Mustafa Kemal hayatında hiçbir suret ve vesile ile bir Mason locasına girmemiştir ve Farmason olmamıştır!” Bu sözler, “Tek Adam”ın, İngiliz müellifi Armstrong’un Bozkurt Mustafa Kemal isimli kitabındaki kendince mühim addettiği iddialarına, kalemşörlerinden Necmeddin Sadık’a (Sadak) dikte ederek verdiği ’cevaplarda geçiyor. Armstrong, Fethi Okyar benzeri zabit arkadaşları gibi “Bozkurt”un da Farmason olduğunu, “Vedata” Locasına intisab ettiğini iddia ediyor, “Bozkurt” da, müellifin bu iddiasını pek haşin bir üslupla tekzip ediyor (Akşam, 11 Aralık 1932).
“Konuşmalar daha da kötüleyici bir hal alınca, Atatürk elini masaya vurarak konuşmacıları susturdu. Sonra, hiç kimsenin beklemediği, herkesi şaşkınlık içinde bırakan şu konuşmayı yaptı: Bir zamanlar ben de Mason olmuştum’.”
Bu sözler de Mustafa Kemal’in uşağı Cemal Granda’nın hatıratından (Atatürk’ün Uşağı İdim, 1973, s. 294).
Sene 1933’tür. İzmir’de Naim Palas Oteli’ndeki sofrada “Tek Adam” ile Recep Zühtü, Salih Bozok, Kılıç Ali, Tahsin Üzer gibi yarenleri o sıralarda İzmir’deki Zühal Locası’mn pencere-lerine kurşun sıkılması hadisesi vesilesiyle Masonluğu konuşmaktadırlar. Masonluk aleyhindeki iddialar üzerine “Tek Adam” asabileşiyor ve tartışmayı keserek bir ara “Beyoğlu’ndaki bir Mason Locasında” tekris edildiğini belirtiyor. Dediğine göre girmiş ama locaya devam etmemiş…
Yine Granda’mn naklettiğine göre, işret meclislerinden birinde bir gece söz dönüp dolaşıp Masonluğa geliyor. Sofrada hazır bulunanlar arasmda -hususi hekimi- Üstad-ı Azam Dr. Mim Kemal öke de vardır. Dr. öke, “Ebedi Şefi’in talebi üzerine Masonluk hakkında izahat verirken, Masonluğun nihai hedefi olan “İnsanlık îdeali”nin tahakkukunun belki de bir hayal olduğunu söyleyince “Ebedi Şef’: ‘Hayır, Kemal Bey, sen bunu söylemeye mezun değilsin! Beşeriyetin günün birinde bu mes’ut neticeye erişmesi gayr-i vârid değildir!” şeklinde şiddetle itiraz ediyor. (M. Raif Oğan, Türkiye’deki Masonluk; İç Yüzü ve Sırları, İst.: 1950.) Aynı konuşma, daha evvel Sedat Simavi’nin Yedigün mecmuasının Aralık 1938 tarihli sayısında herhalde öke’nin rivayetiyle Niyazi Ahmet Okan’m kaleminden nakledilmiştir.)
Bu meselede araştırmacı, böylesine taban tabana zıt rivayetler ve iddialarla karşı karşıyadır. Bir taraftan kendisi Nutuk’ta “millî sır” tabir ettiği Makyavelist siyaset icabı zaman ve zemine göre birbirini nakzeden beyanlarda bulunuyor, diğer taraftan Masonluk aleyhdarlan aynı Makyavelist anlayışla onun ismini istismar ederek Masonluğa taarruz siyaseti takip ediyor, Masonlann büyük bir kısmı da Kemalizme zarar vermemek endişesiyle bildikleri hakikati efkâr-ı umumiyeden saklıyorlar. Bunlara ilaveten Resmî Temessül İdeolojisinin Mustafa Kemal’i tabu haline getirip şahsî kanunla koruma altına alması da serbest tartışmaya mani olduğu için meselenin hallini iyice zorlaştırıyor.
Bu meseleyi ilk defa 1977 senesinde ele almış ve hakikati büyük ölçüde gözler önüne sermiştik (Yetıi Devir, 11-14 Aralık 1977, Makalenin tekrar neşri: Şura, 17 Temmuz 1978, sy.27). O zaman Fransız tarihçi Benoist-Méchin’den naklen, biz de onun “Vedata” locasında tekris edildiğini zannetmiştik. Halbuki 1982 Kasım’ında Üstad-ı Azam Kemalettin Apak’m Ana Çizgilerile Türkiye’deki Masonluk Tarihi kitabı (İstanbul, 1958) elimize geçince 1900’lü senelerde “Vedata” isimli bir locanın mevcut olmadığına muttali olmuştuk. Demek ki bu bilgi yanlıştı. (“Vedat” mahfili 1925’de teşkil edilmiş.)
Mamafih yine 1978 senesi içinde Fransa’da bulunan bir arkadaşımızın yardımıyla muhtelif obediyansları temsil eden Fransız Büyük Localarının (hatta Dünya Masonlarının) ortak eseri Dictionnaire universel de la franc-maçonnerie isimli 2 ciltlik Mason ansiklopedisini temin etmiş ve onda, tekris edildiği locanın “Mace- donia Risorta et Veritas” olarak tasrih edildiğini görmüştük. Bunun üzerine yeni bir makale kaleme aldık (Sebil, 1 Aralık 1978 ve Risale-Dış Politika, Ekim 1988).
Bizim neşriyatımızın üzerinden bir hayli zaman geçtikten sonra hâlâ bir kısım Masonluk aleyhdarlarının “M. Kemal’in Masonluğa düşman olup Mason Localarını kapattığı” efsanesini devam ettirdiğini ve Türkiye Masonlarının da, kendi aralarında “Ebe di Şef’in tekrisi hususunda bir türlü mutabakata varamadıklarını hayretle müşahede etmekteyiz.
