Modernizm, yeni bir İslam tanımı üzerine kurulu bir paradigmadır. Geçmişte anlaşılan, inanılan ve yaşanan İslam’dan hemen her şeyiyle farklı bir tasavvur bu. Yani siz bu hayatta diyelim ki Mâiz b. Mâlik (r.a)’ın zina ettikten sonra gidip “Yâ Rasûlallah beni temizle” demesini, günümüzde herhangi bir Müslümana çok kolay izah edemez, kabul ettiremezsiniz. Özellikle hadler modern insan için çok temel, önemli bir problem… Bunu kabul edemiyor modern Müslüman… Dolayısıyla bu zihniyetini oluşturan modern değerlerle çatışmayan bir İslâm kabul etmeye, böyle bir İslâm tasarlamaya kendisini zorluyor… Bununla çatıştığı anda rivâyetse reddediyor, âyetse tarihsellikle niteliyor… Yaşadığı hayatı esas kabul edip nassları ve ilkeleri buna göre yorumlamaya zorluyor kendisini. Aslında yaşadığımız hadise bunda ibaret. Yani sistemin, resmî söylemin bize dayattığı bir modernite versiyonu var bir de Müslümanların kendi çıkış arayışları sonucunda kendiliğinden oluşuveren bir şeyler var…. Bu da bir modernitedir… Doğru… Ama tasdik edilebilir bir modernite mi?

Modernitenin kendisi bir kere ontolojik olarak problem. Onun için bu yaşadığımız hayatı içselleştirme, “meşrulaştırma” arayışının bir sonucu. Bu hayatı biz nasıl Müslümanlığımızla barıştırabiliriz? Ya da Müslüman kalarak bu hayatı nasıl içselleştirebiliriz?

Bizim temel Müslüman kimliğimizle ilgili olarak, âyet-i kerîme mümini tarif ederken – belki biraz fazla teorik olacak ama – {كنتم خير أمة أخرجت للناس تأمرون بالمعروف وتنهون عن المنكر وتؤمنون بالله} (Âl-i İmrân, 110) diyor. Burada iki tane özellik sayıyor. Birisi imanla ilgili; itikadiyâtı çerçeveliyor, diğeri ise hayata dönük; emr-i bi’l-marûf – nehy-i ani’l-münker… İşte biz bundan vazgeçiyoruz… Yani birincisini kabul ediyoruz, ikincisi bizi zorladığı için reddediyoruz. Hatta – Allahu a‘lem— bu iki hususun âyet-i kerîmede böyle bir sıralamayla zikredilmiş dolmasında da önemli bir mesaj, hikmet vardır diyebiliriz. Önce emr-i bi’l-marûf – nehy-i ani’l-münker, ardından Allah’a iman zikredilmiş… Belki ikincisini hayata intikal ettirmek daha kolay. Çünkü toplumsal hayata –en azından doğrudan– sirayeti yok. Ama birincisi öyle değil; doğrudan hayata / dış dünyaya intikali/etkisi olacak bir şey… Biz bundan vazgeçiyoruz. Mesela artık Müslüman kendisini emr-i bi’l-marûf – nehy-i ani’l-münker yapmakla sorumlu addetmiyor, “çoğulcu toplum” modelini önemsiyor, öne çıkarıyor, vurguluyor. Herkese kendi bulunduğu konumda saygı duyma, kim neye inanırsa inansın ve kim neyi inkâr ederse etsin, herkesin fikrini saygıyla karşılama tavrı allanıp pullanıp ambalajlanıyor ve bize bunun aslında İslâm olduğu söyleniyor. Ama bu bir münker ve senin bunu değiştirmen lazım… Hadi diyelim ki gayr-i Müslim kendi hayatını yaşasın, ona o özgürlüğü İslâm vermiş ama bir adam “ben Müslümanım” diyorsa senin münker olduğu çok açık/net olan hususlarda onun yaptığına saygı duyman değil, onu uyarman gerekiyor. Bu hususta sana bir mükellefiyet terettüp ediyor… Bundan bile vazgeçtik… Bunu bile es geçiyoruz ki bu, arızalı bir İslâm algısıdır.

 

Ebubekir Sifil-Sözü Müstakim Kılmak 2

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce