Müminlerin Emiri Muaviye (radıyallahu anh)’ a Yöneltilen İthamlar ve Cevapları Bölüm:2
Paylaş:

İtham: Muaviye baş olma iddiasıyla Ali (radıyallabu anb)’ın halifelik makamına göz dikmiş, Ali (radıyallah u anh) kendisini Şam valiliği görevinden aldığı için ona biat etmemiş hatta onunla savaşmıştır. İbnu’l-Kevva’nın Ebu Musa el-Eş’ari’ye şöyle dediği kayıtlıdır: “Şunu bil ki Muaviye, Mekke’nin fethiyle İslam’a girmiştir, babası da hiziblerin başıdır. Muaviye şuraya başvurmadan halifelik iddiasında bulunmuştur. Eğer Muaviye seni tasdik ederse görevden azli helal olur, yok eğer seni yalanlarsa bu takdirde senin onunla konuşman haram olur.761

Cevap:  Bu batıl bir iddiadır; zira Muaviye (radıyallah anh)’ın Ali (radıyallah u anh)’tan haksız yere katledilen amcasının oğlu Osman (radıyallah anh)’ın öcünü almaktan başka bir talebi olmamıştır. Bunun için de Ali (radıyallahu anh)’tan, Osman radıyallah anh)’ın katillerine kısas uygulamasını eğer buna güç yetiremiyorsa bu katilleri kendisine teslim etmesini istemiş, Ali (radıyallah anh)’ın bunlardan birini yapması durumunda da ona biat edeceğini açık bir dille ifade etmiştir. Ancak Ali (radıyallah anhı) bu iki talebi de reddedince olanlar olmuştur. İmamu’l-Haremeyn el-Cüveyni bu konuda şöyle demektedir: “Muaviye (radıyallah anh) her ne kadar Ali (radıyallah anh) ile savaştıysa da onun halifeliğini inkar etmediği gibi halifeliği kendi nefsi için iddia da etmemiştir. O kendisinin isabet ettiğini sanarak yalnızca Osman (radıyallah anh)’ın katillerini talep etmıştı ancak hata etmıştı.”762 “Muaviye (radıyallahu anh) halifelik iddiasında bulunmadı. Zaten Ali (radıyallah anh) ile savaştığı vakit halife olarak ona biat etmiş de değildi. Muaviye (radıyallahu anh) ne kendisinin halife olduğu ne de halifeliği hak edenin kendisi olduğu iddiasıyla savaşmış da değildi. Herkes Ali (radıyallah anh) in halifeliğini ikrar ediyordu. Muaviye (radıyallah anh) da Ali (radıyallah anh) hakkında kendisine soru soranlara verdiği cevaplarda O’nun halifeliğini ikrar ediyordu.

Bunun yanı sıra yandaş taraflardan her grup halifelik konusunda Muaviye (radıyallah anh) in Ali (radıyallah anh) a denk olmadığını ve Ali (radıyallah u anh) halife olarak bulunduğu sürece Muaviye(radıyallahu anh) in halife olamayacağını ikrar ediyordu. Çünkü Ali (radıyallah anh) in üstünlüğü, önceliği, ilmi, dini, cesareti ve diğer faziletleri, hepsinin nezdinde gayet açık ve maruftu. Tıpkı Ali (radıyallah anh) in kardeşleri Ebu Bekir, Ömer, Os man (radıyallah anh) ve diğerlerinin üstünlükleri gibi.”763 İbn Hacer el-Heytemi ise şöyle demektedir: “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in itikadi prensiplerinden biri de şudur: Ali ile Mua viye (radıyallah anh) arasında cereyan eden savaşlar, daha önce de geçtiği gibi Ali (radıyallah anh) in halifeliğe daha layık olduğu hususundaki icma nedeniyle Muaviye (radıyallah anh)’ ın halifelik konusunda Ali (radıyallah anh) ile çekişmesi sebebiyle meydana gelmemiş, fitne de bu nedenle kopmamıştır. Aksine fitnenin kopuş sebebi, Muaviye’nin Osman (radıyallah u anh)’ın amcasının oğlu olması dolayısıyla Muaviye (radıyallah u anh) ve beraberindekilerin Ali (radıyallahu anh) tan, Osman (radıyallah anh) in katillerini kendilerine teslim etmesini talep etmeleri Ali (radıyallah u anh) in ise bundan kaçınmış olmasıdır.”764 Ayrıca iddianın geçtiği el-İmame ves-Siyase adlı eserin İbn Kuteybe’ye ait olmadığı hususunda muhakkik alimler arasında görüş birliği vardır. Dolayısıyla bu kitabın İbn Kuteybe’ye nispeti de doğru değildir.”765

İtham: Ammar (radıyallahu anh)’a ”Seni haddi aşan bir grup katledecek.”766 hadisi ve bundan ötürü Hazreti Muaviye’nin baği sayılması.

Cevap: “Ammarı baği bir topluluk katledecektir. “hadisi bu savaşlarda isabet eden tarafın Ali (radıyallah u anh)’ın olduğunu göstermiştir; çünkü Ammar (radıyallah u anh)’ı Muaviye (radıyallahu anh) tarafı öldürmüştür. Ehl-i Sünnet’in cumhuru Allah u Teala’nın “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa” (Hucurat, 49/9) ayetinden dolayı Ali (radıyallahu anh)’ın yanında savaşanların isabetli oldukları görüşündedirler. Ali’ye karşı savaş açanların baği oldukları kesindir. Ehli Sünnet Hazreti Ali’yi isabetli görmekle birlikte olaya karışanların hiçbirinin kınanmayacağı konusunda müttefiktirler. Yalnızca içtihat edip hata etmiş olduklarını söylerler.767 Sünnet ve hak ehlinin mezhebi, Sahabehakkında iyi zanda bulunmak, aralarında vuku bulan anlaşmazlıklardan uzak dur mak, onların aralarında meydana gelen savaşları güzel şekilde tevil etmektir. Şöyle ki, onlar bu hususlarda müçtehid olup tevilde bulunmuşlar, bunu yaparken de ne günah işlemeyi ne de sırf dünyalık peşinden koşmayı amaçlamışlardır. Aksine onlardan her bir grup, kendisinin haklı, muhalifinin ise baği olduğuna, bu nedenle de Allah’ın emrine dönünceye dek onunla savaşmak gerektiğine inanmıştır. Onların bir kısmı isabet etmiş, bir kısmı ise hata etmiş ancak hatası mazur görülmüştür. Çünkü bu içtihaddan kaynaklanmış bir hatadır ve müçtehid hata yaptığında üzerine herhangi bir günah yoktur. Bu savaşlarda haklı ve isabetli olan Ali (radıyallah u anh) idi. Bu, Ehl-i Sünnet’in görü şüdür. Bu olaylar karışık meselelerdir.

Hatta Sahabeden bir topluluk bu olaylar karşısında hayrete düşmüşler, bu nedenle her iki gruptan uzakta kalmışlar, savaşa iştirak etmemişler ve hakkın kimden taraf olduğunu gerçekten bilememişlerdir. Bunun neticesinde de muhaliflere karşı Ali (radıyallah u anh)’a yardımda gecikmişlerdir.”768  Muaviye (radıyallah u anh) ile birlikte savaşanlar, müminler den bir grup olup İmam Ali (radıyallah anh)’a karşı haddi aşmışlardır ki “Seni baği bir topluluk katledecektir.” hadisiyle sabittir. Allah’tan, her iki taraftan da razı olmasını ve bizleri, kalplerinde müminlere karşı hiçbir kin bulunmayan kimselerden kılmasını diliyoruz. Bununla beraber Ali (radıyallah u anh)’ın kendisiyle beraber savaşanlardan daha faziletli ve hakka daha layık (yakın) olduğu hususunda ise hiçbir şüphe duymuyoruz.769 Her ne kadar Ali (radıyallah anh) haklı idiyse de bu hususta Muaviye (radıyallah u anh)’ın kastı batıl peşinde koşmak değildi. Onun maksadı sadece hak idi ama hata etmişti. Bunların tümü (esas itibariyle değilse bile) maksatları itibariyle hak üzere bulu nuyorlardı. 770

İtham: Hazreti Osman’ın katillerini bahane edip hilafeti ele geçiren Hazreti Muaviye’nin başa geçtikten sonra katillerden intikam almak için bir şey yapmaması) Muaviye’yi kendi amaçlarına ulaşmak için Osman’ın katledilmesini perde edinmekle, hedefleri gerçekleşip Müslümanların halifeliğini elde edince de susup Osman’ın kısasını istemekten vazgeçmekle ve kısası uygulama hakkına sahip güçlü yönetici konumunda olduğu halde katiller meselesini bir kenara bırakmakla suçluyorlar.771

Cevap:  Hazreti Osman’ın isyancıları yüzlerle ifade ediliyordu. Kimi isyana liderlik edip öldürme işini yapanlardı, kimi de Hazreti Osman’ a karşı tiksindirici propagandanın havası içine sürüklenenlerdi. Bir şey emretmeden ve nehyetmeden sessiz kalanlar da vardı. Fitneden uzak durup Medine’den ayrılan ve işin Mü’minlerin Emiri’ni katletme haddine varacağını asla zannetmeyenler de vardı. İsyancılar özenli ve ayrıntılı bir şekilde belirlenmemişti, tamamı şahıs olarak da tanınmıyordu ama liderleri tanıdık ve meşhur kişilerdi. Hesaba çekilmesi ve kısas uygulanması gereken kişiler bu liderlerdi. Zaten Hazreti Muaviye’nin kısas talep ettiği kişiler: Eşter en-Nehai, Muhammed b. Ehi Bekir, Muhammed b. Ehi Huzeyfe, Kinane b. Bişr, Abdurrahman b. Udeys el-Belevi gibi kimselerdi. Hazreti Ali’nin devrinde onların gücü açıktı,otoriteleri sağlamdı. Kanını talep etmek de öldürülen kişinin velisinin hakkıydı, Allah da ona yardım vaadinde bulunmuştu. Katilleri ele geçirdiğinde onları affetmek de onun hakkıydı. Buna göre Hazreti Muaviye, Hazreti Osman’ın katillerine kısas uygulanması talebinde bulunmuş ve bunun için savaşmıştır. Sonunda bu isyancılardan cesaret, açık güç ve kuvvet sahibi birçokları, halifenin intikamını talep eden Hazreti Muaviye’nin ve başkalarının yaptığı savaşlarda yok edilmiştir. Talha, Zubeyr ve Aişe (radıyallahu anhum)’un ordusu, Basra’ da Hukeyrn b. Cebele, Zureyh b. Abbad el-Abdi başta olmak üzere Osman’ın katillerinden yedi yüz kişiyi öldürmüştü.772 Hazreti Osman’ın katilleriyle Talha, Zubeyr ve Aişe (radıyallah u anhum)’un ordusu arasında yaşanan bu şavaşta öldürülmeyenleri kendi kabileleri yakalayıp köpek getirir gibi Talha ve Zubeyr (radıyallahu anhuma)’ya getirmişler ve bunlar öldürülmüşlerdir. Bu nedenle tüm Basra halkından Talha ve Zubeyr’in eliyle öldü rülmekten kurtulan sadece Sadoğulları’nın koruduğu Hurkus b Zuheyr es-Saa’di gözden kaybolabildi.773 Cemel savaşında isyancılardan biri olan Alba’ b. Heysem, Basra kadısı olan Amr b. Yesrib’i eliyle öldürüldü.774

Sıffın savaşında Ali (radıyallah u anh)’ın ordusu içinde Hazreti Osman’ın katillerinden ve ona karşı isyan edenlerden birçok kişi vardı. Cündeb b. Zuheyr el-Gamidi, vali Velid b. Ukbe’ye karşı insanları kışkırtan ve Hazreti Osman’ a karşı insanları isyana teşvik eden Ebu Zeyneb b. Avf b. Haris el-Ezdi gibi önde gelen isyancı liderlerden bir kısmı Şamlılarla yaptıkları Sıffın savaşında öldürüldü. 775 Sonra tahkimin akabinde Hazreti Osman’ın Iraklı katillerin den hayatta kalanların birçoğu Hazreti Ali’ye baş kaldırıp onu tekfir etmeye başladılar, Ali (radıyallah u anh) da onlarla Nehre van’da savaştı, kaçanlar dışında kimse kurtulmadı. Talha ve Zu beyr (radıyallahu anhuma)’nın eliyle öldürülmekten kurtulan Hurkus b. züheyr es-Sadi 776 ve Şureyh b. Evfa, o gün öldürülen isyancılar arasındaydı.777 Geriye Osman’ a karşı ayaklananların büyüklerinden üç kişi; Muhammed b. Ehi Bekir, Kinane b. Bişr ve Muhammed b. Ehi Huzeyfe kaldı. İlk ikisi, hicri 38 yılında Hazreti Amr b. el-As’ın komutasında Mısır’a saldırdığında öldürüldü. 778 Aynı zamanda Hazreti Muaviye’nin dayısının oğlu olan Muhammed b. Ehi Huzeyfe ise daha önce H. 36 yılında Amr b. el As’ın Mısır hücumu sırasında öldürülmüştü. Amr b. el-As’ın ordusunun H. 38 yılında onu esir alıp Şam’a gönderdiği, tutuklu bulunduğu yerden kaçtığı ama Şam askerlerinden birinin onu ele geçirip öldürdüğü de söylenmiştir. 779 Şam’da ise Mısırlı isyancıların lideri Abdurrahman b. Udeys el-Belevi, Zirta bedevilerden biri ile karşılaşmış, bedevi onunla tanışıp Hazreti Osman’ ın katillerinden olduğunu öğrenince onu öldürmüştür. 780 Bu isyanın en bariz adamı Eşter en-Nehai, Hazreti Ali’nin Mısır’a vali olarak gönderdiği hicri 38 yılında öldürülmüştür.

Hazreti Muaviye’nin Eşter’e zehirli bal şerbeti ile suikast yapacak birini Kulzum’a gönderdiği de söylenmiştir. 781 Bunu yapmışsa ona kısas uygulama konusunda delili ve gerekçesi vardı. Bununla birlikte Eşter en-Nehai’nin Kulzum’da öldüğünü belirten ve bu hususta Hazreti Muaviye’nin bir müdahelesi olduğunu zikret meyen başka rivayetler de nakledilmiştir. 782 Bunun nedeni ya gizli bir görev olmasıdır veya aslında böyle bir şey olmamıştır. Belki de adam eceliyle öldü de kendisine kin besleyenler rahatladı. Eşher en-Nehai’nin öldürülmesine sevinmek Muaviye ve Şam halkının hakkı 783 olmasına rağmen bu ölüme Ali b. Ehi Talib’in de sevinerek “rahatladık” dediği rivayet edilmiştir. 784 Hicaz’da ise bu haberi Aişe (radıyallahu anha) sevinerek karşıladı; zira daha öncelerde “Allah’ım! Oklarından birini ona at” diye beddua ediyordu. 785

İtham: Hazreti Muaviye’nin Eşter’i öldürmesi veya ölümüne sevinmiş olması Hazreti Ali, Hazreti Muaviye ile eyaletler üzerindeki hakimiyet mücadelesini sürdürdüğü esnada Mısır üzerinde Hazreti Muaviye’ye karşı koyması üzerine Eşter en-Nehai’yi yollamıştı. Eşter, isyancıların başındaydı ve Cem el ile Sıffin vakalarında çatışma taraftarı olması ile tanınmaktaydı.

Eşter Mısır’a varmadan yolda Muaviye’nin emrı uzerine kendisine verilen zehir katılmış bir bal neticesinde öldü. 786 Eşter’ in ölüm haberi Şam’a iletildiğinde Hazreti Muaviye’nin “Allah’ın baldan askeri vardır.” dediği rivayet edilir. 787 Cevap: Bir önceki eleştirinin cevabında zikredildiği gibi Eşter’in kim tarafından öldürüldüğü bilinmemektedir. Şayet Hazreti Muaviye böyle bir şeyi azmettirdi ise de zaten Hazreti Osman’ın cinaye tinden ötürü Eşter kendisine kısas yapılması gerekenlerdendi. Bu durumda Hazreti Muaviye kınanacak değildir. Eşter’in ölü müne sevinmiş olduğu doğru kabul edilmişse de bundan ötürü de kınanacak değildir; zira Eşter’in ölümünden Hazreti Ali dahi memnun olmuş idi.788

İtham: Hazreti Muaviye’nin Hazreti Ali’ye sövmeye teşvik etmesi ve Hazreti Sad bin ebi Vakkas’ a, Ali’ye niçin sövmüyorsun diye sorması Kiminde doğrudan sövmeyi teşvik edip kiminde ise sövmeye kapı aralamakla itham edilen Hazreti Muaviye hakkındaki rivayetler şöyledir: Muaviye b. Ehi Süfyan Sad’a emir verdi ve: “Ebü’t-Türab’a sövmekten seni ne menetti?” dedi. O da: “Benim söyleyeceğim üç şey var ki; bunları onun için Resülüllah (aleyhisselam) söylemiştir. Bundan ötürü ben ona asla sövemem. Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbuldür. Ben Resülüllah (aleyhisselam)’ı gazalarından birinde onu yerine bıraktığı, Ali de ona: ‘Ya Resülallah! Beni kadın ve çocuklarla beraber mi bıraktın?’ dediği zaman; ‘ Benden Musa ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra Peygamberlik yoktur. ‘buyururken işittim. Hayber gününde de: ‘ Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de kendisini seven bir zata vereceğim. ‘buyururken işittim. Biz sancak için hepimiz uzandık. Fakat o: ‘Bana Ali’yi çağırın!’ buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Re sülüllah (aleyhisselam) onun gözüne tükürdü ve sancağı kendi sine verdi. Allah da ona fethi müyesser kıldı. Şu ayet: ‘De ki: Gelin, bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım ‘ 789 inince Resülüllah (aleyhisselam) Ali’yi, Fatıma’yı ve Hasan’la Hüseyin’i çağırarak: ‘Allahım! Benim ailem bunlardır.’790 buyurdu.790 Sehl b. Sad (radıyallah u anh) şöyle demiştir: “Mervan aile sinden bir kimse Medine’ye tayin edilmişti. Bu vali (bir gün) Sehl b. Sad’ı çağırdı ve ona Ali’ye sövmesini emretti. Sehl ise sövmekten çekindi. Bunun üzerine vali ona: Sövmekten çekindiğinde: Allah Ebu Türab’a lanet etsin deyiver, dedi . . . . “791 Bir başka rivayet ise şöyledir: Muaviye (radıyallahu anh) Muğire b. Şu’be (radıyallah u anh)’ı Küfe valiliğine tayin ettiğin de yanına çağırıp ona şunları söylemişti:

” . . . Bununla birlikte bazı şeyleri tavsiye etmekten de kendimi alamıyorum. Ali’ye sürekli olarak sövmeyi ve onu kötülemeyi ihmal etmeyeceksin. Osman’ a da sürekli rahmet okuyup mağfıret dileyeceksin.”792 Ümeyyeoğullarının (Emevi devletinin) yöneticileri Ömer b. Abdülaziz’ den önce Ali (radıyallah u anh)’ a söver sayarlardı. Ömer b. Abdülaziz halife olunca bu duruma son verdi. Şair Küseyyir ‘Azze el-Huza’i bu durumu şu beyitlerle ifade etmiştir: “İdareyi ele aldın, Ali’ye sövüp saymadın, masum ve suçsuzu korkutmadın, mücrimin (Muaviye (radıyallahu anh)’ı kastediyor) sözüne tabi olmadın. Apaçık hakla konuştun, zaten Hüda’ nın ayetlerinin açıklaması ancak konuşmayla olur. Söylediğil} iyiliği bizzat yaptığınla doğruladın. Öyle ki her müslüman bundan razı olarak kuşluk vaktine (sabaha) çıktı.” 793

Cevap: Bu sözünde Muaviye (radıyallahu anh)’ın Sad b. Ehi Vakkas (radıyallah u anh)’a, Ali (radıyallah u anh)’a sövmesini emrettiğine dair açık bir ifade yoktur. Sadece Sad’a, Ali (radıyallahu anh)’a sövmekten kendisini alıkoyan şeyin sebebini sormuştur. Sanki Muaviye (radıyallahu anh) Sad’a şöyle demiştir: “Sen takvan nedeniyle veya korktuğun için ya da başka bir sebep dolayısıyla mı Ali’ye sövmekten geri durdun? Eğer takvan nedeniyle ve Ali’yi yüceltmek gayesiyle ona sövmekten geri durduysan sen isabet etmiş ve güzel davranmışsın Yok eğer başka bir nedenden ötürü Sad, Ali’ye sövmekten geri durduysa bunun başka bir cevabı vardır.” Belki de Sad b. Ehi Vakkas (radıyallah anh) o anda Ali (radıyallah u anh)’a söven bir topluluğun içindeydi ve onlarla birlikte Ali (radıyallahu anh)’a sövmedi. Ancak onların yaptıklarını inkar etmekten de aciz kaldı veya onların bu yaptıklarını in kar etti. Bunun üzerine Muaviye (radıyallah anh) ona bu soruyu sordu.

Bazıları da şöyle demişlerdir: Bunu başka bir şekilde te’vil etmek de mümkündür. Şöyle ki Muaviye (radıyallah u anh)’ın sözünün manası şudur: “Ali (radıyallah anh)’ın görüşünde ve içtihadında hatalı olduğunu söylemekten buna mukabil insanlara bizim görüş ve içtihadımızın güzel (doğru) olduğunu ve onun hata ettiğini göstermekten seni alıkoyan şey nedir?”794 Hazreti Muaviye’nin Hazreti Muğire’ye Hazreti Ali için söv meyi teşvik ettiğini haber veren rivayet; ravi Ebu Mihnef Lut b. Yahya nedeniyle çok zayıftır. Ebu Mihnef Lut b. Yahya ise çok vahi, yalancı ve aşırı Şii bir kişidir. Şiilerin haberlerinin sahibi (nakledeni) aşırı bir Şii” 795, “güvenilir değil”, “metrukul-hadis”, “ahbari da’if-kıssacı zayıf’796 demişlerdir.” “Ahbari talif-kıssacı mahvolmuş, çok zayıf, asla kendisine güvenilmez.797” ibaresi kullanılmıştır. Taberi’nin bu rivayetini kabul etmek mümkün değildir, İbnu’l-Esir’in bu rivayeti Taberi’den nakli ise, herhangi bir isnad zikretmediğinden dolayı delil ve mesned olmaktan uzaktır.

Müslim’in diğer rivayetinde ise Medine’ ye tayin edilen ve Sehl b. Sad’ın Ali’ye sövmesini emreden bu valinin Mervan ailesinden biri olduğunu açıkça belirtmektedir. Zaten Muaviye (radıyallah u anh)’ın Mervani değil, Süfyani olduğu herkesin malumudur. Öyleyse bu hususu Muaviye (radıyallah anh) ile ilişkilendirmek akıllı adamların işi değildir.798 Muaviye (radıyallahu anh)’ın akıllı, dindar, yumuşak huylu ve yüksek ahlak sahibi bir şahsiyet olarak tanımlandığı da ortadayken O’nun Ali (radıyallah anh) hakkında lanet ve sövme içeren açık ifadeler kullanmış olması mümkün değildir. O’nun Ali (radıyallahu anh)’ a lanet ettiğine veya ona sövdüğüne dair kendisinden rivayet edilen haberlere gelince bunların ekserisi yalan olup sahih değildir. Bu konuda rivayet edilen en sahih haber kendisinin Sad b. Ehi Vakkas’a söylediği “Seni Ebu Türab’a sövmekten alıkoyan nedir?” sözüdür. Bu sözde ise sövmeye dair açık bir ifade yoktur.

Bu ifade sadece Sad’ın Ali (radıyallah u anh)’a sövmekten geri durma sebebine dair bir sorudur. Bunun sebebi de Muaviye (radıyallahu anh)’ın Ali (radıyallahu anh)’a sövmeyi öngörenler veya aksini öngörenleri ortaya çıkarmak istemesidir. Nitekim bu Sad’ın cevabında da açıkça görülmektedir. Muaviye (radıyallah u anh), Sad (radıyallah anh)’ın cevabını duyunca susmuş, söylediğini kabul etmiş ve hak edene hakkını teslım etmıştır.799 Emevilerin Ömer bin Abdülaziz gelene kadar minberlerden Hazreti Ali’ye ve ehl-i beyte sövdükleri iddiası, Şia kaynaklı bir rivayet olup iftiradır. Geride bu mesele ile ilgili birkaç defa izahat yapılmıştı. Bu başlıkta ise bir anekdot vermekle iktifa edeceğiz. Ömer bin Abdülaziz’ e kadar sövüldü iddiası gerçek ise bu durumda Ömer bin Abdulaziz’ den önce halife olan Velid b. Abdülmelik’in de sövmüş olması icab eder. Oysaki Velid’in inşa ettirdiği Şam Emevi Camii’nde bir duvarda yazılı olan hat süslemesi halen daha yerinde mevcuttur. Bu duvar yazısı bile tek başına bu iddiayı yalanlamaya yeter. Emevilerin Camisindeki duvar yazısı şöyledir: “Nebi (aleyhisselam)’dan sonra insanların en üstünü Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra da Ali’dir. Radıyallahu anhum ecmain.”

İnceleyin:  Sahabe ve Tabiun'da Görülen Savaşlar Hakkında

İtham: Hazreti Muaviye’nin Hasan b. Ali (radıyallahu anhuma)’nın zehirlenmesini emretmesi Tarih kitaplarımıza geçen iftiraların belki de en büyüğü bu iddiadır. Şii taraftarların gütmüş olduğu bu propagandanın kitaplarımıza yerleşmiş hali şöyledir:

“Muaviye, kendisine verdiği zehirli şerbeti Hasan (radıyallahu anh)’a içirmesi için Hasan (radıyallhu anh)’ın hanımı 1olan Hind’ e yüz bin dirhem verdi.O da bunu yaptı.”800

Ca’de binti el-Eş’as b. Kays el-Kindi Hasan (radıyallahu anh)’ ın nikahı altındaki bir hanımıydı. Muaviye (radıyallah u anh)’ın oğlu Yezid, Ca’de’ye “Hasan’ı zehirle, o öldükten sonra ben seninle evlenirim” dedi. O da bunu yaptı. Hasan (radıyallah u anh) ölünce Ca’de, Yezid’e haber yollayarak vaat ettiğini yapmasını istedi. Bunun üzerine Yezid ona şöyle dedi: “Allah’ a yemin ederim ki, biz seni Hasan’ ın hanımı olmana rıza göstermezken bizim hanımımız olmana mı rıza göstereceğiz. 801

Zehirlenme işinin azmettiricisi hakkındaki ihtilafların yanı sıra kaynaklarda kesin bir nakille anlatıldığı üzere Hasan b. Ali (radıyallah u anhuma) ya defalarca zehir içirilmiş, her defasında da Allah’ın izniyle ölümden kurtulmuştu. Nihayet sonuncu se ferde Hasan b. Ali (radıyallahu anhuma)’ya çok güçlü bir zehir içirilmiş bu yüzden kırk gün kadar şiddetli bir şekilde hastalanmış, bunun netıcesınde de vefat etmıştır.802

Cevap: Zehirlemenin azmettiricisi olarak Hazreti Muaviye’nin olduğuna işaret eden rivayetlerden zikrettiğimiz ilkinin el-Heysem b. ‘Adiyy et-Tai Ebu Abdirrahman el-Müncibi sonra el-Kufi’dir. Cerh- tadil eserlerinde bu şahıs yalancı olarak zikredilmiştir; “güvenilir değil, yalan söylerdi”, “yalancı”, “metruku’l-hadis”, “münkerü’l-hadis”, “metrukul-hadis, yeri el-Vakıdi’nin yeridir.”, “yalancı, kendisini bizzat ben gördüm”, “Mekke’ de ikamet etti, yalan söylerdi” gibi tanımlar yapılmıştır. 803

İkinci rivayetteki ravi İbn Cu’ dube hakkında ise; “Hadis ehli nezdinde zayıftır.”804 ”Terk edilmiştir.”805 Malik ve diğerleri(İbn Ma’in Nesai ve Ahmed b. Salih el-Mısri gibi) onun yalancı olduğunu söylemişlerdir.”806

Muaviye (radıyallahu anh), Hasan (radıyallahu anh)’a zehir içirmeleri için bazı hizmetçilerine ödül vadetti ya da Muaviye (radıyallah u anh)’ın oğlu Yezid, Hasan (radıyallah u anh)’ın hanımı Ca’de’ye “Hasan’ı zehirle, o öldükten sonra ben seninle evlenirim, dedi” şeklindeki rivayetler için İbn Kesir; “Bana göre bu sahih bir rivayet değildir. Hele Yezid’in babası Muaviye (radıyallahu anh)’ın böyle bir şey yaptığını zikreden rivayet hayli hayli zayıftır.”demıştır. 807  “Muaviye, Hasan’ın hanımı Ca’de binti el-Eş’as ile birlikte Hasan’ı zehirlemiştir.” şeklinde nakledilen rivayete gelince, bu Şia’nın uydurduğu hadislerdendir. Haşa! Muaviye’nin böyle bir ‘ şey yapması imkansızdır. 808

Rivayetlerin tamamının sahih olduğunu bir an kabul etsek dahi zehirleme işleminde birden fazla iddia ve isim vardır; bu durumda kimi bu cinayetle suçlayacağız ? Muaviye (radıyallahu anh)’ı mı yoksa oğlu Yezid’i mi, yoksa Ca’de binti el-Eş’as’ı mı, yoksa Hasan (radıyallahu anh)’ın bazı hizmetçilerini mi, yoksa Hind binti Süheyl b. ‘Amr’ı mı? “Hasan’ı zehirleten Muaviye’dir” denilirse buna cevaben deriz ki: Bu iki yönden imkansızdır. Birincisi: Hasan (radıyallahu anh) hilafeti kendisine teslim ettiği için Hazreti Muaviye’nin ondan korkmasını gerektirecek bir sebep yoktu. İkincisi: Bu durum Allah’tan başkasının bilemeyeceği gaybi bir olaydır. Nasıl olur da bu olayı hiçbir delil olmadan Allah’ın kullarından birinin üzerine yıkarsınız? Oysaki bu olay, herhangi bir haberi nakledenin nakline güvenemeyeceğimiz, heva ve nefis sahibi bir kavmin bulunduğu uzak (geçmiş) bir zamanda, fitne ve asabiyet halinin yaygın olduğu bir ortamda gerçekleşmiştir. Öyle ki o olayı yaşa yanlardan her biri dostuna hak etmediği şeyleri nispet etmiştir. Hal böyle olunca da bu dönemde dolaşan haberlerden sadece saf olanları kabul edilmiş, kesin bir surette adil olanlardan başkasından da haber dinlenmemiştir.”809

Netice olarak, gece oduncuları diye tabir edilen tarihçilerin kitaplarını doldurduğu rivayetlerle iftiralara bel bağlayıp, yalan üzerine itikat kurmaktan insanları sakındırmalıyız. Hem Hazreti Muaviye’yi cinayetle itham eden bu rivayet, Hazreti Hüseyin’i de itham etmektedir. Öyle ya abisinin zehirlenmesini emreden Hazreti Muaviye ise, neden abisinin kanını talep etmeyip sessiz kaldı ve dahi ölene kadar halifenin kendisine verdiği ikramları geri çevirmedi ? Cinayetin azmettiricisi belli olmuş olsa idi Hazreti Hüseyin’i abisinin kanını talep etmekten ne geri koyabilirdi ki?

İtham: Hazreti Muaviye’nin, Hasan (radıyallahu anh)’ ın vefatına sevinmesi İbn Abbas radıyallahu anhuma Şam’ daydı. Bir gün Muaviye radıyallahu anh’ın yanına girdi. Muaviye ona: “Ey İbn Abbas! Ehl-i beytinde ne oldu, biliyor musun?” dedi. İbn Abbas (radıyallahu anhuma): “Hayır ne olduğunu bilmiyorum. Ancak ben seni sevinçli görüyorum. Bana (sevincinden) tekbir getirdiğin ve secde ettiğin haberi ulaştı.” Dedi. Bunun üzerine Muaviye (radıyallahu anh): “Hasan vefat etti.” dedi. 810

Cevap: İmam Alusi’nin beyanı ile tarihçiler, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyerek sahih, uydurma ve zayıfı birbirlerinden ayırt edeme yen her rivayeti zikrederen gece odunlarıdır. Tarihçilerin Mua viye (radıyallah u anh)’ın vefatından sonra Hazreti Ali’ye sövdüğüne, onun hakkında izhar ettiği şeyleri açığa çıkardığına ve onun durumu hakkında kötü konuştuğuna dair zikrettikleri haberler, itimat edilmemesi veya iltifat edilmemesi gereken haberlerdendir. 811 Gece oduncuları (hatıbu leyi) tabirinin muhaddisler nazarın da ne anlama geldiğini Abdülkerim el-Cezeri’nin Süfyan b. ‘Uyeyne’ye söylediği şu söz ne kadar güzel göstermektedir. Abdülkerim el-Cezeri dedi ki: “(Süfyan!) gece oduncusunun ne olduğunu biliyor musun? Süfyan cevaben dedi ki: Hayır bilmiyorum ancak bunu bana haber vermelisin. Abdülkerim el-Cezeri dedi ki: Bu, geceleyin odun toplamak üzere araziye çıkan (karanlıkta görmediğinden dolayı) eli yılana değdiği için yılan tarafın dan öldürülen kimsedir. İşte bu, ilim talebesi için getirilmiş bir misaldir. Çünkü ilim talebesi gücünün yetmediği ilmi yüklendiğinde bu ilim onu öldürür. Tıpkı yılanın gece oduncusunu öldürdüğü gibi.”812 Bu rivayet de itimat edilmeyecek yalan bir nakildir.

İtham: Mahkemede yemini davalı yerine davacıdan isteyerek bidat işlemiş olması Mahkemelerde iddia sahibi delil getirmekle, iddiayı yalanla yan kimse ise yemin etmekle mükelleftir. Resulullah (aleyhis selam) ”Beyyine davacı üzerine, yemin de da valı üzerine düşer. ” buyurmuştur. 813 Hazreti Muaviye’nin aleyhine bidat işlediği ithamı ile zikre dilen rivayetler ise şöyledir: Bir şahidin şehadetiyle birlikte (davacının) yemini ile hüküm vermek bir bid’attir. Bu hükmü veren ilk kişi Muaviye’dir. 814 Muaviye bir şahidle birlikte (davacının) yemini ile hüküm veren ilk kişidir. O zamana kadar ise uygulama böyle değildi. 815 İbn Şihab ez-Zühri, İbn Ehi Zi’b’in “Bir şahidin şehadetiyle birlikte (davacının) yemini” hakkındaki sorusuna şöyle yanıt vermiştir: “(Sünnette) bunu bilmiyorum. Muhakkak ki bu bir bid’attir. Bu hükmü veren ilk kişi Muaviye’dir.”816 Bir şahidle birlikte (davacının) yemini ile hüküm vermek insanların sonradan ortaya attıkları bir bid’attir. Bu hükmü veren ilk kişi Muaviye’dir. 817

İbn Şihab ez-Zühri, Ma’mer’ b. Raşid’in “Bir şahidle birlikte (davacının) yemini” hakkındaki sorusuna şöyle yanıt vermiştir: “Bu insanların daha sonradan ihdas ettikleri bir şeydir. İlla da iki şahit gereklidir.”818″Bu konudaki ilk hüküm iki şahidden başkasının kabul edil meyeceğiydi. Bir şahidle birlikte (davacının) yemini ile hüküm veren ilk kişi Abdülmelik b. Mervan’dır. 819

Cevap: İki şahit bulunmadığı zamanda bir şahidin şahitliği ile hükmetmek, Hazreti Muaviye’nin çıkardığı bir bidat değil; bizzat Efendimiz (aleyhisselam)’ın da buyruğudur: “Rasulullah ( aleyhisselam) (iddia sahibi iki şahid bulamazsa) bir yemin ve bir şahid(in yeterli olacağın)a hükmetmiştir.820 Bazı eserlerde bu yönde ilk hüküm veren kişi olarak Muaviye (radıyallah u anh)’ın zikredilirken bazı kaynaklarda ise Abdülmelik b. Mervan’ın zikredilmesi bu meselenin tahkik edilmeden Hazreti Muaviye’ye itham sebebi bulmak isteyenlerin bir yanlış anlaması olduğunu da göstermektedir. Sahabe ve tabiun arasında tek kişinin şehadeti veya davalının yemini ile hükmedenler de olduğu gibi müctehid imamların da çoğunluğu bir şahid ve davaya verilecek yemin delilleri ile hüküm Verilebileceğine hükmetmişlerdir. Hanefiler, ayetlerde iki şahidin öngörüldüğünü, bu olmadığı takdirde, davalıya yemin teklif etme hükmünün hadisle sabit bulunduğu görüşünü benimserken Şafi ve Malikiler tek şahidin şehadetini kafi görmüşlerdir. 821

İtham: İğdiş (hadım) edilmiş er kekleri ilk defa hizmetçi olarak kullanan Muaviye’dir. 822,

Cevap: Şeriat bir erkeğin kendi isteğiyle veya isteği dışında hadım edilmesini yasaklayıp haram kılmıştır. Bu konuda İslam alimleri arasında icma vardır. Hadım edilecek kişinin hür veya köle, müslüman veya gayri müslim oluşu bu hükmü değiştirmez. 823 Nebi (aleyhisselam) ile savaşlara katılan ve uzun süre ailelerinden uzak kaldıkları için cinsi arzu duyan bazı müslümanlar bu arzularına gem vurabilmek amacıyla hadım olma izni istemişlerse de Nebi (aleyhisselam) buna müsaade etmemiştir. 824 Başkası tarafından iğdiş (hadım) edilmiş erkekleri hizmetçi edinmek mekruh görülmüştür. 825 Hadım edilmiş hizmetlilerden sadece yaşı ileri olanları826 hizmette kullanan Muaviye (radıyallahu anh) yapmış olduğu bu amel ile fıkhi bir tercih yapmıştır denilebilir ki; zaten kendisi fakih yani müçtehittir.

İtham: Ganimet Taksiminde Kur’an’ın Hükmüne Uymaması Horosan’da Eşel Dağı Gazvesi’nde Müslümanlar çok fazla ganimet elde etmişti. Kur’an’ın emrine göre ganimetin beşte biri beytu’l-malın, kalanlar da gazaya katılan askerlerin idi. Bu ga zada ise Hazreti Muaviye, altın ve gümüşün ayrılarak kendisine gönderilmesini kalan ganimetin beşte dördünün de askerlere da ğıtılmasını emretmişti. Böylece Kur’an’a ve sünnete muhalafet etmiş oluyordu.827

Cevap:  Vali Ziyad, ganimetler elde ettiğini duyduğu komutan Hakem’e mektup yazarak, Müminlerin Emiri’nin altın, gümüş ve değerli şeylerin kendisine gönderilmesini emrettiğini belirten bir mektup yazmıştır. Hakem de Ziyad’a cevaben bir mektup yazmış ve Müminlerin Emirinin değil, Allah’ın kitabındaki hükme uyacağını belirterek ganimetleri askerler arasında taksim et mişti. İbn Abdülberr, İbnu’l-Cevzi, İbnu’l-Esir ve İbn Kesir gibi alimler, söz konusu altın, gümüş ve değerli eşyalarda Hazreti Muaviye’nin talebi olup dağıtılmamasını emrettiğini zikretmişlerse de bu haberin sahih bir kaynağı yoktur. İbn Kesir, altın ve gümüşün beytu’l-mala gönderilmesinin emredildiğini de zikretmıştır.

Dr. Halid el-Gays bu ganimet konusunda bir araştırma yapmış ve şöyle bir açıklama getirmiştir.829 Şayet Hazreti Muaviye’nin Kur’an’ın bu emrine rağmen ganimetin dağıtılmamasını istediği rivayetin sahih olduğunu kabul edecek olursa bunun sebebini şöyle yorumlayabiliriz:

• Muaviye (radıyallah u anh) kendisine gönderilecek olan ganimetin beşte birlik kısmının altın ve gümüşten gönderilme sini istemiş olabilir.

• Hazreti Muaviye elde olunan ganimetlerin beşte birinin veya tamamının dokunulmadan Hindistan’ a götürülerek orada daha yüksek bir fiyata satılmasını daha sonra da elde edilen yüksek kar ile birlikte bunun beşte birinin kendisine gönderilmesini kalanının askerler arasında taksim edilmesini istemiş olabilir. 830

• Beytu’l-malde gözle görülür bir eksilme meydana gelmiş olabilir. Hazreti Muaviye de Hakem’in askerlerinin elde ettiği ganimetlerin belli bir süre de olsa ödünç olarak beytul-male aktarılmasını istemiş olabilir. Komutan Hakem, eğer rivayet sahih ve gerçek ise Kur’an’ın hükmüne uymak için ganimetleri hemen taksim etmek istemiş ve halifenin bu emrine uymak istememiş olabilir. 831

İtham: Nevruz ve Mihrican günlerinde hediyeleş meyi ihdas etmesi

Cevap: Mecusiler, Nevruz ve Mihrican günlerinde kendi valilerine hediyeler takdim ederlerdi. 832 Hazreti Muaviye’nin, Sevad halkının bu iki günde hediye vermelerini talep ettiği ve bundan hazinenin yıllık 10.000 dirhem gelir elde ettiği rivayet edilmiştir.833

Bu iki bayramda Perslilerin valilerine hediyeler takdim etmesi çok eski bir adetleri olup, Sasani İmparatorluğu’nda mali sistemin bir parçası haline gelmişti. 834 Bu hediyeler Hazreti Ebu Bekr’in hilafetinde gündeme gelmiş, verilen hediyelerin alınıp alınmamasını Halid bin Velid (radıyallah u anh) sorunca halife hazretleri hediyeleri kabul etmesini ve zorunlu cizye hesabına eklemesini emretmiştir. 835 Böyle bir ödeme Hazreti Osman döneminde de gündeme gelmiş ve reddedilmemiştir. Hazreti Muaviye’ye kadar bu ödemeler Fars milletinin yaşadığı vilayetlerin valilerine kalırken, Hazreti Muaviye bu ödeneği düzenletip beytu’l-male aktarmıştır. Bununla da İslam Devleti’ne sabit ve düzenli bir gelir kazandırmıştır. 836 Kendisinden evvelki raşid halifelerin de kabul ettiği bir hediyeyi kabul edip hem de bunu hazineye gelir olarak kazandıran Hazreti Muaviye, iftiracıların tutumu ile bu vakada itham edilmişse de bu ithamın yersiz olduğu göz önündedir.

İtham: İslam’da yasak olan Müslüman’ı kafire varis kılması 837 Nebi (aleyhisselam); ”Müslüman kafire,, kafir de müslümana mirasçı olamaz’ 838 buyurmuşlardır. Ömer, Osman, İbn Mesud ve Ali (radıyallah u anhum) gibi Sahabenin fetva ile yetkili olan larının da bu şekilde fetva verdikleri rivayet edilmiştir. 839

Dört halife döneminde Müslüman birisi kafire mirasçı olamazken, Muaviye halife olunca Müslüman’ı kafire mirasçı kıldığı halde, kafiri Müslümana mirasçı kılmamıştır. Ömer bin Abdülaziz dönemine kadar bu böyle devam etmiş, Ömer bin Ab dülaziz ise ilk sünnete (uygulamaya) dönmüştür. 840

Cevap: Hazreti Muaviye’nin kafir birine Müslüman’ı varis kılması meselesi şöyle rivayet edilmiştir; “İslam’a girmeleri halinde babalarının mirasından mahrum kalacak olmaları Arapların İslam’ a girmelerine engel teşkil ettiği haberi Hazreti Muaviye’ye ulaşınca O; ‘Biz onlara varis oluruz; ama onlar bize varis olamazlar.” buyurdu.  841 Başka bir rivayette ise bu mesele şöyle zikredilmiştir; Muaviye’ye bir adam gelmiş ve ‘Ne dersin, İslam bana zarar mı verir fayda mı?’ diye sormuş, Muaviye de ‘Elbette fayda verir, ne var?’ deyince adam; babasının Hıristiyan olduğunu ve öyle öldüğünü, kendisinin ise Müslüman olduğunu ve kardeşlerinin de ‘Biz babamızın mirasına senden daha fazla hak sahibiyiz’ de diklerini anlatmıştı. Bunun üzerine Muaviye derhal onun kardeşlerini çağırmış ve onlara babalarının mirasını eşit olarak paylaşmalarını emretmiş ve sonra da hem Ziyad’a hem de Şurayh’a “Müslümanı kafire varis yapın, fakat kafiri Müslümana varis yapmayın” şeklinde ferman göndermiştir. 842 Sahabeden Muaz bin Cebel (radıyallah u anh)’ın da böyle bir fetva·verdiği bilinmektedir. Yemen’ de iken Muaz bin Cebel’e bir Yahudi’nin öldüğü ve geride Müslüman bir kardeşinin kaldığı bu durumda mirasın ne olacağı arzedilince Hazreti Muaz; “Ben Rasulullah’tan ‘İslam artar, eksilmez’ buyurduğunu işittim” diyerek onu varis kılmıştır. 843 İki güzin sahabi de birbirinden bağımsız olarak aynı içtihatta bulunduğu halde Hazreti Muaviye’nin sünneti değiştirdiği ithamının siyasi bir çekişmenin propagandası olduğu aşikardır. Tabiundan Mesruk b. El-Ecda Hazreti Muaviye’nin bu hükmü için şöyle demiştir; “İslam’ da bundan daha güzel bir hüküm ihdas edilmiş değildir. “844

Yine Tabiundan Abdullah bin Makıl bu meseleyi şöyle değerlendirmiştir; “Rasulullah’ın ashabının verdiği hükümlerden sonra, İslam’da bence Muaviye’nin bu hükmünden daha güzel bir hüküm ihdas edilmemiştir. Çünkü tıpkı onların hanımlarıyla nikah bize helal olduğu halde, Müslüman hanımlarla onların nikahlanması helal olmadığı gibi, biz onlara mirasçı oluyoruz ama onlar bize varis olamıyorlar.”845 Müslüman ile gayr-ı müslimin birbirine mirasçı olamayacaklarına dair, Hazreti Peygamberden sadır olmuş açık bir nas ve uygulama mevcutken ve aynı hüküm hakkında bütün sahabe ittifak etmişken846 adı geçen iki sahabinin bu içtihatları nasıl açıklanacaktır? Hazreti Muaviye’nin bu içtihadı, hareket noktası itibarıyla, Hazreti Peygamberin Taifli Sakif Kabilesi’ ne gösterdiği toleransa benzemektedir. Zira Sakifliler İslam’a girerken zekat vermemeyi ve cihada iştirak etmemeyi şart koşmuşlar, Hazreti Peygamber de onların Müslüman olduktan sonra kendiliklerinden zekat ve recekleri ve cihada iştirak edecekleri temennisini dile getirerek bunu kabul etmiş847 zekat ve cihad gibi Kur’an’ın ısrarla üzerin de durduğu iki mühim vecibenin, onların İslam’a girmelerine engel olmasına izin vermemiştir. “İslam arttırır, eksiltmez”848 ve “İslam yücedir, onun üzerine yücelinmez” 849 hadis-i şeriflerinden yola çıkarak Muaz bin Cebel ve Muaviye (radıyallah u anhuma)’nın içtihatları, bu deliller miras konusu ile alakalı değilse de Müslümanların maslahatı gereği bu cüzi meseleye, İslam artar hadisini külli bir usul kaidesi olarak kabul edip yaklaştıkları görülmektedir. Bu ictihatın neti cesinde diğer sahabilerin olumlu ya da olumsuz herhangi bir tepkisine rastlayabilmiş değiliz. Öyle anlaşılıyor ki Sahabe, bu yeni hüküm karşısında susmayı yeğlemiştir. 850 İmam Tahanevi bu meseleyi şöyle izah etmıştır: Hazreti Muaviye ve Hazreti Muaz’ın bu uygulaması, batıl dinlerini terkedip kafir akrabalarından ayrılan, İslam’a girip topluma katılan insanların kalplerini kazanma, onları ısındırma babından olup, mirasçı kılma babından olmadığı, ilerleyen zamanlarda insanların bu uygulamayı mirasçı kılma haline getirdiklerini Ömer b. Abdülaziz’in ise durumu ilk uygulamaya çevirdiğini söylemektedir. 851

İnceleyin:  Imam Rabbani'ye Göre Sahabelerin Içtihadı...

İtham: İlk defa oğlunu kendi yerine geçiren (veliaht tayin eden) O’dur.”

Cevap: “HİLAFET” bölümünde zikrettiğimiz üzere halifenin hangi şekilde seçilmesini emreden bir nas yoktur. İlk dört halifenin vazife başına gelişine bakacak olunursa sırasıyla; Ebu Bekir (radıyallah u anh) Nebi (aleylıisselam)’ın işareti üzere ashabın tamamının seçimi ile, Ömer (radıyallah anh) Hazreti Ebu Bekr’ in ataması ile, Osman (radıyallah u anh) Hazreti Ömer’in seçmiş olduğu 6 kişilik heyetten diğer heyet üyelerinin seçimi ile, Ali (radıyallah u anh) ise isyancıların kendisini halifeliği kabul etmeye zorlaması ile seçilmiştir. Hazreti Ömer, kendisinden sonraki halifeyi seçecek heyete oğlu Abdullah (radıyallahu anh)’ı oyların eşit çıkması durumun da belirleyici oyu kullanmak üzere tayin etmiş; onun hilafet gibi ağır sorumluluğu bulunan bu görevi taşıyabilecek bir güce sahip olmadığını bildiğinden aday göstermemiştir. Oğlu Abdullah için “Hanımını boşayamayan, boşamaktan aciz bir kişiyi Halife seçmem” 852 diyerek onun halifelik için yeterli olmadığını dillendirmiş olmaktaydı.

Dikkat ediniz Hazreti Ömer, oğlu Abdullah’ı hilafetin babadan oğula geçmesinin yasak olmasından ötürü değil, yeterli görmediği için seçmemiştir. Böyle bir tayinin caiz olmaması durumunda oğlunun yeterliliğini dahi sorgulamadan konuyu kapata bilirdi. Hazreti Muaviye’yi hilafeti oğluna bıraktığı için eleştiren ilk zümre, hilafetin Hazreti Ali’nin oğullarında olması gerektiğini iddia eden Rafızilerdir. Hilafetin Emevileşmesinden ötürü şikayet edenler, hilafetin Alevileşmesi propagandası gütmüşlerdir. Ehli Sünnet dahi bu propagandadan nasibini almış ve daha evvel Hazreti Ebu Bekr’in Hazreti Ömer’i kendisi hayatta iken tayin etmesi gibi Hazreti Muaviye’nin Yezid’i tayin etmesini, sanki İslam’ın temel unsurlarından birini yıkılmışçasına eleştiri ye tutmuştur. Eğer eleştirilen nokta babadan oğula hilafetin geçmesi ise Hazreti Hasan’ a babasının vefatından sonra biat edilmesini nereye koyacağız ki ashabın ekserisi Hazreti Hasan’ a biat etmiş ve kimse bu hilafeti yadırgamamıştı. Eleştiri, bizzat Hazreti Muaviye’nin hayatta iken birini tayin etmiş olması ise bu da önceki halifelerden Hazreti Ebu Bekr’in yolu idi.

Tayin edilen kimsenin oğlu olması eleştirilecekse, halifenin kendi evladını tayin etmesini yasaklayan bir nas da mevcut değildir. Geriye ise eleştiri sebebinin Yezid’in hilafete ehil olmaması öne sürülebilir ki bunu da incelemek gerekmektedir. Yezid, hilafete kendisinden daha layık kişiler olduğu halde veliaht ilan edilmiştir, Muaviye (radıyallah u anh) bundan dolayı hata işlemiştir denilebilir. O günün siyasi ve sosyal şartları bir arada düşünüldüğü takdirde Muaviye (radıyallah u anh)’ın o dönemin vazgeçilmez unsuru olan güçlü kabilecilik (asabiyet) anlayışından isitfade ederek ümmetin birlik ve dirliğini muhafaza etmek için oğlu Yezid’i kendi yerine veliaht olarak tayin etmekten başka çaresi yoktu. İbn Haldun bu vakayı şöyle özetler: Birliğin bozulmasından korkan Muaviye (radıyallah anh) Yezid’i veliaht tayin etmişti. Zira Emevioğulları, iktidarın ve hakimiyetin kendilerinden başkasına devir ve teslim edilmesine rıza göstermeyecek bir durumda bulunuyorlardı. Şayet başka birini veliaht yapmış olslaydı, ihtilafa düşer ve ona karşı çıkarlardı. Ayrıca Emevioğulları Yezid’in salih ve dürüst bir kişi olduğunu düşünüyorlardı. Bu hususta hiçbir kimse şüphe edemez. Zanne dilmemelidir ki, Muaviye (radıyallah anh) ve diğerleri fasık olduğunu bile bile Yezid’i veliaht tayin etmişlerdir. Haşa Muaviye (radıyallah anhı)’i bundan tenzih ederiz.”

Lakin başkasını değil de oğlu Yezid’in veliahtlığını tercih etmeye Muaviye (radıyallah u anh)’ı sevkeden sebep sadece, o zaman meseleleri halletme ve karara bağlama yetkisine sahip olan Emevilerin Yezid üzerinde ittifak etmeleri suretiyle halkın bir araya gelmelerini ve arzularını birleştirmelerini temin etmekten ibaretti. Zira Kureyş’in, bütün Müslümanların ve bunların için den galebe çalanların asabesi ve özü olarak, Emeviler, o vakit ondan başkasının halife olmasına razı olmazlardı. Bu sebeple Muaviye (radıyallah anhı), bu makama daha layık oldukları zannedilenleri bir yana bırakarak Yezid’i tercih etti. Şari’ nazarında önemli bir husus olan ‘ittifakı temin etme ve değişik arzuları bir noktada toplama’ konusuna bianen daha layık olandan vazgeçerek layık olanı veliahtlığa tayin etti. Muaviye (radıyallah u anh) hakkında bundan başka bir şey düşünülemez. Adaleti, dürüstlüğü ve Sahabeden oluşu, başka türlü hareket etmesine manidir. İleri gelen Sahabenin bu hadiseye şahit olmaları ve onun karşısında sessiz kalmaları, onda herhangi şüpheli bir durumun bulunmadığının delilidir. Zira ashab, haksızlık karşı sında susacak kimselerden değillerdi. Muaviye (radıyallah u anh) da, izzetine ve büyüklüğüne bakıp da hakkı kabul etmeyenlerden değildi. Bunların tümü de çok yüce insanlardır, böyle şeylere tenezzül etmezler. Zaten bunu yapmalarına adaletleri ve dürüstlükleri manidir. 853

Hazreti Muaviye’nin oğlunu veliaht tayin ederken yapmış olduğu şu dua da niyetinin ne olduğunu bize izhar etmektedir: “Ey Allahım! Eğer ben Yezid’i onda gördüğüm üstün meziyetlerden dolayı veliaht tayin etmişsem benim bu emelime (arzuma) onu ulaştır ve ona yardım et. Yok eğer onu veliaht tayin etmeye beni, babanın çocuğuna duyduğu sevgi yöneltmişse ve o benim bu tercihime ehil ve layık değilse bu makama erişmeden önce onun canını al.” 854 Muaviye (radıyallah u anh) Medine mescidinde oğlu Yezid’i veliaht tayin ettiğine dair okuduğu bir hutbede, Allah’a hamd ve senada bulunduktan ve Yezid’i övdükten sonra şöyle demiştir: “Benim sizin hakkınızda nasıl davrandığımı, akrabalık hu kukunu nasıl koruyup gözettiğimi ve size olan iltifatlarımı gördünüz. Yezid sizin kardeşinizdir ve amcanızın oğludur. Ona hilafet ile biat etmenizi arzu ediyorum. Böylece o halife olduğunda sizlerde onun yardımcıları olarak istediklerinizi azleder, isteme diklerinizi tayin eder, zekat ve haracı toplar, arzu ettiğiniz gibi taksim edersiniz. Bu konularda Yezid size asla muhalefet etmeyecek ve size uyacaktır.” Onlar, Muaviye’nin bu sözlerine karşı susmuşlar, o ise: “Neden bana cevap vermiyorsunuz?” diye sor muş ve bu sözünü iki defa tekrarlamıştır. 855 Humeyd b. Abdurrahman şöyle demiştir: “Yezid b. Muaviye halife olarak tayin edilince Rasulüllah (aleyhisselam)’in ashabından adı Useyr (veya Yüseyr) olan birinin yanına girdik. O sahabi bize şöyle dedi: Siz ‘Yezid b. Muaviye’nin, ümmeti Muhammed’in en hayırlısı olmadığını, yine bu ümmetin fıkıh bakımından en fakihi, şeref bakımından da en şereflisi olmadığını’ söylüyorsunuz ki ben de aynen böyle söylüyorum. Fakat Allah’a yemin ederim ki, ümmeti Muhammed’in cemaat olarak bir arada toplanması fırka fırka olup ayrılmalarından bana daha sevimli gelir.856 Sahabenin bu beyata rıza göstermesi ve kabul etmesi Yezid’in hilafetinin geçerli olduğunu ispat etmektedir.

Belazuri ise, Abdullah b. Abbas (radıyallah u anhuma)’nın Yezid’in faziletine dair şahitlik ettiğini ve ona biat ettiğini rivayet etmiştir. 857 Muaviye (radıyallahu anh)’ın sağlığında Yezid’in veliahtlığı için biat alındığında Hüseyin, Abdullah b. ez-Zübeyr, Abdurrah man b. Ebi Bekir, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas (radıyallahu anhum) ona biata yanaşmayanlardandı. Hicretin altmışıncı senesinde Muaviye (radıyallah u anh) vefat edip Yezid’e halifelik için biat edildiğinde Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Abbas ona biat ettiler; ancak Hüseyin ile Abdullah b. ez-Zübeyr muhalefete devam ettiler. Medine’den çıkıp Mekke’ye gittiler ve orada ikamet ettiler. 858 Yezid’in hilafeti sahih ve makbuldür. Halife olabilecek bir kimseyi halife tayin ettiği için de Hazreti Muaviye sünnet üzere olan hilafeti krallığa çevirmekle itham edilemez, bu açık bir bühtandır. Eğer bir kimsenin hilafet makamına ehil ve layık olmasının ölçüsü ahlak ve siretlerinin toplamında Ebu Bekir ve Ömer (ra dıyallah u anhuma)’nın ulaştıkları makam ve mevkiye ulaşmasıysa; Ömer b. Abdülaziz de dahil İslam tarihinde bu makama ulaşan hiçbir kimse yoktur. Eğer imkansızı .arzularsak ve başka bir Ebu Bekir ve başka bir Ömer’in yeniden zuhur edeceğini farz etsek bile, Allah’ın Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhuma) için hazırladığı siyasi ve sosyal ortamın aynısı hiçbir surette başka bir kimse için hazırlanamaz. Yok eğer hilafet makamına ehil ve layık olmanın ölçüsü siret ve yaşantıda ki istikamet, şeriatın hurumatını ayakta tutmak, ahkamıyla amel etmek, insanlara adaletle muamele etmek, onların maslahatlarını dikkate almak, düşmanlarıyla cihad etmek, davetleri için ufukları genişletmek, hem bireylerine hem de cemaatlerine yumuşak davranmaksa, hayatında ki haberler açığa çıktığı ve insanlar vakıf olduğu gün şu açıkça ortaya çıkar ki; Yezid, İslam tarihinin övgüyle işlerinden söz etmekten kaçınamayacağı, sena ve övgüyle onları yüceltmekten geri duramayacağı pek çok halifeden daha aşağı bir mekan ve mev kide değildir.”  859

Muaviye radıyallahu anh, vefat edeceği zaman oğlu Yezid’e şu vasiyeti yaptı: “Ey Yezid! Allah’ tan kork, ona karşı gelmekten sakın. Ben bu yönetim işini senin için düzene soktum ve yapabildiğim kada rıyla düzenli bir idare kurdum. Eğer bu hayırlı olursa ben bu nunla çok mutlu olurum, aksi takdirde çok mutsuz olurum. İnsanlara merhametle muamele et. Aleyhimde söylenen ve seni rahatsız eden bir sözü insanların söylediklerini duyarsan bunu duymazdan gel, aldırma ki, yaşantın rahat olsun. Halkın da sana iyi davransın. Sakın kimseyle münakaşaya girişme. Öfkelenme. Aksi takdirde hem kendini, hem halkını mahvedersin. Şerefli ve seçkin kimselere hakarette bulunma, onlara karşı kibirli davranmaktan sakın. Onlara -sende gevşeklik ve zaaf görmeyecekleri kadar- yumuşak davran. Onları, halılarının üzerinde oturt, yakınına getir, meclisinde onlarla beraber otur. Onlar, bu durumda senin hakkını bilecekler, kıymetini takdir edeceklerdir. Onlara hakaret etme, onları küçümseme, aksi takdirde onlar da seni küçümserler, hakkını tanımazlar ve aleyhinde konuşup, sana zarar verirler.

Bir işi yapmaya karar verdiğin zaman yaşlı, tecrübeli, hayırlı, iyi ve büyük kimseleri, takvalıları çağır. Onlarla istişare yap. Fikirlerine muhalefet etme. Çünkü doğru görüş, sadece bir kimsenin kalbinde değildir. Seni uygun gördüğün bir işe sevk ettiği zaman, sana fikir veren kimselerin fikirlerine uy. Vereceğin kararları kadınlarından ve hizmetçilerinden sakla. Karar verdin mi paçaları sıva, askerlerini gözet, kontrol altında tut, kendi nefsini ıslah et ki, insanlar da sana karşı iyi davransınlar. Senin hakkında aleyhte konuşmalarına fırsat verme. Çünkü in sanlar, şerre çabucak yönelirler. Namazları cemaatle kıl. Cemaatte hazır bulun. Eğer bu tavsiyelerimi yerine getirirsen, insanlar senin hakkını bilir ve kadrini takdir ederler. Böylece memleketin büyür. Sen de insanların nazarında büyürsün. Medinelilerin ve Mekkelilerin şereflerini tanı. Çünkü onlar, senin aslın ve aşiretindirler. Şamlıların da şereflerini muhafaza et. Çünkü onlar, sana itaat eden kimselerdir. Diğer şehirlerin ahali sine mektuplar yaz ve mektuplarında onlara iyi davranacağına dair söz ver. Bu, onların emellerini uzatır ve sana umutla bakarlar. Köylerden ve mahallelerden sana heyetler gelirse onlara ihsanda bulun ve ikram et, çünkü onlar arkada bıraktıkları cemaatlarının temsilcisidirler. İftiracıların ve hilekarların sözlerine kulak asma. Doğrusu ben, öylelerini kötü vezirler olarak görk 860

İtham: Hazreti Muaviye hilafeti krallığa çevirmiştir. Hazreti Muaviye veliaht tayini ile “Nebevi hilafeti bitirip, sultani hilafeti” 86 1 başlatmıştır. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Ümmetim içinde benden sonra halifelik otuz senedir. Sonra bunun ardından krallık vardır.”862

Cevap: “Hilafet” bahsinde bu rivayetin izahını yapmaya gayret etmiş ve de rivayetin otuz yıldan sonra gelenlerin halife olamayacağı manasına gelmediğinden bahsetmiştik. Nitekim bir rivayette Efendimiz (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: ‘Sizin başınıza ümmetin hakkında ittifak edeceği on iki halife olduğu sürece bu din ayakta kalmaya devam edecektir.”863 Otuz yıldan maksat kendisinde melikliğin karışmadığı nebevi hilafettir. Hazreti Muaviye’nin hilafeti ise rahmetle birlikte melikliğin bir miktar karıştığı hilafettir. Nitekim Hazreti Muaviye’nin şöyle dediğini İbn Kesir 864 rivayet etmiştir: “Ben meliklerin ilkiyim ve son halifeyim.”865

Biz Muaviye (radıyallah u anh)’ın her ne kadar ilim, vera ve adalet sahibi olsa da diğer dört halifeden ilim, vera ve adalet bakımından daha aşağı seviyede bulunduğunu itiraf ediyoruz. Nitekim evliyalar ve hatta melekler ve peygamberler arasında bile benzer farklılıklar görürsün. Muaviye’nin emirliği her ne kadar ashabın icmaı ve hilafeti bizzat Hasan (radıyallah u anh)’ın ona teslim etmesiyle sahih ise de kendinden öncekilerin halifelik yönetimi üzere de değildir. Mübahlar konusunda kendisinden önceki dört halife sıkı davrandıkları halde Muaviye (radıyallah u anh) geniş davranmıştır. İyilerin iyilikleri, mukarrebinin kötü lükleridir. Belki de Muaviye (radıyallahu anh)’ın mübahlar konusunda böyle geniş davranması, -bildiğin üzere diğer zamanlarda bulunmasa da- o zamanın sair insanlarının azimlerindeki kusurdur. Dört halifenin ibadetler ve muamelat konusunda tercih edilmesinin nedeni ise gayet açıktır. 866

Hazreti Muaviye’yi de hulefa-i raşidin arasında saymak ve onunla ilgili haberleri onlarınki ile beraber nakletmek hakkaniyet gereğidir. Zira o, fazilet, adalet ve nebevi sohbete iştirak konusunda onlardan hemen sonra gelmektedir. Tarihçilerin Hazreti Muaviye’yi onlardan ayrı zikretmesinin sebebi ise hilafeti şura ile değil de galabe çalmak neticesinde elde etmesidir. 867 Muaviye (radıyallahu anh)’ın hilafeti, Allah Rasülü’nün hilafetine ters sayılan şurasız ve despot bir hilafet değildi. 868 O iş lerinde ulemaya danışır ve şura neticesinde hükmederdi, bu yüz den Raşit Hilafete en yakın dönem şüphesiz Hazreti Muaviye’nin hilafeti idi. 869

Hazreti Muaviye, şayet veliahtlık müessesini getirerek Müslümanların birlik ve beraberliğinin dağılmasını engellemeyi amaçlamışsa bu durumda inşaallah ecir almış olur. Şayet vazifeyi oğluna değil de o dönemde yaşayan ve bu vazifeyi yerine getire bilecek olan bir sahabiye bırakmış olsaydı, daha isabetli bir iş yapmış olurdu, zira buna imkan ve gücü de vardı. 870 Yezid’i veliaht tayin ederek en doğruyu yapmadığı ortada olsa da tam manası ile babadan oğula doğru seyreden bir krallık ihdas edilmiş de değildir; zira Hazreti Muaviye’nin kendi ismini taşıyan torunu, yani Yezid’in oğlu Muaviye, 20 gün veya 3 ay gibi kısa süren hilafetinin sonunda insanlara hilafeti bırakmak istediğini açıklamıştır.

2. Muaviye: “Ey insanlar, bildiğiniz gibi başınıza idareci olarak ben getirildim. Oysa ben bu görevi yerine getirecek güce sahip değilim, istiyorum ki Ebu Bekr’in görevi Ömer’e bıraktığı gibi bende benden daha güçlü birine bu görevi bırakayım, ya da Ömer b. Hattab’ın bu hizmete birini getirmesindeki gibi şuraya tevdi edeyim. Ben sizin için üstlendiğim bu görevi bıraktım. İçinizden bu işi yüklenecek yok mudur? Kendiniz adına bu işi en iyi kim yürütecekse bu işe onu getirin.” dedi ve hastalığı vefata ulaşana kadar evinden çıkmadı. 871

Görüldüğü gibi babadan oğula olan vesayet bitmiş ve iddia edildiği gibi Kayser/Kisra melikliği son bulmuştu. Hilafet-me liklik meselesini incelerken adaleti elden bırakmamak lazım gelir ki; raşid halifeler dönemindeki halife seçim sistemini devam ettirmeye ümmet güç yetirememiş ve asabiyet ağır basarak hilafet tekrar Şamlıların ağırlığı ile Emeviler’de kalmıştı. 872

İtham: Hasan el-Basri, Muaviye (radıyallah u anh)’ı kınama sade dinde şöyle demiştir: “Muaviye (radıyallahu anh)’ da dört özellik vardı ki, bu dördü değil de bunlardan sadece birisi bile onda olmuş olsaydı onu helak etmeye yeterdi:

• Bu ümmetin içinde Rasulüllah (aleyhisselam)’in ashabın dan ve faziletli insanlardan pek çok kimse kalmasına rağmen ümmetin başı olma görevini kılıç zoruyla hatta şuraya bile baş vurmadan almış olması.

• Kendisinden sonra sarhoş, içkici, ipek giyip çalgı çalan oğlu Y ezid’i veliahd edinmesi.

• Rasulüllah (aleyhisselam) “Çocuk üzerinde doğduğu yatağa aittir ve zina eden için ancak mahrumiyet (recmetme) vardır. ” buyurduğu halde Ziyad’ı kendi nesebine katması,

• Hucr b. Adiyy ve adamlarını öldürmesi. Hucr’dan dolayı Muaviye’nin vay çekeceğine! Hucr’dan ve Hucr’un adamlarından dolayı Muavıye’nın çarptırılacagı ceza ne dehsettir.873

Cevap:  Rivayette geçen dört iddianın ilki Hazreti Hasan’ın hilafeti devretmesi başlığında izah edildiğine göre hilafetin şurasız alınmadığı aşikardır. Diğer üç iddiayı ilerleyen başlıklarda müstakil eleştiri olarak zikredeceğimiz için bu eleştiriye cevap olarak rivayetin sıhhatini açıklamamız kafi gelecektir: Taberi bu haberi Ebu Mihnef  es-Sak’ab b. Züheyr el-Ezdi el-Kufi yoluyla Hasan el-Basri’den rivayet etmiştir. Bu haber, isnadı çok zayıf olduğu için sakıt bir haberdir. Çünkü isnaddaki

Ebu Mihnef Lut b. Yahya çok vahi, yalancı ve aşırı Şii bir kişidir. Hakkında “Şiilerin haberlerinin sahibi (nakledeni) aşırı bir Şii”874 derken ”yalancı”875 Ahbari talif-kıssacı, mahvolmuş,çok zayıf,asla kendisine güvenilmez.”876 denmiştir.  Bu rivayetin Hasen-i Basri (rahimehullah)’a isnadı sahih olmadığı için böyle bir itham üzerinden konuşmaya lüzum yoktur.

Müminlerin Emiri Muaviye (radıyallahu anh)’ a Yöneltilen İthamlar ve Cevapları Bölüm:3