Mi’racı Nasıl Anlamalı ve Mi’rac Gecesinde Neler Yapılmalıdır ?
Çağımızda, Mi’rac’ı en iyi anlatan, Mi’rac’la ilgili en zor sorulara en ikna edici tarzda cevap verenlerden biri ve birincisi hiç şüphesiz çağın düşünürü Bediüzzaman Said Nursî’dir.
Bu davamızın doğruluğunu anlamak isteyenleri, onun Sözler adlı kitabındaki 31. Sözle, Mektûbat adlı kitabındaki 24. Mektubun İkinci Zeylini okumaya davet ediyoruz. Bediüzzaman’ın izahının, araştırmacılar tarafından hüsn-ü kabul görmesinin ve mevcud izahlara fark atmasının sebebi, onun meseleyi aklen ele alması, ikna edici misallerle işlemesidir. Daha konuya girmeden önce bir ihtarı var ki o bile fevkalade takdire şayandır.
Diyor ki: Mi’rac meselesi, iman esaslarından sonra gelen ve onların nurlarından medet alan bir nurdur. Mi’raç, iman esaslarını kabul etmeyen dinsizlere karşı elbette bizzat isbat edilmez. Böylelerine önce iman esaslarını isbat etmek gerekiyor. Öyle ise biz, öncelikle Mi’rac’ı anlamakta zorlanan ve vesveseye düşen bir mü’mini muhatap alacağız. Ara sıra da dinleme makamında tuttuğumuz inkârcıya sesleneceğiz.
1-Mirac’ın hakikatı nedir?
Mi’racın hakikati, Peygamberimizin
Olgunlaşma nasıl ve ne ile olur? Meratib-i kemalat denilen «olgunlaşma mertebeleri», gezmekle, görmekle, anlamakla kazanılır. Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Mi’racla kimsenin gezmediği yerleri gezmiş, göremediği yerleri görmüş, anlayamadığı şeyleri anlamıştır. Burak’a binmiş, berk yani şimşek sür’atiyle gitmiş, gökleri seyretmiş, menzilden menzile, daireden daireye girmiş, mertebeden mertebeye yükselmiş, Cenab-ı Hakk’ın her yerdeki hâkimiyet ve rubûbiyyetini görmüş, o dairelerin semalarında (göklerinde) yahut o semaların dairelerinde makamları bulunan ve kardeşleri olan peygamberlerle birer birer görüşmüş, tâ “kab-i kavseyn” tabiri ile ifade olunan imkân ve vücûb arası bir makama girmiş, zaman ve mekan kayıtlarından uzak olarak Cenab-ı Hakk’in kelamına ve sohbetine muhatap olmuş, Cemalini görmekle şereflenmiştir.
Ne büyük mazhariyyettir bu? Dünyada iken baş gözüyle kâinatin Yaratıcısını görmek, peygamberler de dahil hiç kimseye nasip olmamıştır. Onun içindir ki o göklerin, fizik ve metafiziğin yolcusuna, o Hakk’ın misafirine kemalat ve fazilette kimse ulaşamamıştır, onun için O eşsizdir.
2-Miraç, Hz. Peygamber’in “Fena âleminden beka âlemine girişi”dir, deniliyor. Bu ne demektir, biz bunu nasıl anlamalıyız?
Mi’rac, Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin fena aleminden, beka alemine girmesidir. Mi’rac, bir Dünyalı’nın (s.a.v) ruhuyla ve cismiyle fizik aleminden ayrılıp metafizik alemine uçmasıdır. Anlatılması mümkün olmayan şeyleri bir anda görüp dönmesidir. Mi’rac olayını ve Mi’rac’da cereyan eden hadiseleri insan havsalası kavrayamaz. Çünkü akıl kabı küçüktür, o olayı kuşatamaz. Çünkü beka aleminde görülenleri, fena aleminde ölçecek, tartacak bir alet yok. Onun için Mi’racın Sultanı, Hakk’ın davetlisi olan Peygamberimiz, cenneti, Cenab-ı Hakk’ın kudsî hadisinde geçen şu ifadelerle tanıtmak istemiştir:
“Ben salih kullarıma öyle şeyler (ve öyle bir cennet) hazırladım ki, o cennetin benzerini ne göz görmüştür, ne kulak işitmiştir? Ne de insanoğlunun hatır ve hayali onu canlandırabilir
Peygamberimiz’i
– Arkadaşlar! Ben bir anda dünyaya götürüldüm, getirildim. Dünyanın her yerini gezdim, her şeyini gördüm, dese yalan söylemiş olur mu? Olmaz.
İşte Mi’rac hadisesi bu. Bir anda dünya ananın karnı açılıyor, fena âleminin kapıları açılıyor. İçimizden Birisi, Birincisi ve Sonuncusu ahirete alınıyor, gezdiriliyor, gökler ve göklerin sakinleri, Arş, Kürsi, Levh u Kalem, Sidre-i Münteha, Cennetler ve Mevla’nın cemali, Cehennem ve Cehennemlikler bir anda gösteriliyor tekrar dünyaya konuluyor.
Anne karnından dünyaya getirilen ve tekrar yerine konulan diğer arkadaşları:
Madem bir anda dünyaya gittim geldim diyorsun, öyleyse dünya nasıl? bize anlat, deseler; bu zat dünyayı onlara nasıl anlatsın? Anlatamaz. Anlatsa dahi dinleyenler anlayamaz, Çünkü dünya ile anne karnının hiç bir benzerliği yok ki, dağ dese anne karnında dağ yok, orman dese orman yok; yer, gök, ay, güneş, cennet gibi bir bahar, cehennem gibi bir kış var dese, hiç birini anlayamazlar, Çünkü bunların hiç biri anne karnında yok.
Bu uzun ve şaşırtıcı cevapları bırakır da “dünya öyle bir yer ki ne gözünüz onun benzerini görmüş, ne kulağınız işitmiş, ne de hayaliniz canlandırabilmi
İşte dünyadan, fena aleminden beka alemine alınan, mülk ve melekût alemleri kendisine gösterilen Peygamberimiz, dünyanın bin sene mutlu hayatından bir saati daha üstün olan Cenneti Kudsî Hadis’in bir parçasıyla: “Onun gibisini ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş, ne de hayaller canlandırabilmi
Anne karnındakiler, oradan daha büyük bir dünyanın olduğunu kabul etmezlerse, 9 ay sonra inanmadıkları dünyada gözlerini açınca utanacakları gibi; şu fani dünyadan başka, ebedi bir dünyaya, ahirete inanmayanlar ve orada geçerli döviz olan İslamiyet’e sarılmayanlar da 9 ay, veya 9 yıl yahut 90 yıl sonra inanmadıkları ahirette gözlerini açınca utanacaklar, inançsızlıkları
Anne karnı şu dünyanın yanında ne kadar küçük kalırsa, ahiretin yanında şu dünyamız da o kadar belki ondan daha küçük kalacaktır. Onun için ahirete göre dünya bütün parlaklık ve güzelliği ile beraber “bir zindan hükmündedir.” denilmiştir.
Cennet de Cehennem de çok yakın bize. Efendimiz’in (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: •Cennet sizin her birinize nalınının tasmasından daha yakındır. Cehennem de öyledir. » Bu ikisi ölüm kadar yakındırlar. Ölüm, hiç umulmadık bir zamanda kapıyı çalabilmektedir
3-Mi’racın uzun mesafesiyle, “andolsun ki, biz insanoğluna şah damarından daha yakınız!” mealindeki ayetin ifade ettiği mesafesizliği nasıl bağdaştırmalı ve nasıl anlamalıyız?
Cenab-ı Hak, bize son derece yakındır; biz ise O’na son derece uzağız. Güneş buna en güzel misaldir. Güneş, elimizdeki aynamız sayesinde bize son derece yakındır. Eğer güneşin şuuru olsaydı aynamız aracılığıyla bizimle konuşabilirdi de. Çünkü o ışığı ve ısısıyla bize bizden yakındır. Biz ise ondan, onun zatından 149,5 milyon kilometre uzağız. Teşbihte hata olmasın Şems-i Ezeli olan Allah, isim ve sıfat ışıklarıyla her şeye her şeyden daha yakındır. Çünkü Vacibü’l-Vücûd’
Mi’rac, Peygamberimizin
4-Mi’rac, neden sadece Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize tahsis edilmiştir?
Miraç Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v) Efendimize has bir olaydır. Onun mu’cizelerinden
Süleyman Çelebi’nin de dediği gibi …Ne insan, ne cinn, ne melek, ne peygamber bundan önce hiç kimse Mevlâ ile görüşme gibi bir devlete nail olmadı, hiç kimse Miraç gibi bir asansöre bindirilmedi ve hiç kimse mertebelerin en yücesine çıkarılmadı, Ezel Sultanı’nın sohbetine mazhar olmadı. Dolayısıyla hiçbir ümmete Miraç Gecesi gibi bir gece verilmedi. Çünkü dost ve düşmanlarının ittifakıyla güzel ahlakın en yüksek derecesi Peygamberimizde
Bu sebeple biz, Kâinatın Fahriyle iftihar ediyoruz, gecemizle iftihar ediyoruz; bizi Onunla ve Onun geceleriyle şereflendirdiği
Miraç, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed’in (s.a.v) üm¬meti adına Cenab-ı Hak’la ömrî görüşmesidir. Milletin vekili olan bir başbakan nasıl cumhurbaşkanıyl
Cenab-ı Hak’tan, Süleyman Çelebî’nin ifadesiyle:
“Ümmetini sana verdim ey Habib / Cennetimi onlara kıldım nasib”
müjdesini alıp gelmiştir.
5-Süleyman Çelebi’nin “Gel Habibim Sana Aşık Olmuşam” mısrasını nasıl anlamalıyız?
Mevlid-i Nebevî ile Mi’raciyenin okunmasını son derece faydalı ve İslâm’ın güzel bir adeti bulan, iman hakikatlerinin ihtar edilmesi için en hoş ve en şirin bir ders gören, Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’yi rahmetle ve şükranla anan Bediüzzaman, merhumun yukardaki mısrasını tahlil ve tashih etmekten de kendini alamamıştır. Şöyle ki: “Sana aşık olmuşum” ifadesi, Vacibu’l- Vücûd olan Allah’ın kudsiyetine ve hiçbir şeye muhtaç olmama anlamına gelen “istiğna” düsturuna uygun düşmüyor. Madem Süleyman Efendi’nin mevlidi herkesin beğenisine layık olmuştur ve madem o, velayet ve hakikat ehlidir; öyleyse onun vurgulamak istediği mana doğrudur, o mana da şudur: Cenab-ı Hakk’ın sınırsız cemali ve kemali vardır. Kâinatın her tarafına yayılmış olan cemal ve kemalinin bütün çeşitleri Cenab-ı Hakk’ın cemal ve kemalinin işaretleridir. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini seveceği gibi Yüce Allah da sınırsız cemal ve kemalini pek çok sevmektedir. Hem de kendine layık bir muabbetle sevmektedir. Hem de cemalinin pırıltıları olan isimlerini sevmekte, dolayısıyla isimlerinin güzelliklerini gösteren sanatını sevmekte, cemal ve kemaline ayna olan sanat eserlerini ve onların güzelliklerini sevmektedir.
Madem Sevigli Peygamberimiz Allah’ın sanat eserleri içinde en mükemmel ferddir ve yaratılmışlar içinde en mümtaz şahsiyettir ve madem Allah’ın sanatını zikir velvelesi ve tesbih çığlıklarıyla en güzel O teşhir ediyor, İlahi isimlerdeki cemal ve kemal hazinelerini Kur’an diliyle O açıyor, küllî kulluğuyla ilahî Rubûbiyyete O aynadarlık ediyor, öyleyse kâinatı içinde toplayan mahiyetiyle, Allah’ın bütün isimlerine tam bir ayna da O olmuştur. İşte bunun için denilebilir ki Cemil-i Zül’celal kendi cemalini ve isimlerini sevdiğinden, cemalinin ve isimlerinin en mükemmel, isimlerinin en parlak aynası olan Hz. Muhammed’i de (s.a.v) sever. Ona benzeyenleri de derecelerine göre sever. Sanatını ve yarattıklarının
Bu izahlardan anlaşıldı ki, Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti, rahmeti gibi kâinatı kuşatmıştır. Öyleyse şu sınırsız mahbublar, (sevgililer) içindeki en yüksek makam Hz. Muhammed’e (s.a.v) aittir ki “Habîbullah” lakabı O’na verilmiştir. İşte bu en yüksek “Mahbubiyet Makamı”nı Süleyman Çelebi “Sana aşık olmuşum” ifadesiyle dile getirmiştir. Madem bu mana, Allah’ın şanına uygun olmayan manayı hayale getiriyor, öyleyse bunun yerine “Gel Habibim, Senden razı olmuşum” denilmelidir.
6-Mi’raca lüzûm var mıydı?
Peygamberimize kadar geçen zaman içerisinde çeşitli bölgelerde birden fazla peygamber de bulunabiliyordu
Kâinatın şerefi, gözü, gözdesi, alemlerin fahri, insanlığın efendisi olan bir Zat’in elbette ki kâinatı gezmesi, görmesi ve kâinat içindeki şeyin en yüksek maksadını, en büyük neticesini anlaması gerekiyordu., Ve her tabakanın ayrı ayrı kulluk vazifelerini bilmesi, Allah’ın rubûbiyyetinin saltanatını, hakimiyyetinin haşmetini müşahede etmesi, nelerle hoşnud olacağını öğrenmesi, gördüklerini ve öğrendiklerini anlatması; böylece Allah’ın saltanatının dellalı olması lazım geliyordu, Onun için Mi’rac gibi bir seyahate lüzûm görüldü. Çünkü oturarak edinilen bilgi ile, gezilerek, görülerek edinilen bilgi bir değildi. Onun için Peygamberimiz, Cenab-ı Hakk’ın emri ve izni ile kâinati dolaştı, gökleri gezdi, gördü, Cenab-ı Hakk’ın en büyük dairesinin adı olan Arş-ı Azam’a çıktı, imkân ve vücûb ortasında kab-ı kavseyn ile ifade edilen makama girdi ve Zat-i Celil-i Zü’l-Cemal ile görüştü.
7-Resûlullah efendimize dünyada iken cennet ve cehennemin gösterilmesinin
Bunda çok hikmetler vardır, biz sadece bir tanesini söylemekle yetineceğiz: Cennetin iyilik ve güzellikleri, cehennemin de azabı ve dehşeti sınırsızdır. Eğer onları Peygamberimiz dünyada iken görmeyip te kıyamet gününün başlarında görseydi, cennetin güzelliklerine dikkati takılabilir, ya da cehennemin dehşetinden korkabilirdi. Bu da, o gün şefaat bekleyen ümmetine bütünüyle yönelmesine engel olabilirdi. Onun için Yüce Allah Mirac Gecesinde bunları gösterdi ki o gün onlar kalbini ve dikkatini fazlasıyla meşgul etmesin. Etmesin ki o gün sadece ümmetini düşünsün, ümmetinin kurtuluşu için şefaat hakkını kullansın. Bu da merhameti sonsuz Allah’ın lütuf ve merhametinin ayrı bir tecellisidir.
8-Peygamberimiz
Bu sorunun cevabı tartışmalıdır. “Ruhu ile ve rüyada gitmiştir” diyenler olduğu gibi; “hem ruhu hem de cesediyle gitmiştir.” diyenler de vardır. Bu ikinci görüşü benimseyen Veliyyullah Dihlevî, “Mirac bedenle cereyan etmiştir ama, o sırada beden, ruhun sıfatlarını taşır vaziyette bulunmuştur.” der. Aşağıda da görüleceği gibi Bediüzzaman bunu: “Latif cismi, sür’atli ruhuna tabi olmuştur” sözüyle ifade etmiştir. Her iki görüş mensupları kendilerini haklı çıkarabilecek deliller ortaya koyabilmekteler
Görüşünü paylaştığımız Çağın Düşünürü Bediüzzaman bu meseleyi şu şekilde izah etmektedir: Yüce Allah mülkünde ve melekûtundaki harika ayetlerini (mucizelerini) göstermek, şu âlemin tezgahlarını, kaynaklarını ve insanlığın ahirete ait amellerinin neticelerini Peygamberimize temâşâ (seyr) ettirmek istemiştir. Elbette Peygamberimizin
Madem Cennet’e, cisim ruh il!e beraber gidecek; elbette Cennetü’l-Me’va
9-Bin türlü zorluklarla ve uçakla ancak birkaç kilometre yükseğe çıkılabilir, bir insan cismiyle binler senelik bir yolu nasıl bir kaç dakikalık bir zaman içinde gidip gelebilir?
Dünya gibi ağır bir cisim, fenni hesaplara göre yıllık hareketiyle bir dakikada 188 saatlik bir mesafeyi kesiyor. Takriben 25 bin senelik bir yolu, bir sene de alıyor.
Acaba dünyamıza şu muntazam hareketi yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren Kudreti Sonsuz, bir insanı Arş’a çıkaramaz mi? Güneşe koyduğu cazibe (çekme) kanunuyla pek ağır bir cisim olan dünyayı, Mevlevi gibi güneşin çevresinde gezdiren Şems-i Ezel (Allah), rahmetinin cazibesiyle ve muhabbetinin cezbesiyle bir kulunu cismiyle beraber berk (şimşek) gibi Arş-i Rahman’a çıkaramaz mi?
10-Bir kaç dakikada binlerce senelik mesafeyi gitmek akıl almaz şey, ne dersiniz?
Cenab-ı Hakk’ın san’atında hareketler çeşit çeşittir. Mesela sesin sur’atiyle ışığın, elektriğin, ruhun ve hayalin sur’atleri farklı farklıdır. Gezegenlerin dahi hareketleri o kadar değişiktir ki akıl hayret etmektedir. Bunları kabul eden akıl, acaba latif cismi, sur’atli ruhuna tabi olan Hz. Peygamber’in ruh sür’atindeki hareketini nasıl reddeder?
Bazen öyle olur ki bir veya on dakikalık bir rüyada meydana gelen hadiseleri uyanıkken yapmaya kalksanız belki yıllar alabilir. Demek oluyor ki bir zaman-i vahid (tek bir zaman) (uyuyan ve uyanık) iki şahsa göre, birisine bir gün, birisine de bir sene olabilir
Peygamberimizin
11-Mi’racın benzeri bir başka olay var mı?
Mi’racın benzeri olaylar o kadar çok ki hesaba gelmez. Mesela: Her göz sahibi, gözüyle yerden ta Neptun gezegenine kadar bir saniyede çıkabilir. Her ilim sahibi, astronomi kanunlarına binip, yıldızların ta arkasına bir dakikada gidebilir. Her iman sahibi, namazın rükünlerine fikrini bindirip bir çeşit mi’rac ile kainatı arkasına atıp, Huzur’a kadar gider. Her kalb sahibi ve her kâmil veli, seyr-i sülûk (ruhi yürüyüş) ile Arş’dan, Allah’ın isim ve sifatlarının dairesinden kırk günde geçebilir. Hatta Şeyh-i Geylanî ve İmam-i Rabbani gibi zatlar, sadık ihbarlarıyla bir dakikada Arş’a kadar ruhen yürüdüklerini söylemektedirle
Nurani cisimler denilen meleklerin Arş’dan ferşe, ferşden Arş’a kısa bir zamanda gidip gelmeleri de Mi’racın bir emsalidir. Hem Cennet ehli, mahşerden Cennete kadar olan beş yüz senelik mesafeyi kısa bir zamanda almaktadırlar. Bu kadar nümûneler, örnekler gösteriyor ki: Bütün evliyaların sultanı, bütün mü’minlerin imami, bütün ehl-i Cennet’in reisi ve bütün meleklerin makbûlü ve efendisi olan Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v) layık bir seyr-i sülûk, bir seyahat, bir mi’rac olması haktır, hikmetin tâ kendisidir, son derece makuldür ve şüphesiz olmuştur.
12-Mi’rac seyahatinde beka âleminin varlıklarından biri olan “Burak” ın Peygamberimize tahsis edilmesinin sır ve hikmeti nedir? Merhûm Süleyman Çelebi neden onu hazin bir aşk macerası olarak naklediyor?
Beka âlemindeki mahlukların Hz.Muhammed (s.a.v) Efendimizin uruyla pek çok ilgili olduklarını, aşk derecesinde Onu sevdiklerini ilan ve ispat için Burak tahsis edilmiş, merhum Süleyman Çelebi de Burak’ın şahsında beka alemindeki bütün varlıkların Peygamberimize olan sevdalarını mısralara dökmüştür. Bu meseleyi ikna edici bir tarzda işleyen Bediüzzaman diyor ki: “Resûl-i Ekrem’in getirdiği nur sayesinde ahiret yurdu ve cennet cin ve insanlarla şenlenecektir. Eğer O olmasaydı, Ebedî Saadet olmayacaktı, cennetin her mahlukundan istifade etmeye kabiliyetli olan cin ve insanlar, cenneti şenlendiremeyec
13-Mi’racın mesaj ve hediyeleri nelerdir?
Yüce Allah kulu Muhammed’e (s.a.v) vermek istediği m esajları vahyetti. Beş vakit namazı, Bakara suresinin son iki ayetini, şirk koşmadan ölenlerin -günahlarını affettirmeden ölmüşlerse- cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulup Cennet’e gidebilecekleri
Hediye denildiği zaman çoğumuz hep altın, gümüş, inci, mercan gibi takılar veya değerli eşya anlarız. “Ayetten hediye olur mu?” şeklinde itiraz edenler olabilir. Halbuki biraz düşünebilselerd
Mesela, Cenab-ı Hak Mirac gecesinde şu emirleri Habibine verdi.
1-Allah’dan başkasına kulluk edilmeyecek,
2- Ana-babaya iyi davranılacak,
3- Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkı verilecek,
4- Cimri ve israfcı olunmayacak,
5- Çocuklar yoksulluk korkusu ve sair sebeplerden dolayı öldürülmeyecek,
6– Zinaya yaklaşılmayacak
7- Haksız yere cana kıyılmayacak,
8- Yetim malına haksız yollardan yaklaşılmayacak
9- Verilen söz yerine getirilecek,
10– Ölçüde ve tartıda doğruluktan şaşılmayacak,
11- Hakkında kesin bilgi olmayan şeyin dedikodusu yapılmayacak,
12- Yer yüzünde gurur ve kibirle dolaşılmayacak.
Bu emirlerin –uyulduğu takdirde- her birinin altında cennet gibi emsalsiz bir hediye saklı. Mi’raçta inen ayetlerin birinde “Allah hiç kimseye, güç ve kabiliyetini aşan bir yük yüklemez.” buyurulmaktadır
Bu ayet, sadece Hz. Muhammed (s.a.v) ve Kur’an-ı Kerim’e değil, aynı zamanda bütün peygamberlere ve bütün Mukaddes İlahî kitaplara inanmayı emretmiştir. Böyle bir hoşgörü İslâm’dan başka hangi dinde vardır ve nerde görülmüştür? Bundan daha büyük bir hediyeyi Allah’tdan başka kim verebilir? Bu hoşgörüyü benimseyenin dünyası ve ahireti cennet olmaz mı?
Ayrıca, Mirac’da hediye edilen beş vakit namaz da ruhun rahatı, bedenin sağlığı, aklın nuru, kalbin huzuru, müminin mi’racı ve cenneti değil mi? Süleyman Çelebi bu gerçeği ne güzel özetlemiş:
“Sen ki Mi’rac eyleyup ettin niyaz / Ümmetin Mi’rac’ını kıldım namaz
Her kaçan kim bu namazı kılalar / Cümle gök ehli sevabın bulalar.
Çünkü her türlü ibadet bundadır / Hakka kurbiyyetle vuslat bundadır.”
Bunun anlamı şudur: Yüce Allah Peygamberine sesleniyor: Ey Peygamber! Sen miraç yapıp dua ettin. Senin bir miracın oldu. Ben de ümmetin miracını namaz yaptım. Ümmetinden her kim namazını kılarsa bütün göktekilerin sevabını alır. Çünkü her türlü ibadet namazda toplandığı gibi; Allah’a yakın olma ve Ona kavuşma da yine namazla mümkün olmaktadır ve olacaktır.
Bu anlamları içeren bir hediyeyi veya hediyeleri vermek Allah’tan başka kimin gücü dahilindedir?
14-Mi’racın meyveleri nelerdir?
1-Cenab-ı Hak, peygamberimize imanın esaslarını göstermiştir. Efendimiz, melekleri, cenneti, âhireti, hattâ Mevlâ-yı Zülcelâl’in cemalini gözüyle görmüş, bizim de görebileceğimiz
2- Ezel ve Ebedin Hâkimi, âlemlerin Rabbi, kâinatın sahibi ve varlıkların sanatkârı Yüce Mevlânın razı olduğu hayat tarzının İslâmiyet olduğunu öğrenmiş; İslâmiyetin başta NAMAZ gibi esaslarını insanlara ve cinlere hediye getirmiştir.
Acaba ayda ne var ne yok, diye merak eden, öğrenmek için trilyonlarca masrafı göze alan, her türlü fedakârlığa katlanan, anladıkça hayretten hayrete düşen insanlığın Hz. Muhammed’in (sav) milyarlarca ışık yılı ile ifade edilemeyecek mesafelere, mesafelerin ötesine olan yolculuğunu daha çok merak etmesi, gerekmez mi? Getirdiklerini anlaması icap etmez mi?
Çünkü feza pilotunun varmış olduğu ay, Yüce Allah’ın memleketinde gezen, dünyanın etrafında uçan bir sinek gibidir. Dünya, güneşin etrafında uçan bir pervane, Güneş ise binler lâmbalar içinde bir lâmbadır ki Mülkün Maliki Yüce Allah’ın misafirhanesind
Adı geçen sinek, pervane ve lambalarda olup biten haberleri getiren astronotlar merak ve hayretle dinlenir de; zaman ve mekân sınırlarını aşan, Arş’a yanaşan Hz. Muhammed (sav) dinlenmez mi? Fena âleminden çıkıp, beka âlemine giren, Mevlâ’nın mukaddes işlerini, sanatının harikalarını ve Ebediyyet yurdunda rahmetinin hazinelerini gören, gelen, söyleyen şanlı Peygamberin Miraç yolculuğu hiç merak edilmez mi? Mübarek ağzından çıkan sözler hayret, teslimiyet ve muhabbetle dinlenmez mi? O şanlı Peygamberi dinlemeyenler, getirdiklerini kabul etmeyenler,. onun izinde gitmeyenler akılsızlıkların
Acaba aya giden süper devletler aydan ne getirdiler? İnsanlığın yararına olan şeyler mi getirdiler, yoksa yıldız savaşlarından bahsetmekle, insanlığı korkutup uykusunu mu kaçırdılar? İşte Ay’ın astronotlarıyla
“Yirminci asrın ablak yüzlü feza pilotu / Buldun mu Ay yüzünde ölüme çare otu?
Bir odun parçasına at diye binen çocuk / Başında çelik külah, sırtında plastik gocuk
Uzaklıkları yenmiş fâtih edasındasın / Dipsizliğin dibini bulmak sevdasındasın,
Allah’a dil uzatır gibi küstah bir yarış / Farkında değilsin ki ay dünyaya bir karış.
Fezada milyarlarca ışık yolu mesafe / Seninki, saniyelik zafer, ilmi hurafe!
3- Sevgili Peygamberimiz, ölümün olmadığı ve bu dünyada iken Allah’ı memnun eden insanların ebediyyen mutlu yaşayacakları bir ülkeyi görmüş, bunun müjdesini ve ebedî saadet definesinin anahtarını getirip insanlara ve cinlere hediye etmiştir. İdam edilecek bir adama: “Müjde! Padişah seni affetti, ve sana ömür boyu mutlu yaşayacağın bir köşk tahsis etti!” denilse bu adamın sevincini ölçmek mümkün olabilir mi? İşte ölümle idam olduğunu ve olacağını zanneden cin ve insanlara Sevgili Peygamberimiz, İslamiyet’i yaşayarak Allah’ı memnun ettikleri takdirde, ebedî saadetin ve cennet köşklerinin müjdesini getirmiş, insanların ve cinlerin üzüntüsünü sevince çevirmiştir.
4- sevgili peygamberimiz, allah’ın cemalini görme meyvesini kendisi aldığı gibi, o meyvenin her mü’mine verilmesinin de imkân dahilinde olduğunu cinlere ve insanlara mujde vermiştir.
5- İnsanın, kâinatın çok kıymetli bir meyvesi, kâinatın sanatkârı ve sahibi olan Allah’ın çok nazlı bir sevgilisi olduğu Mi’rac’la anlaşılmış, ve bu meyveyi “En Nazlı Sevgili: Hz. Muhammed (s.a.v)” cin ve insanlara hediye etmiştir. Küçük bir mahluk, zayıf bir canlı olan insana böyle bir müjdenin verilmesi, adi bir nefere: “Sen mareşal oldun!” müjdesinden çok daha büyük bir sevinç kaynağı olur. Çünkü bu müjde ile insan, fani, aciz, konuşan bir hayvan, devamlı ayrılık tokadı yiyen çaresiz bir varlık iken, kâinatın ve bütün varlıkların üstünde bir makam sahibi olduğu, rahmeti ve ikramı sonsuz bir Allah’ın ebedî bir cennetinde hem de hayal sür’ati ve ruhun genişliğinde, canının çektiği her şeyi bulmuş bir insan olmanın keyfini ve sefasını ancak insan olanlar anlar.
15-Mi’racı inkâr eden dinden çıkar mı?
“Müslüman’ım” diyen hiç kimsenin bu olayı inkâr etme hakkı ve lüksü yoktur. İsrâ’yı -ayetle sabit olduğu için- inkâr eden Müslümanlıktan çıkar, Mirac’ı inkâr eden de ehl-i fısk ve ehl-i bid’at olur. Çünkü bu olay hakkında icma-ı ümmet vardır. Bu olayı tereddüdsüz onaylayan, Ebubekir Sıddîk gibi “Şanlı Resûl ne diyorsa doğru diyordur.” diyen ve İslamiyeti yaşayan, onu yaşatmak için malını, canını feda eden de “sıddîk”lar kervanına katılır, Ebubekir Sıddîk’la (r.a) beraber haşr olur, onunla cennete kavuşur.
16-Mi’rac gecesinde ne yapmalıyız?
Mirac gecesinin meyvelerini toplamalıyız, adeta onları yemeliyiz ve hazmetmeliyiz.
Mi’rac’la gelen mesajı anlamalıyız ve Mi’rac’la gelen on emre kulak vermeliyiz.
Beş vakit namazın Mi’rac’la geldiğini düşünüp, namazla Mi’rac macerasını hatırlamalıyız ve her namazla adetâ Mi’rac’ı yaşamalıyız.
Bakara sûresinin son ayetlerindeki dualar gibi dualarla dua etmeli, elimizden geliyorsa Cevşen’i hatmetmeli veya bir miktarını okumalıyız.
Bediüzzaman’ın Sözler ve Mektubat adındaki kitaplarında bulunan miraç bahislerini okuyarak bir saat tefekkürle bir sene nafile ibadet etme sevabını kazanmalıyız.
Küstürdüklerimi
İyiliğini gördüğümüz insanlara karşı vefalı davranmaya söz vermeliyiz.
Günahlarımızı affettirebilmem
Ölmüşlerimiz adına hayırlar yaparak, sadakalar vererek ve fatihalar okuyarak anmalıyız.
Küçüklere şefkatli, büyüklere hürmetli davranmalı, kimseyi incitmemeliyiz.
Peygamber varisi durumunda olan alimlere saygıda kusur etmemeli, ilim meclislerine koşup giderek, sohbeti dinlenebilecek alimlerin derslerine katılmalı, ilimle ve çalışmakla cehaletin, ihtilafın (didişmenin) ve fakirliğin belini kırmalıyız.
Beş vakit namazı hayatın gayesi bilmeli, bu geceden itibaren onu asla bırakmayacağımı
17-Günümüz Medeniyetinin Temellerinin Atıldığı İslam Coğrafyasının Sınırlarının Çizildiği Geceler.
Kadir Gecesinde bu günkü modern medeniyetin bilim ve tekniğin temelleri atılmış, Mirac Gecesinde de İslâm coğrafyasının sınırları çizilmiştir. Şimdi bu meseleyi biraz açalım:
Doğulu ve Batılı vicdan sahibi her araştırmacının ittifak ettiği bir gerçek vardır. O da: Bu gün dünyaya hâkim olan Modern Avrupa Medeniyeti, varlığını Ronesans’a, Ronesans da varlığını Endülüs İslâm Devletine ve dolayısıyla İslâm Medeniyetine borçludur.
İslâm Medeniyetinin kaynağı Kur’an’dır. Kur’an ise Ramazan ayında, Kadir Gecesinde inmeye başlamıştır. O gece inen ayetlerin ilkinin “İkra’=oku” diye başlaması da çok anlamlıdır. Medeniyete, ahlaka, bilime, teknik ve terakkiye giden yol okumaktan geçer. Kalkınmanın, medenileşmenin ve modernleşmenin temelinde çekirdek olarak İslâm’ın bu ilk emri vardır. Bir “İKRA’=OKU” dan böyle bir medeniyet çıkar mı demeyin. Kocaman incir ağacı da mini minnacık çekirdeğinden çıkmıyor mu? Siz çıkana değil, çıkarana bakacaksınız.
Asya, “oku” diyen kitap kendi elinde olmasına rağmen, böyle bir medeniyete sahne olma liyakat ve fırsatını kaçırdığından dolayı hayıflanmalı, hatasını itiraf etmeli, Allah’dan özür dilemeli, tevbe ve istğfar edip Kur’an’a dönmelidir. Avrupa ise gurur ve kibiri bırakıp Allah’a şükretmelidir. Ve bilmelidir ki kendisini zirvelere taşıyan medeniyet Kur’an’dan fışkırmıştır. Onun sahibi de Allah’dır. İncir ağacı bu incirler “benim hünerim” deyip kibirlenemeyece
“İslâm coğrafyasının sınırları Mirac Gecesinde çizilmiştir.” demiştim. Bunu da kısaca izah etmek isterim: Mirac Gecesinde Sevgili Peygamberimiz, Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alınıp Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya götürülmüş, orada hazır bulunan peygamberlerin ruhlarına imam olup iki rekât namaz kıldırmıştır. Böylece Peygamberimiz, bütün peygamberlerin,
Mirac Gecesinde Peygamberimiz, fena alemini geçip beka alemine girmiştir. Dolayısıyla İslâm coğrafyası dünyanın ve fizik âleminin tamamını içine almakla kalmıyor, beka alemini, öteler ötesini, hattâ bütün bir kâinati içine alıyor. “Allah’a kul olana, her şey hizmetkâr olur, Allah’ın mülkü onun mülkü haline gelir.” Kaidesince Peygamberimiz, Allah’ın son peygamberi ve en kâmil kuludur. Onun için bütün fizik ve metafizik coğrafya onun mülkü olmuş, Onun tasarruf alanına girmiştir. Allah’ın da zaten bir sözü vardır: “Yere benim salih kullarım varis olacaktır.” diye. Mirac’la sınırları çizilen İslâm coğrafyasına bu gün maalesef gayr-i Müslimler hâkimdir. Bu durum onların Salih olduğuna değil, olsa olsa Müslümanların salahetlerini kaybettiklerine
Umarım bütün insanlık Miraç’la gelen bu mesajı alır, “Arşa giden Astronot” da buluşur. Umarım insanlık yeniden bir saadet asrını yaşar. Umarım Mescid-i Aksâ, Ayasofya gibi garip ve boynu bükük mescitler hürriyetine, eski huzurlu ve nurlu günlerin kavuşur. Allah’ın rahmetinden bunu bekliyoruz ve bizi de salih kullarından eylemesini umuyoruz.
Tefsir Bilim Doktoru İlahiyatçı Yazar Dr. Vehbi Karakaş