Osman Bakar – İslam Medeniyeti ve Modern Dünya ”Alıntılar”

ERhi6uJXYAAovrX-225x300 Osman Bakar - İslam Medeniyeti ve Modern Dünya ''Alıntılar''
Hiç kimse, İslam tarihinin, bilimin insanlık tarihinde gelişmesi ve ilerlemesinde büyük bir aşama oluşturduğuna dair iddiaya itiraz edemez. Bilimsel ilerlemenin bu özel aşamasını başlatırken İslam, dünya uygarlığına başka bir kalıcı katkı daha yapmıştır. Araştırma gök bilimsel gözlemevleri ve eğitim hastaneleri, modern Batı’nın elindeki bilimin daha yoğun bir şekilde kurumsallaşmasının önünü açan İslam’ın en tanınmış bilim kurumlarıdır..Müslüman hastanelerin örgütlenmesi ve uygulamaları Batılı benzerlerinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Muhammed Zekeriyya er-Râzî tarafından onuncu yüzyılın başlarında başlatılan klinik uygulama, Batı’ da yaygın olarak kabul edilmeden önce yüzyıllar boyunca İslami tıp pratiğinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
————————————————-
Geleceğin başarısı, şimdiki zamanın başarısına, ve şimdiki zamanın başarısı da geçmişin başarısına bağlıdır. Örneğin, yirminci yüzyılın bilimsel ve teknolojik başarılarından biri olarak insanın aya ve gerisi geri dünyaya olan destansı yolculuğunu al! Bu başarı elbette Amerikan uzay biliminin bir zaferidir. Ancak diğer milletlerden ve daha önceki dönemlerden bilim insanları, uzay biliminin gelişmesine 0 veya bu şekilde katkıda bulunmuşlardır. Modern uzay biliminin temelini atmaya yardımcı olmuşlardır. Yine modern uzay biliminin doğrudan selefinin Ortaçağ İslami gök bilimi olduğu pek bilinmemektedir. On ikinci yüzyıldan itibaren, Müslüman gök bilimciler Ptolemaik gezegen sistemini eleştirmeye başlamışlardır. Bu, gök bilimi tarihinde ileriye doğru atılmış büyük bir adımdı.

İslam, gezegen bilimi üzerine modern tip araştırma merkezlerine dönüşen gök bilimsel gözlemevleriyle dikkat çekmiştir. Gerçekten de onlar, modern anlamda bilimsel araştırma kurumları olarak görülmelidirler. Grup araştırmasına vurgu yapılmış ve teorik araştırmalar gözlemlerle el ele gitmiştir. Bilimsel olarak konuşmak gerekirse, bu tür kurumların en gelişmişleri ve belki de en başarılıları İslami bilimsel kültürün iyi gelişmiş bir aşamaya ulaştığı iddiasını destekleyen gözlemeviydi. Gözlemevinin müdürü, Nasîrüddin Tüsî olarak bilinen,’dönemin önde gelen bilim insanlarından biri olmuştur. Hem öğretim hem de araştırma ile ilgilenmekteydi.

————————————————-
Endülüs, kültürel ihtişamda Batı’da rakipsizdi. Bilgi, zenginlik ve iktidarda Müslüman Doğu dışında hiçbir çağdaş rakibi yoktu. Fakat Endülüs’ün özel jeo-kültürel konumunun belirtilmesi gerekmektedir. Endülüs hem Batılı hem de Müslümandı. Coğrafi olarak o, hem Batı’nın hem de Müslüman Batı’nın bir parçasıydı. Kültürel olarak da hem Müslüman hem de Avrupalı olması, özellikle bugün Avrupalı bir ortamda Müslüman kimliğinin tartışmalı meseleleriyle ilgilenenlerin kafa yormasını hak eden bir noktadır.7

Bununla birlikte, aynı zamanda Endülüs’ün vücudunun Avrupa’da yer almasına rağmen, düşünce ve ruhunun Arap Müslüman dünyasına daha yakın olduğunu söylemek de doğru olacaktır. Entelektüel, manevi ve kültürel olarak Endülüs, batıda İber Yarımadası’nın Atlantik kıyısından doğuda Çin sınırlarına uzanan geniş Müslüman dünyanın parçasıydı. Endülüs’ün İslam’a olan katkıları muazzamdı. Ancak Latin Batı’ya yaptığı katkılar da bulunmaktaydı.

