Peygambere İtaat Nedir ve Nasıl Yerine Getirilcektir?
Bize göre —Müfessirlerin de vurguladığı gibi— ayette itaat edin” anlamındaki “atî’û” kelimesinin hem Allah’a itaati, hem de Peygambere itaati emrederken ayrı ayrı kullanılması, Allah’a itaatin adresinin Kur’an, Peygamber’e itaatin adresinin ise Sünnet olduğunu işaret etmektedir.
Buna, “Peygamber’e itaatin çerçevesini de Kur’an çizdiğine göre böyle bir ayrım yapmak yanlıştır” şeklinde bir itiraz getirilebilir.
Ancak dikkat edilirse ayetin devamında “Ulu’l- emr”e itaat de emir buyurulmakta, ancak burada ayrıca fiil kullanılmamakta, diğer deyişle “Ulu’l-emr”e itaat emredilirken, Peygambere itaatte olduğu gibi ayrıca “atî’û” kelimesi tekrarlanmamaktadır. “Ulu’l-emr”e itaatin çerçevesini de Kur’an’ın belirleyeceğinde kuşku yoktur. O halde burada Peygamber’e itaat ile Ulu’l-emr’e itaat arasında bir fark olmalıdır.
Eğer sonuçta hem Peygamber’e, hem de Ulu’l- emr’e itaat, pratik alanda ve nicel olarak sadece Kur’an nasslarına itaat demek olsaydı, bu iki unsurun ayette ayrıca zikredilmesine gerek bulunmaksızın sadece “Allah’a itaat edin” buyurulmak suretiyle itaatin mutlak mercii ve çerçevesi belirlenebilirdi. Ancak böyle yapılmamıştır.
Burada konunun özüne ilişkin soru, Ulu’l-emr’e itaat ile Peygamber’e itaat arasında herhangi bir fark bulunup bulunmadığı sorusudur.
Eğer bu soruya olumsuz cevap verilecek ve Hz.Peygamber e itaat ile Ulu’l-emr’e itaat arasında herhangi bir fark bulunmadığı söylenecek olursa, o zaman!Peygamber’in statüsü ve fonksiyonu tartışma gündemine gelir. Hatta daha da önemlisi, Ulu’l-emr’e itaat, Allah’a itaat ile eşitlenmiş olur. Çünkü özellikle ÖZTÜRK ve onun gibi düşünenlerin söylediklerinden çıkan sonuca göre Kur’an’da gerek Allah’a ve Peygamber’e itaati tek cümlede toplayan, gerekse Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaati tek başına zikreden ayetler aslında Allah’a itaati anlatmaktadır. Çünkü onlara göre Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’an dışında hüküm koyma yetkisi bulunduğunu söylemek şirktir.
Şu halde bu mantığa göre Ulu’l-emr’e itaat de Allah’a itaat ile eşanlamlıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’in fonksiyonu, yazarımızın(Yaşar Nuri) ifadesiyle “Tahrim yetkisini kullanan kudretin [Yüce Allah (c.c)’ın] getirdiği prensipleri detaylandır”madan ibarettir.
Bu detaylandırmanın içinde Kur’an’da yer almayan kimi hükümlerin vaz edilmesi bulunamayacağına göre, sözkonusu faaliyeti herkes yapabilir. (Burada mesele bir yönüyle de “Kuran dışı vahiy” problemiyle ilgilidir. Bu konu hakkında yukarıda yeterli bilgi verilmişti.)
Eğer varacağımız sonuç buysa ve bu doğru bir sonuçsa, o zaman “Allah’a itaat ile birlikte Peygambere ve Ulul-emr’e itaat niçin ayrıca zikredilmiştir?” sorusu gündeme gelecektir.
Bizce cevap şudur: Çünkü Allah’a itaatten maksat Kur’an’da yer alan emir ve yasaklara; Peygambere itaatten maksat, bu emir ve yasakları insanlara açıklayan, gerektiği zaman Kur’an’da yer almayan emir ve yasaklar getiren Peygamberin Sünneti’ne; Ulu’l-emr’e itaat de Kur’an ve Sünnet’le çizilen çerçevenin dışına taşmamak, bu iki kaynağın öğretisine aykırı olmamak kaydıyla emir, yetki ve ilim sahibi kimselerin söylediklerine itaattir.
Esasen bu ayetin son kısmı da Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı gelmekten sakındırmakla bu hususun alimi yeniden çizmesi dolayısıyla dikkat çekicidir.
Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman mümin bir erkek ve mümin bir kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse,apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.’’
Bu ayette Allah ve Resulünün tesbit, tayin ve emrettiği bir hüküm bulunduğunda Mü’minlerin artık kendi isteklerine göre hareket etme ve bu hükümden başkasını seçme diye bir özgürlüğünün bulunmadığı açıkça ifade edilmektedir. Ayetten anlaşılan odur ki, bunun aksini yapmaya kalkanlar, Allah’a ve Resulü’ne karşı gelerek, Allah’a ve Resulü’ne itaati emreden Kur’an ayetlerini çiğnemiş olmaları dolayısıyla kendilerini apaçık bir sapıklığa mahkûm etmiş olacaklardır.
Bu ve benzeri âyetlerde Allah ile birlikte Resul’ün de zikredilmiş olması elbette tesadüfi değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) hayatta olduğu sürece teşri süreci devam etmiştir. Bu süreç boyunca mü min erkek ve kadınlar, sadece inmekte olan Kur’an’m emirlerine karşı değil, Hz. Peygamber (s.a.v)’in emirlerine karşı da itaat ve inkıyatla riayetkar davranmışlardır. Ve bu, bütün ümmet hakkında geçerli bir durumdur.
Nitekim ulema, hakkında ihtilaf edilen meselelerin Allah’a ve Resulü’ne götürülmesinin [ki yukarıda zikrettiğimiz 4/en-Nisâ, 59. ayetinin devamında bu husus emir buyurulmaktadır] ne anlama geldiğini açıklamış ve buradaki “Allah’a götürme”nin ’’Kur’an’a başvurma”, “Peygambere götürmenin ise Hz.Peygamber (s.a.v) hayattayken kendisine sorma, vefatından sonra da O’nun Sünneti’ne başvurma olduğunu belirtmiş; bunun, imanın gereklerinden olduğunu ve aksine hareket edenlerin imanının tehlikede olduğunu söylemişlerdir.
Ebubekir Sifil, Modern Düşüncenin Tenkidi 1.cild