Müstağrip
Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat: Müstağrip. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz bir gölge-düşünce. Üç edebî nevi itibarda: Taklit, intihal ve tercüme. Ama zirvelerin hiçbirini tanımıyorduk. Avrupa’yı Avrupa yapan düşünce fatihleriyle temasımız yasaktı. Haşet Kitabevi’nden ibaretti Avrupamız, girdapları olmayan bir kıta, tezatsız ve tek boyutlu; bir kartpostal Avrupa’sı. Coğrafyamızda tek kıta vardı, kafamızda tek yarımküre. Türkçe konuşan birer Fransızdık.”
Cetlerimiz Avrupa’yı ehlileştireceklerini ummuşlardı. Namık Kemâl bir fetih hülyasıdır…. Asya’nın akl-ı pîrânesi’yle Avrupa’nın bikr-i fikrini evlendirmek. Bir cihangirâne ihtiras, yerini rezil bir zevkperestliğe bıraktı. Genç Batı’nın her nazına, her cilvesine katlanan ihtiyar birer âşık olduk.
Avam anlayamaz bizi diyorduk; avam, yani kendi insanımız, tarihin ve edebiyatın dışındadır, kendini kader’e hapsetmiş. Yükselen bir medeniyet için kurşun işlemez bir zırh olan kader inancı, çöken bir toplum için yüklerin en ağırıdır. Yığını kavganın, yani hayatın dışına iten bu teslimiyetin kaynağı tevekkül değil, tereddidir . Ve… kaçıyorduk.
Cemil Meriç – Bu Ülke, İletişim Yayınları İstanbul 1996.s.137