Popüler Kültürden Kitle Kültürüne: Gündelik Yaşam ve Yaygın Endişe
Güncel ÖNKAL”
Bilinç-oluşturan kültür, kapitalizm güdümünde bilinci-o- luşturulan kültüre dönüşmüştür. Tepeden tırnağa tüm toplumsal örgütlenme modellerinde çeşitlendirilen tüketim hedeflerinin çelişkileri arasında sıkışmış birey-kültür-toplum üçgenindeki gerilim gündelik yaşamda kendisini hissettirir. Bu nedenle gündelik hayatın sosyolojisinde gündelik kültüre yönelik çalışmalar bir yanıyla çok kolay gözlemlenebilir olanı, sıradanlığı, yaygın tekrarlanabilir ve basit olanı, herkesçe aşina olanı ifade edecek kadar apaçıktır; diğer yandan, görünenin ardında yafanı simgeleştirmesi, düşündürmesi ve toplumsal uyumun/uzlaşmanın ölçülebilir alanım ifade etmesi bakımındansa eleştirel düzleme haizdir. Featherstone, bu nedenle, beşerî bilimlerin gündelik hayat alanındaki çalışmalarının nihayete erişemeyeceğini, “muğlak kalmaya mahkûm olduğu”nu ifade eder (akt. Bennett, 2013:11). Ona göre sosyolojinin en zor tanımlanabilir kavramlarından birisi gündelik hayat kültürü ve kültürsüzleşmenin içerisinde yaşanılanın toplumsal tahayyülüdür.
Gündelik hayatın incelenmesinin ve beşerî bilimlerde nesne kılınmasının yöntemsel analizi bakımından bireysel olanla toplumsal olanın kesişimini popülizm ifadesinde buluruz. Popülizmi incelemek onun temel felsefesinin dayanağı olan “tüketim kültürü”nü incelemek demektir. Bu bakışla kültür ve yapı arasındaki ilişkinin dönüşerek ve tüketim olgusuna indirgenerek artık günümüzde fail-eylem alanı-an- lam alanı başlıkları altında gündelik yaşam içerisinde karşılıklı etkileşim içerisinde ürün verdiğini gözlemleyebiliriz.
Tüm bu dönüşüm ve değişim içerisinde toplumsal aktör olarak kültürün taşıyıcısı bireyin incelenmesi kuşkusuz “olan’ı tasvir etmesi bakımından sosyoloji tarafından doğrudan eleştiriye tabi tutulamaz. Toplumbilim felsefesi bağlamında hareket edersek, ondan biraz nasiplenen sosyolojik tahlillere doğru ilerlersek şunu görürüz: İnsanın dünü-bu- günü ve geleceği arasında varoluşsal bir yarılma vardır. Bu yarılma gerek kültürde gerek toplumsal yapıda gerekse de bireysel anlam dairesinde vuku bulur. Gündelik yaşamın praksisi tüketimin kültür nesnesi kılındığı ve bu durumdan hoşnut olunan popülizm içerisinde kendi kuramım bulmaya çalışmaktadır. Artık ne birey toplumu umursamakta ne de toplumsallık bireyi kucaklayıp ileriye taşımaktadır. Birey ve toplum yeni maddi kültürün zıt kutupları olarak gündelik hayatta birbirlerini iterler. Birey toplumsallık adına olanları olumsuzlamak için mekânsal dönüşümlere gider. Toplumsallık bireyleri kucaklamak adına tüketim kıskacında ekonomik sistem ile özdeşleşir. Ancak ne birey ne toplum ortak bir kültürün parçaları, diyalektik sahipleri olamazlar. Gündelik yaşam kültürünün sözde kültür öğeleri etrafındaki geçici birliktelikler, bir araya gelişler söz konusudur. Bu ”Öbekleşme” durumu sınıfsallığı, toplumsal tabakalaşmayı literatürden silecek kadar acımazsızdır çünkü neokapitalist/ neoliberal söylemin güdümünde önüne gelen her şeyi yozlaştırmakta ve yok etmektedir.
Kültürün doğrudan sosyal gerçekliğe karşılık geldiğini söyleyemeyiz ancak kültür uzun yıllar boyunca toplumsal olanın analizi için bir ölçü olarak kullanılmıştır. Burada kültürün toplumsal sistemde sosyal dünya ile ilgili olanı kurma görevini yerine getiren bir sistem olduğu ön kabulü yatmakladır. Bu kabule göre insan düşünebilen bir canlıdır ve bilincinde varlığı, doğayı, kendisini, başkasını hem tanımlayabilir hem de yapmış olduğu tanımlara uydurabilir. İnsanın bu va- roluşsal boyutuna filozoflar “öznelliği” derler. İnsan sadece öznelliğini kurmak bakımından kültürel bir varlık değildir; aynı zamanda başkaları tarafından kurgulanmış kültürel sistemleri, bu sistemlerin içerisinde yer alan unsurları da ta- rihselliği bakımından bilebilir. O halde kültür sadece insanın kendi kendine ürettiği bir anlam değil, ifade ettiği, işaret ettiği ve kurgusunun tarihselliği ile kendisini geçmişten günümüze açan bir semboller bütünüdür (Işık, 2013:155). Kültürel çalışmalar yapan sosyal bilimciler bu tanımdan hareketle kültürün geniş anlamda her türlü sosyal öğrenmeyi ifade eden etkinliği içerisine aldığım söyler ve bilimsel faaliyetin kültürel bir söylem olarak kavramsallaşması gerektiğini ileri sürerler (Işık, 2013:161).
Bu çalışmada popüler kültürü anlamak çatısı altında, kitle kültürü anlayışlarının modern sonrası dönemde gündelik yaşamımızı nasıl dönüştürdüğünü, kitlesel gündelik yaşam kültürünün tekil varolanı bireysel tüketim kültürünün yaygın popülizm endişesini sosyolojik “olan”la felsefi “olması gereken” arasINda inceleyeceğiz. Bu anlamda anılan kavram- sallaştırmalara ilişkin soruşturma dayanacağı eleştirel perspektifin doğal bir sonucu olarak kötümser bir tablo çizilecektir. Kötümserlik insanlığın geleceğe ilişkin umudunun azaldığı her dönemde kendisine yer bulur. Kötümserlik distopya yazınım ortaya çıkarmıştır. Kötümserlik insanın çareleri düşünmesi demektir. Kötümserlik gerçekçiliktir ve psikologların iddia ettiği gibi bir depresyon belirtisi değil beşerî kaygıların varoluşsal dışavurumudur. Dahası insanın kültür tarihi pek de iyimser örneklerle dolu değildir aslında. Bu bağlamda gündelik hayatın popülist yansımaları kötümserliklerle bezelidir ve bir o kadar da geleceğe duyulan umudun toplumsal eylem alanıdır.
Gündelik Yaşam Sosyolojisi Açısından Kültürü Anlamak
Sosyolojinin doğuşunda yer alan nesnelci ve pozitivist temelli bakış açısı sosyal hayatın konu edilmesine ket vurarak bu alanı daha çok antropolojik kaygılan olan araştırmacılara emanet etmiştir. “Dolayısıyla ana akım sosyoloji gündelik hayat fenomenlerinin yalnızca önceden tanımlanmış açık ve belirgin (bilimsel) biçimsel kategoriler açısından incelenebileceğini varsaymaktan öteye geçmediler” (Esgin ve Çeğin, 2018:15). Böylece sosyolojik araştırmalar bağlamında gündelik hayat, insanın toplumsallaşma deneyiminin bir tezahürü olarak ideolojik okumalara ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında kavuşabildi. Ontolojik temelleri bakımından düşündüğümüzde, gündelik hayat alanı, insanların hem ortak ve uyumlu davranışlarını hem de buna aykırı biçimde farklılaşma ve ayrışmalarının tezahürlerini barındırır. Gündelik hayatta toplumsal ilişkinin öznesi olan insanın hem kendisi hem de diğer öznelerle olan ilişkisi bakımından kurulu bir alanı (öznelerara- sdık) ortaya koyması söz konusudur.
…[G]ündelik hayatın belirsizliğine ve konu hakkındaki fikir birliğine ilişkin tartışmalarda disiplin içinde belirginleşen bazı temel ilkelerden bahsetmek mümkündür. Bu ilkelerden birincisi, gündelik hayatın her gün yinelenen alışkanlık haline gelmiş rutin eylemlerden, hafife alınan deneyimlerden, inanç ve uygulamalardan meydana gelen sıradan bir dünya olduğudur (Featherstone, 1997; Sztompka, 2008). İkincisi, gündelik hayatın bir yeniden üretim alanı olmasına dönüktür. Bu yeniden üretim alanında diğer dünyaları ayakta tutan temel aktiviteler, büyük ölçüde kadINlar tarafından sürekli olarak yeniden üretilir. Üçüncüsü, gündelik hayatta tecrübelerin, gündelik etkinliklerin gerçekleştirilmesinde düşünümsellikten uzak bir boyut vardır. Bireyler gündelik rutin eylemlerini gerçekleştirirken genellikle bu eylemleri üzerine düşünme gereği duymazlar. Dördüncüsü, gündelik hayatta spontane ortak faaliyetler dışındaki birlikte olma duygusunu somutlaştıran bir şekilde bireysel olmayana vurgu söz konusudur. Beşincisi ise, gündelik hayattaki bilginin heterojenliğini gündeme getirir (Featherstone, 1997: 55-56). Bu ilkeler gündelik havalın dinamikliğine vurgu yaparken, alanın incelenmesi görevini üstlenen sosyolojinin de gündelik etkileşimlerin doğası, biçimi ve niteliğini inceleme konusunda yeterli araçlara sahip olması gerektiğine göndermede bulunur (Esgin ve Çeğin, 2018:31).
Gündelik hayat verili olan değil kurulu olanın, inşa edilmiş kültürel bir varolanın adıdır. Bu adlandırma gündelik hayatın sosyolojisinin doğrudan gözlemle değil, gözlemin ardında yatan -diğer deyişle sosyolojik fenomenal- alanın inşasında rol oynayan etmenlere kadar geri gitmesi gereğini de ileri sürer. Kuramsal açıdan baktığımızda Schutz, Berger ve Luckmann, Goffman, Garfinkel, Gardiner, Lefebvre, De Certeau, Simmel, Habermas, Foucault, Bourdieu ve daha nicesi isimlerde, deneyimlenen bir alan olması bakımından gündelik yaşam sosyolojisini ele aldıkları kadar gündelik yaşam kültürünün kurgusunda yer alan unsurları da incelediklerini görürüz. Dahası yukarıda bahsedilen beş ilke bir yanıyla gündelik hayatı tanımlarken diğer yandan ona yönelim gösteren kuramların da yöntemini ister istemez belirlemektedir. Ancak kanımca asıl tehlike de burada yatmaktadır. Gündelik hayatın sıradan ama olağanüstü çeşitlilikte, üretken fakat düşünümsellikten uzak, oldukça bireysel ancak bir o kadar da bireysellikten uzak ve ortak, heterojen katmanlı yapısına hapsedilecek bir kültür anlayışı popüler olan ve ondan doğan her türlü kitlesel dışavurumu incelemekte tekil durumların yüceleştirilmek, kitlesel olanı idealleştirmek tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.
Kitlesellik, kitleselleşme ve öbekleşme niteliklerine doğru dönüşüm gösteren toplumsal tarih içinde bulunduğu gerçekliği üretimin görüngüleri gölgesinde izlediğinden kapitalizmin periferisinde hareket etmektedir. Bu nedenle de kültürün insan için etkin değil artık edilgin bir öğe olarak kendi özgül koşullarında değerlendirilmesi gerekecektir. Bu türden bu değerlendirme ta lebi aslında çok da yeni değildir. Postmodernizmin ne olduğunun sorgulandığı bütün çalışmalarda bu türden bir inşanın varlığının altı çizilmektedir. Öyle ki postmodernizmin popüler kültürün özellikle kapitalist Battal toplumlarda gelişmiş olduğu bir form olduğunu ifade eden görüşlerden, yeni bir duyuş/düşünüş/farkındalık ve kültürel duruş olduğuna kadar düşüncelerde benzer yaklaşımları temelde görürüz. Öyle ya da böyle bu türden dönüşümsel ve yeni çağı niteleyen tüm kültürel-düşünsel belirlemelerde ortak bir nokta vardır: Bir önceki durumu aşmak! Postmodernizm düşüncesi de en azından modern kültür dünyasının yarattığı elitizmi aşmak ve müzelerden akademiye, mimari seçkincilikten, gündelik yaşama, edebiyattaki famonlaşmadan eğitim diline kadar böylesine bir aşma faaliyetine umut bağlamıştır (Storey, 2011:204).
Kitle kültürünün bir yığın kültürü olarak modern, elitist ve yüksek kültürün karşısına kategorik olarak konulmasının dünyayı, toplumları, bireyleri, toplumların dayandığı siyasal rejimleri ve kültür politikalarını daha demokratikleştirdiğini söylemek temelsiz ve üzerine az düşünülmüş bir belirleme olacaktır. Bunun yerine, bugünden geçmişe doğru bakıldığında görünen toplumsal gerçeklik daha çok ayrışmanın (farklılaşmanın değil), kutuplaşmanın yaşandığı bir düzensizlik düzenidir. Bu düzensizlikte din gibi, Marksizm gibi, bilimsel ilerleme ve devrim gibi “metaanlatılar” öncelikle -Lyotard’ın deyişiyle- bir olumsuzlamayla kenara atılırken diğer taraftan yaşanan boşluğu “hiperrealite”nin imajlara dayalı ve Baudrillard’m “simülasyon” olarak adlandırdığı sempatik- teknolojik yeniden üretim nesnecikleri doldurmuştur (Featherstone, 2007:3-6). “Represantasyon kültürü”, kültürel bir üretim olmaktan çok tüketimi çeşitlendiren ve çoğaltarak farklılaştıran, böylelikle de yeniden tüketimi sonsuz dairede destekleyen neoliberal kapitalist dürtünün lokomotifi konumundadır. Kullanıcı dostu kültür aslında tüketici dostu kültür demektir. Kültürün tüketimi salt satın alma davranışı ile olmaz ve her türlü paylaşım ve dolaşıma sokma eylemi de kültürün popülist düzenini kitlesel düzleme taşımak bakımından işe yarar. Bu bağlamda nostalji bile eskiyi yeniden dolaşıma sokarak parlatmaktır; yoksa eskinin “değeri” ile kimse ilgilenmez. Ne var ki postmodern teoriler metodolojik çabaları ve modern açıklama modellerinin çağdaş sorunlara uygulanması yolundaki çabayı oldukça beslemiştir. Bu nedenle teorilere meydan okuyan ve kendisi de bu anlamda anlatı olan postmodern kültür anlayışı olup bitenlerin karşısında ya da sonunu müjdeleyen alaycı duruşuyla kendi araçlarım yaratmak istemiştir. Kültür onun araçlarından en başta gelenidir. Kültür teorisi ve kitle kültürü kuramı hesaba katılmaksızın salt postmodern tartışmaların içinde kalarak buradaki tartışmaların toplumun sorunlarıyla ilgilendiği yanılsamasından çıkamayız. Bu amaçla toplumsallıktan kitleselliğe kültür yoluyla nasıl geçildiğini irdelemeliyiz.
Toplumsallıktan Kitleselliğe Kültür ve Kültürler
Kitle kültürünün en önemli ayırt edici özelliği kendisinden önceki bütün popüler kültür oluşumlarını yutmuş olması ve hiçbirinin doğrudan izlerini taşımadığı gibi, kendisinin itici gücü olan tüketici bireyin de özelliklerini de sahiplenme- mesidir (Ahıska, 1989). Tüketicisi belli olmayan, yarattığı unsurlarla ve ürünlerle yönü, hedefi, gelenek ve geleceği oluşmayan böylesine bir yapıya kültür denilmesi de eleştirinin bir başka odağıdır. Kitle kültürü bu bağlamda yarattığı bireysel hapsolunmuş tüketim odaklarında yeri ve zamanı kullanıcısına bağımlı, pasif ve sessiz, öznesi muğlak, zaman ve mekândan münezzeh, kültürel aurasını yitirmiş imajlar geçidinde vuku bulmaktadır. Kitle kültürünün -Wordsworth’ün deyimiyle- “yarattığı vahşi sersemlik” popülizm ile açıklanabilecek kadar masum değildir: “Ortaya çıkan ucube, sınıflar üstü bir çekiciliğe sahip. Herkesi kendi koşullarından uzaklaştıracak, hayata katlanmayı mümkün kılacak bir kaçış imkânı. Buna sakaletin cazibesi de demek mümkün. En cezbedi- ci unsur, yaygınlık” (Ahıska, 1989:14). Buradaki yaygınlığın bir olumsuzluğu, “yaygın endişe”yi beraberinde getirmekte olduğunu bu çalışmanın üçüncü ekseni olarak sonuç ve değerlendirme kısmında tartışacağım.
Popülizmi yeni paradigması içerisinde konumlandırma- ya çalışanlar henüz çalışmalarını derinleştirmeden kültürel olanın çoğul hallerinin yarattığı kitlesel kültür fenomeni ve bundan doğan “kültürler”i konumlandırmak zorluğu 19801er sonrası toplum kuramlarının başlıca odağını oluşturacaktı. Bu yıllar sonrası yapılan çalışmaların en büyük ayıbı klasik olanı aşmak adına oradaki ayrımları unutmasıdır. Kavramların terimlerle yer değiştirmesi kaçınılmaz bir aşırı-yorum yükünü sosyal bilimlerin omzuna yüklemiştir. Örneğin popüler olan ve popülizm kavramlarına bakalım. Bu kavramların ilk kullanımını Aristoteles’e kadar geri götürebiliyoruz. Öyle ki Aristoteles Politika adlı eserinde tiyatroya gelen seyirci sınıfından bahseder ve tiyatroyu izleyenlerin toplum gibi ikiye ayrılabileceğini söyler. Ona göre, çalışanlar ile yönetenler müziği, tiyatroyu, kısacası sanatı farklı biçimlerde, zorunluluk ve yararlarım gözeterek izler, dinler ve beğenir. Aristoteles’e göre “boş zaman” ı nasıl geçireceğini bilmek bir bilgi, eğitim ve erdem meselesidir. Aristoteles’e göre kültürün eğitimi fayda ve zorunluluk ilişkisi içerisinde değil eğitimi verilmesi gereken karaktere yönelik bir kazanımdır (Aristoteles,1975:235-245). Böylece Aristoteles en baştan popülerleştirilenin insan karakterinin erdeme dayalı amaçlarına değil fayda ve kazanım araçlarına yönelik olduğunu ifade etmektedir. O halde popüler olan araçsal olandır, faydaya dayalı olandır, kişilerin çalışma yaşamlarına göre düzenlenmiş olan ya da gündelik yaşam alışkanlıklarına uygun olarak yöneldiklerinden oluşur.
Folklorik olan popüler olan değildir. Folklorik olan kendi içerisinde direşken, eleştirel kimi öğeler ve hiciv faktörünü barındırırken popülerleşen giderek hafifler. Löwenthal hem gelişkin kültür ürünlerinin popülerleştirilip yaygınlaştırılması yoluyla hem de özel popüler ürünler yaratılması biçiminde ikili bir doğrultuda bu hafifleyerek çoğalmanın varolduğunu Montaigne’den hareketle belirtir. Bu ikili içerisinde folklorik olana yönelenlerin yüksek sanata yeteneği olmadığı için o merhaleye varamayacağı kabulü de vardır. Dolayısıyla popüler olan herkes için kültürü ve kültürel olanı yaygınlaştırmış ve demokratikleşmiş olmaz; tersine elit bir sınıfı da yaratmaktadır (Löwenthal, 2017). Bu noktada benimseyebileceğimiz bir tanımı inceleyelim:
Popüler kültür gündelik yaşamın kültürüdür. Dar anlamıyla, emeğin gündelik olarak yeniden üretilmesinin bir girdisi olarak eğlenceyi içerir. Geniş anlamıyla, belirli bir yaşam tarzının ideolojik olarak yeniden üretilmesinin önkoşullarını sağlar (Batmaz’dan akt. Oktay, 1995:20).
O halde tanımı gereği popüler kültürün gündelik yaşama dayalı olduğunu ve yeniden üretimle bir eğlence kültürü olarak da anılabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak önemli olanı buradan belli türde oluşturulmuş bir yaşam tarzının çıkarımlanacağı ve bunun üretiminin de ideolojik önkoşullarının popüler kültüre dayandığını öğrenmiş bulunuyoruz. Popüler kültür biçim olarak folk kültürünün basit, anonim ve değer yargılarıyla donanmış geleneksel yapısından farklı olarak aktaranında müellifini (yaratıcısını) imza/marka olarak taşıyan, aktarımı geleneksel değil alternatif ve teknoloji destekli iletim kanallarında ücretli olarak sunulan bir kültürün adı olarak karşımıza çıkmaktadır (Oktay, 1995:21).
20.yüzyılın ilk yıllarından itibaren gündelik hayat kültürü ve popüler kültür kuramsallaştırmalarının kitle kültürü başlığı altında bireyi aktif değil bir fail olarak kavramsal- taştırmasına yönelik çalışmalar başlamıştır. Yerel ve küresel arasındaki gerilim de bu çalışmalarda özellikle kimlik sorun* sah bakımından çeşitli açılımlar içerir. Burada çalışmamızın odağı bakımından konuyu “giydirilmiş kimlik” veya “butik kimlik” olarak andan deney imsel kültürel kimlik ile sınırlandıracağım. Deneyimin gündelik hayatta bireyin hemen hemen tüm epistemolojik çabasını indirgediği paylaşılan bilgi ağı olarak belirlenmesi söz konusudur. Özellikle bu yüzyılın toplumsallaşmasının kitlesel olarak kent yığınlarında gerçekleştiğini gözlemlediğimizden, şehir mekânlarının geçici çok-etnisiteli, çok-kültürlü yapısında gittikçe daha fazla parçalanmış bir araya gelişlere tanıklık ederiz. Bu gözlemimize bir belirleme daha eşlik edecektir: Geç modernite bağlanımda bir araya gelen bireyler toplumun farklı kesim, sınıf ve yapılarında gezinerek bir tabakasız tabakalaşma örneği verirler. Geç kapitalizmin medya ve kültür unsurlarının artık bir endüstri yaygınlığı, büyüklüğü ve odağında yayılımına eşlik eden bu deneyimsel alan yanılsamanın da evidir. Eleştirel kitle kültürü kuramları bağlamında bakarsak “doğal bir düzenmiş gibi gözüken” bu deneyimsel alan “şeyler’le kurulu hegemonik alanında meta piyasası düzenini bize toplumsal ilişki olarak dayatmaktadır (Bennett, 2013:27). Toplum içerisinde var olan sınıf, cinsiyet, ırk, beceri, yaş ve benzerle ilişkiler gibi tabakalaştırıcı sistemler bu nedenle gündelik kültürün egemen tüketim ideolojisi içerisinde parçalanarak alt metinlerde sunulmaktadır. “Çizgi Dışı Çoğulluklar” olarak De Certeau tarafından kavramsallaştırılan sıradan bireyler artık küçük gruplar değil, ama çizgidışında kalan kitlelerdir; çizgidışılık, kültür üretmeyenlerin kültürel bir etkinliğidir ve bu etkinlik imzalı değildir” şeklinde tanımlanmaktadır (De Certeau, 2008:51). İşte bu durumda anılan tüm ana tabakalar giydirilmiş ilinek kimlikler olarak değişken, akışkan ve yaygınlıkla kanıksanmış kılınmaktadır.
Toplumsallıktan kitleselliğe geçişle çoğullaşan, farklılaşan ve deneyimsel alana indirgenen kültür, yeni adıyla kültürler olarak kitle iletişim araçlarıyla meşrulaştırılır; standartlaştırılır ve dahası tüketim için talep edilebilir hale getirilirler. Kapitalizmin sistem mantığı böylelikle popülizmde değil aslında kitlesel kültürler deyiminde daha somut biçimde ortaya çıkmaktadır. Sistem işlerken bireyler beşeri özelliklerini yitirmektedirler, sistemin çarkları kültürü örselerken kitleyi oluşturan faillerini ideolojik olarak da tüketir ve olumlayıcı kılar. Stevenson’ın deyimiyle, değişim değerini fetişleştiren, kültürel öğelere sunumunun bilet fiyatıyla kalite biçen kitlelerin “aynı şeyi tekrar isteyen arzuyu da üretmesi” sağlanır (Stevenson, 2008:34).
Toplumsallıktan kitleselliğe popüler kültürün evreleri veya radikalleşmesi olarak tanımlayabileceğimiz bu dönüşüm sürecinde kültürde yozlaşma söz konusudur. Bu yozlaşma içten ve dıştan gerçekleşmektedir, içten yozlaşmayı belki de bu adı vermese de en iyi tanımlayan Bottomore’un Frankfurt Okulunun eleştirisini teyit edercesine ifade ettiği üzere “kültürün bir karşı kültür hareketini asimile etmiş olması ve kendisini endüstrinin gücüne bırakmış olmasıdır (Bottomore, 2013). Dıştan yozlaşma ise kültürün gündelik yaşama çokça bağlanması, onun deneyim alanına indirgenmesi ve dışarıdan gelen kültür dışı unsurların kültüre araç kılınması anlamındadır. Bu noktada aslında kültürün dış dünyayla bağı kopmuştur. Bu eleştiriyi de Habermas’ın “yaşam dünyasının sömürgeleştirilmesi” belirlemesi ile karşılayabiliriz. Habermas’a göre bireylerin eleştirel düşünce ve kolektif eylem kapasiteleri bir daha geri dönülemeyecek biçimde ortadan kalkmıştır. Bu ikincil doğasında insan yaşam dünyasından kopar (de-coupling). Yaşamlarından kopuk biçimde gündelik yaşamlarına devam eden bireyler bu anlamda yaşam dünyalarını kendi içinden şekillendiremezler; verili olanla yetinirler, böylece sonuçta “…aldanma ve nesnel bir yanlış bilinç karakteri kazanırlar” (Habermas, 1987:187).
Yaygın Endişe ve Kültür
Kültür kuramı sosyoloji tarihi içerisinde öncelikle toplumsallığın arketipi ve kategorileştirilmesi bağlamında kendisine bel bağlanan sonrasında sosyologların kendisinden kurtulmak istedikleri en sonunda da postmodern tartışmalar içerisinde disiplinlerarası anlayışla çekirdeği dağıtılmış, yörüngesi esnek ve belirsiz bir anlama aracına dönüştürülmüştür. Bu haliyle kültür kuramının mevcut bir kültürel durumu olgusallaştırması veya onu anlamak için bir perspektifi sahiplenmesi için yine kendi köklerine geri dönerek özellikle ontolojisini yeniden kazanması gerekecektir. Fakat kültürün ontolojisini oluşturan “beşer” bu durumda kayıptır. Beşerî ilişkilerin toplamının insanın “beşerî bilimsel” durumunu ifade edemeyeceği çok açıktır. Çoğunluğun iktidarının ve egemenlik söyleminin, insan doğasından kontrolsüzce eylem alanına taşan antagonistik karakterlerin, değer çoğulculuğunun, tüketim ilişkisi içerisinde tanımlanan bir biyolojik yaşamın kültür fenomenine göndermede bulunduğunu baştan kabul etmememiz gerekir. Eleştirinin ve olumsuzlamanın yol açabileceği diyalektik çalışma tarzının dayanağı ise olanı söylemekle yetinen bir kültür sosyolojisi değil, olması gerekeni hep hatırlatmakla mükellef bir kültür felsefesi ve ondan hareketle sahaya inen bir toplum felsefesi olabilir. Böylelikle radikal postmodernist ve aşırı popülist açıklamalarla kitleyi toplum sanan, kitlesel olanı kültürel sayan, kitlesel beklentiyi insanlığın beklenti ve umutlarıyla eş tutan vahşi açlıktaki anlayıştan kurtulabileceğimizi öngörebiliriz.
Kültür, popüler kültür, kitle kültürü, kültür endüstrisi gibi kavramsal geçişlerin aslında kendisinde bir “muğlaklık” içermediği ancak bir iç-içelik, bağlantısallık ve süreklilik gösterdiğini varsayabilmemiz için popüler kültür kavramının daraltılması da bir başka öneri olarak sunulabilir. Kültürün nasıl ki maddi ve maddi olmayan unsurlarından bahsediyor ve bugün tüketime yönelik olanların maddi olanlarla kalmadığı tespitini yaparak yozlaşmayı tanımlıyorsak, kitle kültürünün de burada bir değişimin adı olması bakımından önceki kültürel tahakküm ilişkilerinin farklı araçlarla yapılmasına karşılık geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Toynbee’nin post- modern çağı ifade eden bu geçiş dönemi dramatik bir değişimi ve total görecelik çağını ifade etmekteydi (Best ve Kellner, 2011:20). Aydınlanmanın ethosunun çöküşü anlamına gelen bıı durumda daha açık ifadeyle, kültür tarih boyunca araç kılınmıştır ve araçsallığının boyutları vardır. Araçsallaşma kültür söz konusu olduğunda yaşam dünyasına yüzüne dönmek demektir ve bu nedenle de gündelik hayatı kendisine ontolojik zemin kılar. Kültür doğası gereği insancıldır ancak insanın karşısında insanı araç kılması hiç bu kadar yaygın ve acımasız olmamıştır.
Popüler kültür kavramındaki popülerlik “halka yönelik” ya da “halkçı olmak” gibi naiv anlamlarının ötesinde kişinin kendi yarar ve amaçları için kültürü gündelik hayat çerçevesinde boş zaman ve tüketim alışkanlıkları çerçevesinde “nasıl yaşanır?”, “nasıl modaya uygun giyinilir”, “nasıl varolmaksınız” sorularına yanıt arayan tüm unsurlarıyla doldurması demektir. Lefebvre’in de kötümser okumasıyla bireyleri yaşam dünyalarında faillik yetilerini yanlış temsillerle doldurmakta oldukları noktasında uyarır. Bireylerin eleştiri mekanizmaları gasp edilmiştir (Lefebvre, 2007).
Yaygın endişe tam da bu noktada ortaya çıkan bir sonuç niteliğindedir. Özellikle 19801er sonrasında dünya toplumlarının en kargaşalı ve siyası olarak sistemik halde bozuluşa uğradığı bir döneme girdik. Bu kargaşanın “bırakınız dağınık kalsın” denilecek türden kalıcı olmasını isteyen politik duruşa bugün “post-truth” denilmektedir. Ancak çalışmamız kapsamında neoliberal kitle kültürünün miras bıraktığı yaygın endişeye dönersek bu durum aslında bir yanıyla pratik sorunların kapsamlı toplumsal teorilerin olmayışından kaynaklandığını kanıtlar niteliktedir. Kapitalizmin her alanda kurucu unsur olarak ele alınması, başka deyişle kapitalizmi kültür kılma girişimleri toplumların birçoğunda eleştirel duyargaları devre dışı bıraktı. Bunun yerine dünyanın sorunlarını kendi omuzlarına yükleyen bir entelektüel sınıfla başbaşa kalındı. Halkın popüler dertleri siyasal dertleri içermedi. Apolitik ancak ekonomik bir toplum modelinde ekonomi halkçı değil ama günübirlik popülist göstergelerle okundu. Özellikle teori-kültür-politika arasındaki çatışan modelleri incelediği alt bölümünde Best ve Kellner, dönemin en büyük sorununun toplum çalışmalarının teorisiz kaldığı için kültürel gerçekliğe “anlam verememek” olduğunu söylerler (Best ve Kellner, 2011:354). Yine onların tespitiyle söylersek, teori ve politikadaki “postmodern taşkınlık” entelektüelleri açısından postmodern akıl çeldirici yeni kültürel sermaye kaynaklarının gitgide marjinalleşmesi ile yerini girişimlerin umutsuzluğuna bırakmıştır (Best ve Kellner, 2011:354).
Demek ki umutsuzluk ve buna bağlı endişenin sosyal bilimlerdeki tezahürü postmodern girişimlerin toplumsal karşılığım eleştirel teoride bulamamak, toplumsal sorunların politik düzlemdeki yansımalarına söylemde haklılaştırılmış biçimde yer verememek, teknolojik-kültürel ve politik otoritelerin tek elde toplanmasına karşı koyamamak, uzmanlık fetişizminin sadece zevk için kültürü nesneleştirmesinin özgürlük olmadığını haykıramamakla oldukça bağlantılıdır. Asıl bireyler arası yaygınlığı ve toplumsal boyutu bakımından endişe durumuna baktığımızda II. Dünya Savaşı sonrasındaki entelektüel çökkünlüğün benzer izlerini yine bulabiliriz. Öyle ki, II. Dünya Savaşı sonrasında gerek Avrupa kıtasının gerek beşeri coğrafyanın tüm unsurlarının insan olmaya duydukları saygı, sevgi ve değer atfının çöktüğünü görürüz. 20. yüzyılın ikinci yansı insanoğlunun kötücül doğasım tamir ve gözden geçirme faaliyeti ile geçecektir (Mülhem, 2000:3). Auschwitz’i düşünmek, sona dair felsefeleri, sonun ertesinde bir umudun kalmadığım, liberalizm taraftarlarının savunduğu özgürlüğün kaderimizi olup olamayacağına dair bir endişe demektir.
Gündelik hayatının sınırlı ve fenomenal gündemindeki toplum üyesi bireyin endişesini düşündüğümüzde karamsarlığın yaygınlığını daha somu t biçimde görürüz. Gündelik hayatın estetize edilmesi sembolik hiyerarşinin deneyimsel alanımızda yeniden düzenlenmesi anlamını taşır. Böylece bir yandan olup-bitenle yetinen ve ardındakini düşünmeyerek “eğlence kültürü”ne odaklanan kitlesel tüketim içerisinde popüler ve medyatik kültür, diğer yandan daha önce dene- yimlenmemiş olanı alışkanlıklarına taşıyan hibrid performans kültürü, üçüncü olarak da tüm bunların yeni mekan- sallıklar gerektirdiğini söyleyen yeni kent kültürü karşımıza çıkar (Featherstone, 2007:64-67). Bu üçlü yapı kendisini 20001i yılların başına kadar aşama aşama ve farklı araçlarla açacaktır. Niş medya, turizm kültürü, rock müzik, TV yayıncılığı, internet kültürü, çevreci komünler, ağ toplumu tartışmaları bunlara örnek olarak verilebilir.
Sonuç Yerine
Liberal endüstriyel toplumlarda bir ürün olarak karşımıza çıkan kültür endüstrisinin yine bu toplumlarda oldukça etkin biçimde işlediğini kitle iletişim araçlarıyla birlikte sanal dağıtımda kendisine yer bulduğunu görüyoruz. Kitle kültürü toplumları ve onları oluşturan bireyleri eşitleme- miştir. Popülist akımlar herkesi hesaba katarak ilerlememiştir. Yaygınlık kazandırılmak istenen dağıtıma çıkarılmıştır (Adomo, 2005).
Tüm akademik hayatını toplumsal gerçekliğin kavranması sorununa adamış olan Pitirim A. Sorokin, geleceğin kültürünü belirlemenin en önemli dinamiğinin insanın kültür tarihinin merkezini yitirmesinin ardından kültür olgusunun hareket ve yayılımını etkileyecek “tohum”larının birer “kültür gücü” ve “kültür sistemi evreni” biçiminde dönüşüp dağılması olduğunu söyler. Ona göre kültür sistemi kendini yayacak bir toplumsallaşma olgusunu da kendisi kuracaktır. Kültürün yayılımını etkileyen “kültür yaratıcılarının kültürel kalabalığın içerisinde merkez(e)koş ve merkez(den)kaç biçiminde yayılmasını, kültürel olmayan öğelerin kültürel olana tamamlanarak, birer hammadde kılınacağı toptan kültür hareketinin başlayacağını öngörmekteydi (Sorokin, 1997: 358-359). Sorokin’in öngörüsünün günümüzde çoktan gerçekleştiğini ve bizim anlama çabamızın başladığını söyleyebiliriz: Mekân olarak gündelik hayatı, zaman olarak mesaiyi, hammadde olarak doğayı, insanı, yaşamları, sanatı, değerleri ve de her şeyi içine alan, geride bize endişesi kalan bir kültürün failleriyiz. Kültür, gerek sermayenin iktidarı karşısındaki acizliğinden, gerekse de vaatleri, dışladıklarına karşı bir aşağılama biçimini almaya başladığından, eleştirdiği güçler tarafından ele geçirilmiştir. Tüketici kültürü, kültürün yozlaşmasıdır (akt. Bemstein, 2011:29).
Kültür endüstrisi kültürün modernist yorumunda dışlananlara kucak açması bakımından sahte bir uzlaşımı da gerçekleştirir. Bu uzlaşımın varacağı nokta kapitalizm karşısında bir alternatifin olmadığına dair genişlemiş bir mutabakattır. Her ne kadar kitle iletişim araçlarında ve kullanılan teknolojilerle çeşitlilik artmış olsa da bu özgürlüğün arttığı anlamına gelmeyecektir (Adomo, 2011:40). Hayat tarzına dayalı olarak imgelerin eşliğinde toplumsal gerçekliğin estetize edilmesi, gerçekte baskı kuranın arzu nesnesi kılınması, olumsuz olanın olumlanması gerçekleştirilir:
Kültür endüstrisi kendisine yönelik itirazlarla birlikte, tarafsız biçimde kopyaladığı dünyaya yönelik itirazları da bastırır. İnsan bu yaşama katılmakla dağın arkasında kalmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalır. Sinema ve radyoya karşı çıkıp sonsuz güzellikte ve amatör tiyatroda direten taşralılar, siyasal açıdan, kitle kültürünün kendi yandaşlarını götürmekte olduğu noktaya şimdiden ulaşmışlardır. Kitle kültürü, artık baba ideali ya da duyguların egemenliği gibi eski düşleri gerektiğinde ideoloji diye aşağılayıp bir kenara itebilecek kadar güçlenmiştir. Yeni ideolojinin nesnesi dünyanın olduğu halidir. O, kötü varoluşu olabildiğince ayrıntılı biçimde betimleyip olgular âlemine çıkararak olgu kültünden yararlanır. Böyle bir terfi sonucunda salt varoluş anlamın ve adaletin ikamesine dönüşür. Güzel olan, kameranın yeniden ürettiğidir (Adorno, 2011: 83).
Sonuç olarak, öznelerin, nesnelerin, ilişkiselliklerin ters yüz edildiği, bize verili olanın gün geçtikçe niteliksizleştiği bir dünyada, kültürün taşıyıcı değil aracı olduğunu söyleyebiliriz. Bir ortam olarak kültür özellikle sanal ağların yaygınlığı ve teknolojik alt yapısıyla küresel kültür dünyasının işleyişini sağlamaktadır. Yine aynı kitle iletişim araçları ve teknolojik alt yapısıyla güzel olanı kamerasında yeniden üretir. İşte yaygın endişe bu üretimin kültürel olumlanmasıdır.
Editör:Berfin Varışlı – Popüler Kültür ve Sosyal Değişim: Disiplinlerarası İncelemeler,syf:15-33
’Prof. Dr. Maltepe Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölümü, guncelonkal@maltepe.edu.tr, ORCID: 0000-0002-3302-6691.
Kaynakça
Adorno, T. (2005). Kültür endüstrisini yeniden düşünmek. (E.
Mutlu, Çev., Ed.). Kitle iletişim kuramları içinde (s. 240-249). Ankara: Ütopya Yaymevi.
Adorno T. (2011). Kültür endüstrisi-kültür yönetimi. (N. Ülner vd, Çev.). İstanbul: İletişim
Ahıska, M. (1989). Kültürün değeri. Defter, 8, 7-14.
Aristoteles (1975). Politika. (M. Tunçay, Çev.). İstanbul: Remzi.
Bennett, A. (2013). Kültür ve gündelik hayat, (N. Tokdoğan, vd., Çev.).
Ankara: Phoenix.
Bemstein, J. M. (2011). Sunuş. T. W. Adomo, Ed., N. Ülner vd.
Çev.). Kültür endüstrisi-Kültür yönetimi içinde (s.7-45). İstanbul: İletişim.
Best, S. ve Kellner, D. (2011). Postmodern teori: Eleştirel soruşturmalar. (M. Küçük, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.
Bottomore, T. (2013). Frankfurt Okulu ve eleştirisi. (Ü.H. Yolsal Çev.). İstanbul: Say.
De Certeau, M. (2008). Gündelik hayatın keşfi I: Eylem, uygulama, üretim sanatları. (L. A. özcan, Çev.). Ankara: Dost.
Esgin, A. ve Çeğin, G. (Ed.) (2018). Gündelik hayat sosyolojisi: Temalar, sorunsallar, güzergahlar. Ankara: Phoenix.
Featherstone, M. (2007). Consumer culture and postmodernism. 2.ed. London: Sage.
Habermas, J. (1987). The theory of communicative action (Vol. 2). Cambridge: Polity.
Işık, C. (2013). Kültür sosyolojisi: Toplumsalı anlamada bir zorunluluk. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 16(2), 152-169.
Lefebvre, H. (2007). Modern dünyada gündelik hayat. (I. Gürbüz, Çev). İstanbul: Metis.
Lövventhal, L. (2017). Edebiyat, popüler kültür ve toplum. İstanbul: Metis.
Oktay, A. (1995). Türkiye’de popüler kültür. İstanbul: YKY.
Mülhem, F. (2000). Culture/Metaculture. London: Routledge.
Sorokin, P. A. (1997). Bir bunalım çağında toplum felsefeleri, (M. Tunçay, Çev.). İstanbul: Göçebe.
Stevenson, N. (2008). Medya kültürleri: Sosyal teori ve kitle iletişimi, (B. E. Aksoy, Çev). Ankara: Ütopya.
Storey, (2011). Postmodernism and popular culture. (S. Sim, Ed.). The Routledge companion to postmodernism 3rd Ed içinde (204- 215). London-New York: Routledge.