Nerede Hata Yaptığını Anlayip Tövbe Etmen Hakkında
Nimetin sana nereden geldiğini ve senden alınma sebebini bilmen gerekir. Çünkü nimet senden sebepsiz yere alınmaz. “Bir toplum kendisinde-ki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onda bulunanı değiştirmez.”1
[8] Bilmelisin ki bu nimet ancak yerine getirmen gereken bir vazifeyi terk ettiğin için senden alınmıştır. Bu vazife ise şükürdür. Şükredilmeyen her nimet yok olmayı hak eder. Denilmiştir ki: “Nimet şükredildiğinde kalıcı olur, nankörlük edildiğinde ise kaybolur.” Yine denilmiştir ki: “Kar-şılığında şükredilen nimet yok olmaz, nankörlük edilen nimet ise kalıcı olmaz.” Ayrıca, “Nimet vahşi bir hayvan gibidir, onu şükürle bağlayınız.” denilmiştir. Nimete nankörlük etmenin onu kesin olarak ortadan kaldı-racağına dair deliller çoktur. Bu delilleri zikrederek sözü uzatmayacağız. Netice olarak Allah Teâlâ’nın kitabı ve Resûlullah’ın (s.a.) sünneti, nimete nankörlüğün o nimeti ortadan kaldıracağına, şükrün ise onu arttıracağına dair iki delildir.
[9] Ârifler demiştir ki: “Şüphesiz ki Rab Teâlâ istisnasız bütün nimetlerin şükürle artacağını kesin olarak belirtmiştir. Fakat beş şey bundan müstes-nadır: Zenginlik, duaya icâbet, rızık, bağışlanma ve tövbe.” Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah dilerse sizi kendi lutfundan zengin edecek-tir.”2, “Allah (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldı-rır.”3, “Allah dilediğine hesapsız lutufta bulunur.”4, “[Allah] dilediğini bağış-lar.”5, “Sonra Allah bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder.”6[Bu beş şey dışında] şükür konusunda Allah Teâlâ hiçbir istisna koymamış ve şöyle demiştir: “Eğer şükrederseniz elbette size (nimetimi) arttıracağım.”7
[10] Şayet “Şükür nedir?” diye soracak olursan, derim ki ârifler onu açıklamış ve hakikatini ortaya koymuşlardır. Fakat ben senin için bunu özetleyip anlayabileceğin şekilde anlatacağım: Şükür kalp, dil ve fiillerle olacak şekilde üç rükne sahiptir.
Bilmelisin ki Allah Teâlâ yaratılmış olanlara –ki yaratılmış olan her şey başkasına mecburdur- küllî iradeyi hâkim kılmıştır. Allah sana iyiliği dokunan kimse üzerinde bazı saikler uyandırır ve kalbine sana ihsanda bu-lunma hissini yerleştirir. Bundan sonra sana ihsanda bulunmamak için hiç-bir yol bulamaz. Durum böyle olunca, seni düşündüğü için değil kendisini düşündüğü için sana ihsanda bulunmuş olur. Sana ihsanda bulunmakta bir maksadı olmasa bunu yapmazdı. Şayet sana ihsanda bulunmakla kendisi-nin bir fayda edineceğine inanmasaydı, bunu yapmazdı. Demek ki o, sana ihsanda bulunarak aslında kendi menfaatini istemiştir. Aslında seni, kendisi için istediği başka bir nimete vesile kılmıştır. Şu hâlde sana nimeti veren, onu senin hizmetine verip kalbine de sana ihsan etme arzusunu yerleştiren-den başkası değildir.
[15] Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Resûlullah şöyle de-miştir: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez.”8 aynı lafızla, Tirmizî ise iki farklı şekilde aynı rivayeti aktarmıştır. Bunlardan ilki, “Kim insanlara teşekkür etmezse Allah Teâlâ’ya da şükretmemiş olur.”9 Diğeri ise, “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah Teâlâ’ya da şükretmemiş olur.”10Nu‘mân b. Beşîr’in rivayet ettiği hadise göre Hz. Peygamber şöyle demiş-tir: “Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen Al-lah’a da şükretmez. Allah’ın nimetini anmak şükür, onu anmayı terk etmek ise nankörlüktür.”11 Bu hadisin isnadında, bazı cerh âlimlerinin hakkında olumsuz şeyler söylediği Vekî‘ b. Cerrâh’ın babası Cerrâh b. Melîh bulun-maktadır. İşin aslı o, güvenilir bir râvidir ve Müslim ondan hadis rivayet etmiştir. Eş‘as b. Kays el-Kindî şöyle demiştir: “Allah’a en fazla şükreden, insanlara en fazla teşekkür edendir.” Ahmed b. Menî‘ [244/858-9] bu riva-yeti Müsned’ine almıştır. Şimdi diyeceksin ki madem bu gibi hadisler var, şeriat niçin sadece Allah’a şükretmemi söylüyor? Buna cevap olarak derim ki: Sana nimetin O’nun tarafından ihsan edilmiş olmasından dolayı. Se-nin yalnızca Allah’a edeceğin şükür, iyilikleri arttırmasını dilemek olacaktır. Senin üzerine düşen, bu ve açıklamasına gerek duymadığımız sebeplerden dolayı hakiki fâil olan Rab Teâlâ’ya şükretmendir.
[16]Sana ihsanda bulunan kişiye onun hakiki fâil olduğuna inandı-ğın için değil, Allah emrettiği için teşekkür etmen gerekir. Şayet onun fâil olduğunu düşünerek teşekkür edecek olursan, teşekkür etmemiş şirk koş-muş olursun. Sana ihsanda bulunan kişiye teşekkür etmeli ama onun sana faydasının da zararının da dokunmayacağını bilmelisin. Onun sana karşı tavırları en ufak bir nedenle değişebilir, sevgisi ise nefrete dönüşebilir. Bu saikler ortadan kalkarak tam tersine de dönebilir. Şüphesiz tek ihsan edici, değişmeyen, dönüşmeyen ve zâil olmayan Rablerin Rabbi’dir. Yaratılmış ile Yaratan arasındaki vasıta ise bize karşı merhametli ve bağışlayıcı olan, bu durumu hiç değişmeyen Muhammed Mustafa’dır (s.a.) ki o emin, bütün mahlûkatın en hayırlısı, resullerin ve nebîlerin efendisidir. Âlemlerin Rabbi katından salât ve selâmın en güzeli onun üzerine olsun.
[17] Bu kaideyi iyice anladığın zaman yani tüm nimetlerin sana yara-tılmışlardan biri tarafından değil Allah Teâlâ tarafından verildiğini idrak eder hâle geldiğinde, işte bu, nimet için en büyük şükür ve şükrün de en büyük rüknü olur. Bu nedenle muhakkiklerin çoğu onu şükrün bizzat ken-disi saymışlar ve “Şükür, ihsanda bulunanın nimetini boyun eğerek itiraf etmektir.” demişlerdir. Tıpkı sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, “Hac Arafat’tır.”12 ve “Pişmanlık tövbedir.”13 sözlerinde olduğu gibi bunu da şük-rün en büyük rüknü kabul etmişlerdir.
[18] Dâvûd b. Süleyman b. Dâvûd el-Âbârî semâ yoluyla Ömer b. Ebi’t-Tâhir Yûsuf b. Ömer b. Yûsuf ’tan, o Berekât İbn İbrâhim el-Huşû‘î’den, o Hibetullah b. el-Ekfânî, o Ahmed b. Abdülvâhid b. Muhammed ve Mu-hammed b. Ukayl b. Ahmed’den, her ikisi Ebûbekir Muhammed b. Ahmed b. Osman b. Ebi’l-Hadîd’den, o Ebûbekir Muhammed b. Ca‘fer es-Sâmirî el-Harâitî’den, o Yahyâ b. Ebî Tâlib’den, o Ali b. Âsım b. İsmâil b. Ebî Hâlid’den, o Ebî Amr eş-Şeybânî’den rivayet etmiştir: Tûr günü Mûsâ (as), “Rabbim, şayet namaz kıldıysam senin lutfunla, tasadduk ettiysem senin lutfunla ve tebliğ görevimi yerine getirdiysem senin lutfunladır. Sana nasıl şükredeyim?” diye sorunca Allah Teâlâ, “Ey Mûsâ, işte şimdi bana şükret-miş oldun.”; başka bir rivayette ise, “Nimetin benden olduğunu anladığın-da şükrünü eda etmiş olduğun için senden razı oldum.” buyurmuştur.
[25] Şayet, “Çoğu insanın kendisine verileni az bulması hastalığının ilacı nedir?” diyecek olursan şöyle söylerim: Bunun ilacı, kişinin dönüp kendisine bakması ve “Allah Teâlâ onda hak sahibi mi? Kişinin kendi aslı nedir? Ulaştığı şeye nasıl ulaşmıştır?” gibi soruları düşünmesidir. Aslının ne olduğunu düşünüp az bulduğu o nimete ulaşıncaya kadar ki hâlini de-ğerlendiren herkes, bu nimeti ancak hesapta olmayan bol bir ihsan olarak görür. İşte bu, hastalığın çarelerinden biridir.
[26] Bu hastalığın bir diğer ilacı ise nimetin Allah Teâlâ’dan olduğunu kabul etmen ve Yüce Allah’ın zelil kuluna az bile olsa bir iyilik ihsan etti-ğinde onu hatırlamış olduğunu bilmendir. Seni hatırlayan seni zelil etmez. Kerîm olan Allah Teâlâ’nın seni hatırlaması ancak seni imtihan etmek is-temesindendir. Ondan geleni müjde bil ve bunun aksini düşünmekten de sakın.
[27] Şayet Allah Teâlâ’nın sana verdiğini az bulacak olursan bil ki, Allah sana çok bile vermiştir. Yine bu ihsan, şükrettiğin takdirde bundan daha fazla olan bir başka ihsana ulaştıracağı için de çoktur. İhsan edeni görme-den sadece nimete baktığın için onu küçük görmektesin.
[28] Sana bir hikâye anlatayım: Hükümdarın biri sefere çıkmaya karar verir ve maiyetinden birine bir at ihsan eder. Bu kimsenin kendi-sine verilen ata sevinmesinin birkaç seviyesi vardır. Bunların birincisi ve en üstünü, adamın bu nimet sayesinde hükümdarın hizmetinde sefere çıkması, onun maiyetinde yer alması, ayrıca avam arasından sıyrılıp ha-vass arasına girmesinden kaynaklanan sevinçtir. Onun at sebebiyle yaşa-dığı sevinç, hükümdarın gözü önünde bulunmasından ve onun dost-luğunu kazanmasındandır; yoksa bir at sahibi olmasından değildir. [İkincisi] ve bunun bir alt seviyesi, kendisine verilenin yalnızca bir at olmasından ötürü değil, hükümdarın onu hatırlamasına, ona ihsanı-na ve şefkatine işaret etmesinden kaynaklanan sevinçtir. Bu, ihsan edilen bir ata değil at sahibi olmakla elde edilen şeylere duyulan bir sevinçtir.Yalnızca binecek bir ata sahip olmak nedeniyle sevinmek ise en ucuz ve en değersiz olan üçüncü sevinçtir. Bu durum at için sevinmek ve onu verene bakmamak anlamına gelir. Bu kimse nazarında, bir atı hükümdarın hediye etmesiyle onu çölde bulması arasında hiçbir fark yoktur.
[29] Kişinin bütün bu işlerin tamamına sevinmesi ise dördüncü sevin-me hâlidir. Kişi sevinç duyar, çünkü bu hediye onu sultanın dostluğuna ulaştırmış, gelecek diğer nimetlerin habercisi olmuş ve ona fayda sağlamış-tır. Böyle sevinmenin bir sakıncası yoktur ancak bu birinci seviyenin altın-da bir sevinçtir. Zira birinci seviyede onun tek gayesi sadece hükümdardı. Bu, dünyadaki -kitabı kendileri için yazdığımız- kimselerin çoğunun ula-şamayacağı yüksek bir seviyedir. Bu nedenle açıklamasına fazlaca girmiyor, umumun anlayabileceği şekilde özetliyoruz ki kitapta bahsettiklerimizi an-layabilsinler ve bununla en yüce seviyeye yükselmeyi hedeflesinler. Rahmet kapısı açık, Rab Teâlâ müjdeleyicidir. Peki, nerede bunun için gayretle ça-lışacak olanlar?
B. Dil ile Yapılan Şükür
[30]Dil ile yapılan şüküre gelince… Bununla kastedilen, nimet karşılı-ğında Allah Teâlâ’ya hamd etmek ve Allah Teâlâ, “Rabbinin nimetine gelin-ce; onu anlat!”15 dediği için O’nun nimetini anmaktır. Nimeti anmamız riya, gösteriş ve gurur için değil, Rab Teâlâ’yı övmek için olmalıdır.
[31] Denilir ki, seleften bir grup bir araya gelir ve meclis dağılıncaya kadar sahip oldukları nimetleri birbirlerine anlatırlarmış. Üstâd Ebü’l-Kâ-sım el-Kuşeyrî [ö. 465/1072] meclistekilerden birinin şöyle dediğini söy-ler: “Bir gün bir yolculukta yaşı epeyce ilerlemiş bir adam görmüş ve ona hâlini sormuştum. Bana şunu anlattı: Gençlik yıllarımda amcamın kızına meylim, onun da bana meyli vardı. Benimle evlendirilmesine karar verildi. Zifaf gecesi, haydi bu geceyi bizi bir araya getirdiği için Allah’a şükretmekle geçirelim, dedik. Bütün gece namaz kıldık. Öyle ki ikimiz de birbirimize bakmaya vakit bulamadık. Sonra, ikinci geceyi de aynı şekilde geçirelim, dedik. Öyle ki yetmiş-seksen sene geçti biz hâlâ geceleri bu şekilde geçiriyo-ruz. Yanındaki yaşlı kadına dönerek ‘Öyle değil mi?’ diye sordu. Yaşlı kadın da adamı onayladı. Böylece yaşlı adam, bu büyük şükrü kendisine ilham eden Allah Teâlâ’nın nimetini anmış oldu. Onun bu nimeti anmış olması da ayrı bir şükürdür.”,
[32]Rivayet edilir ki Ömer b. Abdülazîz’e (r.a.) bir heyet gelir. İçlerinden bir genç konuşmak için ayağa kalkar. Ömer, “Büyük birisi çıkıp konuşsun, büyük birisi!” deyince genç, “Ey Emîrü’l-mü’minîn! İşler yaşa göre olsaydı müslümanlar arasında yaşı senden daha büyük olanlar vardı.” der. Bunun üzerine Ömer, “Haklısın, konuş!” der ve genç, “Ey Emîrü’l-mü’minîn! Biz bir şey talep eden veya bir şeyden korkan bir heyet değiliz. İstenilebilecek şeylere ancak senin ikram etmenle ulaşırız. Korkulacak şeylerden ise senin adaletin bizi emin kılar. Biz bir teşekkür heyetiyiz, sana dilimizle teşekkür etmeye geldik.” der. Bu konuda daha birçok örnek vardır ama kitabımızın gayesi bunları saymak değildir.
[33] Bilmelisin ki hem kalp hem de dil ile yapılan şükür bütün nimet-ler için geçerlidir. Nimetler, kalp ve dil ile yapılacak şükür konusunda eşit durumdadırlar.
C. Fiiller ile Yapılan Şükür
[34]Fiillerle yapılan şükür ise, nimet verenin emirlerine itaat etmek ve yasaklarından kaçınmakla olur. Bu itaat ve kaçınma, her nimetin kendisine uygun şekilde yapılır ve her bir nimetin kendine has bir şükrü vardır. Esas olan, Allah Teâlâ’nın nimetlerini ona itaat için kullanman, isyan için kul-lanmaktan kaçınmandır.
[35] Nimeti göz ardı etmen ve nimete olması gerektiğinden farklı bir şe-kilde şükretmen gerçek şükür değildir. Kim bundan ayrılıp başka bir şekil-de şükretmeye yönelirse onu eksik yapmış ve en önemli hususu terk etmiş olur. Hakikatte akıllı kişi, bu iki şükrü birlikte eda edendir. Şayet bunları ayırmak gerekirse en doğru olan, her nimeti yaratıldığı şey için kullanmak-tır. Bu da örneklerle açıklanacaktır:
1. [Göz Nimeti]
[36]Göz nimeti için şükür, gözlerin bir müslümanda gördüğü bütün kusurları örtmek ve bakmanın yasak olduğu bütün kötü şeylere onları ka-patmakla olur. Şayet her gece gözlerin için iki rekât şükür namazı kılsan fakat onları haram kılınmış bir şeye bakmak için kullansan, bu nimetin şükrünü hakkıyla eda etmiş olmazsın.