Mustafa Ke­mal Şapka İşini Darbe ile Yaptı
Paylaş:

images-110 Mustafa Ke­mal Şapka İşini Darbe ile Yaptı

Mustafa Ke­mal bu şapka işini darbe ile yaptı ve bunun müthiş zararları ol­du:

1 – Vicdanlara tahakküm. İnsan ne isterse onu giyer. Kimin ne karışmak hakkıdır. Bu kadar da hürriyet olmazsa o hayat mıdır? Bu istibdattır. Çirkin. İslâmiyetin muamelât-ı hâs namıyla insan­ların yediğine, içtiğine kadar karıştığım söylerler ve bunu tenkid ederler. Bu fikir yayılmış, revaçta bir fikirdir. Bir gün Fransa’nın cenubunda “Kan” da Fransız Âyan âzasından Şerabo ile görüşü­yordum. İstanbul’dan sordu. Ben de: “Biz de artık sizin gibi şap­ka giyiyoruz. Soracak bir şey kalmadı” dedim. Şerabo: “İyi ama, insanın giyeceğine kadar karışılır mı? Bu çirkin bir istibdad” de­di.

2 -Halkta büyük bir inkisar oldu. Mâneviyatı kırıldı. Gâvur olduk zanettiler, Hükümete diş biliyorlar. Birgün harp olsa, bu millet gayretle harp etmez.

3- İktisadî müthiş bir zarar. Milyonlarca lira harice aktı, gitti.Bundan da yahudiler istifade ettiler. İtalya ve Fransa’da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular. İki-üç frank kıymeti olan bu şapkalar, en aşağı on liraya (yüzyirmi frank) sa­tıldı. Bunların çoğu zımpara kağıdı ile temizlenmiş şapkalardı. Bugün bu adamlar (Mustafa Kemal ve İsmet) harice para gitme­mesi ve iktisat edilmesi zarureti karşısında çırpınıyorlar. Peki! Bunu beş yıl evvel düşünüp bu milyonları gidermeseydiniz ya. Beş yıl sonra akıllan başlarına geldi diyelim, fakat bu milletin göğsü tecrübe tahtası mı? Beş yıl sonrayı düşünmeyenler, devlet recûlü olur mu? Bunlarla bugünkü buhranın olacağı aşikârdı. Şunu yapacaksın, bari evvelâ bir şapka fabrikası yapsaydın ya… Her şeyi evolosyon yapar. Erbab-ı akıl her şeyi ona bırakırlar. Bu suretle sadmesiz olur biterdi. Yapılacak şey sade evolosyonu sü­ratlendirecek şeylerdi.

Bir de bizim millet fakirdir. Bu sebeple şapkanın cebrî tatbiki hatâ idi. Herkes bir fes alıyor, işte, sokakta, düğünde de, bay­ramda da, merasimde de giyiyordu. Şimdi melon, yumuşak, si­lindir, ilh… türlü şapka ve bunların türlü renkleri var. Merasim­de silindir, siyah melon giyiyorlar. Üstüne smokin, frak ilh.. elbi­seler de zarurî oldu. Bu zavalılar bu kadar parayı nerden vere­cekler? Biz öyle milletiz ki, parayı sade ekmeğe, havaic-i zarurîyeye verebiliriz. Türkler bu fantazi masrafını ailelerin refahına, çocuklarının terbiyesine sarfederlerdi. Böyle fantazi Avrupa’nın zengin milletleri içindir.

İnceleyin:  Takrir-i Sükun Kanunu

Şapka mes’elesinin gülünç ciheti de var: Halk istemeyerek korkudan giydi. Fakat çoğu âdi kasket giyip şemsisiper yerini yukarıya büküyor, ya yana veya arkaya getiriyor, gülünç oluyor.

Bu belki de alnında ziyaya mâni bir şeye alışmamış olan insan­lara güç geliyordu. Ondandı. Bunların fotoğrafı alınsaydı eğlen­celi bir tarihî vesika olurdu. Hattâ bunu o vakit Sinop’ta sürgün bulunan gazeteci Zekeriyya’ya söyledim, güldüktü. Şapka giy­memek için yıllarla başı açık gezen sofular oldu. Hattâ şapka giymemek için nesi var satıp savıp Suriye’ye hicret edenler gö­rüldü. Feci… Köylü şapkayı hâlâ giymediler. Sinop’ta şehre bir saatlik köyde bile adi bezden üç dört şapka yapmışlar, şehre ge­len giyiyor, avdetinde misafir odasına asıp fesini ve sarığını başına geçiriyordu. Her şehre giden köylü bu şapkayı başına ta­kıyordu.

Memurları merasime mahsus şapka ve elbiseyi giymeğe mecbur tuttular. Paraları yoktu. Alamadılar. Hükümet onlara avans yaptı.

Şapkadan sonra, birgün Mecliste Hoca Raif’le görüşüyorduk. Dedim ki: “Siz nerdesiniz, hocalar her şeye küfür der, kıyameti koparırdınız. Buna iptida siz isyan etmeliydiniz. Mükemmel giydiniz. Hattâ içinizden şapka en iyi serpuştur diyenler de ol­du. Siz Türk milleti içinde en çürümüş bir sınıf imişsiniz.” “Hak­kın var” dedi.

Bu iş aksülâmallerde kalmadı. Sivas ta, Erzurum da, ötede beride halk, şapka aleyhine kıyam etti. Mustafa Kemal derhal Kel Ali’nin riyaseti altında bir İstiklâl Mahkemesi dolaştırdı. Epeyce adam astılar. Sayışım bilmiyoruz. Halk yıldı, iş bitti. Ası­lan bir hocaya pek acırım. Adım hatırlayamıyorum. Zavallı ka­nımdan evvel şapka aleyhine bir risale neşretmiş, hem de bunu Maarif Vekâletinin izniyle neşretmiş. Adamcağızı Ankara İstiklâl Mahkemesine çektiler. “Ben bunu kanundan bir yıl evvel neşret­tim. Maarif Vekâleti resmen izin verdi” dedi. Dinlemediler. Astılar. Yahu!… Mademki bu asılıyor, ona izin veren Maarif Vekilini e assanız ya…. Hem de mes’ele şapka kanunundan evvel kanunların makabline şümûlü olmaz ve bu en mühim hukukî bîresastır. Burda daha feci bir şey olmuş. Kel Ali bu esnada baş cellâd. Muavini de Kılıç Ali. Kel Ali fena adam değildir. Cidden va­tanperverdir. Fakat cahil ve safderun. Mustafa Kemal onu istedi­ği gibi bu cinayetlerde kullandı. “Şunu as!” diyor, o da asıyordu, Kılıç Ali ise mel’un, habis bir şey. Onun bir merakı vardı, mah­kûm ettiği adamların asılmasında da bulunurdu. Bu kanlı hüne­rini seyretmek ona zevk veriyordu. Bu Hoca’nın asılmasında Hoca’nın boynuna ip geçirilirken, Kılıç Ali de başına bir şapka geçirmiş. “Giy, domuz!” demiş ve küfürler etmiş. Zavallı böyle ölmüş ve böyle saatlerce teşhir edilmiş. Şu Kanlı Kılıç ne acayip bir mahlûktur… İnsan asılan adama hakaret etmekten haya eder. Zavallı eli bağlıdır… İlmik, gözünün önündedir.

İnceleyin:  Tarihi Eser Kaçakçılığı

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur