birisi, taşımadığı mana yok gibi.
Batı’nın muteber lügat ve ansiklopedileri bu kelime hakkında bize şu bilgileri veriyorlar: Gramerde, konuşma, cümle, kelimeler ve hece anlamına geliyor. Retorik, belagatta ise; konuşma, nesir tarzı bir anlatım. Şiir de ise fabel manasında kullanılıyormuş. Filozoflardan mesela: Stoacı’lara ve Heraklite göre: “İlahi Akıl”, Dünya aklı manasında ve yahut Dünya atlasının akıl prensibi manasında kullanırlar. Platon bu mefhumu: “İzah etmek”, “İfade etmek” gibi manalarda kullanmış. Batının muallimi evveli Aristo ise: “Tanımlama” manasında kullanmış.202 Herkesin elindeki pamuk ipliğin rengi hep başka…Kısaca bugünki Batı lügatleri: Konuşma, lisan, düşünce, mana ve mefhum diye kelimeyi tanımlıyorlar.
İşte bu kelimeden türetilen “Logie” ve bizde “loji” diye kullanılan bu son ek, usûlen bir alan ve mevzuu ilmi. O alanın ilmi hüviyetini ve ilim olduğunu ifade etmek için, bu son ek kullanılır. Mesela: Sosyologi / loji, Ontologi/ Ontoloji vs. gibi. İşte bizde, Batı dünyasına yeni bir ilim armağan etmek istiyoruz: Yalanın ilmi. Onların kendi kültürlerin istılahi ile: Psodologi/Psodologie diyorum, bütün sahte ilimlere.
Onun için Batı’nın bir avuç gerçek düşünürlerinin dışında, hakim olan ilim sahte yani psodo(Pseudo) ilimdir… Kısacası Oryantalizm bir nevi “Psodologi” dir. Yalan ve aldatmanın ilmi.
Bunlar sömürge atlasının atkı ve çözgüsünü itina ile örmüşler ve halen örerler.
Oryantalistler, Cemil Meriç’in mühürleyip ve tuğralaştırdığı gibi, asırlarca unutulmayacak olan bu keskin, derin ifadesiyle: “Sömürgeciliğin keşif koludur” hükmü doğrudur. Ama bu söze şunu da ekleme yapmak mecburiyetindeyiz: Oryantalizm aynı zamanda, bütün yön ve ruh dimensiyonuyla sömürgeciliğin atlasının atlasının örgücüsü ve kâşifidir.
Onların görevi, daha doğrusu onların medeniyetinin bir mefhumu ve karanlık bir metaforla ifade edersek: bir hıncahınç hecesiz kelime olan “misyon” ları hem sömürgeciliğin atlasını hazırlamak, hem de tabii olarak, ruhen diğer milletlerin çocukların melezleştirmenin yani varlıklarının bütün değerlerini toz haline getirmenin manifestolarını yazmaktır. Bunlar “Doğu” söz konusu olunca, daima binaların, yani beynin, düşüncenin üst katındaki ışıkları biteviye söndürürler. Çünkü bunlar aynı zamanda ruhen, fikren ve zikren birer hakiki Psodologturlar. Saniyen yalanın, sahte ve aldatma ilminin neferleridirler… Her daim her asır karanlığın emir kiplerinin, emrinin altındadırlar.
İnsan mesela Alman Oryantalistlerden bir C. H. Becker’in, Martin Hartmann’ın ve Hugo Grothe’nin Birinci Dünya Savaşı öncesi, sonrası ve savaş esnasında, savaş bitimindeki yazılarını okuduğunda, samimiyetsiz daha doğru bir ifadeyle bu maskeli yüzlerin altındaki gerçek yüz ve ruhlarının atlasını görebilir!.. Bu durum sadece Almanya için değil, tabiî. Bütün sömürgeci Avrupalılar aynı ruhun yani sahte ve getto örgülü zekânın çocuklarıdırlar.
Mesela kaç kişi içimizden bir Fransız Rene Pinon’un “L Europe et l’Empire Ottoman ” ve bir Alman teolog, Papaz Prof. Cari Mirbt’in: “Missiorı und Kolonialpolitik in den deutschen Schutzgebieten” (1910) ve E. Graf von Mülinen: “Die Lateinische Kirche im Türkischen Reiche” gibi eserleri okumuştur. Batı’nın bu gözcü okçuları, zehir tacirleri olan, bu sömürgeciliğin atlası: Oryantalizmin tek hedefi ve asıl muhatabı müslüman Türklerdir. Filistinli Edward W. Said’in “Oryantalizm” adlı eserinden sonra bir müslüman Türkün bu eserden daha şümûllü, daha derin, düşündürücü ve keskince, ufuk ötesi genişliğinde bütün hakikatleri mermerden sayfalara kazımalıydı, tırnaklarıyla… Unutmayalım, Edward Said, ölmeden önce 2003 yılı baskısına, hem bir ekleme, hem de tenkitlere cevap verir.
Ama bu meselenin karşısına ilk önce ciddi olarak çıkan: Edward W. Said’tir. Ve kendisi son derece mütevazi bir ifadeyle “Bu bir giriştir” diyor. Mesele diyorum. Zaten Avrupa insanlık için başlı başına bir meseledir. Unutmayalım: “Avrupa dehşetin izleridir, demiyor muydu, Latin şairi… Evet son derece insanlık için hayati bir mesele diyorum. Bu ebedi yalan örgüsü, emperyalizmin bütün buud renklerini ve sinsi, dişi tilki metodlarını varlığında, rüyasında iç örgü olarakta barındıran: Oryantalizm. İlim değil, sahte yani Psudo ilimdir. Bu mesele bir Kari Mark’ın yazısı “Zur Judenfrage” (Yahudi Mes’elesi) dediği manadan veya Althusser’in “Problematik” mefhumuda bu meseleyi bütünüyle anlatmaya yetmez. Bu daha öte, ötelerin ötesi bir meseledir.
Dünya ve insanlığın gerçek barışı için hayatı bir meseledir: bu yalan örgüsü, emperyalizimin bütün renklerini ve metodlarını içinde barındıran, Oryantalizm. Önce Edward Wadi Said’in 1978’de yayınladığı bu esere kısaca eğilelim, ilk eser olması sebebiyle. O, Doğu’yu, Avrupanın hem maddi hemde uygarlığının “ayrılmaz bir parçası” olarak gördüğünü belirtikten sonra oryantalizmi şöyle tarif eder: ”Batı uygarlığın kültürel ve ideolojik açıdan değişik bir anlatım şeklidir, değişik bir kelime hâzinesi, bir eğitim ve öğreti; kurumlar beraberliği, hayaller ve düşünceler toplamı, doktrinler ve hatta sömürge yönetimi için gerekli bürokrat kadrolar ve yerli yönetim elemanlarıdır oryantalizm.”203
Ve yazara göre ise; ”Doğu hakkında ders veren, yazı yazan ve araştırma yapan herkes oryantalisttir.”204 Sadece bir ada olmadığını, bu getto ve psodo ilmine başka ilim alanlarında bu emperyalizm ve sömürge atlasını ördüğünü beyan etmek için de şunlarıda ekler: “Ayrıca genel veya özel anlamda, etnolog, sosyolog, tarihçi ve filozofları kendi bilimsel disiplinleri ile birlikte oryantalizmin içine katmak mümkündür.”205 Yanılıyor mu? Hayır!
Kısacası Avrupa’da sadece kendilerine “Oryantalist” diyenlere, oryantalist demek budalalık olur. Avrupa’da kim ilmi gettolaştırıp, sırf kıyıcığını, kanlı barbarlıklarını ve biteviye yalan atan ve yalanlarını örtbas eden ve kendi medeniyetini, diğer medeniyetlerin üstünlüğünü ve herhangi bir ilim ve sanatta bu mevzuların öncülerini görmemezlikten gelip, narsistlik ötesi bir ruh tavrıyla ve sadece yalan, dolan ve biteviye hecesiz kelimeleriyle emperyalizme ve kanlı sömürgeciliğin sözcülüğünü yapan herkes bir oryantalisttir. Yani hakiki bir psodolok’tur!..
Henüz Batının dehşetin dehşeti izlerini anlatan bir düşünür ne Doğu’da ne de Avrupa’da çıkmadı. Bir tane Avrupa mefhumu yok! Yüzlerce “Avrupa” mefhumu var ama hakikatte bunları biz ikiye ayırmak mecburiyetindeyiz! Yoksa hakikat Richard Faber’in bu “Abendland Ein politischer Kampfbegriff ” adlı eserinde bahsettiği bir sürü “Avrupa” yok!206 Faber, sadece gömlek renklerini vermiş, Ruh ve zihniyet farklılıklarını değil.
Bu sadece geveze Avrupa’nın, geveze bir medeniyet olduğunu göstermekten başka birşey ifade etmez. Bize göre ruh ve düşünce zihniyeti olarak, bu ikibinaltıyüz yıllık düşünce tarihi olan, İhtiyar Avrupa, önüne hangi sıfatı eklerse eklesin, sadece ve sadece iki Avrupa vardır. Birincisi: Düşünen; namuslu, aydınlıklı kafaların olduğu bir “Avrupa”lı. Ama bunlar minnacık, bir avuçtur, tarih boyunca. İkincisi: elleri ve ruhları biteviye kanlı olan, barbar ve emperyalist Avrupalı. Unutmıyalım Usta Şair Horaz bunlara: “Vestiqia Terrent” diyor. Yani Latin şairine göre Avrupa hep: “Dehşetin İzleridir
Tekrar Edward Said’in eserine dönelim. Kulak kabartalım, Batı’nın sömürge ruhu ve zihniyeti için neler söylüyor: “Bir hikmet nazariyecisi gibi aktarılmaya çalışılan bu fikir sisteminin, aslında korkunç olduğu kadar basit ve anlaşılması kolay bir seri yalan kumkuması olduğu bilinmelidir”207 Ve “Cultur and Imperialism. 1993” yazan ekler: “Oryantalizm coğrafi bir ayrım değil, bir seri çıkarlar toplamıdır”208 Said yanılıyor mu? Hayır… Batı acımasızca sömürdüğü her ülke ve yok etmek istediği her medeniyet, onlar için: Doğu’dur. Daha doğru bir ifadeyle, kendisi dışındaki herkes:“Doğulu’dur.
Şunu asla unutmayalım ki, Batı’da, oryantalistleri üstelik bir ciddi oryantalist dergisinde edepli ve haklı olarak, edebiyat acısından, Batıkların kıyıcılığına, peşin hükümlerine ve bir eşya gibi ele almalarına isyan edip, tenkit eden, ilk hakiki âlim ve edebiyat bilgini, daha önce belirtiğimiz gibi, bugün tamamen unutulan: Otto Hachtmann’dır… Hachtmann henüz 1917 yılında, Edward Said’in şu sorusuna: “En önemlisi araştırma oryantalizmin yerine neyin seçebileceğini düşünmektir. Diğer kültürler ve diğer halklar, baskı ve yönetme emeli taşımadan hür ve bağımsız bir görüş açısı ile nasıl incelenebilir?” işte bu soruya bütünüyle olmasada ilk olarak cevap vermişti Hachtmann bey.
Üstelik ifade ettiğimiz gibi, bu keskin ve köşeleri belli olan, düşüncesini cesur ve edeplice bir oryantalist dergisinde söyler. Bunu yukarıda ki sayfalarda zikrettik. Ama Hachtmann’ın, oryantalistlerin kendilerine çeki düzen vermezlerse, dürüst olmadıkları zaman, “Literat” Edebiyatçıların birer “Oryantalist” olmalılar der. Üstelik E. Said’de onun bahsettiği bir “Literat”tır. Kısacası düşüncenin ve ilmin ruhuna ve namusuna sahip, bu düşünen her Avrupa’lıyı davet ettiğini bilhassa unutmayalım…
Evet. Oryantalistler ve kanlı sömürgeci elleri. Kısa bir araştırma, mukayeseli, tahlil ve tenkitli bir okuma mesela bir oryantalist C. H. Becker‘in 1910 yılında “Der İslam” adlı bu oryantalist dergisinin ilk sayısında bulunan ve derginin ilk yazısı olan:“Der İslam als Problem”,209 “İst der İslam eine Gefahr für uns re Kolonien?”210 ve bu önce Paris’te bir konferans olarak, sonra Berliner InternationaleWochenschrift’te211 neşredilmiş ve Martin Hartmann’ın yine bu “Der İslam” mecmuasındaki “Deutschland und der İslam”212 yazılarını ve sonra savaş esnasında ve aka- bindeki herhangi bir yazısını okumak lazım. Temelde ruh aynı:
Kıyıcılığın ve sömürgeciliğin yollarını göstermek ve yapmaktır. Bunun dışında insan bir zamanlar iki iyi dost olan Hollandalı oryantalist C. Snouck Hurgronje ile C. H. Becker’in birbirleriyle olan tartışmaları unutmamalıdır. Savaş öncesi ve sonrası daha doğru bir ifadeyle ülkelerinin bu sömürü menfeatleri çakıştığında birbirlerine olan tavırları anlamak için.213
İslâm milletlerinin birliğini bozup, fitne tohumları ekmek. Bütün kurucu fikir ve değerlerini sulandırmak, sosyolojik bir ifadeyle fikren, ruhen melezleştirmektir ki, bunun anlamı, adı dini ilimlerde ki, gerçek karşılığı, manası, şüphesiz:Gavurlaştırmaktır.
Onlar sizlere bunu boş, modavari ve slogan bir “Modern” kelimesiyle ifade ederler. Daha doğrusu bütün hecesiz kelimelerle saldırırlar. Mesela filozof Nietzsche henüz ilk dönem eserlerinden biri olan: “Menschliches, Allzumenschliches” adlı bu eserinde, bu boş, slogan modern kelimesi ve insanı için, düşünen insanların dikkatini çekmek için, şunları söyler: Modern insan, kendisine bir ev inşa etmek istiyor. Onun burdaki duyguları ise, sanki kendisini canlı canlı mezar anıtın duvarlarıyla örmek istiyor gibidir.” Bir başka eserinde ise bize: ”Gururlu, sorumsuz, kendisiyle asla barışık olmıyan bir maymuna” benzetir, modern Avrupa insanını.
Onun ölümünden sonra yani Posthum bir yazısında, filozof Batı dünyasının, “Modern Gesellschaft”ını modern cemiyeti için şöyle tarif eder, önce modern cemiyetin bir “Toplum” olmadığını anladık mı? Sorusundan sonra şu hükmünü verir: “Ne bir “Cemiyet” ne de bir “Vücud” tur. Bilakis bir hastalıklı toplumdur der, bu” Zur Genealogie der Moral’ yazarı. Bunun Türkçe anlam ve manası kısaca budur. Batı’ının boş, slogan ve parola nevinden kelimeleriyle, kendi toplumları gibi, diğer toplumları bu “Hecesiz Kelimelerle” aldatıp, sömürürler ve zehirlerler.
İnsan bu yazarların birbirleriyle olan mektuplarını okuduğun da, bunların gerçek yüz ve mh topografyalarını, aslî fikirlerine, düşüncelerinin yüzünü manası daha iyi görüyor ve daha iyi anlıyor. Gayet berrak, sessizce ve maskesiz görüyor. Çünkü bu mektuplarda, nasıl olsa kimsenin okuyamayacağı düşüncesiyle, maskesiz, içlerinden geldiği gibi yazıyorlar. Mesela Martin Hartmann ile Ignaz Goldzihenin 20 yıllık mektuplaşmalarında olduğu gibi…
Bu kitaptan anlıyoruz ki, Genç Muhammed İkbal, 1912 yılında Matin Hartmann’a bir mektupla, onun “Almanya ve İslam” adlı yazısını, okumak istediğini belirtiyor. İkbal’i tanımayan ama bu övgü dolu mektuba sevinen Martin Hartmann, Macar yahudisi Goldziher’e sorar, kim bu Muhammed İkbal, tanıyormusunz, diye sorar. Rafine oryantalist, takiyyeden Mısır’da geçiçi olarak müslüman olan, Goldziher de tanımaz. Bu İkbal’in isteği Hartmann beyin hoşuna gider ve kendisine İngilizce mektup yazan genç Muhammed İkbal’e istediği makaleyi göndereceğini belirtir.
Bu tip mektuplar sadece oryantalistlere mahsus olan bir durum değildir. Mesela meşhur Fransız düşünürü bu “Demokrasi” kitabın yazarı: Alexis Clerel de Tocqueville’nin (1805-1859) hani bu hatıralarında: “Ben İhtilallerin gölgesinde doğdum Doğduğum da Aristokrasi can çekişiyordu ve henüz demokrasi doğmamıştı .” diyen bu kendisi gibi kaypak ve kıyıcı bir görüşün sahibi olan liberal yazarın, insan onun mektuplarını okuduğunda, bu “Amerika da Demokrasi” yazarı denilen ne kadar ırkçı, sömürgeci ruhlu, kendi medeniyetinin dışındaki milletlere ve bilhassa bunlar şayet müslüman kavimler iseler, iliklerine kadar düşmanı olduğunu görür: “L’ancien regime et la revolution, 1856” (Eski Rejim ve İhtilal) yazarını. O da Kari Marks gibi, nasıl Alman’lara, Hindistan’ı sömürün tavsiyesini daha doğrusu fetvasını veriyorsa, Tocqueville ise, Afrika’yı daha doğru bir ifadeyle, Cezayir’i sömürün, yok edin tavsiyesinde bulunur.214
Doğu, daha doğrusu İslâm söz konusu olduğunda, hepsinin şiddetli sömürgeci ve birer cavalacoz ve kıyıcı düşünür olduklarını görürüz. İslâm mevzu bahis olduğunda insan olduklarını severek unutup, ruhlarını şeytanın çengeline asmayı çok seviyorlar. Birden kullandıkları kendi: “Hürriyet”, “Demokrasi” ve “Bağımsızlık” vs gibi mefhumları hecesiz kelimeleri yani kana, insan kanına ve kıyıcı, sömürgeci, kanlı barbarlığa dönüşür.
Kısacası Batı’daki yazarların hiçbiri, belki sadece bir avucu istisna, kendi medeniyetlerinin dışındaki yazarlara, asla kendi medeniyetlerinin dairesindeki, bu Ediplere ve düşünürlere yaklaştığı gibi, edep ve ciddiyetle yaklaşmazlar!..
Ve unutmayalım bu sadece özel olarak oryantalistlere has bir durum değildir. Düşüncenin ve sanatın bütün fırıldak ve karanlığın emir kiplerin tasvip ettiği şekilde davranırlar. Bunlar aslında tipik anti-insan ruhunun çocukları ve kendisi dışında her medeniyetin düşmanı ve yıkımın, öldürme timi kurmay subaylarıdırlar.
Kendisini aşamamış yani insanı bütünüyle mücerret ve müşahhas olarak tanımayan bütün şairler, filozoflar, sosyologlar getto gürûhuda, diğer medeniyetlerin çocuklarının düşünür ve yazarları onlar için, bayağı, herhangi birşey yani alalade bir eşyadan, nesneden farkı yoktur. Bu Batı medeniyetinin çocuklarının şuurunun derinliklerinde bitmez, tükenmez habis ruhlu, ecinli, bir derin, dipsiz, köklü köktür: Kıyıcı, narsist, peşin hükümlü ve sömürgeci ruhunu dışa vuran tezahürleridir bütün bu hareketleri…
Bu medeniyeti sevdiren ve fikirleriyle celb eden, kendine ve sayfalarına çeken bir avuç düşünür olmazsa, bu medeniyete gerçekte yüzdeyüz habis ruhlu bir artık, posa medeniyeti yani Coput Mortuum diyebiliriz. Heyhat! Ama bu öyledir, bir avuç nur çocuklar bile, bu medeniyeti Caput Mortuum’dan kurtaramamıştır… Unutmayalım, sonradan görmeler medeniyeti daima barbardırlar…
Barbar ve dişi. Batı düşünen yani gerçek manada seven, düşünen insanlardan çok, maalesef bu: Barbar, kıyıcı gestapo ruhların, insanların vatanı olmuştur. Bunların tek özelliği var: Taşra kafalı oluşları! Dün bu böyleydi, bugünde bu böyle hâlende ve istikbalde de… Yarın… Yani istikbalde Avrupa’yı ancak, Toynbee ve Heiddeger’in bir kelimeleriyle ifade edersek: “Mucize” değiştirebilir… Batı bu ruh hastalığından, patolojik ve tereddileşen düşüncesinden arınmadan, iyileşmeden, vazgeçmediği müddetçe yarında değişmeyecektir…Ve mucizenin adı: İslâm Tevhididir. Eco Homo yazan haklı, bu budala dinin budala ve â’ma “Tanrı” inancını terk etmedikleri müddetçe, Batı’hiar asla mâvera düşüncenin ve sevginin ummanma kavuşamazlar!
Oryantalistler ise özel bir durum yani, onlar ruhen, fikren bu iş için yetiştirilmiş, bu işe gönül veren, yapmak isteyen daha doğru, açık ve keskin bir ifadeyle söylersek onlar ruhun kıyıcılığın, karanlığın ve sömürgeciliğin ruh elbisesini giyip, sömürgeciliğin atlasını, kanla yazanlardır. Bu belki bir avuç dürüst oryantalistler hariç, bu keskin ve derin hükmü değiştiremez. Üstelik bunların çoğu bırakın Doğunun şaheserlerini, kendi medeniyet dairesinin, edebiyat ve sanat görüşlerini, hatta kendi ülkelerinin yazar ve filozoflarının önemli eserlerinden yani sanat, dil felsefesi ve edebiyat konusunda yazılmış, bir nevi “Kanon”laşmış, mihenktaşı olan bu eserlerden bile aslında habersizdirler. Hatta yaşadıkları dönemdeki, yani çağdaşları olan yazarların bu mevzuudaki eserlerin varlığından ve dahası etki ve tartışmalardan bile habersizdirler. Bunların düşüncesinin gök kubbesi bile yoktur!…
Bu kara, zifiri cahilliklerine rağmen “Doğu” ülkelerinin edebiyatları ve dilleri hakkında çarpık görüşler ve metodlarıyla incelemelerde bulunup, hüküm verirler… Tek orijinallikleri var: Sisli ve buudsuz aklın ebedi çocukları oluşları… Her yazılarında aslında hem cehaletlerinin topografyasını hemde derin narsistliklerin bütün çıplaklıklarıyla gösterirler….
Ekrem Tahir – Yarı Türk,Hitabevi yay.syf.294-304
Dipnotlar:
202 Wörterbuch der philosophischen Begriffe, Hrsg. Armin Regenbogen und Uwe Meyer, Felix Meiner Verlag, Hamburg 1998, s. 389 ve Martin Gessman, Philosophisches Wörterbuch, Stuttgart, Kröner Verlag, 2009, s.447
203 Edward Said, Oryantalizm, tere: Nezih Uzel, İstanbul, 1982, s. 14.
204 a.g.e., s. 15.
205 a.g.e., s. 15.
206 Daha geniş bilgi almak için insanın bu küçük hacimli ama öz bilgileri sayfalarında barındıran bu esere eğilmesi yeterlidir. Yoksa bu mevzuda bir sürü eser var Avrupa’da. Richard Faber, Abendland. Ein politischer Kampfbegriff,Berlin, 2002.
207 a.g.e., s. 21-22.
208 a.g.e., s. 31.
209 Der İslam. Zeıtschrift. s. 1-21. Berlin. 1910.
210 Koloniale Rundschau 1, s. 226-293.
211 19 Februar 1910, s. 227-252.
212 a. g. dergi, Berlin, 1910, s. 72-92.
213 Önce Hollandalı Oryantalist C. Snouck Hurgronje’nin 1915 yılı Ocak ayında De Gids dergisindeki şu başlılklı yazısına ”Heilige Oorlog made in Ger- many \ bu yazı aynı yıl İngilizceye de tercüme edilmiş: ”Holy War made in Germany” Yazarın bu yazısı “Verspreide Geschriften” adlı eserinin 3. Ciltinde mevcut. S 259-297. Leipzig u. Bonn 1923. C. H. Becker için, şimdilik onun hakkında yazılmış Almanca tek biyografi kitabı olan: C. H. Becker. Mensch und Polidker. S 17-22. Stuttgart. 1959. ve Onun ilk tepkisi bu De Gids dergisinde cevap olarak ”Islampolitik” adlı yazısıyla cevap verir. Bu yazıların büyük bir kısmını şarkiyatçı C. H. Becker ”lslamstudicn. Von Werden und Wesen der islamischen welt” adlı bu iki ciltlik eserinde toplamış, S 281-303. Cilt iki. Leipzig. 1923. Bilhassa onun’Dcutschland und der İslam” adlı yazısı. Ki bu 31 sayfa olarak önce 1914 yılında basılmış. C. H. Becker. Deutschland und der İslam. Stuttgart- Berlin. Dt. Verl-Anst. 1914.
214 AIexis de Toccjucville, Werke und Britfe{Hrsg.) J. P. Mayer, 1959 vc onun 1850 yılından itibaren yazmaya başiayıpta, ölümünden sonra neşredilen Souvenin (Hatıralar) 1893 adlı eserleri, bu “Demokrasi” havarisi yazar hakkında yeteri kadar bilgi veriyor.