Endülüs’ün insan uygarlığının gelişimine yaptığı önemli katkılardan biri matematik, doğa bilimi ve tıp alanındaydı. Endülüs’teki Arap-Müslüman bilimi birkaç yüzyıl boyunca gelişti. Onun örgütlü bir bilgi faaliyeti ve devlet destekli bir kurum olarak kökeni ile hızlı büyümesinin izi, Kurtuba’da kurulan Emevi halifeliğinin kurucusu olan III. Abdurrahman’ın (ö. 961) başlattığı onuncu yüzyılda bilimin himaye altına alınmasına kadar sürülebilir. Abdurrahman’ın oğlu II. el-Hakem (ö. 976), gayretli bir şekilde ilim ve bilimin bu saltanat geleneğine devam etti. III. Abdurrahman, Bağdat’ın kültürel ve bilimsel başarılarına dayanarak Endülüs’te yeni bir ilim kültürü kurmaya çalıştı.

————————————————-
..İkincisi, İslam insana doğayı Allah’ın insanlara verdiği son kitabı olan Kur’an’da belirttiği yasalarına uygun bir biçimde kullanmayı öğretmektedir. Doğa, insana hizmet etmesi için yaratılmıştır, ancak bu insanın onu istediği gibi kullanmakta tamamen özgür olduğu anlamına gelmemektedir. Hazreti Muhammed’in bize hatırlattığı üzere, doğanın da hakları bulunmaktadır. Hayvanların ve bitkilerin de hakları vardır. İnsana gelince, Allah ona hem hak hem de yükümlülükler vermiştir. İnsanın doğayı kullanma hakkı vardır, ancak doğayı Allah’ın buyurduğu ahlaki ilkelere uygun bir biçimde kullanmaya dönük ahlaki bir yükümlülüğü de vardır. Genel olarak ifade etmek gerekirse, insanın doğayı’korumak ve sürdürmeye yönelik ağır bir sorumluluğu bulunmaktadır. Bugün, hem geleneksel hem de çağdaş olan İslami bir çevre ahlakı formüle etmek hususunda harikulade önemli bir ihtiyaç bulunmaktadır.
————————————————-
Müslümanlar geçmişte kendi bilimlerinden “İslami Bilim” olarak bahsetmemişlerdir. Zira, onların böyle yapmasını gerektirecek bir şey yoktu ortada. Onlar, yaptıkları bilimin İslam’ın onlardan geliştirmelerini istediği şey olduğunu biliyorlardı. Ayrıca, onlar bilimlerinin hakiki, evrensel bilim olduklarına ikna olmuşlardı. Dahası, en gelişmiş bilime sahiptiler ve hatta bilimin öncüleriydiler. Karşılarında kendi bilimlerine ve bu bilimin dünya görüşüne meydan okuyan kimse görmemekteydiler. Dolayısıyla, onlar kendi bilimlerini diğer çağdaşları olan bilimlerden ayırt etme ve İslami terimini kullanma ihtiyacı duymamışlardır. Diğer kültür ve dinlerin insanları onların bilimine öykünmeyi dileyenlerdi.
————————————————-
