Kategoriler: Tasavvuf

Nefsi Tanımaya Dair

el-Kavlü ’l-Eşbeh fî Hadîsi men Arefe Nefseh fe-kad Arefe Rabbeh

İmam Suyuti (r.a)

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla! Allah’a hamdolsun. O her şeye kâfidir. Selâm O ’nun seçilmiş kulları üzerine olsun.

Dillerde şöhret bulmuş olan ”Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisinin manası hakkında sorulan soruların sayısı oldukça arttı. Bu hadisten bazan sıhhatli olmayan birtakım manalar anlaşılmış; bazan da büyüklere nisbet edilmiştir. Bunun üzerine ben de durumu açıklayan ve (konuyla ilgili) müşkilleri gideren açıklamaları derleyip bu risalede topladım. Bu hadisle ilgili iki farklı görüş vardır.

Birinci görüşe göre, bu hadis sahih değildir. Bu hadis İmam Nevevî’ye Fetvâlar ’ında soruldu da o, böyle bir hadisin sabit olmadığını söyledi. İbn Teymiyye (mevzû olduğunu) zikretti. Zerkeşî de el-Ehâdîsü’l Müştehire adlı kitabında, İbn Sem‘ânî’nin bunun, Yahya b. Muâz er-Râzî’nin sözü olduğunu zikrettiğini aktardı.

İkinci görüş: Bu hadisin manasıyla ilgilidir. İmam Nevevî Fetvalar’ında şöyle demiştir: “Bunun manası şudur: Her kim ki Allah’a karşı nefsini zayıflık, fakirlik ve ona kulluk yapmakla tanımlarsa, Rabb’ini, kuvvet, mutlak kemal ve yüce sıfatlar sahibi olarak tanır.”

Şeyh Tâceddin b. Atâullah, Letâifü’l-Minen isimli eserinde şöyle demiştir: “Şeyhimiz Ebül-Abbas el-Mürsî’nin şöyle dediğini işittim: Bu hadis hakkında iki tevil vardır. Birincisi şudur: Yani kim nefsini, zelil, aciz ve fakir olarak bilirse, yüce Allah’ı izzet, kudret ve zengin olarak bilir. Böylece nefsi tanıma önce, marifetullah (Allah’ı tanıma) sonra olmuş olur. İkincisi: Kim nefsini tanırsa bu (bilgisi), onun bundan önce Allah’ı tanıdığına delalet eder. Dolayısıyla birincisi sâliklerin, İkincisi de meczupların hali olmuş olur.”

Ebû Tâlib el-Mekkî, Kütü ’l-Kulûb isimli eserinde şöyle demiştir: “Bu hadisin manası şudur: İnsanlarla muamelende nefsinin sıfatlarını tanıdığında, işlerinde sana itiraz edilmesinden, yaptığın şeylerden dolayı kınanmaktan hoşlanmadığını anladığın zaman, bunlardan seni yaratanın sıfatlarını, yani onun da bunlardan (kendisine itiraz edilmesinden) hoşlanmadığını anlarsın. O halde onun kazâsına (hükmüne) rıza göster ve sana nasıl muamele edilmesinden hoşlanıyorsan (Allah’ın hükümlerine de) öyle muamelede bulun.”

Şeyh İzzeddin de şöyle demiştir: Bu hadisin sırrından bana, hadisi keşfetmeyi ve onu güzel vasıflandırmayı gerekli kılacak birtakım hususlar zâhir oldu. O da şudur: Şüphesiz ki yüce Allah, bu ruhanî ruhu, şu cismanî cesede, latif (ince) ve lâhûtî (İlâhî) olarak, nâsûtî (İnsanî) kaburgalar içerisine, onun vahdâniyyet ve rabbâniyyetine delalet edecek şekilde yerleştirmiştir. Bunun açıklaması ise şu on vecihle olur:

Birinci Vecih: Bu İnsanî heykel (beden), bir müdebbir (onu evirip çevirecek yönetici) ve hareket ettiriciye muhtaç olduğunda ve bu ruhun da müdebbir ve hareket ettirici bir unsur olduğunu anladığımızda, bu âlemin de bir müdebbir ve muharrike (hareket ettirici) ihtiyacı olduğunu anlarız.

İkinci Vecih: Bedenin müdebbiri (yöneticisi) bir ve o da ruh olunca, bu âlemin de müdebbirinin bir olduğunu, yönetmesinde ve takdir etmesinde ortağı bulunmadığını ve mülkünde ona ortak koşacak hiçbir varlığın bulunmasının câiz olmadığını anlamış oluruz. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  “Eğer ikisinde de (semada ve arzda), Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de (yer de gök de) mutlaka fesada uğrardı. ”365 Başka bir âyette ise şöyle buyrulmaktadır:  “De ki: Eğer dedikleri gibi Allah ’la beraber tanrılar bulunsaydı, o takdirde hepsi arşın sahibiyle savaşmaya bir yol ararlardı. O, onların söylediklerinden münezzehtir, yücedir, uludur. ”366 Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: O ’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir. ”367

Üçüncü Vecih: Beden; ruhun iradesi ve muharriki olmadan hareket edemediği gibi, bu oluşumun da bir irade edici olmadan, onun takdiri, iradesi ve hükmü dışında, hayır veya şerle hareket edemeyeceğini anlarız.

Dördüncü Vecih: Cesetteki her şey, ruhun bilgisi ve şuuruyla hareket ettiğine, cesedin hareket ve sükûnu ile ilgili ruha hiçbir şey gizli kalmadığına göre; yerde ve göklerde zerre kadar hiçbir şeyin Allah’a gizli kalamayacağını anlarız.

Beşinci Vecih: Bu cesette bulunan hiçbir şey, ruha diğer şeylerden daha yakın olmadığına, bilakis ruh, cesette bulunan her şeye yakın olduğuna göre; Allah’ın her şeye en yakın olduğunu, hiçbir şeyin diğer hiçbir şeyden ona daha yakın ve daha uzak olmadığını anlarız. Allah’ın yakın olması, mesafe yakınlığı değildir. Zira o, böyle bir şeyden (mesafeden) münezzehtir. Altıncı Vecih: Ruh, daha ceset yaratılmadan mevcut olduğuna ve ceset yok olduktan sonra da var olacağına göre; yüce Allah’ın da mahlûkatm varlığından önce var olduğunu ve mahlûkat silinip gittikten sonra da mevcut olacağım anlarız. O dâim olandır, zeval bulmaz ve zevalden münezzehtir.

Yedinci Vecih: Ruh, cesette olduğu halde keyfiyeti (nasıllığı) anlaşılmadığına göre; Allah’ın da keyfiyetten münezzeh olduğunu anlarız. ‘

Sekizinci Vecih: Cesette bulunan ruhun nerede olduğunu bilemediğimiz gibi, onun keyfiyetten ve eyniyetten (nerede olduğu sorusundan) münezzeh olduğunu anlarız. Ruh, “nerede” ve “nasıl” soruları ile vasıflandırılamaz. Bilakis ruh, hiçbir şey istisna kalmamak kaydıyla tüm cesette mevcuttur. İşte bu şekilde Allah Teâlâ da mekân ve zamandan münezzeh olduğu halde istisnasız her yerde mevcuttur.

Dokuzuncu Vecih: Ruh cesette olduğu halde, gözle idrak edilmediğine ve resim ile tasvir edilemediğine göre; Allah’ı hiçbir gözün idrak edemeyeceğini, resim ve bir rumuz ile tasvir edilemeyeceğini, güneş ve aya benzemediğini anlarız. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurmaktadır:  ‘‘O ’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. ”368

Onuncu Vecih: Ruh hissedilmediğine ve kendisine temas edinilmediğine göre, Allah’ın da (elle dokunularak) hissedilmekten, cisim olmaktan, münezzeh olduğunu anlarız.

İşte “Nefsini tanıyan Rabb’ini tanır” sözünün manası budur. (Nefsini) tanıyan ve günahlarım itiraf edenlere müjdeler olsun!

Bu hadisle ilgili başka bir tefsir (yorum) daha vardır. O da şudur: Bilirsin ki senin nefsine ait sıfatlar, Rabb’ine ait sıfatların zıddı üzere bulunur. Buna göre nefsini fenâda bilen, Rabb’ini bekâda bilir. Nefsini cefada ve hatalı bilen, Rabb’ini vefa ve atâ (bağış) sahibi bilir. Nefsini (ne ise öylece) olduğu gibi bilen, Rabb’ini de olduğu gibi bilir.

Şunu bil ki daha kendini olduğun gibi (her yönünle) tanımıyorsun. Dolayısıyla Allah’ı olduğu gibi bilmen nasıl mümkün olsun? Sanki  “Nefsini tanıyan Rabb ’ini tanır” sözünde, imkânsız olan bir şey, başka bir imkânsıza bağlı kılınmış gibi. Zira nefsini, onun keyfiyetini, ke­ miyetini (tam hakkıyla) bilmen imkânsızdır. Dolayısıyla iki yanın arasında bulunan nefsini; keyfiyeti, nerede olduğu, özelliği ve şekli bakımından tavsif etmeye gücün yetmezken ve o, görünmezken; nasıl olur da (aciz bir) kul olarak, rubûbiyyeti, nasıllık, nerede olduğu bakımından tavsif edersin (bu imkansızdır)? Kaldı ki o, keyfe (nasıl) ve eyne (nerede) sorularından münezzehtir.

Bu hususta ben şöyle diyorum:

Ne söylediğimi anlayana de ki, sözü kısa tut, bu uzun bir şerhtir.

O gizli bir sırdır ki, onsuz, Allah’a yemin olsun ki büyüklerin boyunları vurulur.

Sen kendini tam olarak tanımıyorsun, kim olduğunu ve vuslatın nasıl olacağını bilmiyorsun.

Hayır, içinde terkip edilmiş sıfatları bilmiyorsun, akıllar onun gizli oluşundan tedirgindir.

Nerede sende bulunan cevheri içerisindeki ruh? Onu gördün mü? Nasıl hareket ettiğini hiç gördün mü?

Bu nefesler, onu kuşatır mı? Hayır, senden ne zaman zâil olacağını bilmiyorsun.

Aklın ve anlayışın nerede bulunur? Uyku hâkim olduğunda. Söyle bana ey câhil!

Sen ekmek yemeği bilmezsin, (yediğin) vücudunda nasıl akar veya nasıl (bevl olup) çıkar? Bilmezsin.

İki yanın arasında bulunan iç âlemin (nefsin) bu şekilde bozuk (şüpheli) iken, arşa kimin istivâ ettiğini nasıl bileceksin? (O halde) nasıl istivâ etti? Nüzûl nasıl oldu da deme.

Allah nasıl tecelli eder? Veya nasıl görülür (deme). Ömrüme yemin olsun ki bu (sualler), sadece fuzuli sorulardır?

Onun hakkında keyfe (nasıl), eyne (nerede)yoktur. O, keyfenin Rabb’idir, keyfe değiştiği halde.

O, üstün de üstündedir. Onun için hiçbir üst yoktur. O her zaman her yerdedir, zail olmâz.

Zat, sıfat ve isim olarak O yücedir. Her ne söylersem O, söylediklerimden yücedir. ”

Konevî, Taarruf un şerhinde şöyle demiştir: Bazı âlimler; bu hadisin sanki olmayan bir şeyle alakalı bir hadis olduğunu söylemişlerdir. Bu da (şu demektir): Yüce Allah’ın “De ki, ruh Rabbim’in emrindendir ”m âyeti ile şâri (Allah), nefsi tanıma yolunu kapatmıştır. Bununla da şunu tembihte bulunmuştur: Yani insan, nefsini tam olarak idrak etmekten aciz olunca -ki o yaratılanların cümlesindendir ve kendisine en yakın olan şeydir- kendisini yaratanı hakkıyla tanıma hususunda daha da aciz kalır. Hatta o, sözünün; işitmesi, görmesi, koklaması, konuşması vb. duyularının hakikatini idrakten dahi acizdir. Zira insanların bu meselelerin hepsinde de ihtilafları ve farklı mezhepleri vardır. Görmenin; tabii yoldan veya ışığın çıkmasıyla gerçekleştiğini; koklamanın, havanın hareket etmesi ve kokulu şeyden bir cüzün yayılmasıyla oluştuğu vb. meşhur konulardaki ihtilaflarında olduğu gibi, düşünen kimse bunda da fazla bir şey elde edemez. Bu görünen, insanın dokunabildiği zâhir şeyler hakkında bile durum böyleyken (insanlar gerçeğe tam hâkim değilken), büyük müteâl olan (Allah)’ı tanıma hususunda durum nasıl olur (var sen düşün).

Şüphesiz bu hadisin manası hakkında aktardıklarımızdan, birtakım görüşler anlaşılır. En iyisini Allah bilir. Dönüş O’nadır.

Âlemlerin Rabb’ine hamdolsun. Allah’ın salâtı Efendimiz Muhammed’in (s.a.v), onun âli, ashabı, ona tâbi olanlar, zevceleri üzerine olsun. Ona çok çok selâm olsun.

İmam Suyuti – Tasavvuf Risaleleri,Haz:Ferzende İdiz,syf:182-187

Dipnotlar:

364 Zerkeşî, et-Tezkire, I, 129; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 262.

365 Enbiyâ 21/22.

366 İsrâ 17/42-43.

367 Mü’minûn 23/91.

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce