Neoliberal Dindarlık
Türkiye’de Müslüman kimliğinin, dindarlık vasıflarının gerisine düşmesinin tarihi çok eski değil; neoliberal dönemle birlikte kamusal alan kavramına “sığmaya” çalışan Müslüman kimliği kendini dindarlıkla izah etmek, tanımlamak, meşrulaştırmak istedi. Zira İslâm’ın tezleri, İslâm’ın dünyayı dönüştürme kapasitesiyle dindar kimlik arasında ince ve fakat kıyıcı bir fark var. Bu fark Türkiye’de Müslümanların kolaylıkla sistemin içinde pasifleşmesine de neden olabiliyor, muhafazakâr, milliyetçi gibi tavırlara malzeme olmasına da el verebiliyor. Dolayısıyla dindarlık kalıpları belki klasik ve geleneksel din algımızdan, tasavvufi eğilimlerimizden farklı olarak modern gelenekselciliğe, modern mitik ve mistik kültür arayışı içine sıkışmaya yol açabiliyor.
Haliyle dindarlıktan ABD dünya sistemiyle beliren “nurcu” eğilime bağlı olarak “hizmet” kalıplarına sıkışıp İslâmî düşünceyi temelden sarsabilecek ritüeller ve zihniyetleri bile anlamak gerek. Bu açıdan kamudaki varlığı genişleyen Müslüman kitlenin dindarlığıyla var olması neoliberal dünya sistemi açısından çok da sorun teşkil etmiyor; tam tersine bu desteklenmesi gereken bir durum olarak da ifadelendiriliyor.
Kamusal alandaki dindarlık İslâmî olanı öne çıkarmaktan ziyade onu örten hatta gizleyen fonksiyonlar icra ediyor.
Buradaki tezat artan dindarlık gösterileri, kamuda dini simgelerin, ritüellerin artışına karşın İslâmî kaidelerin “ihtimal dışına itilmesidir
Dini göstergeler İslâmi taleplerin seviyesini, coşkusunu, niteliğini düşürür Belki bundan daha tehlikelisi, gelecekte Türkiye’yi çok daha büyük sorunlara itecek olanı İslâm’ı klasik bir muhafazakârlığa sürükleyecek “simgeler evren”ini yüceltmek, yepyeni sembollerle İslâmî olanı örtmek, İslâm’ın dünyayı, Türkiye’yi, hayatları, zulmü, kapitalist dünya sistemini değiştirecek köklerini kurutmaktır Kamusal dindarlık sadece İslâm’ın ve Müslümanların bu dünyadaki varlık alanını genişletmiyor aynı zamanda bir zihni yeniden üretip yerleştiriyor. Bu bakımdan dindarlığın getirdiği “kültürel” formların hepsi öze temellük edecek derecede asli unsur haline geliyor. Böylece dindar kalıplar esasında seküler olanı meşrulaştırıyor.
Özellikle 2000lerden sonra kamudaki dini ağırlığın artışı yeni bir Müslüman, din anlayışı gelişmesine doğrudan etki ediyor.
Yeni Kuşakların Dindarlığı
Neoliberal dindarlık üretimi artırdığı için de sistem tarafından desteklenir İnsanların inançlarının, davranışlarındaki rahatlığın sağlanması motivasyonu da katlar.
Belki 2000’lere doğan kuşaklar için bunlar bir nebze “harici” etkiler yerine geçer fakat aslında kamusal dindarlığın etkisi 2000 sonrası doğan yeni Müslüman kuşaklar için belirleyici, yön verici sıklettedir. Bu açıdan mesela yeni jenerasyon, gençler dindarlığa özgü özgürlüklerin hepsini yepyeni değerlerle birleştirerek yaşar, tesettür ve başörtüsündeki yeni model- lemeler, örtünme özgürlüğünü sonuna kadar kullanma fikri pervasızlıkla birlikte İslâmî olanı arka plana itecek “bağları” kırmaya da yaslanır.
Bu açıdan neoliberal dindarlık biraz genç, biraz dişi, biraz mahrem, biraz açıklık, çokça göstermek demektir.
Dindarlık “gizlemeye” kamusal dindarlık göstermeye dayanır.
Neoliberal dindarlar kahkahalarını göstermekten İmtina etmezler. Abartılı, kocaman ağızlarla, başkalarının baktığını kontrol ederek kahkahalar atmayı Müslüman özgürlüğü, sekülerliği, onlardan olduğunu kanıtlamaya özgü olarak ısrarla sürdürür. 2000’lerden sonra bir iktidar içine doğan gençlerin, kızların, kadınların cüretkâr, iddialı, özgüvenli hareket etmeleri beklenir. Beklenmelidir. İktidar baskın irade demektir.
Müslümanlarda bu olmadı; evvelki kuşaklar her an her şeyin değişebileceğini düşündüğü için bundan imtina edebilir ama ya gençler; çocukluklarını 2000 öncesi yaşayıp idrak edebilen yaşlarını iktidarda geçirenler niçin kompleksli, ezik, tehdit olmadığını, düşman olmadığını, seküler hayat tarzını değiştirmeyeceğini ispat etme, garantiler verme ihtiyacı duyuyor, sorusu yine egemenlik kavramıyla ilgili sıkıntıları açık ediyor. İktidar olmak muktedir olamamak denklemi kendini her platformda gösterebiliyor.
Müslümanlar hâlâ kendilerini Türkiye’de ikinci sınıf, modernizm karşısında yenik, ezik görüyor. Bu nedenle kamusal alanda başörtüsüyle var olmanın gereğini seküler formları taşıyarak sürdürüyorlar. Kafelerde mahrem sınırları korumadan oturmalar, kahve içmeler, nargile ve sigara partileri düzenlemeler bir özgürlük alanından çok “zihni hapisin göstergesidir. İlahiyat talebelerinin bile kızlı erkekli bir arada aynı masa etrafında “ders çalışması” zamanın ruhuna uygun olsa bile İslâmın ruhuna ne kadar uyar, sorgulanması gerekir. Benzer şekilde yine başörtülü kızların yeni tür kafelerde “okey” oynaması, bunu sosyal medyada paylaşması bir başka algıyı gösterir.
Mesafe ayarı gençler arasında bulunmadığı gibi kamu ile özel hayat, İslâmî olan ile sekülerlik arasındaki mesafe bilinci de gelişmemiş gözüküyor. Bu bakımdan toplumsal yaşayıştaki davranışlar ve tavırlar zihin işleyişini, hassasiyet noktalarını bariz olarak anlatır.
Yine dindarların, başörtülülerin Anıtkabir ziyaretini sosyal medyadan paylaşması, üç liraya Kâbe’de dua edildiğini belirten, 90’ların Millî Görüş imamı milletvekilleriyle umreye yüksek fiyatla götüren şirketler reklamları, dini simgelerle sahte gıda ürünü satan televizyonların bolluğu hep aynı dindarlık göstergelerinin sonucudur.
İslâm’ı neoliberalizmin ruhuna uygun olarak “gelir kapısı”, “imaj” gören kimlikler sahiden zihniyet devrimini gerçekleştirdi, bu açıdan mesela “İstanbul Muhafazakâr Moda Haftası” bile başlı başına örtünmenin, tesettürün neoliberal piyasacılığın bir sonucudur. Hem kendini gösterme, ifşa ve “daha güzel” görünmeye dayalı, vücut hatlarını belli eden kıyafetleri tercih etme hem pahalı olduğu için belirgin bir statü ve sınıflaşmayı işaret etmesi açısından yeni dönem dindarlığını ilgilendirir.
Neoliberal dindarlık bir yanıyla kamuda göründüğünden sınıf farkı olmayacak kadar dini ritüelleri herkesleştirirken öte taraftan çok zengin dindarların kendilerine ait sitelerde, aşırı pahalı ev, araba, mekânlarda yer bulmalarına fırsat verir.
Ünlü dindar eğlence yerlerinin bazılarının kapısında çok lüks araçların varlığı, “bar” havasının teşekkül ettirilmesi yine zarf ile mazrufun geçişkenliğinin sonucudur.
Mesele sınıfsallığın ötesindedir; öyle ki alt ya da üst sınıf farkı gözetmeden kutsalları, değerleri, İslâmî olanı yüz geri eden, etmeyi önemsizleştlren bunu sorun telakki etmeyen kültür egemen artık. Başörtülü birinin millî piyango bayiliği yapması, bilet satması kamu algısıyla din anlayışı arasındaki şeffaflığın neticesi bir bakıma. Camide namaz kılan gençlerin kurukafalı, suretli olanları neyse ya İngilizce “Allah yoktur” yazılı tişörtle safa durmaları yeni gençliği anlatmaya yeterli. Artık küpeli, uzun saçlı, rap dinleyen, dindar kimliğiyle kamuya açık televizyon programlarında, youtube kanallarında görünmeyi seçen kuşaklar etki alanını genişletiyor.
Buna belki çocukları camiye alıştırma temrinlerini de eklemek gerekir; Diyanetin Ahmet Hamdi Akseki Camisinde olduğu gibi caminin bir köşesini oyun alam yaparak çocukların camiye ısınmaları, alışmaları, benimsemelerini sağlamak ne derece mümkün anlamak mümkün değil. Başka camilerde masa tenisi, futbol gibi turnuvaları cami içinde yaparak, bilgisayar oyunlarını perdeye yansıtıp çocuklara diledikleri gibi oyun oynatarak camiyi benimsetme girişimi ne kadar geçerli bir yöntem, tartışılır.
Burada merkez cami, ibadet değil yine oyun, eğlencedir. Haliyle neoliberal zihniyete bağlı olarak çocuklar camiyi asli fonksiyonunun dışında görecek ‘altyapıyı da tesis etmiş oluyor. Zaten yeni dindarlık ibadeti, emirleri yerine getirmeyi oyuna, eğlenceye en önemlisi keyfe indirgeyerek ifa ediyor. Zihni devrimin ve dönüşümün kırılma noktası keyfin, zevk almanın odağa yerleşmesi.
Eskiler teheccüde kalktıklarında, evvabin veya kuşluk kıldıklarında, itikâfa daldıklarında zevk alırlardı. İbadeti yalnız, kimsenin görmediği köşelerde zevkle yapmak ile dindarlığını göstererek zevk almak arasında İslâm’ın varlığı kadar keskin ayrım var.
Hafızlık Partilerinden Dindarlık Endekslerine
Yine dindarlık göstergelerinde seküler kesimlerden farkı olmayacak gündelik faaliyetlere sahip bireyler, internetten tesettür kıyafeti sipariş veren, günlerini, dini toplantılarını evde değil de dışarıda gerçekleştirenler öne çıkmaktadır. Seküler olduğunu, kendini bu dünyaya ait, var olanla meselesi olmadığını göstermeye yönelik yeni dindarlık endeksleri arasına giren davranış kalıplan, bir yönüyle neoliberal dindarlığın sistemi çok daha güçlendirdiğini işaret eder. Buna mesela parti kavramını da eklemek gerekir; sadece doğum günü, evlilik yıldönümü gibi hususlarda değil anasınıflarındaki kutlu doğum haftası kutlamaları burada belirleyicidir.
Esasında okullarda başörtülü kıyafetlerle gösterileri, partileri kanıksadı kamuoyu. Fakat mesela “hafızlık partisi” düzenlemek tam manasıyla sürecin çöküntüye uğradığını belirginleştirir Hafızlığın, Kur’an’ın, kâfirle aramıza set çeken Kitab’ın en yüksek çalışmasının gâvurlara özgü “partilerle, “pastalar kesilerek” yapılması dejenerasyonla izah edilemeyecek keskinlikte zihin dönüşümünü ifade eder Bu zihin dönüşümü artık Müslümanların kapitalist dünya sistemi ve batı medeniyeti değerlerinin kapsamı içinde olacaklarının beyanı gibidir
Sadece kompleks, sadece kendine has bir tören veya kutlama belirleyememe ile izah edilemeyecek kapsamlı ve belki de Kemalizm’in bile yapamadığı dönüşüm söz konusu burada.
Dindarlık endekslerine çok farklı zaviyelerden bakarak “gençliğin”, kuşakların yeni yollarından örnekler bulmak da mümkün fakat öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, gençliğin neoliberal dindarlığa doğmasıyla ideal olan neredeyse tanımlanmış ve tamamlanmış gibi sunuluyor. Öyle ya Müslümanlar kendi giysilerini, ibadetlerini, varlıklarını kamuda rahatlıkla sergilediği zaman gerçekten bir “varlık” haline geldikleri, iddialarını sundukları gibi ortaya koyuyorlar. Doğal olarak neoliberal dindarlık bu yeni kuşaklar için “yüksek hedef” ve “ideal” konum alıyor.
Bu açıdan 2017 yılının ilk günlerinde başörtülü “kız arkadaşı”na Kâbe’nin önünde, “dizlerini yere çökerek”, “tek taş” yüzüğü uzatıp yapılan evlenme teklifi… ağza sığmayan kahkahalarına fotoğraflanarak “piyasaya” yani sosyal medyaya sürülmesi bu zihniyet değişikliğinin bariz resimlerindendir. Bunu kaba bir gelenekçilikle izah etmek mümkün fakat Kâbe, mahremiyet, gâvur ritüelleri, piyasaya sunma, herkesleştirme gibi kavramların hepsini tek karede gösterebilmek yeni dönemin işaretlerini, Müslüman kavramının içeriğini, neoliberal dindarlığın unsurlarını izah eder. Bu esasında modern ve içinde yaşadığımız kültürel ortamın dini algılardan münezzeh yorumlanmasıyla ilgili.
Yaşayan kültürü İslâmî süzgeçten geçirmeden yorumlama veya kullanma çabası sadece eklektizmi sağlamıyor bir bakıma özcü manada batı medeniyetinin, küresel kültürün kanıksanmış gerçeklik olarak tebarüz etmesini mümkün kılıyor.
Başörtülü dindar kızların başlarına noel baba şapkaları geçirerek pop konseri izlemesi, kutlamalara katılması dini kimliğin dünyevi dönüştürücülüğünün egolarda reddedilmesinin sonucu.
Dindarlık endekslerindeki muazzam garabetleri nedense sadece gençlere münhasır kılıyoruz; hâlbuki bürokrasinin, siyasetin yaşını başını almış şahısları kendi egemenlik alanlarındaki icraatlarında benzer uygulamalara imza atmıyor değil. Bir farkla; önceki kuşaklar küresel kültür değerleriyle dini olanı, geleneksel isimleri, simgeleri sentezleyerek ilerliyor. Din adamları, yaşı hayli ilerlemiş zevat bile kutlu doğum yazısı önünde Kur anı Kerim gibi tasarlanmış pastayı kesmeyi İslâmî hizmet gibi sunabilmektedir.
Ne kadar kutsal ve üstün bir yere konulsa bile at yarışlarından birinin adını “Necip Fazıl Kısakürek Koşusu” koymak, saygı gösterisi, bir tavır, kamusal alana yani sistem tarafından dışlanmış bir şairi benimsetme anlayışının içinde gösterilmektedir. Oysaki “Müslüman bir şairin”, İslâmî dönüşüm talebini dillendiren Necip Fazılın kendisi de zamanında kumar oynasa bile yarışa adının verilmesi “zafer” olarak değerlendirilmesi akla ziyandır.
Başka bir irrasyonel zihniyet değişimi örneği ise, kapitalizmi Müslümanların daha iyi yapabileceği beyanım içeren iki yüz liranın arkasına Yunus Emre siluetinin konulmasıdır. Anadolu’nun İslâmlaşması esnasında bir inşa faaliyetini haber veren Yunus Emre bunu maddiyatı dışlayan felsefesiyle yerine getirirken bugün o figür en büyük banknotun üstünde durmaktadır. Buna bir başka örnek olarak Mehmet Akif’in fotoğrafının millî piyango biletinin üzerine yerleştirilmesini gösterebiliriz.
Akif gibi parayla, maddiyatla hele ki kerih olan her turlu fiille bağlantısını kesen birinin suretini kumar kâğıdı üzerine koymak, İstiklal Marşı, Akif şiirlerini kamuda sere serpe okumaktan bin beterdir. Zaten kamusal dindarlığın bir başka versiyonunu yine milli piyango çekilişinde topları eline alan kızların folklorik kıyafetler giymesinde görebiliriz.
Bu muhafazakârlık ve dindarlık Türkiye’deki din gerçeğini, geleneksel İslâm’ı, millet yaşantısını yansıtmaz, bu muhafazakârlık belki de sadece İslâmi dönüşümün değil, tarihi manada Türklükle birlikte inşa edilen derin, örnek, potansiyel yapının gözden uzak tutulmasının sonucu, sebebidir. Belki de tarihe, kültürel ve dini değerlere en fazla vurgunun yapıldığı dönemde böyle bir tasarruf, meselenin sadece araçsallaştırıldığını anlatır. Bu bakımdan mesela kutlamalarda veya törenlerde, bir yabancıyla “kadeh tokuşturma” da aynı rahatlıkla sergilenebiliyor. Burada kadehin içinde alkollü içkinin bulunmamasından çok “kadeh tokuşturma” anlam kazanır.
Neoliberal dindarlık tam da kadeh tokuşturma imgesiyle anlatılabilir. Dindarlıkta olduğu gibi kadehin içinde “ne” olduğu değil önemli olan, dışarıdan görünen ve zihni inşa eden “kadeh” ve “tokuşturma” eylemleridir.
Pasta yemek değil, “pasta kesmek”, herhangi bir yerde çay içmek değil, nargile, sigara, mahrem alan ve fotoğraf paylaşmaktır mesele.
Mesele evlenme teklifi değil “Kabe’nin önünde gâvur usulü”nü sergilemektir. Buna benzer pek çok örnek verilebilir. Üzerinde durulması gereken temel konu Müslümana has biricikliğin ve asaletin kaybolmasıdır.
Bahçeli’nin çıkışı ne bir siyasi atraksiyon ne terörden siyaseten bir pay çıkarma çabası; belki de gerçekten milliyetçi sai lerle yapılmış, “ülke ekonomisini, insanlarımızın psikolojisini kurtaracak doğal, kendiliğinden ve her “memleket evladinın dile getirmesi gereken bir çağrıdır.
…
Ercan Yıldırım – Türkiyenin Yeni Kültürü,syf.145-152