Sanatlara ilişkin kozmolojinin rolü şudur: tüm insan sanatları için bir prototip işlevi görecek şekilde, evreni ilahi sanat tasarımı görecek bir düşünceyi açıklamakta bize yardımcı olmak. Kozmolojik bilimlerle yakından alakalı olan şeyler, kozmolojik sanatlardır. Evren hem bilimin hem de sanatın kaynağıdır. Bütünlüğünde yüce bir sanat eseri olarak görüldüğünde, evren çeşitli sanatların mükemmel bir sentezini temsil etmektedir. Evren bir müzik bestesi, bir mimari başyapıt, Allah’ın kelamını içeren bir kitap, ilahi oyunun sergilendiği bir tiyatro, ya da dans sahnesi olarak görülebilir. İşte bu bağlamda, kozmolojik ilimlerden nasıl bahsetmişsek, çeşitli kozmolojik sanatlardan da bahsetmemiz mümkündür. Doğası ve misyonuna uygun bir biçimde, İslam bir din olarak, öncelikle indirilen Kur’an’a ilişkin sanatlarla ilgilenmektedir; bu sanatlar ister görsel ister işitsel olsun.
————————————————-
Kozmolojik bilimlerin öncelikli amacı evrendeki birliği ve böylece İlahi Birliğin yüce hakikatini ortaya koymaktır. Allah çokluk içerisinde birliği nasıl tasarlamış ve yaratmıştır, işte burada ilahi estetik gizemi yatmaktadır. Bu gizemin iç yüzünün derinliklerini araştırmamız gerekmektedir; böylece estetik ve sanatsal yaratıcılığa ilişkin geçerli ilkeler buradan çıkarabilir. Bizim insani estetiğimizi üzerine inşa etmemiz gereken şey, ilahi estetik ilkeleridir.
————————————————-
İslam’ın en temel öğretisi, tevhit düşüncesidir. Her şeyden önce Allah’ın birliği gelir, ya da daha felsefi veya bilimsel bir ifade kullanmak gerekirse, İlahi İlkenin Birliği. O’nun birçok güzel ismi ve sıfatı vardır, ancak bunlar metafizik bir birlik tesis etmektedirler. İşte bu birlik, O’nun Güzelliği ve Haşmetinin kaynağıdır. Bir açıdan bakıldığında, ilahi güzellik çeşitli İlahi Nitelikler arasından bir ayrık niteliktir. Diğer açıdan bakıldığında ise, çeşitli İlahi Nitelikleri barındıran ya da kombine eden bir niteliktir. Bu metafizik hakikat kendisini, O’nun yarattığı evrende göstermektedir. O halde, evrenin güzelliğinin İlahi Güzelliği yansıtan evrenin bir niteliği olduğunu söyleyebiliriz. Ancak aynı zamanda, evrenin güzelliğinin evrendeki çeşitli niteliklerin (bunların her biri İlahi Niteliğin bir yansımasıdır) bir kombinasyonuna da atıfta bulunduğunu da söyleyebiliriz. Örneğin, matematiksel güzellik evrenin güzelliğinin temel bir parçasıdır. Ancak, matematiksel güzelliğin kendisi, düzen, oran, denge, simetri, basitlik ve ahenk gibi niteliklerden teşkil olmaktadır.
————————————————-
İslami perspektifte, fiziksel güzelliğin kendisinden bağımsız bir varoluşu yoktur. Manevi ya da entelektüel bir güzelliğin, fiziksel şeylerde kendisini gösterdiği ya da yansıttığı daha yüksek bir güzellik türüdür, bu şey. Güzelliğin doğası gereği entelektüel olduğu görüşü, tabii ki geleneksel toplum ve medeniyetlerde yaygın bir biçimde kabul edilmekteydi. Ancak, bu görüşü modern bilim insanları arasında da savunan birkaç kişiye de rastlamaktayız. Tanınmış Britanyalı biyolog, Jacob Bronowski’nin görüşlerine burada yer verelim:

Coleridge güzelliği tanımlamaya çalışırken, her zaman döndüğü derin bir düşünce vardı: güzellik, çeşitlilikteki birliktir. Bilim, doğada bulunan, daha net ifade etmek gerekirse bizim tecrübemizdeki çeşitlilikteki birliği keşfetme arayışından başka bir şey değildir. Şiir, resim, diğer sanatlar da Coleridge’in ifadesiyle çeşitlilikteki birliğe dönük aynı arayıştır.ı

Güzelliğin “çeşitlilikteki birlik” olarak tanımlanması, İslam’daki tevhide dayanan estetik anlayışı ile tam bir uyum içerisindedir. Benzer şekilde, estetik takdirin sanat ve bilimlerin ortak bir amacını teşkil ettiği düşüncesi de bilginin birliğine dair İslami teoriyle ahenk içerisindedir. Ancak, modern dünyada, daha önce belirttiğimiz üzere, güzelliğe dair bu görüşler bilim insanları ve sanatçılar arasında yalnızca bir azınlık tarafından benimsenmektedir.

İnceleyin:  Şiir ve Bilgelik
————————————————-
Modern zamanlarda, insan toplumları her yerde bilim ve teknoloji şekilleri geliştirmektedir. Bu, büyük oranda mahiyeti itibariyle nicelikseldir ki bu da niteliksel boyutun pahasına bu şekildedir. Bu tarz bir bilimsel ve teknolojik kültürde, sanatın kaybetmekten başka şansı yoktur; zira bilimin ve teknolojinin dünya ve insan hayatını niceliksel boyutları ile ilgilenmeleri onların doğası gereğidir. Bizim toplumsal yaşamımızda niceliksel bilim ve teknolojinin baskınlığı perspektifinden bakıldığında, toplumda hüküm sürecek zihin yapısı; nicelik farkındalığının sanatların gelişiminde çok mühim olan estetik farkındalık da dahil olmak üzere bütün diğer farkındalık türlerini gölgelemesi ya da sindirmesini barındıran bir zihin yapısı olacaktır.
————————————————-
Ana akım ampirik felsefesinin şekillendirdiği haliyle modern bilimin sadece ölçülebilir ve nicellendirilebilir şeyleri incelemekle ilgilendiği noktasında şüphe bulunmamaktadır. Nicel çalışma yöntemleriyle bilinemeyen ya da tasdik edilemeyen herhangi bir şey önemsiz, alakasız ya da bilimsel olmayan bir şey olarak kabul edilecektir. Modern bilim sıkı sıkıya niceliksel araştırma yöntemlerine bağlı olduğundan, zorunlu olarak indirgemeci hale gelmiştir. Modern bilimin elinde, fiziksel olmayan gerçeklik, onun ölçülebilir ve nicelendirilebilir boyutlarına indirgenmiştir. Bu felsefi ve bilimsel indirgemeciliğin net sonucu, evrenimizin, doğal dünyamızın ve aynı zamanda ruhumuzun da fakirleşmesidir. Bizim insan çevremiz de, niceliksel bakımdan, aynı süreçte fakirlemiştir; her ne kadar niceliksel olarak değerlendirildiğinde, modern teknoloji ve kitle ürünleriyle büyük ölçüde zenginleştirilmiş olsa dahi.

Güzelliğin iyi bir örneği olduğu, nitelik gibi gelensek bir fıkrin; dışlayıcı bir biçimde nicelik farkındalığı ve nicel araştırma ruhu ile ululanan bir toplumda değeri ya hiç yoktur ya da çok azdır. Böyle bir toplumda, estetik ruhu telkin etmekte ve toplumsal skalada bu ruhun erdemlerini beslemekte başarılı olmaya dönük umutlu olamayız; her ne kadar, böyle bir toplumda ara sıra estetik duyusu güçlü olan bazı bireyler ortaya çıkabilse dahi. En hakiki mahiyetiyle, güzellik ölçülemez ve nicelendirilemez bir şeydir. Güzellik, bir zamanlar kendisini fiziksel nesnelerde gösteren ancak gerçekliği onları aşan manevi ve entelektüel bir nitelikti.

————————————————-
İslami görüşte din ve bilim birlikteliğinin anlaşılmasındaki esas tevhit düşüncesidir. İslam tarihi, bu düşüncenin pek çok bilim dalında ilerlemeyi teşvik eden rolüne tanıklık etmiştir. Bu kadar önemli bir düşüncenin günümüz Müslüman bilim insanlarının çoğunluğu tarafından yeterince anlaşılmaması büyük talihsizliktir. Aynı zamanda, İslami araştırmalarda pek çok mezunun, İslam medeniyeti tarihinde tevhit ile bilim arasındaki sıkı bağı yeterince kavramamış olduğu gerçeği aynı derecede üzücüdür.

Günümüz Müslümanları içerisinde bulunduğu bu sıkıntılı durum düzeltilmelidir. Tevhidin doğru bir şekilde anlaşılması, bilimsel fikirlerin ve diğer bilim alanlarında ilerleme kat edilmesi ancak bu anlayışın modern bir dilde öğrencilerimize ve genç kuşak bilim insanlarına sunulması ile sağlanabilir. Özellikle günümüz Müslümanları, geçmişte Müslüman akademisyenlerin ve bilim insanlarının, sağlıklı ve dengeli bir bilim kültürü yaratma noktasında bilimsel düşünce ve araştırmalarına tevhit ilkesini nasıl uyguladığını bilmeli, geçmişten gerekli dersleri çıkartmalıdır.

————————————————-
İslami bilim, dinin tam merkezinde bulunan tek tanrı inancı veya tevhit anlayışının Öğretileri sayesinde on yedinci yüzyıla kadar uzun yıllar boyunca dünyadaki en yaratıcı ve en gelişmiş bilim olmak için gelişimini sürdürmüştür. Tarihinin en iyi zamanlarında İslami bilim, başarısını İslam Hukuku’nun veya Şeriat’ın temel öğretilerinden beslenmesine ve bu öğretilerin rehberliğine borçludur. Tevhit ve Şeriat, İslam dininin dünyaya kazandırdığı bilimsel ve teknolojik ilerlemenin iki itici gücü idi. Tevhit (birlik) evrensel bir düşünce olduğu sürece, İslam medeniyetleri dışında da İslam’a inananları kolayca bulabiliriz. Batı’da Sir Isaac Newton ve Einstein, hakikatin birliği fikrinden esinlenen felsefi ve bilimsel düşünceye ve araştırmalara sahip bilim insanlarının iyi birer örneğidir.

Birçok kişinin zihnindeki olumsuz imajı dikkate alındığında Şeriat, İslam’da bilimsel ve teknolojik ilerlemenin bir kaynağı olduğu iddiası oldukça gülünç gelebilir ama modern bilim bu iddiayı destekler niteliktedir. İslami bilim dünyasının ünlü isimlerinden David King ve George Saliba8 tarafından yapılan çalışmalar, özellikle astronomi alanında, uygulama odaklı bilimsel araştırmalara öncülük etme konusunda Şeriat’ın yaratıcı rolü olduğuna dair yeterince kanıt sunmaktadır. Bu çalışmalar aynı zamanda din ile bilimin yöntem ve ahlak zemininde birleştiğini de göstermektedir.

————————————————-
20.yüzyılın önde gelen filozof-bilim adamı, Albert Einstein, “Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.” sözünü dile getirmiştir. Einstein’ın din-bilim birlikteliğinin altını çizen bu ünlü sözünün bilgece olduğunu belirtmek gerekir. Dinin ve bilimin tam olarak birbirine ihtiyacı olduğunu söylemek bile bir bilgelik göstergesidir. Hikmet sahibi insanlar Allah yolunda ve insanlık uğruna din ile bilimi bir bütün olarak kabul ederler.

Einstein’dan alıntı yaptığımız sözler kendi sözleri olabilir, fakat bu sözlerin aktarmaya çalıştığı bilgelik kesinlikle ona ait değildir. Felsefe tarihini iyi bilenler, bu düşüncenin uzun yıllar boyunca var olduğunu kolaylıkla söyleyebilirler. Einstein’dan önce çeşitli kültür ve medeniyetlerdeki birçok bilge insan bu konu hakkındaki görüşlerini beyan etmiştir. Bilhassa Batı’da Plato ve Aristoteles, Uzakdoğu’da Lao-tze, İslam’da İbn Sînâ ve Ortaçağ Avrupası’nda Galileo Galilei’den yirminci yüzyılda Hint Müslüman filozof-şair Muhammed İkbal’e kadar tüm filozoflar ve düşünürler benzer düşünceleri tekrar etmiştir. Son yıllarda Einstein’la beraber, farklı tonlarda ve farklı entelektüel tarzlarda olmasına rağmen, bu düşünürlerin sözleri hâlâ zihinlerimizdedir.

————————————————-
Eğer İslam’ın medeniyet kimliğini tek bir kelimeyle ifade etmek gerekirse, 0 kelime ümmet-i vasat ya da “orta ümmet” olacaktır. Orta yolu izleme deyimi edebi anlamını bir yana koyarsak, doğası gereği evrenseldir. Edebi açıdan, vasat kelimesi İslam dünyasının coğrafi olarak orta yerini işaret etmektedir. Öte yandan, insan inanışlarına, düşün dünyasına ve davranışsal kalıplara yani insan kültürü ve medeniyetine uygulanabilir bir mana taşımaktadır. Orta yolu izleme düşüncesi beşeriyette fiiliyata geçtiği zaman, toplumsal denge, eşitlik ve adalet getirecektir.
————————————————-
İslami devlet yönetim şekli ve medeniyetinde yer alan bilimsel kültürün evrenselliği ve akılcılığı, önceki kısımda bahsedilen İngiliz bilim adamı John Bernal gibi birçok Batılı araştırmacıyı etkilemiştir. İslam’da bilim kısmını haksız bir şekilde kısa bir değerlendirmeye tâbi tutmasına rağmen, insanlık bilim tarihini dört cilde sığdıran ve bilim tarihinin en başarılı metinlerinden biri olarak lanse edilen eserinde Bernal şunları söylemiştir: “İslami bilimsel çalışmalar üzerine okudukça, ancak modern bilimde karşılaşabildiğimiz akılcı yaklaşım karşısında insan hayrete düşuyor.”8 Daha genel olarak, modern zamanlarda İslam’ın evrensel entelektüel kültürüne karşı bir takdir mevcuttur. Bu takdiri gösterenlerden biri, İslami edebiyat, Farsça ve İslami bilim tarihi gibi alanlarda verimli bir isim olan Alessandro Bausani’dir. Evrensellik özelliğinin farkında olarak, Bausani İslami entelektüel kültürün Batı kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğu iddiasında bulunmuştur.9
————————————————-
Topluluk bir bütün medeniyet ya da onun büyük bir kısmı olduğu vakit, bu “kolektif hata”, “medeniyetin hatası” konumuna terfi etmektedir. Batı düşünce tarihinde, medeniyet hatası şeklinde çeşitli büyüklükte hatalar işlenmiştir. Örneğin, modern seküler Batı’nın doğusu kısmen büyük bir hata üzerine inşa edilmiştir: kolektif insan aklının, bilgiye ulaşmasında, anlamlı bir hayat sürmesinde ve medeniyet inşasında ona rehberlik etmesi için ilahi vahye ihtiyaç duymadığı inancı. Bu kolektif hata, modern Batı medeniyetinin kurucu esaslarından biri olarak benimsendiğinde, medeniyet hatasına dönüşmüştür.

