Öte Dünya

insanlar-olumu-kabullenemedikleri-ve-yoksulluk-300x97 Öte Dünya

İnsan, ölümü gerçeğiyle anlasa ve görse, ondan sonraki hayata, öte dünyaya inanmakta bir an için bile duraklamazdı.

Öte dünyanın idraki yanında, ölüm bir tafsilâttır.

Hayat da, ölüm de, çözümlenince, bize öteki dün­yayı söylüyor.

Ölüm, ağzında hayat mırıltısı ve öteye ait şifreler bulunan sfenks. Kim heceleyecek şifreyi: benliğini erite erite, hurdayken öteye geçen elbet.

Biz müslümanlar öyle bir uygarlık ördük ki, ölüm denen duvarın ötesinde, simetri çizgisinin öte­sinde, bunun som mutlaklıktan yapılma aslı var.

Bir medeniyet kurduk ki, ölüm ötesindeki gerçek medeniyetin bu dünya şartlarında mümkün bir ger- çekleşimi oldu denebilir.

Camilerin kapılarından içeri adım attığımız an, yüzümüze çarpan serinlik, sadece bu âleme ait ol­mayıp biraz, belki daha da çok öteki âleme aittir. Bu öyle bir esintidir ki, her mü’mine miracını tamamla­tıyor.

Su sizi burdan biraz öteye götürüyor abdestle. Sonra namaza teslim ediyor. Abdest bir cebrailse, namaz bir refreftir miracınızda. Abdest bir zemzem­se, namaz bir kâbe bakışıdır yücelme etkinliğinde.

— • —

Cenneti ve cehennemi hatırlatmayan ne vardır dünyamızda? Güneş, ay, gece, ağaç, kuş, dağ, ufuk hepsi hepsi, çizgi çizgi anlatmaya çalışıyor kendi di­liyle bize öteyi. Kaynar su, yakan ateş, zelzele, yıldı­rım vb. som ceza mutlakından bir haber veriyor. Meyveler, lezzetler, renkler, ahenkler, cennet çizgisi­nin bu âlemdeki izdüşümleri…

— • —

Bu âlem öbürünün gölgesi. Bundan dolayıdır ki, adeta beyaz-siyah bir çekim sunuyor. Öbürüyse, tüm renkleri, kızılötesi ve mor ötesi ışınlan dahil, olduğu gibi yansıtıyor. Öteki dünya, bir tablo gibi. Yağlı bo­ya bir tablo gibi. Bu yüzdendir ki, belki biraz uzak­tan bakmak gerekiyor bazan, idrak edebilmek için. Sonra zaten sizi içine çekip alacak. Sizi alıp götüre­cek.

İnceleyin:  Yâ Rab! Bize iman-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver

Bu dünya ise, onun krokisi, karakalem deneme­si…

Anayurttur öte dünya. Ordan geldik ve oraya dö­nüyoruz. Ora hesabına dünya tarlasında saban sür­dük. Bu çölde, her kuru dikende bir tılsımın gülüm­sediğini gördük. Bir acı tattık ayağımıza batan her dikenle. Dikenin her çıkarılışından sonra da duyduğumuz rahatlık, bir çağrışım yaptı bizde.

Tohum gibi serpildik yeryüzüne. Gün vurdu, ba­şaklar sarardı. Ekim toplanıp biçilince, öteki âlemde yeniden doğacağız. Bu ekinin bir hesabı kitabı, bir eksiliş artışının hesabı olan o âlemde.

— • —

Öte dünya, ölümsüzlük ülkesi. Kınk dökük çizgi­lerin düzelip sonsuzca uzadığı âlem. Sevinci tam se­vinç, âzabı tam azap olan dünya. Algılarımızın sü­rekliliği yaşadığı dünya.

İyi, doğru ve güzelin, ödül ve cezanın mutlak öl­çülere vanp birbiriyle bütünleştiği âlem. Çelişmeden arınmış, fanilik tozlarından temizlenmiş, ayna gibi aydınlıklarla sırlanmış, sanki mermerden ve ipekten gelmiş hammaddesi idealin.

Bozulmaz, kokmaz, sararmaz, solmaz bir dünya. Ruhumuzun yabancılık çekmeyeceği yuva. Ufukları, ruhun kanat çırpışları için yeterince geniş.

— • —

Bu dünyanın en büyük gerçeği, ölmeden önce ölüp ruhun gözleriyle öte dünyayı görebilmek. En büyük korku, en büyük muştu, en büyük umut ve sevinç, öteki dünyanın bir kaç yaprağını çevirmiş ol­mak mutluluğunda yatıyor.

Sezai Karakoç – Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi 2,syf:70-73

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir