Osmanlı Devleti, dayandığı ilkeler ve gerçekleştirdiği hedefler açısından Oğuz Kağan Efsanesinde ortaya çıkan devlet tipine uygun özelliklere sahiptir. Sözkonusu özellikler çeşitli bağlamlarda ortaya çıkmaktadır. Osmanlı’nın dünya devleti olacağının göstergelerinden biri, Osmanlı tarihçilerinin üzerinde durduğu rüya motifidir. Derviş Ede Balı’nın tekkesinde misafir olan devletin kurucusu Osman Gazi, rüyasında, Derviş Ede Balı’nın koynundan çıkan ay kendi koynuna girmiş ve Osman’ın göbeğinden bir ağaç bitmiş, ağacın gölgesi bütün dünyayı kaplamıştır. Ağacın gölgesinde dağlar, dağlardan çıkan ve çeşitli şekillerde kullanılan sular görmüştür. Derviş Ede Balı, rüyayı Osman Gazi ve neslinin hükümdar olacağı şeklinde yorumlamıştır (Aşıkpaşazade 1992, 16). Sözkonusu rüya geleceğe ilişkin bir veri olarak değerlendirilerek, Osmanlı Devleti’nin dünya devleti olmasının zeminini hazırlayan bir yorum olarak ortaya çıkmaktadır. Tanrı’nın bir şahsa hükümdarlık ihsan etmesi ve bunu bir şaman ya da veli tarafından ilgili kişiye bildirmesi, Orta Asya Türk geleneklerine geri gider (İnalcık 2005/2, 132). Ayrıca rüyada içerilen derviş, dergâh, ay, ağaç ve gölge sembolleri siyasî kültür açısından son derece önemli unsurlardır.
Tarihçi Oruç Bey’in anlattığı efsaneye göre, Ertuğrul Gazi rüyasında, Ay’ın Şeyh Ede Balı’nın koynundan çıkıp kendi koynuna girdiğini ve kendi göbeğinde âlemi kaplayan bir ağacın bittiğini, ağacın gölgesinde dağların kaldığını, dibinden suların aktığını görmüştür. Bu düşü Şeyh Ede Balı, çocuklarının evleneceğini ve onlardan türeyen neslin büyük bir devlet kuracağı şeklinde yorumlamıştır {Oruç Bey Tarihi, 25). Benzer efsanelerin Ertuğrul ve Osman Beyler için anlatıldığı Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde yer almaktadır. Ertuğrul Gazi’nin gördüğü kaynayıp çoğalan su, çocuklarının dünyaya hükmedeceklerinin işareti olarak görülmüştür. Hem Ertuğrul Gazi hem de Osman Bey için anlatılan Kur ’an karşısında ayakta sabahlamalarına karşılık gelen bir sesin, “kıyamet gününe kadar sürecek bir ulu devletin ihsan eylenmesi”ni müjdelemesi. Şeyh Ede Balı’nın koynundan çıkıp da Osman Bey’in koynuna giren “ışıktan oluşan ağacın bütün dünyayı tutması”, Mevlana’nın Osman Bey’i oğul olarak kabul etmesi, mademki “onun oğulları ve torunları benim neslime inanırlar ve bağlanırlar, devletleri daim olsun şeklinde dua etmesi, meşruluğun zeminini oluşturmaktadır. Ayrıca devletin ömrüne ilişkin dilekler de meşrulaştırma anlayışları için de sık sık dile getirilmişlerdir. Müneccimbaşı’nda geçen şu ifade, “kıyamet gününe kadar sürecek ulu bir devlet ihsan eyledi” (Müneccimbaşı I, 44-48), devletin ebediliğini ifade eden “devlet-i ebed müddet” fikrini yansıtmıştır.
Anadolu ve Balkanların Türkleştirip, Müslümanlaştırılmasında ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda derviş ve dergâhların büyük payının olduğu (Barkan 1942, 284) düşünülürse, rüyada ortaya çıkan devletin temelinin dergâh olması tarihî bir olaya işaret eder. Dervişin nitelikleri olarak keramet, içtenlik, zenginlik, misafirperverlik ve huzur vurgulanmıştır. Ayrıca, dergâhın eğitim merkezi de olduğu düşünülürse, devlet zihniyetinin dayandığı temellerden bazıları ortaya çıkmaktadır. Birey olarak dervişin niteliklerinin genel olarak devletin niteliklerine dönüşmesi beklenmektedir. Ağaç sembolünün anlam derinliği daha fazladır. İlkin gölgesinin bütün dünyayı tutması dünya hakimiyetinin isteğinin farklı bir şekilde dile getirilmesidir. İslam öncesi Türk kültüründen gelen dünya ağacı (Ögel 1995, 480) fikrinin bir devamıdır. Dünya ağacı, yer ile göğü birleştiren üzerinde bütün canlıların yer aldığı efsanevî bir semboldür. Bu sembolde esas olan, Türklerin bakış açısıyla evrenin kuruluşudur. Rüyadaki ağaç sembolü de bunu çağrıştırmaktadır. Ağacın gölgesinin bütün dünyayı tutması, dünyanın yeni oluşan devletin formları içinde biçimlendirileceğini ima etmektedir.
Şecere, ailenin soy kütüğünü önemsenen ilk ataya kadar götürerek, eskiliğini göstermek için yazılan soy ağacıdır. Bir ailenin eskiliği, güvenilirliğinin önemli kanıtlarından biri olarak kabul edilmiştir. Özellikle, devlet idaresini elinde bulunduranlar için şecere çok daha önemli olmuştur. Çünkü, bir ailenin ataları toplumun geçmişinde idareyi ellerinde bulundurmuşlarsa, onların idareleri meşrudur. Osmanlı hanedanı da meşruluğunun tam olması için kendi şecerelerini Oğuz Kağan’a bağlamayı uygun bulmuşlardır.
Osmanlı Devleti’nin kurucu ve yöneticileri bir yandan amaçlar doğrultusunda ilerlerken, diğer yandan, geleneksel anlayışıyla kurulan devletin manevî temellerini geliştirmişlerdir. Devletin olgunlaşma dönemlerinde ortaya çıkan bazı sorunlar nedeniyle, halk bilincinde yaşayan efsaneyle meşrulaştırma yazıya geçirilerek, Devlet’i anlatan tarihlerin başına yerleştirilmiştir. Böylelikle, Kayı Boyu’nun devlet kurma ve yönetme hakkı belgelenmiş ve bu hakkın meşru kaynaklardan geldiği ve toplum tarafından da benimsendiği ortaya konmuştur. İlk Osmanlı tarihçilerinden itibaren, Osmanlı hanedanının Oğuz Kağan’a bağlandığı görülmektedir. Kayı’ların şeceresi, Ertuğrul ve babası Süleyman Şah üzerinden Oğuz Han’a, ondan da Nuh Peygamber’in oğullarına kadar vardırılmıştır* (Şükrullah 1939, 27, Müneccimbaşı I, 52-53; Hoca Saadettin Efendi 1974/1 27-28‘ Oruç Beğ Tarihi, 19-20; Aşıkpaşazade 1992, 12; Lütfi Paşa 2001, 153). Tarihçi Neşri Cihannuma adlı kitabında, Türklerin Orta Asya’daki devletlerinden başlayarak Osmanlı Devletine kadar olan süreci anlatmış ve Osmanlı hanedanının bağlı olduğu Kayı Boyu’nun Oğuz Kağan’ın oğullarıyla ilişkilendirmiştir (Mehmed Neşri I 1987, 9-57). Dede Korkut kitabında Korkut Ata’nın bildirdiğine göre, “saltanat ve hanlık sonunda Oğuz Kağan’ın vasiyeti üzre, Kayı Han’ın oğullarına geçecek ve ahir zamana kadar onlarda kalacaktır” (Dede Korkut 2000, 1; Müneccimbaşı I, 48) Bu fikir Yazıcızade Ali tarafından da dile getirilmiştir (akt, İnalcık 1959, 78).
Sözkonusu şecere, II. Murat döneminde ciddi bir şekilde ele alınmış ve Osmanlı Devleti geleneksel Türk devlet anlayışına bağlanmıştır. Aynı dönemde (II. Murat) paraların üstüne Kayı Boyu’nun damgasını bastırmıştır (İnalcık 1959, 78). Osman Bey’in hükümdarlığının kabul edildiği toplantıyı Müneccimbaşı şöyle anlatmaktadır: “Oğuz Han töresi üzre önünde diz çöktüler. Osman Gazi de her birine birer kadeh kımız sundu. Aldılar, itaat edeceklerine söz vererek içtiler” (.Müneccimbaşı Tarihi 1, 70). Devletin kuruluşunun Oğuz töre- since gerçekleştirilmesi, Oğuz geleneğinin sürekliliğinin bir göstergesidir.
Osmanlıların Kayı Boyuna bağlı olduklarını gösteren şecerenin sonradan uydurulmuş olduğu ileri sürülmüş ve Köprülü bu iddiayı şöyle cevaplamıştır: Eğer Osmanlı padişahları, kendilerine devletin kuruluşundan bir asır sonra yalandan bir silsilename uydurmak isteselerdi, yalnız Anadolu değil bütün Yakınşark Türk ve İslam dünyasında “Sultanlar Sülalesi” olarak telakki edilen Selçuklu hanedanını yetiştirmiş olan Kınık Kabilesi’ne mensup olduklarını iddia etmezler mi idi? (Köprülü 1999, 81-82). Köprülü şecerenin uydurulmamış olduğunu çeşitli verilerle ortaya koymuştur. Ayrıca köken efsanelerinin toplumlar tarafından nasıl içselleştirildikleri ve toplumlar üzerindeki etkileri ile süreklilikleri gözönünde bulundurulduğunda, bir uydurmadan söz etmek imkanı ortadan kalkar. Çünkü köken efsaneleri, dönemin toplumları için töre, kutsal kitap, konuşulan dil, inanç ilkeleri gibi toplumun bütün bireylerinin bilip anlattıkları bir değerler silsilesi olduğundan, unutulması sözkonusu değildir. Sözkonusu şecerenin 15. yüzyılda yazıya geçirilmesi, onun uydurulduğunu değil, yazılı belge haline getirilmesinin gerekli olduğunun göstergesidir. Bununla birlikte, Kayıların sözkonusu şecereyi uydurmuş oldukları kabul edilse bile, burada esas olan unsurun, Oğuz Kağan şeceresidir. Devleti yöneteceklerin Oğuz şeceresinde kendilerine yer bulmaları gerekliliğidir. Başka bir deyişle, devletin yapılanmasında Oğuz Kağan Efsanesi, temel ilkeleri belirleyen bir güç olarak öne çıkmaktadır.
Köken efsaneleri, evren tasavvuru çerçevesinde, devletin ve devlet yöneticiIerinin, uygulanan siyasetin meşruluğunu göstermede önemli bir yer tutmuştur (İnalcık 1959, 77). Yönetimi meşrulaştırma ve devlet kurma ile rüya ve rüyada
görülen dev ağaç ya da ağaçlar, Gazneliler ve İlhanlılar gibi diğer Türk devletlerinde de görülür (Köprülü 1984, 7). Devletin ve hanedanın gelecekte büyük işler yapacağı rüyalar aracılığıyla haber verilmektedir (Roux 1994, 74). Evreni temsil eden sembollerin devletle ilişkilendirilmesi ve Oğuz Kağan Efsanesi’nin çıkış kabul eden bir anlayışın gerçekleştirmek istediği devlet modelinin, dünya devleti olacağı izlenimi vermesi, ilahi hakimiyet ile dünya hakimiyeti arasındaki bağın Oğuz Kağan’da olduğu gibi Şeyh Ede Bali yorumuyla Osman Bey’de de görülmesi (Ocak 1998, 76), devlet düşüncesindeki sürekliliği göstermektedir. Kül Tıgin Yazıtı’ndaki, “üstte mavi gök altta da yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğulları yaratılmış. İnsanoğullarının üzerine de atalarım Bumin Hakan ve İstemi Hakan (hükümdar olarak) tahta oturmuştur (Kültiğin Yazıtı; Dİ); ifadesinde ortaya çıkan anlayışla tarihçi Müneccimbaşı Ahmet Dedenin kitabında geçen, “Allah bu devleti dünya durdukça payidar kılsın. Duamı kabul eyle ey her an kâinata tasarruf eden Allah’ım. Uğurlu gelsin de zaman onunla sona ersin, diye Osmanlı Devleti’ni kitabımın son kısmında zikrettim”, (Müneccimbaşı I, Giriş) ve Fatih için, “Allah onun şerefli zatını dünyanın sonuna kadar saltanatı ile devam ettirsin” (Tursun Bey Tarihi, 19-20), anlayışları birlikte düşünüldüğünde, genel olarak Türk devlet anlayışında saklı olan ve Osmanlılarda sık sık ifade edilen, devlet-i ebed müddet fikrinin kaynağı ve uygulaması su yüzüne çıkmış olur. İslam inancına göre dünya ve insanlığın sonlu olduğu kabulüne rağmen, devletin ebed müddet olması, devlete verilen değerin göstergesidir. Görülen o ki, Dünya Devleti fikri, Türk kültürünün tarihi sürecinde, başından sonuna kadar, hep varolmuştur. Adı geçen kültürde ortaya çıkan dünya devleti düşüncesinde, devlet Türklerin yaradılışıyla başlamakta ve dünyanın sonuyla bitirmektedirler.
Göktürklerde olsun, İslâmî dönemde olsun yönetme hakkının ata aracılığıyla geldiği, vurgulanmıştır. Bir bakıma hükümdarın kendisi değil, babası siyasî düzenin kilit noktasıdır. Şöyle ki, Göktürklerde, Bumin ile İstemi kağanların insanları idare etmek için gönderildiğinin (Kül Tıgin Yazıtı; D 1) vurgulanması ile bir Dünya Devleti olan Osmanlı hükümdarlarının halifelik ve Tanrı ’nın yeryüzündeki gölgesi (Tursun Bey, 21, 24) unvanlarını taşımaları arasında özden bir fark yoktur. Bin yıllık zaman ve on binlerce kilometre uzaktaki mekân farkıyla hem Göktürklerde hem de Osmanlılarda yönetim, dünya düzeninden sorumlu olma anlamına gelmiştir. Dünya düzeninden sorumlu olmak bilinci, yeri geldiğinde ya açıkça ifade edilmiş ya da uygulanarak gösterilmiştir.
Köken sorununun evren tasavvuruyla bağlantılı olduğu (Eliade 1993, 27) fikri, Türk devlet anlayışının, Türk evren tasavvuru üzerine oturduğu düşüncesini desteklemektedir. Türklerin Tanrı ve evren anlayışları çerçevesinde hükümdarın nitelikleri ve görevleri tanımlandığından, hükümdarlar sürekli olarak Dünya Devleti kurma yolları aramışlardır. Oğuz Kağan Efsanesi bu amaçla kullanılmıştır. Efsane ve uygulamalarla devletin teorik çerçevesi oluşturulmuş ve bu bağlamda kimlerin hangi ilkelere bağlı olarak iş başına geçecekleri, ne türden sorumluluklar yüklenecekleri tasvir edilmiştir. Şecere oluşturma ve şecerenin Oğuz Han’a bağlanması, kültürde yaşayan tarih bilincinin bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Bilinç, geçmişle gelecek arasında köprü olarak tanımlandığında (Bıçak 1996, 48-49), siyasî bilinç, geleceği kurmak için geçmişte çizilen yolların ve hazırlanan malzemelerin kullanılmasını gerektirmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve sonrasında bu siyasî bilinç kendini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Devlet, tarih bilincine dayanan siyasî bilinç çerçevesinde kurulmuş, hem kültürün tarihinden gelen görevleri, hem topluma karşı sorumlulukları, hem zamanın koşullarına göre nasıl yapılanması gerektiği, hem de amaçlarının ne olduğu anlaşılır bir şekilde sergilenmiştir.
Ayhan Bıçak-Türk Düşüncesi 1,syf:297-301
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…