Namaz ile İlgili Hadisler ve Değerlendirmesi

hqdefault Namaz ile İlgili Hadisler ve Değerlendirmesi

1- “Çocuklarınızı yedi yaşında namaza alıştırın. On yaşına geldiklerinde (kılmıyorlarsa) onları dövün!” Tirmizî,(Salat,183) Ebu Davud(Salat,26) ve Hâkim nakletmiştir.

Günümüzde zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Tirmizî, hasen-sahih olduğunu belirtir. Nevevî, Hulasatu’l-ahkârrida Ebu Davud hadîsinin de hasen olduğunu ifade eder. Manasında yadırganacak bir husus yoktur. Her zaman her halde her çocuk için geçerli bir kural olmasa gerektir. Yeri geldiğinde uygulanması gereken bir çözüme işaret ediyor gibidir. “Dövün”den maksat “ne yapayım, ne edeyim de çocuğumu döveyim” halet-i nahiyesiyle arzulu bir şekilde çocuklara vurmak değildir. “Dövebilirsiniz” anlamındadır ki, sadece bir cevazdır ve işe yarayacak­sa kullanılabilecek bir yöntemdir. Cezalandırma eğitimde bir metottur. Cezalan­dırma çeşitli şekillerde olabilir. Bazen hafif dövmeler şeklinde de gerçekleşebilir. Bugün eğitimde maddi cezanın kalkması hadîsin reddinin gerekçesi olamaz. Bu­nun kalkmasının ne kadar iyi ne kadar kötü olduğu da ayrıca tartışılmalıdır. Bir de bu metot bugün kalkar yarın tekrar uygulanabilir. Zira ortada insan denilen bir meçhul var. Bunun yanında çağın geldiği her nokta İslam tarafından kabul edilecek de değildir. Bugün idam cezası kalkmıştır. O halde biz de “İslam’da kısas yoktur” demeyeceğiz her halde!

Olaya bir de şöyle bakalım: Çocuğunuza yedi yaşında teşvik ve uyarılara başlıyorsunuz. Tam üç sene buna devam ediyorsunuz. On yaşına gelinceye ka­dar hiçbir cezalandırma yöntemine başvuramıyorsunuz. Bu noktanın önemli olduğunu düşünüyorum. Hadîsi ilk okuyunca sanki bir dedin iki dedin olmadı hadi bakalım dayak,şeklinde anlaşılıyor ki, oldukça yanlıştır. Dikkat edilirse üç sene dövme cezası uygulayamıyorsunuz.Bir anlamda Peygamberimiz toplumda çocukları dövme eğilimde olan ebeveynleri engellemiş oluyor. Onların sabırlı ol­malarını istiyor, onlara sabır eğitimi yaptırıyor. Ama vakıa bunun aksi olabilir. Ebeveynler bunu hakkıyla yerine getiremiyebilir. Bu da hadîsin suçu değildir elbette. Devam edelim.. On yaşına kadar belki de her namaz için çocuğu uyarı- yorsunuz. Yani binlerce kez çocuğa “oğlum/kızım, namaz!” demiş oluyorsunuz. Biz bir iş için birine üç kere “şu iş!” diye hatırlatsak ve o da gerçekleşmezse ne yaparız acaba? İşte binlerce kez söylenmesi üzerine bir cevaza kapı aralanıyor sadece. Bu da çok doğaldır. Olayın bir de şu boyutu vardır: Mü’min ebeveyn çocuğunu dövme heveslisi değildir, olmamalıdır. Önce kendileri iyi bir örnek olmalıdır. Sadece “ben dedim, olmadı, o halde dövebilirim” mantığıyla olaya yaklaşmamalıdır. Namaz olayının gerçekleşmesi için alt yapıyı muhakkak ha­zırlamalıdır. Bunun için elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Bir anlamda çocuğun halet-i nahiyesiyle “baba, namaza başlayabilmem için ne yaptın ki, laftan öte!” şeklindeki mazerete sığınmasına engel olmalıdır.

İnceleyin:  Şu Modern Klişe Gerekçeye Odaklanın Bence!!

2-Mi’raçta namaz vakitlerinin beşe indirilmesi olayı: Bu durum bazıları tarafından bir pazarlık ve iskontoculuk olarak değerlendirilmiş ve reddedilmiştir. Bu değerlendirme isabetli değildir. Bu konuda M. Ebu Şehbe’nin namaz vakit­lerinin indirilmesiyle ilgili yaptığı açıklamalar bizce tatmin edicidir:

“Bildiğim kadarıyla güvenilir hiçbir alim Hz. Peygamber’in Hz. Musa’ya müracaatının İsrailî bir desise olduğunu söylememiştir. Uygun olan bu rivaye­tin Allah’ın ve Resulunun namazları hafifletmeden önce bu ümmetin yüklenme gücü ve kudretini bilmediklerini istilzam ettiğini açıklamaya çalışmak ve buna şüphe sokmak yerine müracaatın sırrını ve hikmetini araştırmaktır. Hz. Musa’nın geçmiş insanların tecrübesine ve henüz peygamberimize meçhul olan İsrailoğullarının en şiddetli şekilde terbiye edilmesini bilip onun hafifletilmesi için yeniden Rabb’ine müracaat etmesini işaret buyurmasında ne zarar vardır! Sonra mü­racaat sebebiyle elli vakit farz namazın beş vakte indirilmesinin Allah’ın kulla­rının gücünü bilmediğine delalet edeceğini kim söylüyor? Allah şüphesiz olanı ve olacağı bilir. Bunun da bir sırrı ve hikmeti vardır.

O da Allah’ın bu ümmete rahmetini ve kolaylık getirmekle nimetini göstermesidir. Bunun hikmetlerinden birisi de hafifletme konusunda ümmeti için dilediği şefaati kabul etmekle Hz. Peygamber’in katındaki mevkiini göstermektir. Kardeşi Musa’nın istişaresine ku­lak asarak ümmetine olan şefkat ve merhametini göstermektir.” Buna ilave olarak şu söylenebilir: Allah Hz. İbrahim hakkında şöyle buyurur: “İbrahim’den korku gidip kendisine müjde gelince Lut kavmi hakkında (âdeta) bizimle mücadeleye başladı.”(Sünnet Müdaafası,1,Ankara,1990,syf;155-156) Ayette “câdele” fiili geçer, ilk bakışta bir peygamberin Allah ile nasıl mücadele ettiği akla takılabilir. Oysa biraz araştırınca Hz. İbrahim’in İnsanî yönünün devreye girdiği görülür. Çünkü Hz. İbrahim inkarcılara gelecek olan umumi azabın Lût (a.s) ile ona inananların başına da geleceğinden korkmuş, bu sebeple merhametinden bu azabın kaldırılması için ısrarla Allah’a yalvarmıştır. Dolayısıyla buradaki “mücadele” iki rakibin mücadelesi değil, Hz. İbrahim’in ısrarla duada bulunup yakarmasıdır.

İnceleyin:  Ataullah İskenderi - Gelinlik Tacı (Nefisle Mücadelenin İlacı) ''Alıntılar''

Hemen ardındaki âyet Hz. İbrahim’in çok merhametli olduğuna dikkat çekiyor: “İbrahim cidden yumuşak huylu, bağn ya­nık ve kendini Allah’a vermiş biri idi.” Bir anlamda Allah onun Lut ve kavmine acıdığını, bunun merhametli karakterinden kaynaklandığını, ancak onun bilme­diği bir takım şeyler olduğunu vurgulamış oluyor. Netice olarak miraç olayında gerçekleşen şey Hz. Peygamber’in bazı şeyleri bir insan olarak bilememesi ve bir diğer peygamberin tecrübesinden yararlanması meselesidir. Burada “böyle bir olaya ne gerek vardı, Allah namazın beş vakit olduğunu emreder, mesele kal­mazdı” denilebilir. Ancak her bir olayın bir yönünde cilve-i rabbaninin olduğu unutulmamalıdır. Meselelere böyle bakarsak Kur’an’da geçen bazı hususları izah etmekte zorlanırız. Allah’ın Adem’in yaratılışında meleklerle istişare etmesi gibi görünen hususu anlamakta zorlanırız.

Yukarıda Hz. İbrahim örneğini anlamakta zorlanırız. Akla “İbrahim bir peygamber, Allah ona işin neticesini bildirseydi de böyle bir ısrara, âdeta mücadeleye gerek kalmasaydı” gelebilir. Ancak cilve-i rabbanî böyle tecelli etmiştir.

 

Yavuz Köktaş-Günümüz Hadis Tartışmaları

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir