Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: “Biz miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır.” (Buhârî, Humus, 1Müslim, Cihâd, 49)
Ateş, Meryem Sûresi’nin 5 ve 6. âyetleri münasebetiyle şunları ifade etmiştir:
“Bazı tefsirlere göre, Hz. Zekeriyyâ, Allah’tan mülküne değil, bilgisine, peygamberliğine varis olacak bir sâlih evlad istemiştir. Çünkü peygamberler miras bırakmaz. Bir hadîse göre, Hz. Peygamber, ‘Biz peygamberler miras bırakmayız’ (Buhârî, Humus, 1; Meğâzî, 14; Ferâiz, 3; Müslim, Cihâd, 49, 52- Ebû Dâvûd, Imâre, 19) demiştir. Bir başka hadîste de ‘Biz miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır’ (Buhârî, Humus, 1; Müslim, Cihâd,)demiştir. Biz bu hadîslerin Hz. Fâtıma’ya verilen Fedek toprağının kendisinden geri alınmasını haklı göstermek üzere ortaya atıldığı kanaatindeyiz. Hz. Peygamberin gerçekten böyle söylediği şüphelidir. Âyetin açık anlamından Hz. Zekeriyyâ’nın hem malına hem de ilim ve hikmetine varis olacak, öldükten sonra adını, ülküsünü yaşatacak bir varis istediği ani şılmaktadır”.(Tefsir,5,369-370)
Burada “Biz peygamberler miras bırakmayız” hadîsinin, “sonraki devirlerin etkisi” ve “Kur’ân’a aykırılık” gerekçesiyle reddedildiği gö- rülmektedir. Hemen belirtelim ki, bu hadîs geçmişte Şî‘a tarafından da eleştiri konusu yapılmıştır. Hadîs, iki açıdan eleştirilmiştir:
a-Bu hadîs, “Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir velî (oğul) ver ki o bana varis olsun; Ya’kûb hânedânına da varis olsun’’(Meryem,5-6) âyeti ile “Süleyman, Dâvûd a varis oldu ve dedi ki: Ey insanlar bize kuş dili öğretildi..”(Neml,17) âyetine aykırıdır.
b-Bu meseleyi en iyi bilmesi gereken Hz. Fâtıma, Ali ve Abbâs’tır. Hz. Ebû Bekir’in bu meseleyi bilmeye hiç ihtiyacı yoktu. Zira o, Hz. Peygamber’e varis olacağını düşünen kimselerden değildi. O halde, Hz. Peygamber’in bu meseleyi daha fazla bilmesi gerekenlere tebliğ etmemesi nasıl düşünülebilir?” (Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr, Beyrut, 1990, IX, 171,)
Fahruddîn er-Râzî, Şî‘a tarafından ileri sürülen bu iddialara şu şekilde cevap verilebiceğini belirtir:
“Hz. Fâtıma, bu münazaradan sonra Ebû Bekir’in hükmüne razı olmuş ve Ebû Bekir’in kail olduğu hükmün doğruluğu hususunda ic- mâ meydana gelmiştir”.(Razi,Tefsir,IX,169)
Bununla birlikte, Ateş’in ileri sürdüğü, Kur’ân’a aykırılık üzerinde biraz daha durmak gerekir.
Bir hadîsin Kur’ân’a aykırılığının ortaya konulabilmesi için hiç bir te’vîle mahal bırakmayacak kadar açık ve netliğin bulunması gerektiği bilinmektedir. Şimdi, önce âyetin siyak ve sibakını verelim: “Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir velî (oğul) ver. Ki o bana varis olsun; Ya’kûb hânedânına da varis olsun”.(Meryem,5-6)Âyetten anlaşıldığı gibi ihtiyarlayan Zekeriyyâ, kendi yerine geçecek bir çocuğu olmadığını düşünmekte, sulbünden olmayan varislerin kendi yolunda gitmeyeceklerinden endişe etmekte ve Allâh’dan kendi yolunda yürüyecek salih bir akraba veya çocuk vermesini niyaz etmektedir. Buna göre, Zekeriyyâ Allâh’tan malına varis olacak çocuk değil, yoluna, yani risâletine, nübüvvetine ve ilmine varis olacak çocuk istemektedir. Zaten varis ve miras kelimelerinin Kur’ân’da bir çok yerde maddî değil, manevî anlamda kullanıldığı bilinmektedir.
Tefsirlere baktığımızda, bu konuda ihtilafın var olduğunu görmekteyiz. Taberî, Abdurrezzâk’ın Haşan el-Basrî’den naklettiği bir rivayete dayanarak, verasetin malla ilgili olduğunu kabul etmiştir. Bunun yanında tâbiûndan pek çok kimsenin verasetin nübüvvetle ilgili olduğunu naklet- miştir. Ayrıca âyeti “vefatımdan sonra benim malıma ve Âl-i Ya’kûb’un nübüvvetine varis olsun” şeklinde tefsîr etmiştir. İbn Kesîr ise, peygamberlerin miras bırakmayacağına dair sahîh hadîsler olduğu için Taberî’nin tercihini eleştirmiş, nakledilen haberlerin mürsel olduğunu ve bunların sahîh hadîslere mukavemet edemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca İbn Kesîr, iki yönden, âyette kastedilenin nübüvvet mirası olduğunu açıklamıştır:
Hz. Zekeriyyâ’nın mal sahibi olduğu zikredilmemiştir. Bilakis marangoz olup kazandığını yerdi. Böyle kimseler, mal toplayamaz. Özellikle nebiler böyle yapmaz, zira onlar dünyaya karşı en zahid kimselerdir.
Buhârî’de peygamberlerin miras bırakmayacağı sabit olmuştur. Buna göre âyetteki miras, nübüvvet mirasına hamledilmelidir. Dolayısıyla “Ya’kûb oğullarına da varis olsun” âyetinde, “Süleyman, Dâvûd’a varis oldu” âyetinde olduğu gibi, nübüvvet kastedildiği anlaşılmaktadır.
Kuşeyri,Beydavi,EbuSuûd ve Alûsî gibi müfessirler de, âyetin hadisle ilişkisine değinmeksizin âyetteki mirasla dîn, ilim ve nübüvvet mirasının kastedildiğini söylemişlerdir.
Çağdaş müfessirlerden Tâhir b. Âşûr’un farklı bir yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Tâhir b. Âşûr, âyetteki mirası, mal mirası ola-rak anlamaktadır. O da Taberî’de olduğu gibi, bu durumu Abdurrezzâk’ın naklettiği rivâyetin te’yid ettiğini belirtir. Bu duruma göre peygamberlerin miras bırakmayacağına dair hadîste sadece Hz. Peygam-ber’in kastedildiğini söyler. Buna Hz. Ömer’in Abbâs ve Ali’ye söylediği “Hz. Peygamber ‘bizler’ ifadesiyle kendini kastediyordu, değil mi?” sözünün delîl olduğunu ifade etmiştir.
Son olarak, İbn Kuteybe’nin ilgili hadîs ve âyeti nasıl te’lif ettiğini görelim. İbn Kuteybe’ye göre bu hadîs, Hz. Zekeriyyâ’nın sözüne muhalif olamaz. Onun maksadı, mala varis olmak değildir. İbn Abbâs’ın tefsirine göre, Hz. Zekeriyyâ’mn ilmine; Ya‘kûb hânedânının ise mülküne varis olmuştur. Hz. Süleyman’ın veraseti de mülk, nübüvvet ve ilim verasetidir. Mülk ise mal değil, sultan, hüküm ve siyaset demektir.
Sonuç olarak, şöyle söylemek mümkündür: Ayette kastedilen, genel kanaate göre, nübüvvet ve ilim mirasıdır. Zira “Biz nebiler topluluğu miras bırakmayız” hadîsi sahîh ve sarih bir nastır. Bütün nebiler hakkında umumî bir lafızdır. Bunu tahsise gerek yoktur. Bu durumda, âyetle hadîsin çelişmesi söz konusu değildir.
Âyette mal mirasının kastedilmesi ihtimaline göre ise hadîsi sadece Hz. Peygamber’le tahsis etmek gerekecektir. Bazı sahâbînin “bizler” ifadesini Hz. Peygamber’in kendisi olarak anlaması bunu desteklemektedir. Her iki durumda da hadîsin âyetle çeliştiğini ve uydurma olduğunu söylemek zor görünmektedir.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…
Yorumlar Göster
tuhaf bir tartisma konusu. hz peygamberin en sevdigi guvendigi ve yol arkadasi ilk sefer namaz icin peygamberin onunde imam olan, hem kayin pederi hemde cogunlugun ilk halife sectigi vede malinin hepsini feda eden kisi bu haksizligi yapmasi mumkun degildir. eger onu haksiz adaletsiz diyorsaniz artik islamada inanmaniza gerek yok. ben ozaman hz alidende suphe ederiim ve bu mantikla hz aliyi bile yaregilaya biliriz ve hepsini de. bu konuyu acan kisi once kendine baksin kendisi cokmu temizmis. Devesinin burnunun tozu olamayanlar nefsine uyup dusmanlik ariyorlar.
Keyfi olarak hükümlere varılmaz, hadis sahihtir ve fedek arazisi miras bırakılmamıştır, Hz. Ebubekir'de bunu söylemiştir, eğer o hatalıysa (ki değil) ondan sonra gelenler Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali o araziyi ehli beyte verebilirdi ama verilmedi neden? Hz. Ali de ehli beytten olduğu halde fedek arazisini vermedi! Zira biliniyordu ki hadis sahihti ve ona göre amel edildi. Burada bir adaletsizlik yok bilakis büyük bir adalet var. Lütfen derinlemesine bilginizin olmadığı meselelerde "aklınıza" tabî olmayın, araştırın detaylıca ondan sonra fikir beyan edin.