Ömer Tuğrul İnançer – Muhabbet Peygamberi Hz.Muhammed ”Kısa Notlar”
Efendimiz s.a.v bir mirat-ı mücella,bir parlak aynadır.Malum,ayna kendisine bakanı gösterir.Kim ne haldeyse ayna bunun altını çizer.Aklı fikri başında olmayanlar o aynada kendilerini görürler de,yine aynı aynaya iftira ederler.
———————-
O’nun hayatı ve şahsiyeti ne sadece mucizelerden ibarettir,ne de sadece akli ve beşeri faaliyetlerinden..Efendimiz,hem selim aklın,hem de fevkalâdeliklerin işaret ettiği bir hakikattir. Hayatındaki mûcizeler, kendisinin bizatihî gerçekleştirdiği durumlar değildir, Allah’ın Habibine ihsân ettiği fevkalâde hâllerdir; peygamberliğinin amacı değil, vâsıtası ve delilleridirler. Mesela Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in Mirâcı anlatılırken, meâlen “Kulumuz, tarafımızdan götürüldü.”(İsra,1.Ayet Meali) deniyor. Mûcizeyi O gerçekleştirmiyor, Allah O’na Mirâc yaptırıyor. Bu demektir ki, Efendimiz, Rabbimizin kudretinin izhâr buyuruldugu zât-ı âl-i kadr’dir.
———————-
Hz. Muhammed s.a.v sadece Kuran-ı Kerim’i insanlara taşıyan biri olarak algılarsak ciddi bir yanlış yapmış oluruz.Haşa,O bir postacı değildir ! Hz Aişe validemizin,peygamberin zevcesi ve müminlerin annesi sıfatıyla değil,Ashab-ı Kiram’ın yedi büyük aliminden biri olarak,altını çizdiği hakikat önemlidir.Hz Aişe Validemiz şunu buyurmuştur;”Muhammed a.s,canlı Kuran’dır”Canlı Kuran olmak,bizatihi Kur’an kesilmek demektir,Kuran’ın ruhu olarak onu tebliğ etmektir.Yoksa tebliğ sadece bilgilendirmek ve nasihat değildir.Hayatıyla,hissiyle,latifeleriyle,her bir haliyle Kuran ayetlerinin ifadesi olmaktır.
———————-
Her varlığın bir gıdası vardır.Sevgi varlığının gıdası ”izhar”dır,göstermek,ortaya koymaktır.Sevdiğini sevdiğine söyleyerek,ona hediye alarak,onu anarak göstermek gerekir ki böylece sevgi gıdalanır,büyür,gelişir.Efendimizin yaptığı gibi…
———————-
Bilindiği gibi Efendimizin ahirete teşrifi haberi dolaşınca Hz. Ömer kılıcını çekip, ‘Kim ki Hz. Peygamber öldü dese kafasını keserim!” der. Bunu, yalnızca “Hz. Ömer Peygamber Efendimizin vefatını kabullenememiş, bu durumu kaldıramamıştır.” şeklinde yorumlamak yanlıştır. Bu Hz. Ömer gibi birinin büyüklüğünü, derinliğini ve ferâsetini bilmemekten kaynaklanıyor. Hz. Ömer, Müslümanları şeytanın iğvasından korumak adına o uyarıyı yapıyordu. Zîrâ şu muhtemel bir şeydi. Efendimizin irtihâli kimi Müslümanları boşluğa düşürebilir, şeytanın ‘Peygamber öldü, İslâm ve tebliğ de bitti!” şeklinde iğvası karşılık bulabilirdi. Hz. Ömer çıkışıyla şunu demiştin “Hz. Peygamber bedenen âhirete irtihâl edebilir, ama tebliğ ettiği İslâm ve İslâm’ın hakikati/rûhu ölmez, o hep diri olarak aramızda yaşayacaktır. Bu açıdan Hz. Peygamber ölmez,yaşamaya devam eder.Dolayısıyla kim Peygamber’in öldüğünü söylerse kafasını keserim.
———————-
Resul-i Kibriya Efendimizin katıldığı savaşlardan hiçbiri saldırmaya dönük olmamış,hepsi savunma amaçlı olmuştur. Efendimiz işgal etmek üzere savaşa çıkmamıştır. Buna Mekke’nin fethi de dahildir. Hendek ve Uhud savaşlarında da bu olmuştur. Medine’nin yanı başına kadar dayanmış düşmânâ karşı yapılmış iki savaştır Hendek ve Uhud. Müslümanlara karşı yapılan gizli anlaşmalarla oluşan ticari kervanlar meselesi çılanca, bu ticari kervanlar Müslümanlara karşı bir kuvvet oluşturmak maksadıyla olunca,Bedir Savaşı kaçınılmaz olmuştur. Hayber,Tebûk, Huneyn savaşları da bu şartlarda ger-çekleşmiştir. Medine Senedi’nin hükümlerine Yahudiler ters dav-ranmış, Hudeybiye Anlaşmasını yine müşrikler bozmuştur.
———————-
Allah kuluna şah damarından daha yakındır. Bunun için ûmmet-i Muhammed’den bir müminin mirâcı, Efendimizin Miracından armağan olan namaz iledir. Kul Allah ile kurduğu yakınlık ile Miracını gerçekleştirmektedir. Allah’ı şah damarından daha yakın görecektir kendisine, derinden hissedince fark edecektir bunu. Meselâ Hazret-i Niyâz-i Mısri, ‘Ben taşrada arar iken; ol, can içinde can imiş.” diyor. Şeyh Galib Hazretleri, “Hoşça bak zâtına, zûbde-i alemsin sen.” diyor.
———————-
Genel anlamda diyebiliriz ki,insan birini seviyorsa sevdiğine benzemeye çalışır.Aşk’ı iki beden arasında cereyan eden değil,iki gönül arasında yaşanandır.Aşık maşuka akar,maşukun haline bürünür.İslam’ı seviyorsan İslam üzerine olmalısın.Hem İslam’ı sevdiğini söyle,hem o hal üzerine olma,yok böyle birşey.
———————-
Kim ki Allah ve Resûlünü çok içten seviyor ve bunu derinden hissediyorsa,bilsin ki Allah ve Resülü de kendisini seviyor. Allah ve Resûlünü sevmek onlar tarafından sevildiğimize delâlettir. Onlar tarafından sevilmeden onları sevmemiz mümkün değildir. Hep söylendiği gibi sevgi, yukarıdan aşağıya rahmet gibi yağar. Aşağıdan yukarıya bitki gün çıkmaz. Çünkü hiçbir bitki yukarıya ve yukarılığa ulaşamaz.
———————-
Sevinç içerisinde ölmek için dünyanın “mâsiva” olduğunu bilmek lâzımdır. Hz. Mevlânâ’nın tarifiyle, “Dünya bir denizdir sen bir gemisin. Eger dünyayı içine sokmazsan, geminin suda yüzdüğü gibi, istediğin limana, doğru rota ile gidebilirsin. Dünyayı içime sokacağım dersen, gemi gibi batarsın.” İçine koymadığın sürece dünya, çirkin bir şey değildir. Kur’ân-ı Kerim’de Enfal Sûresi’nin 28. âyetinde “Evlâdınız ve malınız size fitne olabilir.” buyrulmaktadır. Pekiyi, evlat ve mal fitne olabilir mi? Ayetteki “küm’ eki kendi şahsına mal etme anlamı veren bir ektir. Yani, “Evlat da benim mal da benim…” denirse ve böylelikle kişiyi Allah’tan ayırırsa fitnedir. Yok, “Bu mal ve evlat bana Rabbimin hediyesi ve emânetidir, ben de bunlan O’nıın emâneti olarak telakki ettim ve hattâ ben bile bana emânetim, mülk (varlık) ancak Allah’ındır.’ denirse evlat ve mal, fitne değil, yükselme sebebi olurlar.
———————-
Tasarruf Cenâb-ı Allah’ındır. Nasıl ki O âlemlerin Rabbi ise, âlemlere rahmet vesilesi olarak da Muhammed Mustafâ Efendimizi göndermiştir. Aynca âlemlerden kasıt sadece dünya, gezegenler ve galaksiler değildir; âhiret, ruhlar, cisimler ve nebatat ile cemâdat âlemi de buna dâhildir. On sekiz bin âlem dediğimiz sembolik bir sayı vardır Yoksa, Allah’ın âlemleri sayıya sığmaz; bilebileceğimiz âlemler kadar bilemeyeceğimiz âlemleri de bulunuyor. Efendimiz, bütün bu âlemlerin rahmet ve yaratılış sebebidir.
———————-
Allah’ın rızâsını kaybetme korkusu, müminin takvasına işarettir. Elbette, rızâsının kaybı Allah’ın cezalandırması anlamına da geliyor ama bu ceza mümini Allah tan korkar hile sokmuyor. Anne de evlâdını gerektiğinde cezalandırır, ama annenin cezası, evladını anneden uzaklaştırmaz, aksine kendine yaklaştırır..Çünkü evlad biliyor ki, annenin cezası evlâdın hayrınadır. Allah ın cezası da böyledır, müminin hayrına dönüktür. Bu hâl üzere hisseden ve yaşayan mümin takvânın hakkım yerine getiriyor demektir. Buna ‘Allahlı yaşamak” da diyebiliriz. Yani hep Allah’ın rızâsını esas almak. Allah’ın rızâsından hareketle fiillerde bulunmak… Dolayısıyla kişilerin şahsi irâdesiyle, güdülerini esas alarak yaptıkkları şey, Allahsız yaşamaktır.
Mümin, Allah ile yaşayan demektir.
———————-
‘Müslümanlık Hz. Muhammed’le başladı.” görüşü doğru değildir. Bu yargı, Kur’ân’ın zâhir ibaresiyle bile çelişiyor. Hz. İbrahim, “Ene evvelü’I-müslimîn” buyurmuyor mu? Dolayısıyla Islâm da Hz. Adem’le başlamıştır. Bütün peygamberler Müslüman’dır, o peygamberlere tâbi olan bütün ehl-i İmân da Müslüman’dır. Muhammed b. Abdullah s.a.v ile başlayan, Muhammedi şeriattır. Muhammedi şeriat başka Müslümanlık ise daha başka bir şeydir. Hazret-i Peygamber 40 yaşından evvel Müslüman değil miydi? Ne zina etmiş, ne içki içmişti. Kendisine “emin’ denilmişti. Müslümanlık Hz. Adem’le başladığı gibi dervişlik de Hz Adem’le başlamıştır.
———————-
‘Evet, Allah’ın kimi vakitleri daha efdaldir. Perşembeyi Cumaya bağlayan gece. Cuma namazının kılındığı vakit, mûbârek gece ve aylar böyledir. Recep, Şaban ve Ramazan aylan feyz ve bereket açısından zengin aylardır. Meselâ her günün seherine, “âşık pazarı” derler. Ne yapar Aşıklar? Can verir, cânân alırlar. Dolayısıyla bu mübârek ay, gün ve vakitleri bir hasat imkânı olarak görmek gerekiyor. Recep, Şaban ve Ramazan aylan, bütün efdal vakitler, bereketli bir hasat için bir imkândır. Bu vakitler iyi ekilmeli ki iyi bir hasada ulaşılabilsin.
———————-
Bâtıl öyle bir şeydir ki. necaset gibidir. Tonlarca suyu içinde tutan bir depoya bir damlacık necis sıvı (idrar gibi, içki gibi) bırakılsa o deponun tamamı kirlenir. Bâtıl işte böyle bir şeydir! Kendine tarikat diyen bir kurumda bir nokta batıllık varsa o kurumun tamamı batıl demektir. Evradı, ezkârı, silsilesi (ha bir de silsile inkârcıları çıktı) âyini mutlaka ve mutlaka âyet ve hadisten kaynaklanacak?
———————-
Resûlullah Efendimiz ise Bedir’den dönerlerken, “Küçük cihad bitti, büyük cihada giriyoruz.” buyuruyor. Sahâbe-i Kirâm “büyük cihad” (cihad-ı ekber) sözünden daha büyük bir harbe gidileceğini zannederek: “Kiminle harp edilecek?” diye sorduklarında Efendimiz, “Hayır,” diyor, “büyük harp, nefsinizle yapacağınız mücadeledir. Ve bu mücadele hiç bitmez!”(Cihad kelimesi, sözlüklerde bile “mukaddes savaş” olarak açıklanıyor. Bu yanlıştır. Cehd kelimesi, gayret kelimesinin mübalağalı şekilde büyütülmüşüdür. Cihad ise cehdin çoğuludur.
Elbette en büyük gayret ve cehd savaş meydanında gösterilir. Bunun için hep ölüm kalım savaşı olmuş olan harp, cihad kelimesiyle anlatılmıştır. Ne yazık ki sözlükler bile bize dogruıyu veremeyebiliyor.
Islâm kelimesinde ‘selâmet” vardır, sâlim olmak ve selâmete ermek… Durum bu iken, İslâm’ı terör ile bir araya getirmek Islâm’a büyük kötülüktür.
———————-
“Kuran-ı Kerim’e bakar, her şeyi öğrenirim.” diyenlere şunu sormak gerekir: Kur’ân-ı Kerim okumak sûretiyle sabah namazı nın iki, öğlenin dört, akşamın üç rekât olduğunu öğrenebil! miyiz? Hayır! Pekiyi, dünyada bu kadar Müslüman sabahı iki, akşamı üç , öğleni, ikindiyi ve yatsıyı dört rekât halinde kılmayı kimden öğrendi? Demek ki Kur’ân-ı Kerîm, bir öğreti kitabı değildir. Resûl-i Kibriya Efendimizin tebliğ ettiği kitaptır. Tebliğ edicisi devre dışına çıkarılmak sûretiyle Kur’ân-ı Kerim’den bir şey öğrenilmez. Zîrâ Kur’ân-ı Kerim’de namaz nasıl kılınır sorusunun cevabı yoktur. Kıyam edin, rükû edin, secde edin diyor, ancak bunların nasıl yapılacağına dâir bilgi vermiyor. O bilgiyi de fiilen veren Aleyhte Salâtü ve’s Selâm Efendimizdir.«
———————-
İçtihad sahibi mezhep imamlarının görüşlerinden bahsedilirken: “İmam-ı Azam’a göre şöyledir, İmam Şâfi’ye göre böyledir…” tarzında konuşmak bile hatâdır. Doğru konuşma tarzı şöyledir. ‘Allah’ın şu âyeti, Resûlünün şu hadisine göre dendikten sonra “İmam-ı Azam şöyle yorumlamış, İmam Şâfii böyle yorumlamış.’ denmelidir. Çünkü İslâm ne ‘Bana göre” ne ‘İmam-ı Azam’a göre ne filanca profesöre göre’ değil ancak ve ancak ‘Allah ve Resûlüne göre”dir.
Ömer Tuğrul İnançer – Muhabbet Peygamberi Hz.Muhammed