Müşrikleri Öldürün” Emrinin Mahiyeti
Yüce Allah’ın: “Artık o müşrikleri… öldürün” buyruğu, bütün müşrikler hakkında umumi olmakla birlikte sünnet, bunlar arasından daha önce el-Bakara Sûresi’nde (2/190. âyet 1. başlıkta) açıklaması geçtiği üzere kadın, rahip, çocuk ve benzeri kimseleri tahsis etmiş (bu genel hükmün dışında bı-rakmıştır. Nitekim yüce Allah kitap ehli hakkında da: “Cizye verinceye kadar…” (et-Tevbe, 9/29) diye buyurmaktadır. Ancak “müşrikler” lafzının kitap ehlini kapsamına almaması da mümkündür. Bu da cizyenin puta tapanlardan ve diğerlerinden -ileride açıklanacağı üzere- alınmamasını gerektirir. Şunu bilmeli ki, yüce Allah’ın: “Müşrikleri öldürün” buyruğundaki mutlak ifade, herhangi surette olursa olsun onları öldürmenin caiz olmasını gerektirmektedir. Ancak, Hz. Peygamberden müsleyi yasaklayan haberler varid olmuştur.
Bununla birlikte Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)’ın irtidad edenleri ateşle yakması, taşla öldürmesi, dağların tepelerinden atması, başaşağı kuyulara atması şeklindeki öldürmelerine de âyetin umumi ifadesini kendisine delil almış olabilir. Aynı şekilde Ali (r.a)’ın, irtidat eden birtakım kimseleri yakarak öldürmesini de bu görüşe meyletmesi ve lafzın genel oluşuna dayanarak bunu yapmış olması ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.[1]
Müşriklerin Bulundukları Yerde Öldürülmelerinden İstisnalar:
“O müşrikleri nerede bulursanız…” buyruğu, her yer hakkında umumidir. Ebu Hanife -Allah ondan razı olsun- ise, dalıa önce el-Bakara Sûresi’nde (2/191-192. âyetler, 3. başlıkta) geçtiği üzere Mescid-i Haramı istisna etmiştir, Bununla birlikte (hükmün mensuh olup olmadığı hususunda) ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. el-Hüseyn b. el-Fadl der ki: Bu âyet-İ kerime, Kur’an-ı Kerimde yüzçevirmekten ve düşmanların eziyetlerine sabredip katlanmaktan söz eden bütün âyetleri nesli etmiştir.
ed-Dahhâk, es-Süddî ve Ata da şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime yüce Allah’ın; “Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın” (Muhammed, 47/4) buyruğu ile nesli edilmiştir ve hiçbir esir eli kolu bağlı öldürülmez demişlerdir. Esir ya karşılıksız serbest bırakılır, yahut fidye karşılığında bırakılır.
Mücahid ve Katade ise derler ki; Bilakis bu âyet-i kerime yüce Allah’ın: “Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın” (Muhammed, 47/4) buyruğunu neshetmekte ve müşrik olan esirler hakkında öldürülmelerinden başka bir uygulama caiz bulunmamakladır.
îbn Zeyd her iki âyet de muhkemdir demektedir ki, doğru olan da budur. Çünkü, karşılıksız serbest bırakmak, öldürmek ve fidye almak, müşriklerle yaptığı İlk savaş olan -önceden de geçtiği üzere- Bedir gününden itibaren uyguladığı hükümler olagelmiştir. Yüce Allah’ın: “Onları yakalayın” buyruğu da buna delildir. Yakalamak ise esir almaktır. Esir almak da, imamın uygun göreceği tercihe göre ya öldürmek için, yahut fidye almak için veya karşılıksız bırakmak için olur.
“Onları alıkoyun” buyruğu ise, sizin topraklarınızda tasarrufta bulunmalarını ve yanlarınıza girmelerini engelleyin; ancak, siz onlara izin verirseniz eman ile yanınıza girebilirler, demektir.[2]
Müşriklerin Geçit Yerlerini Tutmak:
“…onların bütün geçit yerlerini tutun” buyruğunda geçen ve “geçit yeri” diye meali verilen; kelimesi, kendisinde düşmanın gözetlendiği yer, demektir. “Filanı gözetledim, gözetlemekteyim,” denilir. Buyruk, onların gözetlenebilecekleri ve gafil yakalanabilecekleri yerlerde onlar için oturun (pusu kurun) demektir. Âmir b. et-Tufeyl der ki:
“Ben kesin olarak biliyorum ve hiç de unuttuğumu sanmayın: Genç delikanlıyı ölümün gözetleyip durduğunu,”
Şair Adiy de şöyle demektedir:
“Ey Âzile, (hanımının adı) şüphesiz ki bilgisizlik genç olanın zevkin (e düşkünlüğün) den ötürüdür Ve hiç şüphesiz nefisler için ölümler gözetlemededir.”
Bu buyrukta davette bulunmadan önce müşrikleri gatîl avlamanın caiz olduğuna delil vardır, “: Bütün” kelimesi zarf olarak nasbedilmiştir. ez-Zec-câc’ın tercihi de budur. Mesela; “Bir yolda gittim denildiği” gibi, “Her yolda gittim” denilir (ve “bütün, her” anlamındaki kelime nasbedilir). Yahut da bu kelime cer eden kelimenin düşürülmesinden ötürü de mansub gelmiş olabilir, İfadenin takdiri şöyle olur: “Bütün geçit yerlerinde, üzerinde gözetlemede bulunun” demek olur. Böylelikle “: Geçit yerleri” kelimesi geçtikleri yolun adı kabul edilir.
Ebu Ali ise, ez-Zeccâc’ı , “yol” kelimesini zarf kabul etmekte hatalı bulur ve şöyle den Yol, ev ve mescid gibi özel bir yerin adıdır. Dolayısı ile semaî olarak hazfın varid olduğu haller müstesna, bundan cer harfinin hazfedilme-si caiz olamaz. Nitekim Sibeveyh “Şam’a girdim, eve girdim” şeklindeki kullanışları nakletmektedir. Şu mısra da buna benzemektedir:
“Tilkinin yolda sallanarak koşması gibi…”[3]
Müşriklerle Savaşmanın Hedefi:
“Eğer tevbe edip” yani, şirkten vazgeçip “namaz kılar ve zekât verirlerse, yollarını serbest bırakın” âyet-i kerimesi üzerinde dikkatle durup düşünmek gerekir. Çünkü yüce Allah önce öldürülme sebeplerini şirke bağlamakta, daha sonra da: “Eğer tevbe edip…” diye buyurmaktadır. Asıl kaide de şudur: Öldürme, eğer şirk dolayısıyla sözkonusu ise, şirkin zevali ile bu emir de zail olur. Bu da namazın kılınmasını, zekâtın verilmesini gözönün-de bulundurmaksızın mücerred tevbe etmekle öldürme emrinin ortadan kalkmasını gerektirir. İşte bundan dolayı, namaz vaktinden ve zekât verme zamanından önce mücerred tevbe etmek dolayısıyla öldürme hükmü de ortadan kalkmıştır. Bu ise, bu yönüyle gayet açıkça anlaşılan bir konudur. Şu kadar var ki: Şanı yüce Allah, tevbe etmekle birlikte iki şart daha sözkonu-su etmiştir ki, bunları boşa çıkarmanın imkânı yoktur. Hz. Peygamberin şu buyruğu da buna benzemektedir; “Ben insanlarla lâ ilahe illallah deyinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olurlarsa, benden kanlarını da mallarını da korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması hali müstesna hesapları ise Allah’a aittir.”[4]
Ebu Bekr es-Sıddik (r.a) da şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim, namaz ile zekât arasında ayırım gözetenlerle mutlaka savaşacağım. Çünkü zekât mahn hakkıdır.” İbn Abbas da: Allah Ebu Bekir’e rahmet eylesin. O, ne kadar da fakih bir kimse idi demiştir.
