İbn Haldun, altına ana bölümde “İlim öğretimi ve anlatım tarzı” konusuna ayrı bir bölüm ayırmış (VI, 38, s. 502), bazı belli teorik genel ilkelere dayanarak öğrenimle ilgili çeşitli kuralları söz konusu bölümde anlatmıştır.
1.İbn Haldun’un öğretim kurallarını tespit ederken dayandığı temel ilkeler ve bu kuralların esasını teşkil eden ana düşünceler şu şekilde özetlenebilir:
a.Bilgiyi alma ve anlama istidadı (yeteneği) tedricen ortaya çıkar, öğrenci başlangıçta anlamaktan tamamiyle aciz olup sadece nadir hâllerde yaklaşık, kısa ve misal ile anlatılan bilgileri anlar.
b.öğrenci, herhangi bir ilimle ilgili bir meleke kazandı mı, artık bu sayede geri kalanını kabule hazırdır ve artık bunun üzerinde olana heves eder, daha fazlası için faaliyete geçer, böylece ilini sonuna kadar öğrenir.
c.Öğrenci başlangıçta kendisine verilen bilgileri, konuların kötü bir şekilde düzenlenmiş olması, ayrıca buna ek olarak ilmin kendisinden kaynaklanan anlama zorluğu sebebiyle kavramaktan aciz kalırsa, zihnine usanç gelir, ilim konusunda tembelleşir, ondan bıkar, onun için de sürekli olarak öğretimi terkeder. Diğer bir deyimle: öğrenciye usanç gelir, zihni körleşir, öğrenimden ümidini keser, ilmi de öğretimi de bırakır.”
d.Melekeler (habitude, natural faculty, kapasite, yeti) fiillerin peş peşe işlenmesi ve tekrar edilmesiyle hâsıl olur, fiil unutulunca ondan hâsıl olan meleke de unutulur.
e.Düşüncenin iki farklı mesele arasında bölünmesi anlamayı zorlaştırır. Tersine düşüncenin bir meseleye yönelmesi ve başka bir konuya geçmeden önce onun üzerinde yoğunlaştırılması anlamayı ve öğrenimi kolaylaştırır.
2.İbn Haldun’un tespit ettiği kuralların ilki ve en önemli olanı şu kapsandı kuraldır:
“Öğrencinin zihnini ve kabiliyetini gözönünde tutarak tekrara dayanan tedricilik ve belli bir noktada yoğunlaşmak.”
İbn Haldun bu kuralı oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklamakta, sebeplerini net olarak ortaya koymaktadır :
“Öğrencilere ilimlerin öğretilmesi azar azar, aşama aşama olursa ancak o zaman faydah olur”, “Önce belli bir ilim dalının belli bir bölümünde yer alan konular öğrenciye anlatılır. Bu bölümün esası olan bu konular ona kısaca açıklanır ve öğrencinin konuya yaklaşması sağlanır. Verileni alabilmesi için de zihninin gücü ve kabiliyeti gözönünde bulundurulur. İlim dalının sonuna kadar böyle gidilir. Bu durumda öğrencide o ilim konusunda bir meleke hâsd olur. Ancak bu meleke henüz basit ve zayıftır, en fazla bu ilim dahnı anlamaya ve konularını öğrenmeye onu hazırlar.”
“Sonra öğrenci ilim dalıyla ikinci olarak yüz yüze getirilir ve bu defa ilkinden daha yüksek bir mertebeye çıkacak şekilde ders verilir. Kısa anlatma esasının dışına çıkılarak geniş açıklamalar ve yorumlar yapılır. Konu hakkındaki farkh görüşler ve bunların sebepleri anlatılır. İkinci bir ilim dalma geçene kadar buna devam edilir, böylelikle öğrenci iyi bir meleke kazanır.”
Sonra, belli bir noktaya gelmiş olan öğrenci o ilim dalıyla bir kere daha karşı karşıya getirilir. Anlaşılması zor, derin ve karmaşık bütün meseleler kendisine açıklanır, kapalı olan kapılar açılır. Artık melekesini tam olarak elde etmiş olduğundan bu ilim dalındaki öğrenimini tamamlamış olur.”
“İşte faydalı Öğretim şekli budur. Görüldüğü gibi, bu da üç tekrarla gerçekleşmektedir. Bazı kimseler, fıtratları ve imkânları gereği bu hususu daha az tekrarla da elde edebilirler.”
Bazı öğretmenler bu ilkeye riayet etmemekte ve tamamıyla buna aykırı olan bir yol tutmaktadırlar. îbn Haldun bunların yöntemlerini sert bir dille eleştirmektedir:
“İçinde yaşadığımız şu çağda pek çok hoca gördük ki öğretimin yöntemlerini ve ders anlatım biçimini bilmiyorlar. Önce öğrencilerin önlerine karmaşık ilmî konulan koyuyorlar, sonra bunlan çözmeleri için dikkatlerini vermelerini onlardan istiyorlar. Sanıyorlar ki öğretimde alıştırma ve bu hususta doğru yöntem budur. Onun için öğrencileri, ezberleyerek bunu öğrenmekle yükümlü tutuyorlar. Bir ilimde en son verilmesi gereken bilgileri başta vererek henüz bunu anlama kabileyetinde olmayan öğrencilerin zihinlerini kanştınyorlar” (VI, 38, s. 333).
İbn Haldun söz konusu esas kural hakkındaki görüşünü çok önemli bazı psikolojik düşüncelerle doğrulamaktadır:
“Hiç şüphe yok ki ilim alma ve bunu anlama kabiliyeti peyderpey ortaya çıkar. Başlangıçta öğrenci, nadir hâller dışında genellikle anlamaktan aciz bir hâlde bulunur. Nadir hâllerde de konulan zihne yaklaştırma, özet olarak verme ve somut örnekler gösterme yoluyla anlar. Sonra söz konusu ilim dalının meseleleriyle haşır neşir olarak bunlan tekrarlayarak, bunları yaklaşık olarak bilme mertebesinden bunun üstündeki tam bilme mertebesine çıkarak yetenek azar azar ama sürekli olarak gelişir” (VI, 38, s. 534).
Görülüyor ki öğretimde tedricilik kuralım gözardı etmenin doğurduğu sonuçlar anlamayı güçleştirmekten ibaret kalmıyor,daha da fenası zihnin bıkkınlık getirmesine, körelmesine, ilimden büsbütün uzaklaşmasına ve onu terketmesine de sebep oluyor.
“Sonda gösterilmesi gereken konular öğrenciye başlangıçta verilirse, bu durumda o anlamaktan ve bellemekten aciz ve onun için hazırlıklı olmaktan uzak bulunacağından zihni körelir. O, bunu ilmin kendisinde var olan zorluktan ileri geldiğini sanarak tembelleşir, ondan yüz çevirir ve sürekli olarak onu terkeder. Bu sadece öğretimin kötü oluşundan ileri gelir” (VI, 38, s. 452).
3.Söz konusu görüş ve fikirlerin çok değerli olduğu düşünülmelidir. Zira bunlar son asırda genellikle eğitimciler tarafından da doğru olarak kabul edilmiştir. Burada özellikle şu hususa yeniden dikkat çekmek istiyoruz: İbn Haldun’un tespit ettiği söz konusu temel kural, XX. asrın başından itibaren, başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde ilk öğretimi düzenlemede egemen olan temel fikre tıpatıp benzemektedir.
Çeşitli memleketlerde XIX. asırda ders programlarının şu iki tarzdan biri biçiminde düzenlendiği bilinmektedir: Zincirleme ders verme tarzı, geniş ve yoğun ders yerme tarzı/ Birinci tarzda dersler, tıpkı bir zincirin halkaları gibi baştan sona kadar peşpeşe gelir. Her konu bir yönden daha evvelki konuya, diğer yönden daha sonraki konuya bağh olur. İkinci tarzda konular, merkezi bir olan ama gittikçe genişleyen halkalar şeklinde verilir. Mesela birinci halka İkinciye, ikinci üçüncüye girer. Merkez, yani çapların başlangıç noktaları bütün halkalarda ortak olur.
Birinci usulde konular tekrarlanmadan ve genişlemeden birbirini izler, ikinci usulde ise halka sayısı kadar tekrar eder ve genişler. Mesela Fransa’daki ilk öğretim hâlâ üç döneme ayrılmaktadır: İlk, orta, yüksek dönemler. İlk dönemde öğretilmek istenen ilmin konuları baştan sona kadar kısa ve özet olarak verilir. Sadece esas ve basit noktalar anlatılır. Daha geniş olan ikinci dönemde bütün konular baştan sona kadar daha geniş ölçekte anlatılır ve daha fazla açıklamalar yapılır. Son ve yüksek denilen dönemde konular, öncekilere göre daha geniş ve daha mükemmel bir şekilde verilir. Mesela matematik ve kurallardan tarihe kadar ilk öğretimdeki çeşitli kitaplar ele aldığımız zaman her biri bir bütün olan üç dereceden oluştuğunu görürüz. Ama bunlardan her biri bir öncekine göre daha geniş ve ayrıntılı, bir sonrakine göre ise daha kısadır. O hâlde bu konuda İbn Haldun’un “Faydalı öğretim tarzı budur ve görüldüğü gibi bu üç tekrarla hâsıl olur.” ifadesiyle teklif ettiği şeyinin bu olduğunu söyleyebiliriz.
4.Söz konusu esas kuraldan sonra îbn Haldun üç genel kural daha tespit etmektedir:
Birincisi, öğretmenin bir kitaptaki konulan diğer bir kitapla karıştırmaması,
İkincisi dersler arasındaki arayı fazla açmaması,
Üçüncüsü iki ilmi kanştırıp öğrenciye vermemesi lazım gelir.
İbn Haldun bu kurallardan her birini ayn ayn ele alıyor, bunların gerekçelerini açıklıyor:
a.Bir öğretmenin, gücü ve öğrenme kabiliyeti nispetinde kendisinden ders alan bir öğrenciyi okuttuğu kitaptan daha fazlasıyla yükümlü tutmaması ve bu kitabın konularını başka kitaptaki konularla karıştırmaması gerekir. Öğrencinin kitabı baştan sona kadar belleyip eserin maksadım kavraması, bu hususta kazanacağı tam bir melekeyi diğer kitaplarda uygulama noktasına gelmesi gerekir. İster yeni, ister yetişmiş olsun her öğrenciye bu usulün uygulanması lazımdır.
“Çünkü bir öğrenci herhangi bir ilimde şöyle veya böyle bir meleke kazandı mı ona dayanarak o ilmin geriye kalan kısmım kabule müsait bir hâle gelir, daha ilerisini öğrenmek ve bu amaçla teşebbüse geçmek için kendisine bir heves gelir. Böylece ilmin amaçlarını tam olarak kavrar. Ama böyle yapılmayıp da ders usulünde karmaşa olursa, anlamaktan aciz kalır, bıkkınlık getirir, zihni körelir, öğrenimden ümidini keser, ilmi de öğretimi de büsbütün bırakır” (VI, 83, s. 534).
b.Bir konuda bir öğrenciye ders verirken öğretmenin dersler arasında fazla ara vermemesi ve bunları bölmemesi (sıcağı sıcağına dersleri birbirine eklemesi) uygun olur. “Çünkü fazla ara verme unutmaya ve dersler arasında kopukluklar meydana gelmesine sebep olacağından bölük pörçük derslerden melekenin hâsıl olması zorlaşır. Öğrencinin zihninde ilk derslerle son dersler, unutulmuş durumdan uzak ve taze bir hâlde bulununca meleke çok daha kolay hâsıl olur, irtibat daha sağlam olur, rengi daha parlak olur. Zira melekeler ancak fiillerin art arda işlenmesi ve tekrarlanmasıyla hâsıl olur. Fiil unutulunca, ondan doğan meleke de unutulur” (VI, 38, s. 534).
c.“Öğretimde tutulması gereken usullerden biri iki ilmin konularını karıştırıp öğrenciye birlikte vermemektir. Eğer öyle yapılacak olursa öğrenci bunlardan birini bile elde edemez. Zira bu durumda dikkat bölünmüş ve öğrenci her iki ilimden de eli boş olarak uzaklaşmış olur. Ama düşünce (ve dikkat), öğrenilmek istenen konu üzerinde yoğunlaştırılıp zihin o çerçevede kalınca çoğu zaman bu yoldan maksada daha kolay ulaşılır’ (VI, 38, s. 534).
II
İbn Haldun’un eğitim ve öğretimde ortaya koyduğu kurallar ve önerdiği usuller yukarıda söz konusu edilen esas bölümde anlatılandan ibaret değildir. îbn Haldun, öğretim ve öğrenimin başarılı olması için zorunlu gördüğü çeşitli kurallar öbür bölümlerde de anlatmıştır.
1.îbn Haldun, “İlim öğretimi sanatlar türündendir” başlığını taşıyan bölümde öğretim kavramını ve bunun amacım daha ayrıntılı olarak ele almaktadır (VI, 8, s. 430). Öğretimin hedefi sadece anlama ve belleme değildir. O, yalnız ezberle gerçekleşmez.
Gerçekleşmesi için ilimde ve öğretimde faaliyette bulunmayı sağlayan bir meleke oluşturması lazımdır. O halde öğrencinin ilimde maharet kazanması, söz sahibi olması ve ona hakim olması (VI, 38, s. 430), bu konuda tartışmalara girme ve eleştiriler yapma gücüne ermesi icap eder (VI, 18, s. 432). Bu da o ilmin ilke ve kurallarını ihata eden bir melekenin hâsıl olması, meselelerinin kavranması, esaslarından ayrıntılarının çıkarılmasıyla hâsıl olur (VI, 8, s. 437). İbn Haldun bu melekeye “ilim melekesi” adım vermekte (VI, 8, s. 432) ve bunun sadece ilmin konularım ezberlemekle, hatta bu konulan anlamak ve bellemekle hâsıl olmayacağım, bunun hâsıl olabilmesi için o ilmin konulan üzerinde konuşma, tartışma ve fikir alışverişinde bulunma seviyesine (müzakere, münazara, diyalog) gelinmesini şart koşmaktadır. Çünkü fikir alışverişinde bulunan ve tartışma yetili olma melekesi “fikir yürütme” ve ayrıntıları, esaslardan çıkarma melekesini doğurur.
Bu sebepledir ki îbn Haldun fazla ezberci olmayı eleştirmekte, ilimde ve öğretimde tartışmanın ve diyaloğun lüzumunu dile getirmektedir.
“Bu melekeyi, yani ilim melekesini kazanmanın en kolay yolu, ilmi meselelerde diyaloğa ve tartışmaya girme gücünü elde etmektir. Ona yaklaştıran ve amaca ulaştıran husus budur” (VI, 8, s. 431).
“Bundan dolayıdır ki ilim öğrenmek için tahsile başlayan birini görürsün ki ömrünün çoğunu ilim meclislerinde geçirdiği hâlde sükût etmekte, konuşmamakta tartışmaya girmemektedir. Metinleri, gereğinden fazla ezberledikleri hâlde ilimde ve öğretimde rahatça faaliyette bulunma namına önemli bir şey kazanamamaktadır. Bir şeyi kazandığım sananların da melekelerinin eksik olduğu konuşurken, tartışırken ve ders verirken ortaya çıkmaktadır. Bu eksikliğin yegâne sebebi öğretim usulünün fena ve geleneğinin eksik oluşudur. Yoksa bunların ezberleri, fazla önem vermeleri sebebiyle başkalarından çoktur. Bunlar ilim melekesinden maksat ezberdir sanıyorlar ama durum hiç de öyle değildir” (VI, 8, s. 432).
Bundan anlaşılacağı üzere öğrenimde ve öğretimde izlenen usulün iyi veya kötü olması çok önemli sonuçlar doğurmaktadır. İbn Haldun Tunus medreselerini Mağrip medreseleriyle kıyasla- yarak bunu göstermektedir.
“Bunun şahidi şudur: Mağrip’te ilim öğrencisinin medresede kalına süresi on altı senedir. Bu süre Tunus’ta beş senedir. Sırf öğretimdeki usulün iyi olmaması sebebiyle günümüzde bu süre daha da uzamıştır. Ve bunun başka bir sebebi de yoktur” (VI, 8, s. 432).
2.îbn Haldun “Öğrencilere sert davranmak zararlıdır.” tespitini yaptıktan sonra bunu: “Öğretimde ağır ceza vermek öğrencilere, özellikle de bunların küçüklerine zararlıdır.” tarzında açıklamakta, sonra bu kuralı şöyle tahlil etmektedir: “Öğrenciye sert davranma şu üç fena sonuca yol açar: Öğrencinin:
a.Hevsini yok eder, onu tembelliğe sürükler.
b.Yalancılığa ve sahtekârlığa sevk eder.
c.Ona hilekârlık ve aldatma öğretir.” İbn Haldun bu fena sonuçlan sadece öğrencilerle ilgili görmüyor, bu kuralın kapsamım köle ve hizmetkârı da içine alacak şekilde genişletiyor ve genelleştiriyor. Şöyle diyor: “Baskı altında ve zulmedilerek eğitilen öğrenci, köle ve hizmetkârlarda ezilmişlik hali görülür, canlan sıkıldığından açılamazlar, hevesleri gider, bu durum onları tembelliğe, yalancılığa ve habasete (sahtekâr ve rezil olma haline) sürükler. Habasetin anlamı, dövülme ve baskı korkusundan dolayı olduğundan başka türlü görünmektir. Yine bu durum aynı sebepten dolayı adam aldatmayı ve kandırmayı (hile ve hud a) öğretir. Bu durum onun adeti ve huyu hâline dönüşür. Böylece sosyal ve uygar hayatın kazandırdığı insaniyet bozulur. Burada insanlıkla hamiyeti (fazilet) ve kendini ve meskenini savunmayı kastediyoruz. Bu duruma düşen bu hususta başkasının uydusu olur. Hatta nefs tembelleşeceğinden erdemler ve güzel huylar kazanmaz. İçine kapanarak gayesinden uzak, insanlığından ırak düşer, alçalır ve aşağıların aşağısı olur” (VI, 41, s. 540).
Söz konusu kural toplumların ahvaline de uygulanmaktadır. Başka bir toplumun kahredici pençesine düşüp onlardan haksızlıklar gören her toplumda bu durum vardır. Başkalarının egemenliği altında bulunan, kendi güvenliğini ve asayişini sağlama gücüne sahip olmayan herkesin hâli budur. Araştırdığınız zaman bunun böyle olduğunu görürsünüz” (VI, 41, s. 540). “Yahudiler ve onlarda oluşan bu tür kötü huylara bakınız. Bu yüzden onlar her bölgede ve her çağda hurç ile nitelenirler (kendilerine pis ve lanetli Yahudi, denir). Hurç (harec, hurk) kelimesinin meşhur anlamı sahtekârlık ve hilebazlık. Onların böyle olmalarının sebebi sözünü ettiğimiz husustur.”
İbn Haldun, bundan sonra aym kurah pekiştire pekiştire tekrar etmektedir. “Öğretmen öğrencisine, baba evlâdına edep öğretirken baskıcı olmamalıdır” (VI, 41, s. 540). Sonra Muhammed b. Ebû Zeyd’in: “Öğretmenler ve Öğrencilere Dair” isimli eserinden şu sözleri aktarmaktadır: “İhtiyaç duymaları hâlinde eğitimcilerin çocuklara üçten fazla kırbaç vurmamaları lazımdır.” Son olarak İbn Haldun, oğlunun öğretmenine Harun Reşid’in yaptığı şu tavsiyeyi alıntılamaktadır: “Çocuğa faydalı olmak için her âm bir ganimet say, ama onu üzüp de zihnini öldürme, fazla hoşgörü gösterip de zamanı boşa geçirmekten hoşlanmasına ve bunu alışkanlık hâline getirmesine sebep olma, onu kendine yaklaştırarak imkan ölçüsünde yumuşaklıkla düzelt. Eğer bundan anlamazsa o zaman sert ve katı davranabilirsin.” İbn Haldun söz konusu tavsiyenin içeriğini “Öğretim usullerinin en güzeli” ifadesiyle nitelemektedir.
Burada hatırlanması gereken husus şudur: Söz konusu tavsiye sertlik göstermeyi yasaklamakla kalmamakta, aym zamanda fazla hoşgörü gösterilmemesini de talep etmektedir. Çünkü sertliğin zihnin ölümüne, fazla hoşgörünün ise tembelliğe ve avareliğe alışmaya sebep olduğu düşünülmektedir.
Bunun yanı sıra İbn Haldun üçüncü ana bölümden “Büyük hanedanlıklardan” söz ederken “Fazla sert davranmak mülk için zararlı olup çoğu zaman onu bozar” tespitini yapmakta buna delil olarak da baskı ve sertliğin tesirinin kişilerin ahlakıyla sınırlı kalmayıp toplumlara da sirayet ettiğini göstermektedir. Kuşkusuz, hükümdar baskıcı, yakalayıp cezalandırıcı, halkın mahrem hususlarını araştırmacı ve günahlarını sayıp dökücü bir durumda olunca halkı korku ve zillet kaplar, bu yüzden yalana, dolana ve hilekârlığa başvururlar, bu tür hususları huy edinirler ve sonuçta basiretleri (muhakeme biçimleri, öngörüleri) bozulur (VII, 24, s. 118).
3.îbn Haldun, “ilim öğrenmek için sefere çıkmak ve hocalarla görüşmek öğretimi daha da mükemmeleştirir” tespitini yapmakta (VI, 42, s. 541) ve bu görüşünü şu delillere dayandırarak açıklamaktadır:
“Zira ilim uğrunda yolculuk yapmak öğrenciye birçok hoca ile görüşma imkânı verir. Her hocanın, özellikle değişik beldelerdeki ünlü hocalardan her birinin inceleme, araştırma ve öğretimde kendine özgü bir terminolojisi, bir usulü ve tarzı bulunduğu bilinmektedir. Öğrenci bunlardan biriyle, ondan sonra diğeriyle haşır neşir olunca her birinin özel terminolojisini öğrenir, araştırma ve incelemelerde bu hocaların izlemiş oldukları değişik yollar hakkında bilgi sahibi olur. Bu durumdaki öğrenci bir şehirde ve bir hocadan gördüğü öğretimle meleke kazanan öğrenciden daha güçlü ve daha mükemmel bir ilim melekesi kazanır. Buna şunu da eklemek gerekir. Bu durumdaki bir öğrenci ilimlerle ilgili terimleri, ilimlerin kendilerinden ayırt edebilir. Bu suretle ilim melekelerinin en yüksek derecede olanına ulaşır.” Bundan dolayı îbn Haldun şunu vurguluyor:
“İlim adamlarıyla doğrudan temas ederek ve hocalarla görüşerek daha fazla kemal ve feyz almak için mutlaka ilim yolunda sefer yapılması lazım gelir.”
4.İbn Haldun öğretilmesi gereken ilimler hakkında konuşmuyor, bu gün anlaşılan teknik anlamda ders programa tespit için de uğraşmıyor.Bunlara ek olarak o, geniş olarak ele alınması gereken ilimleeri tespit ediyor ve bunları sadece zaruret miktannca öğrenilmesi gereken ilimlerden ayırt ediyor. O, çağındaki anlayışa uyarak [ Araç ilimler (ulum-ı aliye) ile “Amaç ilimleri” (bizatihi maksud olan ilimleri) ayırt ediyor. Araç ilimleri geniş olarak ele almanın sakıncalarını açıklıyor. “Alet ilimlerindeki görüşleri genişletmek ve konuların ayrıntılarına inmek doğru değildir” tarzında tespit ettiği özel bir bölümde bu konu üzerinde duruyor (VI, 39, s. 537).
İbn Haldun bu konuda şunları söylüyor: “Ümrandaki halk arasında var olan ilimler iki çeşittir:
a.Amaç olan ilimler: Tefsir, hadis, fıkıh ve ilm-i kelâm gibi Şer’î ilimler ile tahbiyat (pozitif) ve ilahiyat gibi felsefî ilimler.
b.Söz konusu ilimlerin aracı olan ilimler: Şer’î ilimler için Arapça ve hesap ile felsefe için mantık araçtır. Ayrıca son dönem bilginlerine göre mantık, kelâm ile fıkıh usulü için de araç olabilmiştir (VI, 39, s. 537).
Amaç olan ilimleri geniş olarak ele almakta, meselelerinin ayrıntılarına girmekte, delillerini ve ilgili görüşleri ortaya koymakta bir sakınca yoktur. Zira bu öğrencinin melekesini daha da sağlamlaştırır, kastedilen manaları daha fazla açıklar. Diğer ilimler için araç olan Arapça, mantık ve benzeri ilimlere gelince, bunlara sadece diğer ilimlerin amacı olmaları açısından bakılır. Onun için sözü uzatmamak ve konuların ayrıntılarına girmemek gerekir. Şu iki sebepten dolayı:
Birincisi araç olan ilimleri genişlemesine ele almak bunları esas maksatlarının dışına çıkarır. Zira maksat, sadece başka ilimlerin araçları olarak bunlardan yararlanmaktır, başka değil. Araç ilimlerin konulan da ayrıntıları da çoktur. Ancak amaç olan ilimlerde sözü edilen konu ve ayrıntıların çoğuna ihtiyaç yoktur. O hâlde bunlarla uğraşmak bir bakıma boşuna çaba harcamaktır.
İkincisi: Araç ilimleri geniş olarak öğrenmesi öğrencilerin zamanlarım zayi etmelerine, çok daha önemli olan amaç ilimleri öğrenmek için yeteri kadar imkân verilmemesine sebep olur. O hâlde öğretmenlerin “Araç ilimlerden çok amaç ilimlere önem vermeleri şarttır.” Zira öğrenciler “ömürlerini araç ilimleri için tüketince amaç olan İlimleri elde etmek için müsait vakit bulamazlar” (VI, 39, s. 537).
Şüphesiz ki insan ömrü, bütün ilimleri anlatılan tarzda öğrenmeye yetmeyeceğinden araç ilimlerle bu kadar uğraşmak ömrü zayi etmek ve faydasız şeylere harcamak olur./’ Bundan dolayı bu hususta çağında egemen olan gelenekleri îbn Haldun ağır bir şekilde eleştirmektedir: “Son dönem bilginlerinin gramer, mantık ve fıkıh usulü fenlerinde yaptıkları şey budun Onlar bu alanlarda söz söyleme dairesini genişlettiler, birçok ayrıntıya girdiler, kıyaslar yaptılar. Bu durum bu ilimleri araç olmaktan çıkarıp amaç hâle getirdi.”
Söz konusu hususu dikkate alan îbn Haldun şu tespiti yapar. “Öğretmenlerin, bahis konusu araç ilimlerde derine gitmemeleri , “Öğrencileri ilimlerin hedefleri konusunda uyarmaları ve orada durdurmaları” şarttır.
îbn Haldun, “Söz konusu husus genel olarak ilim öğrenenlere göredir. Ama sözü edilen ilimlerde uzmanlaşmaktan ve ayrıntılarına dalmaktan ulema zümresi men olunamaz.” diyor. Bu konudaki ifadesi şudur:
“Bundan sonra himmeti, bir kimseyi daha da derinlere dalma noktasına götürürse, ister zor ister kolay olsun dilediği kadar basamak çıksın (VI, 39, s. 537).
Satı el-Husrı – İbn Haldun’un Temel Görüşleri(Mukaddime Okuma Kılavuzu),syf:354-365
6 Biz burada sadece XIX. asırdan itibaren tespit edilen düzenlemelere işaret etmiş, çağımızdaki düzenlemeleri ise konu dışında tutmuş bulunmaktayız. Çağımızda Amerika’da uygulanan project metodu ile Rusya’da uygulanan Complexe metoduna temas etmedik.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…