ÖLÜLER
Köşeyi dönerken, duvarda, üzeri yazılı mermer bir levha ve yanına asılı güzel çiçekler gördüm. Levhada Paris’in kurtuluşunda, orda, vatan için ölmüş bir vatandaşın künyesi yazılı idi. Taze çiçekleri, ne zaman, kimin koyduğunu bilmiyordum. Paris sokaklarını dolaşırken, böyle, her tarafta vatan için ölmüş meçhul insanların isimlerini yaşatan mermer levhalar ve her zaman konulmuş taze çiçekler görürsünüz.
Paris benim vatanım değildi. Ne orada ölenleri, ne de bu çiçekleri koyanları tanıyordum. Fakat ne zaman böyle bir levha ve çiçekle karşılaşsam kalbim ulvi bir duygu ile ürperiyordu. Âdeta bu sembolün içinde teksif edilmiş ruhî bir kuvvet vardı ve gözlerim elektrik fişi gibi ona takıldığı zaman, ondan bana ulvi bir cereyan sirayet ediyordu. Ölüler yaşayanları işte böyle idare ederler, diyordum.
Fakat ölülerin yaşayanları idare edebilmesi için aralarında münasebet tesis eden bir vasıtaya ihtiyaç vardır. Bu vasıta, bir sembol vasıtasile hatırlatmadır. Ölüler kendi kendilerini hatırlatmazlar. Ölülerin yalnız kendileri değil, hatıraları da ölür. Ölüleri kendi hallerine bırakırsanız ebediyyen ölürler. Ölüleri yaşatan dirilerdir. Yukarıda, ölüler yaşayanın idare eder, diyordum. Şimdi bunun aksini söyleyerek, yaşayanlar da ölüleri idare eder, demem lazım. Ve hareket noktası ölülerde değil, yaşanlardadır.
Yayanların ölülerde aradıkları şey, daha fazla, daha kuvvetli yaşama kudretidir. İstenilirse ölülerde sonsuz bir hayat kuvveti bulanabilir. Ölülerdeki yaşama kudretinin esası, insanın hayvan olmadığıdır. İnsanlar sadece yaşamakla iktifa etmezler. “bir şey için” yaşarlar ve ölürler. İnsan için mühim olan, sadece “yaşamak” değil, “bir şey için yaşamak”tır. O şeye “ideal kıymet” diyoruz. İdeal kıymet insan hayatına mâna verir. İdeal kıymet hayattan üstündür. Zira onun uğruna hayat feda edilir. İdeal kıymet hayattan ve ölümden üstündür O insanı aşar. Ölülerin, mukaddes ölülerin insanlara vermiş olduğu dersin mânası, varlıkta, hayatta daha üstün bazı kıymetler bulunduğudur. Eğer insanlar sadece yaşamaya kıymet verselerdi, hayatları nebat ve hayvanlarınkinden farksız olurdu. İnsanın böyle olmadığını bütün tarih gösteriyor. İnsanlık oldu olalı her yerde, her zaman ölüler tebcil olunmuştur. Eğer onların timsalinde insanlar, yaşatıcı kuvvetler bulmasalardı, katiyen onları tebcil etmezlerdi.
İnsanları ölüler idare eder. Her birimizin vücudu, ruhu, düşüncesi, duyuşu asırların ötesinden gelir. Kimse vücudunu kendisine borçlu değildir. Fizyolojik varlık, cedlerin kabiliyetleri, bir miras gibi nesillerden nesillere intikal eder. Damarlarımızda ölülerin kanları dolaşır. Sesimizde onların sesi vardır. Ve dünyada hiçbir kimse düşüncelerini bizzat yaratmış değildir. Kim kullandığı dili bizzat icat etmiştir? Biz vücudumuz gibi ruhumuzu da ölülerden devralmışızdır. Bütün düşüncelerimizin, bütün kelimelerimizin içinde ölüler yaşar. Bazıları bunun farkında değildirler. Bunlar kendilerini bilmeyen insanlardır. Eğer onlar kendilerini bilselerdi, hüviyetlerinde asırların muhtevasını tanıyacaklardı. Maziyi bilmemek ve tebcil etmemek cehaletten ve boş gururdan ileri gelir. Dikkatle bakarsak ebediyetin bizde yaşadığını görürüz. Sonsuzluk seyyahı Yunus bunu ne güzel anlatır.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan – Nesillerin Ruhu, s. 187-188.