Buna binâen, geçmişte yazdıklarımızı tekrar etmeden, yeni bilgilerin ışığı altında, bu meseleyi bir kere daha aydınlatmak istiyoruz. Bunun için başlıca şu beş suale cevap vermek iktiza ediyor:
1-Mustafa Kemal Masonluk aleyhdarı mıydı?, 2) Mason Localarını kapattı mı, yoksa “bizzarûre hâl-i nevme” mi girdiler?, 3) Niçin bir “kapanma stratejisi” takip edildi?, 4) Kemalizmin “zinde kuvvetleri” Masonlar mıydı?, 5) M. Kemal tekris edilmiş miydi?
Şimdi sırasıyla bu sorulan cevaplandıracağız.
1-Mustafa Kemal Masonluk aleyhdarı mıydı?
Tespit edebildiğimiz kadanyla Müslüman kesimde ilk defa Mustafa Kemal ismini Masonluğa karşı kullanan rahmetli Raif Oğan’dır. 1950’de çıkan Masonluk aleyhdan kitabında “Atatürk’ün, memleket ve millet için muzır görerek mason şebekesini dağıttığım”, “Masonluğu ilga ettiğini”, “bunun Atatürk’ün en hayırlı inkılâbı olduğunu” iddia etmekte ve “Ata sağ kalsaydı, esrarlı mason tarikati açılamazdı” diyerek “Atatürk’ün zararlı bulduğu ve kapattığı bir sapıklık ve gerilik müessesesini yaşatmak isteyenler Atatürkçü olamazlar” hükmüne varmaktadır. Oğan iddiasında anlaşılmaz bir mantıkla Dr. Mim Kemal öke’nin Yedigürı’de çıkan rivayetine istinad ediyordu.
Bu hususta ikinci bir garâbet de Büyük Doğu’daki “Görünmiyen İnkılâp” tefrikasının müellifi rahmetli Cevat Rifat Atilhan’m yaptığı neşriyattır. (Bu ne tenâkuz!) Türk Oğlu Düşmanını Tanı isimli kitabında (Yağmur: 1970, s. 60-2) naklettiğine göre Reisicumhur ile adaşı arasındaki konuşmada güya “Ebedi Şef” gazaba gelerek “Haydi defolun buradan! Cehennem olun gidin, Yahudi uşakları! Benim milletim bana kahraman sıfatım verdi; ben sizin gibi bir Çıfit Yahudiye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye’deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde hepinizi yarın teşkil edeceğim Divan-ı Harb-i örfiye (sıkıyönetim mahkemesine) verir ve astırırım!” sözleriyle onu huzurundan kovmuşmuş… Atilhan bu sözleri Eski Van Mebusu İbrahim Arvas’ın 1964’te basılan Tarihî Hakikatler adlı kitabından naklediyor. Ne var ki kitapta “Ebedi Şef”in, Üstad’a bu şekilde hitabının hiçbir delili, şahidi görülmüyor! Belli ki rahmetli Arvas, bizzât şâhidi olmadığı ve kim bilir hangi Masonluk aleyhdânnm uydurduğu bu hayâli konuşmayı birilerinden duymuş ve muhtemelen, bu rivâyet kendi hissiyâtına uygun düştüğü için onu tenkîd süzgecinden geçirmemek gibi bir zaaf göstererek hikâyeyi kitabına olduğu gibi dercetmiştir.
Halbuki M. Kemal’in Masonluk aleyhinde mevsûk hiçbir ifadesi, hatta imâsı bile gösterilemez. Bilakis !
Mesela Nutuk’unda sarf etmiş olduğu aşağıdaki sözler. Mason Akaidinin başlıca eseslarındandır ve Anderson Nizâmatı’nın bilhassa Allah ve dinle alakalı 1. mükellefiyeti ile Michel André (Chevalier de) Ramsay’nin 1737 Nutku’ndaki fikirlere tekabül etmektedir:
“Efendiler, bütün beşeriyetin tecrübe, mâlumat ve tefekkürde teâlî ve tekemmülü(ylej, Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden sarf-ı nazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hâle konulmuş “ÂLEMŞÜMÛL SÂF VE LEKESİZ BİR DÎN”in teessüsü ve insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyat, kaba arzu ve iştahlar arasında bir sefalethânede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücudları ve zekâları zehirleyen ufunet tohumlarına galebe etmeye karar vermesi gibi şerâitin husûlünü müstelzim olan bir “ClHÂNŞÜMÛL ITTÎHÂDÎ HÜKÜMET” tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz.” (Nutuk, MEB: 1981, 1/713.)
Masonluğa karşı sempati ve sadakatini herhalde bundan daha vazıh surette ifade edemezdi.
Öte yandan Ingiltere obediyansına tâbi Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın yayın organı Mimar Sinan dergisinin 1976 tarihli 21. sayısında şöyle bir hâdise nakledilir:
“Köpeği bir gün Atatürk’ü ısırır. Köpeğin kendi sahibini ısırması bir takım endişelere yol açar. O zamanların [1925 senesi] tanınmış veteriner doktorlarından Hayim Naum Kardeş İstanbul’dan çağrılır. Görüşmeleri esnasında Hayim Naum’un Mason olduğunu öğrenen Atatürk, bu vesile ile Masonlara selâmlarını gönderir.”
Bunun üzerine “Meşrik-ı Âzam murahhası olan” Vefa Muhterem Mahfili’nde, “muhterem ve mübec-cel Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin” “Hayim Naum Kardeşi” Mason camiasına “selâmlarını tebliğe memur etmesi” sebebiyle “Gazi Paşa Hazretlerinin şereflerine, kemâl-i şevk u şâd ile, bir müselles alkış icrâ edilir.” Bununla da iktifa edilmez, bu selamdan pek mütehassis olan Mason camiası, “Ebedi Şefe, Üstad-ı Âzaminin imzasıyle, bir taabbüd havasında, coşkun bir teşekkümâme gönderir, ki bunda “efkâr ve ezhânı [fikir ve zihinleri] bâtıl akide ve an’anelerden kurtarmağa azmetmiş ve muvaffak olmuş bir kahraman selâmlanmaktadır”. “Efendimiz Hazretleri” diye başhyan ve Üstad-ı Azam Servet Yesârî’nin imzâsını taşıyan 9 Mayıs 1341 (1925) tarihli teşekkümâme şu iki cümleyle bitiyor:
“Makasıd-ı esâsiyesi (asıl maksatları) meyâmnda hassaten taassub, cehâ- let ve akaid-i bâtıla (batıl inançlar) ile mücâdele gayesini tâkîb eden Masonluk, Zât-ı Riyâsetpenâhîlerinin faâli- yet-i mütezâyide-i fazîletperverîleri sâyesinde sevgili memleketimizi pek yakında en muazzam hayır ve mükemmeliyete vâsıl olmuş göreceğinden emin ve mutmâindirler. Teşekkü-rat-ı tâzimkârânemizi hâk-i pây-i sâmî-i Riyâsetpenâhîlerine arz ve tekrâr eyleriz, Efendimiz Hazretleri.”
Mektupta geçen “taassub, cehâlet ve akaid-i bâtıla” tâbirleri ile Mason jargonunda “irtica”ın, yani İslamın kasdedildigine dikkat etmek lazımdır.
Her yıl üç bin lira yardım
M. Kemal’in Masonlara teveccühü elbette bir selamla kalmıyor; serbestçe teşkilatlanıp faaliyet göstermelerine müsaade ve devletin birçok kilit mevkiini onlara teslim ettiği gibi, beynelmilel Mason ictimalarına iştirak etmelerini, hatta bunlardan birinin İstanbul’da yapılmasını da memnuniyetle karşılıyor. Kemalettin Apak’ın kitabından öğrendiğimize göre, Beynelmilel Mason Cemiyeti’nin (Asso-ciation maçonnique internationale -AMI-) 5-13 Eylül 1932 tarihlerinde İstanbul’da yapılan toplantısında 23 ülkenin Meşrik-ı Azam ve Büyük Locaları temsil edilmiş ve bu toplantının Reisi seçilen Ustad-ı Azam Mustafa Hakkı Nalçacı, “Reisicumhur Ulu Gazi Hazretlerine aşağıdaki tâzim telgrafını çekmiştir:
“Milletler arasındaki Mason Birliği Konvamnm İstanbul’da toplanması münasebetile, hür ve laik Türkiye’mizin Büyük Kurtarıcısının sağlık ve saadetinin devamı ve yurdumuzun refahla yükselmesi, maddî ve manevî terakkisi yolunda görülen muvaffa- kiyâtın temâdîsi (başarıların devamı) temenniyâtına hürmetle ve candan alkışlarla müttefikan karar verilmiş olduğu mâruzdur, Ulu Gazimiz.” Beynelmilel bir Mason toplantısında hakkında “kemâl-i şevk-u şâd ile müselles alkış icrâ edilerek” tebcil edilen “Ebedi Şef de bu hareketten duyduğu memnuniyeti beynelmilel Mason camiasına Riyâset-i Cumhur Umumî Kâtibi (Genel Sekreteri) Hikmet Bayur’un şu telgrafıyla iletmiştir: “Türkiye hakkındaki her temenniyâtı hâvî telgrafınızdan Reis-i Cumhur Hazretlerinin memnun olduklarını bildiririm. Efendim.” (Bayur’un da -kendisi bunu şiddetle tekzip emiş olsa da- Mason camiasına mensup olduğunu Behzat Binez, Mimar Sinan dergisinde (-sayı 41, 1981: 97-) dile getirmiştir. Masonik faaliyetlerine “Tek Adam” devrinde başlamış olan Binez, o seneleri “Masonluğun mânen ve maddeten bir gelişme ve genişleme devri” olarak vasıflandırmakta ve “Atatürk’ün Masonca düşündüğü” tesbitinde bulunmaktadır (-s. 98-).
1949’da TBMM’de Masonluk hak-kında Dâhiliye Vekiline verilen bir sual takririnde (soru önergesinde): “Bu teşekkül, kökü dışarıda, beynelmilel ve Siyonist bir teşekküldür. Atatürk’ün kapattığı bu teşekkülün tekrar açılması, onun ruhunu tâzib eder!” denilmişti. Büyük Loca’nın aynı sene yapılan kongresinde Türkiye Süprem Konseyi Suvren Gran Komandörü Op. Dr. Öke bu ithama şu cevabı vermişti:
“Şu dakikada onun ruhunu tâzib değil, taziz ediyoruz. Atatürk mason teşekkülü için çok büyük iltifatta bulunmuş, Ankara’daki binaya her yıl üç bin lira yardım etmişlerdir. Bugün başımızdakiler de aynı yardımda bulunmuşlardır. Atatürk memleketimizi ziyarete gelen tanınmış şahsiyetleri bu lokalde kabul ve ziyaret etmişlerdir. Mason teşekkülünü Atatürk kapatmamıştır. Siyasî ahvâl o zaman böyle bir imâyı mecbûrî kılmıştı” (Türk Mason Dergisi, sayı: 1, Ocak 1951’den naklen: Tesviye, sayı: 67, Mart 2006).
Ankara’daki bu lokal Cumhuriyet Mahfili’ne aitti. Apak’m verdiği malumata nazaran binası “Yenişehir’de Emniyet Abidesi karşısındaki köşenin başmda bulunmaktaydı ve Belediyeden Hükümetin de yardımıyla satın alınmıştı”.
Bu mahfil 1925 senesinde tesis edilmiş olup Ankara’da tekti. Apak’a göre: “Ankara gibi TC’nin her bakımdan yeni bir ruh fışkıran ve müteselsil inkılâp hamleleri doğan başşehrinde, zamanın vekîl, meb’ûs, yüksek me’mur ve serbest meslek sahibi birçok münevverlerini etrafında toplayıp değerli bir Masonik muhit yaratmıştı.” 1935’te üye sayısı 300’ü geçmişti. Yine Apak’m kalemiyle: “Bu lokalimiz, gayet ince bir zevkle çok güzel tertip ve tanzim olunmuştu. O vakitler memleketin muhtelif yerlerinden Ankara’ya gelen Masonlar, işlerini Cumhuriyet Mahfilinin toplantı günlerine göre ayarlarlar ve bu güzel lokalin cazip muhiti içinde ruhî gıdalarını alırlardı.”
Demek ki “gayet ince bir zevkle tanzim ve tertip olunan bu güzel lokal”, “Ebedi Şef”i de cezbetmekte, bir taraftan onun huzuruyla şerefyâb olurken, diğer taraftan ona bol bol ruhî gıdasından ikram etmekteymiş. Herhalde onun da iştirakiyle bu Loca, “Devletin ve Hükümetin masonik kalbi” haline gelmişti (Üstâd-ı Muhterem Tamer Ayan’m Atatürk ve Masonluk adlı kitabından, 2008, s. 302).
Hakikaten Masonluğa bu derece iltifat eden, Ankara’daki binasına her yıl 3 bin lira yardımda bulunan ve ecnebi misafirlerini Mason lokalinde kabul etmekten çekinmeyen bir zat, nasıl oluyor da onlara düşman gösterilebiliyor? İşte bu da, Kemalist propagandanın bir başka tahrifi! “Kemalist propaganda” diyoruz, çünkü netice olarak , bu mantıksız propaganda Kemalizmin muayyen bir kesimin nezdin- de makbul kılmaya yarıyor.
2-Locaları kapattı mı, yoksa mecburen “hâl-i nevme” mi geçtiler?
Cevat Rifat Atilhan’m Türk Oğlu Düşmanını Tanı isimli kitabındaki (s. 63) iddiasına nazaran 1935’te “Atatürk bütün celâdetiyle kapattırmış’ olmasına rağmen 1948’de İnönü’nün müsaadesiyle yeniden faaliyete geçen Mason Localarının tekrar kapatılması için TBMM’de 1951 Nisan’ında DP Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’m yaptığı kanun teklifi, Cumhurreisi Celal Bayar’m tesiriyle reddedilmişti. Gür- kan, “Merhum Atatürk’ün bu kapatma işinde vatanperverlik ve milliyetçilik hislerine dayandığını biliyoruz” diyordu (a.e., ss. 50, 55). Teklifi destekleyen Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaş da “Masonluk Cemiyetinin Atatürk tarafından beynelmilel, gizli, zararlı ve kökü dışarıda olduğu için kapatılmış olduğunu” iddia ediyordu.
İddialar doğru olsa Mason derneklerinin resmen feshi ve mensuplarından mahkeme huzurunda hesap sorulması lazım gelmez miydi? Halbuki ortada ne fesih, ne de kanunî takip var. Dahası, bu mesele insanda efkâr-ı umûmiyeyi (kamuoyunu) aldatmaya matuf bir oyun oynandığı intibaı bırakıyor. Masonların da kendi aralarında bir hayli tartışıp ihtilaf ettikleri bu meselede en objektif bilgileri, Üstad-ı Azam Apak’ın kitabı ile Üstad-ı Muhterem Ayan’ın Kalbimizde Saklı Kalan Atatürk ve Masonluk’unda (Ank.: 2008) bulmak mümkün.
Bu meselede Mason camiasında dahi birbirine bu kadar zıt değerlendirmelerin çıkmasının başhca sebebi, herhalde Masonluk aleyhdarlarının Kemalizmi tahrif ve istismar etmeleri, onu Masonluğa karşı kalkan olarak kullanmak sû-i niyetiyle yaptıkları propagandayla zihinleri bulandırmış olmalarıdır. Halbuki mesele, izan sahipleri için ayan beyan ortadadır. Şöyle ki:
Mason teşkilatının yetkili temsilcileri, Anadolu Ajansı’na verdikleri 9 Ekim 1935 tarihli beyanatlarında demeklerini fesih değil, sadece faaliyetlerini -şimdilik- tatil, mallarını da Halkevlerine teberru ettiklerini ifade etmişlerdi. Ajansın haberi aynen şöyle:
“Mes’ûl ve ma’ruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir: Türk Mason Cem’iyeti, Memleketimizin sosyal tekâmülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazar-ı itibara alarak ve TC’de hâkim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine -bu hususta hiçbir kanun olmaksızın- nihayet vermeği ve bütün mallarım Memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür” (Apak, s. 164).
Binaenaleyh hiçbir suretle resmen “kapatma/kapanma”, daha doğrusu “fesih” olmadığı meydanda. (Bunun gayr-i resmî bir talimatla olduğunu iddia edenler ise hiçbir delil göstere miyor.)
Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nm resmî beyanı da (“fesih” kelimesi istisna edilirse) Mason makamlarının açıklamasıyla aynı mahiyettedir:
“Türk Masonları kendi ideallerinin Hükümetin esas programında dâhil olduğunu görerek kendi teşkilatlarını kendileri feshetmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alâkası yoktur” (Apak 1958:164).
Bundan başka, resmî Mason faaliyetinin tatilinin bir kanun ve resmî emir olmadan vuku bulduğu o kadar açıktır ki Illustration mecmuasının Kasım 1935 tarihli nüshasında “Türkiye’deki bütün Mason Localarının aniden çıkarılan bir kanunla feshedilip (dissolution) mallarının da Hükümetçe müsâ- dere (confiscation) edildiği” şeklinde bir haber çıkınca bizzat Hükümetin inisiyatifiyle bazı Mason temsilcileri Dahiliye Vekaletinde toplantıya davet edilmiş (Ayan 2008: s. 320) ve orada hazırlanan bir tekzib veya tavzih yazısı mecmuaya gönderilerek A.A.’na verilen beyanattaki ifadeler aynen tekrar edilmiştir.
3-Niçin Bir Kapanma Stratejisi Taki Edildi ?
Bu bir “kapatma”, daha doğru bir tabirle “fesih” olmasa da, stratejidir. Masonlar bu hususta birbirini nakzeden birçok iddia ileri sürmekle beraber bunların bir ortalaması olarak en makul izah şöyle olabilir:
1-Mason âleminin haricindeki bazı amiller: Bundan kasdedilen, hususen Almanya, İtalya ve Sovyetler Birliği gibi memleketlerde Masonluğun yasaklanması, dünyadaki kuvvetli Mason aleyhdarı cereyanın Türkiye’ye de yansıması, bunun da Kemalist rejime ciddi şekilde zarar vermesinden endişe edilmesidir (Apak, Araş, Ayan ve Akev).
2-Türkiye’deki Masonluğun bünyevi sıkıntıları: Bu husus Apak’m kaleminden şöyle ifade edilir: “Kuru ve sert bir realistik zihniyetle ideale kıymet vermeyip Masonluğu artık cazibesini kaybetmiş ve rolünü bitirmiş tarihî bir müessese saymak, bunun neticesi olarak Masonluğa karşı gittikçe artan bir alakasızlık ve devamsızlık göstermek, şahsi bazı meseleleri Masonik sahaya da intikal ettirmek ve nihayet cezri bir tasfiye lüzumuna kanaat getirerek vâki olacak bir kapanıştan ileride daha canlı ve imanlı bir kalkınma için faydalanmayı düşünmek” (Apak, s. 162). Bu o kadar doğru bir teşhistir ki, 1948’deki uyanış esnasında, (Yüksek Şurâ’nın 13 atölyesi aynen faaüyete devam ederken) 1. ile 3. dereceler Remzî Localarının hiçbiri uyandırılmamış, eski Masonlar arasında “seleksiyon veya cezri tasfiye yapılarak” yeni localar kurulmuştur (Ayan, s. 349, 390: Apak, s. 171).
4-Kemalizmin “zinde SUAL kuvvetleri” Masonlar mıydı?
1935 Ekim’inde Dahiliye Vekale- ti’nde kafa kafaya verip bu fırtınalı devreyi en az zararla atlatmak için resmen tatil ilanında bulunmayı en münasip yol olarak değerlendiren heyetin hemen hepsi memlekette en mesul makamları işgal eden zatlardır ve şu 8 kişiden müteşekkil heyetin tamamı 33 dereceli masondur:
Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, Amir-i Hâkim-i Azam (Yüksek Şura’nın başı) Dr. İsmail Hurşit, İstanbul Emlak Bankası Müdürü, Üstad-ı Azam (Meş- rik-ı Azam’ın başı) Muhiddin Osman Omay, Yüksek Şura Azasından Dr. Fuat Süreyya Paşa ve Muhib Nihad Kuran, Devlet Şurası (Danıştay) Reisi Mustafa Reşat Mimaroğlu, Ankara Vahşi Nevzad Tandoğan ve mebuslardan Dr. Rasim Ferit.
Tabii hepsinin gerisindeki “Tek Adam”ı unutmamak lazım; zira Üstad-ı Muhterem Ayan’ın dediği gibi (s. 317) “Atatürk’ün ‘Ebedi Şef’ ve ‘Ulu önder’ olarak her şeyin başında ve üstünde tek yetkili olduğu bir dönemde onun izni ve hatta teşviki olmaksızın İçişleri Bakanı’nın kendi kendine böylesi bir Masonluğu koruyucu tasarrufta bulunması çok zor, hatta mümkün olmayacak bir cesaret işidir.”
Bunun içindir ki Ayan, bütün Masonların Ebedi Şef’e şükran borcu olduğu kanaatindedir;
“Bütün kardeşler ve tabii Atatürk, son derece akıllıca ve Masonlara yakışır basiretle davranmışlardır. […] Türk Masonluğunu kapanmadan sadece uykuya yatmakla kurtardıkları için adlarını Türk Masonluk tarihine yazmak gerekir. […] Başta Atatürk olmak üzere, içişleri Bakanı Şükrü Kaya Kar- deş’e ve diğer katkısı olanlara, Türk »Masonları olarak ne kadar minnet ve şükran duyulsa azdır… Masonluğun yıpranmadan bugünlere gelmesinin planını yapmışlar ve eyleme geçirmişlerdir” (s. 379, 375).
Aslında o devirde CHP, devlet ve Masonluk (+ Sabataîlik) neredeyse aynileşmiş bulunuyor ve bu da ancak “Tek Adam”ın mutlak iradesiyle mümkün oluyordu.
Masonluk Kemalist rejimde fevkalade bir inkişaf göstermiş, 25 yeni loca, 10 yeni atölye açılmış, loca ve atölye toplamı 44’e ulaşmıştı. İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Manisa, Samsun ve Gaziantep’te faaliyet gösteren localarda Üstad-ı Azam Mehmed Fuad Akev’in Dictionnaire universel de la franc-maçomerie’àéki makalesine göre (1974: 11/1329), 2 binden fazla, Akev gibi Sabataî cemaatine (ve belki Masonluğa da) mensup olan Haydar
Rifat Yorulmaz’ın Farmasonluk isimli kitabına göre ise (1934, s. 242), 2.500 Mason mevcuttu. Kalburüstü münevverlerin pek mahdut olduğu o günün Türkiye’sinde bu mühim bir sayıydı. Ayan’m kaydettiği gibi: “Bu kadro, genç Cumhuriyet yöneticileri ve yönlendiricileri arasında seçkin yapıtaşları niteliğindeydi”.
Yine Haydar Rifat’m doğrudan Mason kaynaklarına dayanan kitabına nazaran (s. 214-7), bütün üyelerinin tek tek M. Kemal tarafından tayin edildiği “Büyük Millet Meclisi’nde aşağı yukarı 92 mebus Masondur. Cemil Bey Tekirdağı, Rasim Ferit Bey 33 derecelidirler. Mebuslardan Edip Servet Bey’e [Tör] ve eski mebuslardan Dr. Fikret Bey’e [Fikret Takiyeddin Onu- ralp] tarikatin Üstad-ı Azam payesi tevcih olunmuştur… Aydın Mahfiline mensup Yunus Nadi Beyefendi 19
5-Tekris edilmiş miydi?
Harbiye ve Erkân-ı Harbiye Mekteplerinden sıra arkadaşı Ali Fuad Cebesoy Paşa’dan (ve daha birçok kaynaktan) öğrendiğimize göre M. Kemal daha Harbiye sıralarında her fırsatta gizli cemiyetler teşkil etmeye uğraşıyor, hükümet darbesi yapmayı planlıyordu. Gerek Cebesoy’un Sınıf Arkadaşım Atatürk isimli hatıratında (1981, s. 119-20), gerek Falih Rıfkı Atay’ın Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri adlı kitabında (Sel: 1955, s. 49-50), gerekse değişik vesilelerle anlattıklarından anlaşılıyor ki küçük yaşlardan itibaren herkesin önüne geçmek, baş olmak ve insanlara hükmetmek ihtirası bütün hayatına yön vermiştir. Kendisini “Tanrımsı” (age, s. 18) olarak , vasıflandıran Atay anlatıyor: “Bir gün kendisine niçin Libya’ya gittiğini sormuştum, ‘Enver gittiği için!’ cevabım verdi. Akılsızca da olsa kahramanlık şöhreti veren hiçbir sergüzeştte ondan geri kalmamalı idi” (s. 105).
Bunun içindir ki en küçük bir muhalefete veya itiraza tahammülü yoktu. Kimi ve neyi mani olarak görmüşse bertaraf etmekte tereddüt göstermemiş, emellerini gerçekleştirmek için “millî sır” parolası altında daima zaman ve zemine göre üslup ve tavır değiştirmiş, yeteri kadar muktedir mevkie gelince velinimeti Osmanlı padişahlarına en ağır hakaretlerle hücum etmekten, Anadolu ve Rumeli’yi Türklere vatan yapan bütün Osmanlı hanedanını öz diyarlarından kovmaktan, sıra arkadaşı Ali Fuad Paşa’yı veya onca iyiliğini gördüğü Kâzım Kara- bekir Paşa’yı İstiklâl Mahkemesi’ne çıkarttırmaktan yahut sınıf arkadaşı Adanalı (kendisine dans etmeyi öğrettiği Ayıcı lakabı ile maruf) Miralay Arif Bey’i, dava ve loca arkadaşları Ca- vid Bey’i, Dr. Nazım’ı vs. ipe göndertmekten çekinmemiştir.
“Zevk ve saltanatına düşkün, her zilleti irtikab edecek menfur bir şah-sıyet” sözleriyle (Söylev ve Demeçleri 2006: II/l) hakaret ettiği cennetmekân Abdülhamid Han, bütün zekâsı ve gücüyle çırpınarak beynelmilel Siyoniz-me ve emperyalist Avrupa’ya rağmen Osmanlı’yı ayakta tutmayı başardığı sırada o, imparatorluğun milliyetler arasında paylaştırılarak tasfiye edilmesi planlan yapıyor ve îttihatçıları bu siyaseti benimsemeye zorluyordu (Cebesoy, 114-7). Bunun içindir ki strateji muvaffak olduğu zaman memnuniyetini “Osmanlı Devleti maaliftihâr (övünerek söylüyorum ki) ölmüştür!” sözüyle ifade edecektir.
Aralık 1904’te yüzbaşı rütbesiyle Şam’daki 5. Orduya tayin edilince “Vatan ve Hürriyet namile gizli ve ihtilalci bir cemiyet teşkil etmiş, Yafa’da bir şubesini açmış, faaliyetini Rumeli’ye de teşmil etmek maksadile Mısır ve Yunanistan’dan geçerek gizlice Selaniğe gelmiş ve orada da cemiyetin bir şubesini teşkil etmişti. Meşrutiyetin ilânı sıralarında bu cemiyet ittihat ve Terakki namını almıştır”.
Son cümleler, kendi ağzından yazılmış resmî inkılâp tarihinin (Tarih IV) 1934 baskısından (s. 18) iktibas edilmiş olup yanlış anlamaya mahal verecek şekilde mübalağalıdır.
Ali Fuad Paşa’mn da anlattığı gibi aslında Selanik’te onun teşkilatından evvel kurulmuş bir ihtilâlci gizli cemiyet daha vardı ve Ittihad ve Terakki buydu. Vatan ve Hürriyet’in Cebesoy dahil bütün mensupları Ittihad’a geçtikleri için kendisi de -iltimasla- Selanik’e gelince “bu emr-i vâkii kabul ve Ittihad’a intisab zorunda kalmış”, böylece iki ihtilâlci gizli teşkilat birleşmişti. Takvimler 27 Eylül 1907’yi göstermekteydi (Cebesoy, s. 113). işte bu, M. Kemal’in Macedonia Risorta Mahfili’nde tekris edildiği tarihtir.
6-Önce Mason, sonra İttihatçı
Zira, ittihatçı teşkilatlanmasında İtalyan Karbonari modeli esas alınmıştı. Tamer Ayan’ın izahıyla söylersek:
“Hem ittihatçı, hem de Mason olan asker ve sivil arkadaşlarının etkisiyle, ‘önce Mason, sonra ittihatçı’ kuralına uygun olarak, önce Macedonia Risorta Locası’nda Mason olmuş ve bunu takiben de ittihat ve Terakki Cemiyeti’ne 1907 yılında 322 numara ile üye yapılmıştır. (…] Atatürk, en azından Cemiyet’in toplantılarına katılabilmek için, (Yugoslav Masonu) Kargotich’in açıkladığı gibi Mason olmuştur. Çünkü yakın dostlarından olan Ittihatçıların çoğu Mason oldukları gibi, ittihat ve Terakki’nin gizli toplantılarının yapıldığı merkez üssü ve arşivi de Mason Mabedi’nin yanındaki Bekleme Odası’dır. Mason olmayanların buraya girebilmesi ve toplantıya katılması elbette ki mümkün değildir. Bunun tek pratik çözümü Mason olmaktır” (Ayan, s. 162, 204-5).
Macedonia Risorta (“Dirilmiş Makedonya”) Locası 1864’te Selanik’te kurulup uzun bir müddet uykuya yatan Macedonia Locası’nın 1900 güzünde uyandırılmasıyla teşkil edilmişti. Bunu sağlayan İtalya Meşrik-ı Azami (Grande Oriente d’Italia) Üstad-ı Azami Emesto Nathan’ın bu maksatla Selanik’e gönderdiği Üstad-ı Azam Kaymakamı ressam Ettore Ferrari ile Nathan’ın kavimdaşı Emanuel Karasu’nun faaliyetiydi. Sonradan Selanik mebusu olan Karasu (Carasso), Meşrutiyet ihtilâlinin perde arkasındaki beyniydi ve locasım ihtilâlin laboratuarı haline getirmişti. Başta Talat Paşa, Midhat Şükrü (Bleda), İsmail Canbolat ve Mustafa Rahmi (Evrenos) olmak üzere ittihatçıların öncü takımının mühim bir kısmı bu locaya mensuptu.
Bu ihtilâlciler Fransa Meşrik-ı Azamı’na (Grand Orient de France) tâbi Veritas Locası’nın da müdavimiydiler. Ahmed Rıza ile Rumeli Umumi Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa Veritas Locası’nda tekris edilmiş, Câvid Bey ise
İspanya Meşrik-ı Azamı’na tâbi Perseverancia Locası’na intisab etmişti. Meşrutiyet ihtilâlini nihai hedefine ulaştıran ve M. Kemal’in Kemal’in “Hareket Ordusu” ismini verdiği, kendisinin de Erkân-ı Harbiye Reisi olduğu Ordunun Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa da Farmasondu (bkz. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın internet sitesi).
İhtilâl öncesinde Macedonia Risorta üyelerinin sayısı 200’e yaklaşmıştı; bunlardan 23’ü Rumeli’ndeki 2. ve 3. Orduların üst rütbeli muvazzaf zabitleriydi (A. Iacovella, Gönye ve Hilâl, Tarih Vakfı: 1998, s. 42). Veritas’ın üye sayısı ise 150’yi geçmişti (P. Dumont, Osman- lıalik, Ulusçu Akımlar ve Masonluk, Yapı Kredi: 2000, s. 66). Yine Selanik’te teşkilatlanmış İtalyan Labor et Lux, Yunan Philippos, Romen Steaoa Salonicului locaları da ihtilâl için çalışmaktaydı ve Sultan Abdülhamid’i devirerek bir an evvel Osmanlı’yı çözülüşe sürüklemek emeli peşindeydiler.
Kâzım Karabekir’in yazdığı gibi: “[Ingiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalist camiasını müstemleke yapmak için, Hıristiyan çocuklarım o devletlerin hududlan içinde türlü adlarla açtıkları mekteplerde ve müesseselerde yetiştirir ve onlara ihtilâl fikirleri aşılarken, kemale ermiş insanlarını da mason localarına alarak orada kendi emellerine uygun bir hale getiriyorlardı. […] [Localarda] Türk münevverleri, Türklerden ayrılmak ve hatta onları mahvetmek istiyen ve tamamile büyük devletlerin elinde birer alet olanların içinde ve onlarla birlikte gözü kapalı yürüyorlardı. […] Ana unsur olan Türk milletinin ve onun din kardeşi olan diğer İslam unsurlarının istikballeri için hiçbir şey düşünülmüyordu” (Islâm-Türk Ansiklopedisi Mecmuası, Eylül 1947, 79/5).
İtalyan Locası’na kayıtlı
Bütün bu locaların evrakından mühim bir kısmı 1917 Selanik yangınında ve 2. Cihan Harbi’nin felaketleri içinde zayi olmuştur; bir kısmı da mahzurlu bulunduğu için gün ışığına çıkarılmamaktadır. Osman Zeki Koylan, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Üstad-ı Azami Şekûr Okten’e gönderdiği 12 Ekim 1981 tarihli mektubunda Mustafa Kemal’in Masonluğunu “gün ışığına çıkarmanın kendisine nasib olduğunu” ifade ederek mektubunu şu tavsiyeyle bitiriyordu: “Netice itibarı ile, bize karşı umumî bir antipati devam ettiğinden, Ata’mızın intisabı konusunun harice intikalini asla tecviz etmiyorum. Mamafih, Localara tamimini takdirinize arz ederim” (Ayan, s. 37).
Hakikaten Bilâl Şinışir’in İngiliz Belgelerinde Atatürk adlı kitabında bulunan (1979: in/96) İngiliz işgal kuvvetleri kumandam General Harington imzalı ve 20 Ocak 1921 tarihli istihbarat raporunda M. Kemal’in “1907’de Selanik’e tayin edilince, hem Ittihad ve Terakkî’ye, hem de İtalyan Mason Locası’na kaydolduğu” bildirilmiştir (Ayan, s. 195).
Bundan başka o zaman yüzbaşı ve sonradan M. Kemal’in en yakınlarından olan Kâzım Nâmi Duru, hemşehrisi Koylan’a “Kolağası Mustafa Kemal, belediye doktoru Tevfik Rüştü (Aras) ve Fethi (Okyar) beylerle beraber İtalya Meşrik-ı Âzamı’na tâbi locaya devam ettiklerini” söylemiştir (Ayan, s. 191). Hâlbuki Iacovella’nın İtalya Meşrik-ı Âzamı’ndan aldığı listede (s. 61) sadece Dr. Tevfik Rüştü’nün kaydı görülmektedir. Binaenaleyh liste bir hayli eksiktir. Bununla beraber yine aynı Meşrik, elinde sağlam bilgiler olmalı ki, yayın organı olan Rivista Mas-sonica mecmuasının Ocak 1973 tarihli nüshasının (Vol. 64-8 yeni seri) 46. sayfasında (Ayan, s. 519-21), “Modem Türkiye’nin babası Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ün 1938’de Macedonia Risorta et Veritas Locası’nın Azası bulunduğunu” kaydetmektedir.
Fransız ve dünya Masonluğunun ortak eseri Dictionnaire universel de la franc-maçonnerie de (1974:1/91), bu bilgiye istinaden “Modem Türkiye’nin babasının, 1938’de vefatında, Italyan Locası Macedonia Risorta et Veritas Azası bulunduğunu” tekrar etmektedir. Dünya Masonluğu bu hususta öylesine ittifaka varmıştır ki birçok büyük locanın internet sitesinde benzeri tesbiti görmek mümkündür (Mesela ffanc-maçonnerie.org veya Lake Har- riet Lodge No 277.).
Üstelik İstanbul İtilâf Kuvvetleri tarafından işgal edildiği zaman Mustafa Kemal’in himayesine sığındığı (Lord Kinross, 2011: s. 180,182) İtalya Fevkalâde Elçisi ve Farmason Comte Sforza da, Les Bâtisseurs de l’Europe modeme isimli kitabında (Paris, 1931: s. 343-364; Ayan, s. 193), himaye ve desteğini esirgememiş olduğu M. Kemal’in Mason olduğunu kaydediyor.
Mustafa Kemal’in Mason olduğuna dair deliller böylece sıralanıp gidiyor ama ne gariptir ki, olmadığına dair hiçbir delile rastlanmıyor. Bu meseledeki belki tek muamma, İtalyan Mason mecmuasının, onun tekris edildiği ve ölünceye kadar sadık kaldığım beyan ettiği Macedonia Risorta Loca- sı’nın ismini neden Macedonia Risorta et Veritas olarak belirttiğidir. Türkiyeli Masonlar İtalya Meşrik-ı Azamı’na sorup bizi de aydınlatamazlar mı?
———————–
Mustafa Kemal Mason localarını kapattı mı, yoksa “bizzarure hâl-i nevme” mi girdiler? Şu 6 hususa dikkat edince “kapatma” meselesi aydınlanmaktadır:
1-Her ne kadar Mason emlâki Halkevlerine devredilmişse de, bu hukukî muamele -kasden- usulüne uygun (umumi heyet kararıyla) yapılmadığı için 1948’de tekrar faaliyete geçtiğinde uzun seneler süren davaları müteakip olsa dahi önceki Masonluk hükmi şahsiyeti olan Türk Yükseltme Cemiyeti adına açılan davalarla (Ayan, s. 389), İstanbul, Ankara ve İzmir’deki üç binanın geri alınması mümkün olmuştur (Apak, s. 178).
2-Mason binaları Halkevlerine teslim edilmeden evvel bütün evrak ve Masonik eşya emin mahallere nakledilmişti (Ayan, s. 380).
3-Yine bir kanunla veya mahkeme kararıyla, hatta derneğin umumi heyet kararıyla “fesih” gerçekleşmediği için 1948’de “Millî Şef ve hükümet tarafından yakılan yeşil ışık, hatta isteğe” (Ayan, s. 386) mebni dernek (yeni unvanıyla Türkiye Mason Derneği), İstanbul vilayetine verilen bir dilekçe ve nizamnameyle kolaycacık tekrar faaliyete geçebilmiştir.
4-Masonlar ancak kısmen uykuya girmişlerdir; zira faaliyetini tatil ettiğini resmen ilan eden sadece Masonluğun ilk üç derecesini bünyesinde toplayan (remzî dereceleri tanzim eden) Büyük Loca (Türk Yükseltme Cemiyeti)’dir; yoksa 4-33. derecelerden atölyelerin tâbi olduğu Yüksek Şurâ (Türkiye Yüksek Masonluk Cemiyeti) faaliyetine devam etmiş, bu çerçevede 16 masonu 33 dereceye yükseltmiş, bu meyanda 1939’da 1-3. dereceler için de üç yeni loca (ideal, Kültür ve Ülkü) kurmuş, 1948’deki uyanışta bu localar çekirdek vazifesi görmüştür (Ayan, s. 384). Üstelik Apak’ın kaydettiği gibi, Büyük Loca Masonlarından bir kısmı aralarındaki görüşme ve dayanışmayı devam ettiriyorlardı: “İstanbul’da, İzmir’de ve Ankara’da birçok biraderler grup grup muayyen günlerde lokanta ve gazinolarda veya mahdut mikdarlarda dahi olsa evlerde toplanıp bir araya geliyorlar ve böylece hep beraber yemek yeyip eğlenerek hem birbirlerine olan tahassürlerini gideriyorlar, hem de eski yılların şimdi daha da tatlılaşan hatıralarını tazeliyerek yarına ümid ve dileklerini kaybetmiyorlardı.” Zaten Üstad-ı Azam Mehmed Fuad Akev’in kaydettiği gibi , “sırri gizli bir teşekkülün (formation secrète mystique)” hiçbir zabıta takibi olmadan kendi kendine kapandığını iddia etmek akıl kârı mıdır?
5-Güya yerli localar faaliyetlerini tatil etmişken ecnebi localar-hem de Türkiye haricindeki büyük localarına tâbi olarak- faaliyetlerine rahatça devam ediyorlardı (Apak, s. 172; Akev 1974:11/1330).
6-Hepsinden mühimi, gerek locaların (hakikatte sadece Remzî Locaların ve kısmen, zahiren) faaliyetinin tatil edildiğini ilân eden resmî Mason beyannamesinde olsun, gerekse Dâhiliye Vekilinin izahatında olsun. Masonluk asla muzır yahut “kökü dışarıda” tehlikeli bir teşekkül olduğu veya en azından hükümete (totaliter CHP iktidarına) ters düştüğü için değil, bilakis Masonluk hükümet programında mündemiç olduğu, daha açık bir ifadeyle, zaten Kemalist iktidar bütünüyle Masonlukla aynileşmiş bulunduğu için artık varlığına ihtiyaç kalmadığı ifade ediliyor. Öyleyse bu ne menem bir”kapatma” veya “kapanma”dır?
Yesevîzâde Alparslan Yasa
Derin Tarih,sayı:39
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…
Yorumlar Göster
Selamun aleyküm. Bu site kimin bilmiyorum ama, siteyi takip ettiğim kadarıyla herşeyde kaynak kullanıyorsunuz. Doğru kaynaklar var farkındayım. Ama bu M.Kemal in masonluk mevzuunda, nutuk un 713. Bölümün de M.Kemal ingiliz tarihçinin o görüşüne katılmadığını belirtiyor. M.Kemal bir örnek için o hikayeyi anlatıyor. İnsanlar o kadar doğrunun içinde o yanlışı görürse, diğer gerçeklere inanmayabilirler.. o bölümü çıkarabiliyorsanız bence ya çıkarın yada makaleyi komple kaldırın.. çünkü sırf o yanlıştan sebep insanlar bu siteye güvenmez. Nacizane benim tavsiyem sitenize budur. başkaca konularda da böyle yanlışlar varsa onlarıda kaldırın yada düzeltin bence.