İbnü’l’Arabî der ki: Böylelikle Kur’an ve Sünnet aynı gerçekleri dile getirmiş olmaktadır. Namazı ve sair farzları helal kabul ederek terkedenin kâfir olduğu hususunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Sünnetleri önemsemeyerek terkeden de fasık olur. Nafileleri terkeden için ise bir vebal yoktur. Ancak, nafilenin faziletini inkâr ederse kâfir olur. Çünkü o, bu tutumu ile Rasûluilah (sav)’m getirip haber verdiği bir hususu reddetmiş olmaktadır. Ancak farz olduğunu inkâr etmeksizin ve terkini de helal kabul etmeksizin namazı terkeden kimsenin hükmü hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Yunus b. Abdulalâ dedi ki: Ben, İbn Vehb’i şöyle derken dinledim: Malik dedi ki: Allah’a iman edip, rasûlleri tasdik eden, fakat namaz kılmayı kabul etmeyen kimse öldürülür. Ebu Sevr de; Şafiî mezhebinin bütün alimleri bu görüştedir, der. Hammad b. Zeyd, Mekhul ve Veki’in görüşü de budur. Ebu Hanife der ki: Böyle bir kimse hapse atılır, dövülür ama öldürülmez. Bu, İbn Şihab’ın da görüşüdür. Davud b. Ali de bu görüştedir. Bunların delilleri arasında Hz. Peygamberin şu buyruğu da vardır: “Ben insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu diyecek olurlarsa, -onun hakkı İle olması müstesna- benden kanlarını ve mallannı korumuş olurlar.”[5]
Bu görüşü kabul edenler derler ki: Onun hakkı ise, Hz. Peygamberin bir başka hadisinde şöylece dile getirilmiştir: “Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şeyden birisiyle helal olur: İmandan sonra kâfir olmak, yahut muhsan olduktan sonra zina etmek, ya da bir başka nefse karşılık olmaksızın birisini öldürmek.”[6]
Ashab-ı kiram ve tabiinden bir topluluğun görüşüne göre kasti olarak ve özrü bulunmaksızın vakti çıkıncaya kadar tek bir namazı terkeden ve onu eda etmeyi de kaza etmeyi de kabul etmeyip namaz kılmam, diyen bir kimsenin kâfir olduğu, kanının da malının da helal olduğu, müslüman mirasçılarının ondan miras alamayacağı ve tevbe etmesinin de istenmeyeceği görüşündedirler. Eğer (kendiliğinden) tevbe ederse mesele yok. Aksi takdirde öldürülür. Ve malının hükmü de mürtedin malı ile aynıdır. Bu, aynı zamanda İshak’ın da görüşüdür. İshak der ki: İşte Peygamber (sav)’dan şu günümüze kadar ilim ehlinin görüşü böyledir.
İbn Huveyzimendad der ki: Bizim mezhep alimlerimiz, namazı terkeden kişinin ne vakit öldürüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi, namazın kılınması için uygun görülen vaktinin sonunda öldürülür derken, kimisi de zaruret vaktinin sonuna kadar bırakılır demişlerdir. Bu konuda sahih olan görüş budur. Bu zaruret vakti de şöyledir: İkindi namazı vaktinden güneşin batacağı zamana kadar dört rekat kılabilecek bir süre, yatsı namazının çıkış vakti olan gecenin bitimine dört rekat kala, sabah namazı vaktinin bitimi olan güneşin doğuşundan önce iki rekat kılacak kadar bir zamandır. İshak der ki: Vaktin gitmesinden maksat ise, öğle namazını güneşin batışına, akşam namazını da tan yerinin ağarması vaktine kadar ertelemesi demektir.[7]
Gerçek Tevbe Ne İle Anlaşılır:
Bu âyet-i kerime “tevbe ettim” diyen kimsenin, fiilleri arasına tevbenin muhakkak olduğunu ortaya koyan hususlar da eklenmedikçe, bu sözüyle yetinilmeyeceğine delildir. Çünkü yüce Allah burada tevbe etmekle birlikte namaz kılmayı ve zekât vermeyi de şart koşmaktadır ki, bunların yerine getirilmesiyle tevbenin gerçekten yapıldığı ortaya çıksın. Faizi yasaklayan âyet-i kerimede de: “Şayet tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir” (el-Bakara, 2/279) diye buyurmaktadır. Bir başka yerde de: ‘Tevbe edenler, ıslah edenler ve açıklayanlar müstesna…” (el-Bakara, 2/l60) diye buyurmaktadır, el-Bakara Sûresi’nde bu anlamdaki açıklamalar (2/160. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.[8]
—————
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/131-132.
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/132.
[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/132-133.
[4] Buhâri, iman 17, Salat 28, Zekât 1, İ’tisâan 2, 28; Müslim, İman 32-36; Ebû Dâvud, Cihâd 95; Tirmizî, Tefsir 88. sûre; Nesaî, Zekât 3; İbn Mace, Fiten 1; Darimi, Siyer 10; Müs-ned, IV, 8.
[5] Buhâri, iman 17, İ’tisâm 28; Müslim, îman 34-36; Tirmizî, îman 1, Tefsir 88. sûre; Ne-sai, Cihâd 1, Tahrîmu’d-Dem 1; tbn Mâce, Fiten 1…
[6] Buhûri, Diyat 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebu Dâvûd, Hudûd 1; Tirmizi, Hudûd 1.5, Diyât 10; Nesaî, Kasâme 6,14, Tahrîmu’d-Dem 5, 11, 14; İbn Mace, Hudûd 1; Dârimi, Sîyer U; Müsned, 1, 61, 63…
[7]İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/133-135.
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/135.