Pazarı Pazartesiye bağlayan gece “mirac kandili” olarak idrak edilecek. (Bu konuda inşaallah bir yazı yayınlayacağım). Bu vesile ile miracta beş vakit namazın farz kılınmasına ilişkin zaman zaman kamuoyunda kimilerince dillendirilen bir itirazı ele alacağım.
GİRİŞ
Önce bir tespitte bulunalım:
Gerek miraca ilişkin rivayetler gerekse bu rivayetlerde yer alan beş vakit namazın farz kılınması meselesi mütevatir haberlerle değil haber-i vâhidler ile sabit olmuştur.
Şimdi bir usul kuralından söz edelim:
Âlimlerin çoğunluğuna göre haber-i vâhidler [yani mütevatir seviyesine ulaşmamış olan hadis rivayetleri] yüzde yüz kesinlik ifade etmez, zan ifade eder. Bu sebeple de inanca ilişkin konular haber-i vâhidlerle sabit olmaz ama amele [fıkha] ilişkin konular haber-i vâhidlerle sabit olur. Her ne kadar haber-i vâhidlerle inanç konuları sabit olmuyorsa da “senedi sahih olan”, “aklın gereklerine açıkça aykırı olmayan” ve “ümmet tarafından kabulle telakki edilmiş olan” haber-i vâhidleri tenkid edenlerin bu haberleri niçin reddettiklerine ilişkin güçlü gerekçeler ortaya koymaları elzemdir. Hele hele bu haberlerin “akla aykırı olduğunu” iddia etmek, onları kabulle telakki eden bütün ulemanın aklını ta’n etmekle eşdeğerdir.
1. MİRAÇTA BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZ KILINDIĞINA İLİŞKİN RİVAYETLERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Gelelim “miraçta namazın farz kılınışı” ile ilgili rivayetlere yönelik modern dönemdeki eleştirilere
Miraç ile ilgili senedi sahih olan ve ümmet tarafından kabulle telakki edilen bir takım rivayetler, tamamen düz “mantıkla” (!) ele alınarak kolayca reddedilebilmekte, bu rivayetler alay konusu yapılabilmekte, pejoratif bir dille bunları kabul edenlerin akıllarıyla dalga geçilebilmektedir.
Miraç hadislerinde en çok eleştirilen hususlardan birisi beş vakit namazın farz kılınışı ile ilgili bölümdür. Rivayetlere göre önce elli vakit olarak farz kılınan namaz, Hz. Peygamber’in (s.a.v.), Hz. Musa ile istişare etmesi sonucunda birkaç defa süren talepler sonucunda nihâyet beşe düşmüştür.
Burada şu hususlar eleştiri konusu yapılmıştır:
a) Elli vakit namaz yirmi dört saate bölündüğünde yaklaşık her yarım saate bir namaz düşmektedir. İnsanın günde ortalama 6-8 saat arasını uykuda geçirdiği düşünülürse bu zaman aralığı daha da azalmaktadır. Allah bir insanın gücünün bu kadar namazı kılmaya yetmeyeceğini bilmiyor muydu?
b) Peygamberimiz bu durumun ümmetine zor geleceğini bilmiyor muydu ki defalarca Hz. Musa kendisine bunun çok olacağını hatırlatarak indirim yapmasını istedi?
c) Allah, “benim katımda söz değiştirilmez!” derken, nasıl oldu da kısa bir zaman içinde birkaç defa hükmünü değiştirdi?
2. ELEŞTİRİLERİN ELEŞTİRİSİ
Sözün tam da burasında önemli bir hususa dikkat çekmek gerekir. “Sahih”, “ümmet tarafından kabul ile telakki edilen” hadislere yönelik tenkid yöneltenlerin en büyük sorunu, tenkitlerine gerekçe kıldıkları hususların aynen Kur’an hakkında da geçerli olmasıdır.
Mesela miraç hadislerinde Hz. Peygamber’in gök katlarından geçerek “Allah katına” ulaştığı yönündeki rivayetleri “Allah’a mekân izafe etme” gerekçesiyle reddedenlerin Kur’an’da da benzer tarzdaki şu âyet hakkında ne yorum yapacakları merak konusudur:
“Yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından…Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” [Meâric, 3-4]
Tekrar konumuza dönerek şu soruları soralım:
1) Allah, Kur’an’da da ilk olarak koyduğu hükmü aradan çok kısa zaman geçince hafifletmiştir.
Örnek 1:
“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.
Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal, 65-66]
Bu âyetleri zâhir anlamıyla okumaya tabi tuttuğumuzda şu soruyu sormak kaçınılmazdır: “Allah, bizde zaaf olduğunu ilk hükmü koyarken bilmiyor muydu ki sonradan hafifletme yaptı?”
Örnek 2:
Bakara kıssasında Yahudiler, Hz. Musa’dan talepte bulundukça Allah daha önce mutlak bıraktığı hükme yeni yeni kayıtlar koymuştur.
Soru: Allah Yahudilerin emre uymakta isteksiz olacaklarını, ayrıntı isteyeceklerini bilmiyor muydu ki her defasında emrine yeni bir kayıt koydu?
Örnek 3:
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Musa’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu.” (A’raf, 142)
Soru: Yüce Allah, -hâşâ-Musâ ile görüşmesinin toplamda 40 gece süreceğini bilmiyor muydu ki önce otuz geceliğine sözleşip sonra buna 10 gece ekledi.
Örnek 4:
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“[Ey Peygamber] O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.”[Âl-i İmran, 124-125]
Soru: Hz. Peygamber önce üç bin melekle müjdelediği halde sonradan sayı niçin beş bine çıkarılmıştır?
2. Yüce Allah, İblisi rahmetinden kovunca İblis kendisinden süre istemiş, Allah da kendisine süre tanımıştır.
Soru: Allah, -hâşâ- İblis’le pazarlığa mı girişti?
3. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“İbrahim’den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı. İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah’a vermiş biri idi. (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!” [Hûd, 74-76]
Soru: Literal bir okumayla bu âyete baktığınızda bir Peygamber’in Rabbiyle ve O’nun gönderdiği meleklerle bir kavmin helak olmaması için pazarlığa giriştiğini söyleyebiliyor musunuz?
4. Yüce Allah, kullarını sınamak üzere dilediği hükmü koyar, dilediği hükmü yürürlükten kaldırır. O, kullarını imtihan etmek için önce ağır hükümler koyup sonradan bunları hafifletebilir.
Örnek:
“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu. O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik. Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.” [Nisâ, 66-68]
Demek ki Allah dileseydi insanlara değli günde 50 vakit namazı farz kılmak “kendinizi öldürün”, “yurtlarınızı terk edin” gibi ağır hükümler de koyardı ve kulların bu hükümlere uyması halinde bu durum kendileri için daha iyi olurdu.
SONUÇ:
Bu maddeleri ve örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak konuyu uzatmamak adına burada kesiyorum.
Bu yazı, zannî olan haber-i vâhidi savunayım diye hâşâ kat’î olan Kur’an’ı tehlikeye atmak, hakkında şüphe oluşturmak için yazılmış değildir. Sadece her şeye zâhir gözlüğüyle ve literal olarak bakan zihnin aynı çarpık bakış açısını -tıpkı züccaciyeci dükkânına giren fil gibi- bir süre sonra Kur’an’a da uygulayabileceğini ve bazı vahim sonuçları olabileceğini göstermek üzere yazılmıştır.
Yukarıdaki âyetlerin tümünün elbette sahih bir tevili söz konusudur. Ben bu yazıda, hadisleri reddedeceğiz diye getireceğimiz kriterlerin bir zaman sonra / birileri tarafından Kur’an’a da uygulanması tehlikesinden söz ediyorum. Rabbimizin kitabı elbette her türlü şüphe ve tereddütten berîdir.
Tekrar sözü başına bağlayayım: “Sahih”, “ümmet tarafından kabulle telakki edilmiş” hadisleri reddederken ortaya koyduğunuz gerekçelerin sağlam olması gerekir. Gerekçe diye ortaya koyduğunuz şeyler, Kur’an’ın da reddedilmesine yol açmamalı. Hadisler için ileri sürdüğünüz red gerekçesi Kur’an için de kullanılabiliyor ise bindiğiniz dalı kesiyorsunuz demektir.
Son bir söz: Hepsinden geçtim… Velev ki hadisi eleştireceksiniz, en azından üslubunuzu bozmayın… Şayet ümmet tarafından kabul görenleri bu üslupla ta’n etmek şiarınız olmuşsa ne diyelim?
“Şayet mümin iseniz imanınız size ne kötü şeyi emrediyor!” [Bakara, 93]
(Soner Duman /21.Nisan.2017/Cuma)
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…