İslam bu tarz kolektif hataları oldukça ciddiye almaktadır. Kur’an’ın ilk suresinde, Kur’an sırat-ı müstakime ulaştırması için insanlığa Allah’a dua etmeyi öğretmektedir.57 Bu surede, sırat-ı müstakim “sapkınlığa düşmemiş” kimselerin yolu olarak karakterize edilmektedir.58 Kur’an’ın bir diğer kısmında, sırat-ı müstakim, Allah’ın birliğine, sadece Allah’a iman etmek olarak tammlanmaktadir.59

Diğer bir ifadeyle, sırat-ı müstakim tevhidin yoludur. İnsan kimliğinde düşünmenin merkezî konumu dikkate alındığında, doğru ya da ortodoks düşünme sırat-ı müstakimin temel bir bileşenini oluşturmalıdır. Vahiy ve akıl yürütmenin iyi düzenlenmiş ve ahenkli ilişkisinin tesis edildiği biçim olarak düşünmede ortodoksluğu sağlarken, İslam aynı zamanda düşünmede sapmaya düşmemeye de dikkat çekmektedir. İlahi vahiyden tamamen bağımsız bir bilgi yolu ve düşünme yolunu takip etmek, o halde, tevhidin sırat-ı müstakiminden büyük bir sapma olacaktır. Böyle bir sapkın düşünme kültürüne gömülmüş bir müşterek akıl, İslami bakış açılarına göre düşünmede sapmaya düşmüş olarak görülür.

İnceleyin:  İsmail Kara - İçimden Geçen Günler 'Notlarım'
————————————————-
Hazreti Peygamber’e göre iki işlevsel grup, topluluk üzerindeki etki ve nüfuzları bakımında geri kalan grupların üstünde yer almaktadır. Bunlar ulema ve emirlerdir. Topluluğun sağlık durumu ve yaşamının kalitesi, en çok bu iki grubun düşünce ve eylemlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu iki grup ümmetin kimliğini korumak ve sürdürmek hususunda en çok sorumlu olan kimselerden oluşmaktadır. Ulema öncelikle bilgi ve entelektüel güç meseleleriyle meşgul olduğundan ve emirler de siyasal güç ve liderlik hususlarıyla ilgilendiklerinden; şimdi bu iki grubun topluluktaki ilgili rolleri ve işlevlerine denk düşen ümmet kimliğinin boyutlarını ele alacağız. Yani, ulema ile ilişkilendirilen boyut öncelikle epistemolojik boyut olacakken, emirler için bu liderlik ve takipçilik boyutu olacaktır. .

————————————————-

Hazreti Muhammed hem bireyler için hem de ümmet için en iyi rol modeldir, zira hem evrenin hem de ümmetin mükemmel bir insanıdır (mikro-evreni). En mükemmel insandır ve sünneti aracılığıyla o, ümmetin bir kimsede en ideal şekli ve tezahürü ile vücut buluşudur.30 Dolayısıyla, ümmetin kimliği Hazreti Muhammed’in rol modelliğinin filizlendiği Hazreti Muhammed gerçeğinden ayrılamaz. Böylece, İslam ümmetini “ilahi tevhidin ikiz ilkesi ve Hazreti Muhammed gerçekliği üzerine inşa edilen bir bilgi topluluğu” olarak tanımlayabiliriz.
————————————————-
Tevhit epistemolojisi veya bir bilgi vizyonu tüm hakiki insan bilgisinin nihayetinde, her şey İlahi Kökenine ontolojik olarak bağlı oldukları için, Allah’ın birliğiyle ilişkili olması gerektiğine yönelik görüşü onaylamaktadır. Ne yazık ki, bugün Müslümanlar, beraberinde örnek teşkil eden düşünce kültürünü getiren tevhit epistemolojisinin tümüne sahip değillerdir. Bu değerli epistemolojinin perdelenmesi, Müslümanların düşünce biçimlerinde, geleneksel entelektüel İslam kültüründe kökeni bulunan normlardan yaygın bir şekilde sapmaların bir sonucudur. Ancak ve ancak Tevhit epistemolojisinde örneklendiği şekliyle, geçerli bir epistemolojik düzenin restorasyonu ile Müslüman toplumlarında sağlıklı bir düşünme ve bilgi kültürünün yeniden filizlenmesi ve gelişmesi garanti altına alınabilir. Ki Müslüman toplumların ümmet kimliğinin bütünlüğü ve sürdürebilirliği en çok bunlara dayanmaktadır.
————————————————-
Şüphe yok ki, modern Batı’nın tüm dikkatini verdiği rasyonel bilgi kültürünün kökeni, klasik İslam kültüründe bulunmaktadır. Ancak yine de, hem ruh hem şekil itibariyle, modern bilgi kültürü İslam’ın entelektüel geleneğinden birçok bakımından ayrılmıştır.
————————————————-
Belirli bir medeniyetin bilgi kültürünün o medeniyet için merkezî olmasından mütevellit, bilgi kültürü o medeniyetin kalbi olarak görülebilir. Bu durum İslam medeniyeti örneğinde özellikle doğrudur; zira İslam bir bilgi dini olmayı iddia etmektedir. Bir bilgi kültürü birçok elementi barındırır ki bunların en temeli epistemolojidir. Herhangi bir bilgi kültürünün en temel elementi onun epistemolojisidir, ki bu o kültürün bilgi vizyonu olarak da ifade edilebilir. Her medeniyet, kendisinin birincil ve baskın bilgi vizyonu ile biçimlendirilerek rehber edilmektedir. Ki bu bilgi vizyonu o medeniyetin “dünya görüşünün” özünü teşkil etmektedir. Epistemoloji öncelikle bilginin tanımlanması, bilginin mahiyeti ve özellikleri, bilginin kaynakları ki bunlar arasında en mühim olanı ilahi vahiydir; vahiy, insanın neden ve nasıl bilebileceği, ve bilginin amaçları ile ilgilenmektedir.34 Bir medeniyet ne kadar ilerler ve gelişirse, bilgi kültürü de bilginin sistematikleşmesinin o bilgi kültürünün yetiştiricilerinin entelektüel ve rasyonel ihtiyaçlarıyla uyumlu hale gelmesiyle, o kadar berraklaşır ve aynı zamanda sofistike hale gelir.
————————————————-
En kısa sürelerinden birinde Allah zaman üzerine yemin ederek Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Zamana ant olsun! İnsanoğlu şüphesiz ziyandadır, iman edenler ile salih amel işleyip birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.”(Asr,1-3) Zamanın doğasına dair Kur’an’daki bu çağrı, modern seküler medeniyetin savunucuları ve destekçilerinin öne sürdüğü inancın, açık bir biçimde tam zıddıdır. Kur’an’da, zamanın geçişiyle maruz kalınan kayıp durumundan kurtulmanın aracı olarak, zaman üstü hakikat ve değerlerle, ki bunlara örnek olarak sürede iman, salih amel, Hakk’a teslimiyet ve sabır erdeminin beslenmesi belirtilmektedir, uyumlu bir hayat süren insanlardan bahsedilirken; seküler medeniyetin savunucuları, eğer insanlar toplu bir yaşamı tercih edip de tamamen fiziksel dünyayla sınırlı olduklarını düşünürse, zamanın insanın tarafında olacağına inanmaktadır. Onların argümanları şu şekilde devam etmektedir, peyderpey ancak muhakkak, bilim ve teknolojinin yardımıyla insan yaşamının ve evrenin sırları ve bilmeceleri zaman içerisinde çözülecektir. İnsanın dine ya da Tanrı’ya başvurmasına ihtiyacı yoktur, zira insanın toplu yaratıcılığı, insanın medeniyet inşasında belirsiz gelişimini çizmek hususunda, ona yardımcı olmaya yetecek yegane şey olarak görülmektedir. Modern medeniyet, o halde, Tanrı’nın unutulması üzerine inşa edilmiş bir medeniyet olarak tasvir edilebilir.
————————————————-
Birçok Müslüman, modern Batı medeniyetini maddi zenginliğin peşinde aşırı koşması ve dengesiz ilerlemesinden mütevellit eleştirmektedir. Bizim görüşümüze göre, medeniyet fikri ve medeniyet inşasının anlamı üzerine tefekkür eden on dokuzuncu yüzyıl Batılı düşünürlerinin yaptığı, başlıca iki büyük entelektüel hata vardır. İlk hataları medeniyetin, ve aynı zamanda gelişimin, tanımlayıcı elementi ve karakteristiği olarak maddi zenginlik ve refah düşüncesini merkeze almalarıydı. Gelişime dair modern Batılı düşünce, maddi ilerleme ve refahla birlikte onu mümkün kılan bilimsel ve teknolojik kazanımlar bağlamında kavranmaktaydı.

Böylece, özellikle manevi olanlar olmak üzere, gelişimin elle tutulamaz formlarının modern Batı entelektüel düşüncesi muhitlerinde artan bir şekilde marjinalleştirildiği gerçeği göz önüne alındığında; bu düşüncenin hızlıca yayılması hiç de şaşırtıcı değildir. Öte yandan, İslam medeniyetinin bakış açısından, ilerlemeyi ekonomik boyuta indirgemek ve sonrasında da bu ekonomik boyutu onun maddi ve niceliksel kısımlarına indirgemek, tevhit ilkesine karşı gelmek olacaktır ki bu ilke en başından onun temeli ve hedefidir.

————————————————-
Şunu hatırlamak gerekir ki İslam medeniyetinin temel ilkesi ve onun nihai dünyevi hedefi tek ve aynıdır: tevhit ilkesi. Öte yandan, ilkenin toplu insan eylemleri için bir temel ya da başlangıç noktası olarak hizmet etmesi ile bu eylemlerin nihai amaçları olarak hizmet etmesi arasında bir bakımdan önemli bir fark vardır. Başlangıç noktasından menzile kadarki entelektüel ve manevi yolculukta, bir kimsenin anlayışı, kavrayışı ve tevhit ilkesinin içselleştirilmesinin diğer yönlerinde niteliksel bir ilerleme olacağı varsayılmaktadır. Gelişerek daha da zenginleşen medeniyet bağlamındaki tecrübe ile birlikte, tevhidin gerçekliğinin insan zihninde daha bariz bir biçimde gösterileceği yönünde güçlü bir beklenti bulunmaktadır. Bu, medeniyet bağlamındaki gelişimin amacı ve hakiki anlamıdır. Diğer türlü, Kur’an’ın da belirttiği üzere, dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey olmayacaktır.24

Bu nedenle, insan hayatı ve düşüncesinde İslam medeniyetinin tüm göstergelerinde mümkün olan en geniş kapsamda bu birliği göstermek, İslam medeniyetinin bir görevi haline gelmektedir. Belirli Ölçüde, İslam medeniyeti bu görevi yerine getirmekte başarılı olmuştur.

————————————————-
Tevhit ilkesi İslam’a iman edilirken getirilen şehadette vücut bulmaktadır: yani Yüce Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) O’nun elçisi olduğuna şahit olunurken. Yani, haklı olarak şu ana dek şu söylenmiştir ki İslam medeniyeti Müslüman ümmetinin toplu bir biçimde anladığı ve tecrübe ettiği şekliyle, İslam esaslarından ilkinin üzerine inşa edilmektedir. İslam medeniyeti aslında kendi bütünlüğü içerisinde; Müslüman ümmetinin Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine toplu olarak şehadet etmesi olarak görülebilir. İslam medeniyetine bakmanın bir diğer yolu da, onu hayatın tüm alanlarında toplu Müslüman ibadetinin tam bir ifadesi olarak görselleştirmektir.21

İslam medeniyetinin ayrıca Allah’ın zikredilmesi”üzerine inşa edildiği de söylenmektedir, ki bu bedene üflenen ruh gibidir, bedenin tamamına sirayet eder ve böylece ihsan ile arıtır ve bu bedenin tamamını donatır. İslami bakış açılarına göre, medeniyet toplu yaşama sanatı ve ihsanı ile ilgilidir; maddi gelişimin modern düşüncesinde vurgulandığı şekliyle, maddi içerikle ilgili değildir. Yine de, maddi refah, medeniyet bağlamında insanın kazanımları listesinden hiçbir şekilde çıkarılmamaktadır. Her seviye ve alanda -bireysel, toplu ve medeniyet ölçeğinde- hayatın kalitesi temel olarak insanın Allah’ı zikretmesindeki kalite ile belirlenmektedir; burada Allah’ı zikretmek en kapsamlı bakımdan anlaşılmalıdır.”

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir