Mevlid’in Bidat-ı Hasene Olduğu
HASANÜ’L-MAKSİD Fi AMELÎ’L-MEVLÎD KİTABINDA MEVLlD
Allâme Suyûtî’nin, «Hasanü’l-Maksid fi ameli’l-Mevlîd» adlı risalesinde yazdığı açık ibaresi şöyledir: Asrının hafızı, Şeyhü’l-İslâm Ebu’l-Fadl b. Hacer, mevlidin yapılması hakkında kendisinde] sorulunca, açıkça şu cevabı verdi:
Mevlidin esası bid’attır. Üçüncü asra kadar hiçbir sâlih seleften mevlidin yapıldığı nakledilmedi. Lâkin bununla beraber, okutulması ve yapılması, güzel olan ve olmayan şeyleri kapsamaktadır Mevlid işinde, iyi şeyler yapıp aksinden korunan kimse, yaptığı mevlid işi bid’at-ı hasenedir (güzel bir bid’attır). Bu şekilde olması ise, iyi değildir.
Yine İbn Hacer der ki: Mevlidin sabit bir temelden tahric edilmiş olduğu bana zahir olmuştur. Şöyle ki: Buharı ve Müslim sahih kitaplarında (Ebû Bişr’den rivayetle dedi ki: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medine’ye gelince, Aşure günü Yahudilerin oruç tuttuklarını gördü. Ne için tuttuklarını sorduğunda, «Bu gün öyle bir gündür ki, Allah, onda Fir’avn’ı (suda) boğdurup Mûsâ’yı kurtarmıştır. Biz de dolayısıyla Allahü Teâlâ’ya şükrederek bugün oruç tutuyoruz.» dediler (Müslim, Ebû Bişr’den, hadis no.-127)
Bundan anlaşılıyor ki, Allahü Teâlâ’nın, muayyen bir günde ihsan eylediği bir nimete veya defeylediği bir musibete karşı şükredilebileceği ve her yıl yapılan şükrün aynı günde tekrar edilmesi meşrudur. Allah’a yapılacak şükür: secde etmek, oruç tutmak, sadaka verip Kur’ân okumak gibi ibadetlerin çeşitleriyle hâsıl olur. Rahmet Peygamberi olan bu Peygamberin o günde dünyaya gelmesi nimetinden, acaba hangi nimet daha üstün olabilir? İşte bu nedenle mevlidin, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin doğduğu muayyen günde yapılması gerekir ki, Aşure günü vaki olan Musa aleyhisselâm hakkında geçen kıssaya uygun olsun. Bunu düşünmeyenler, mevlidin herhangi bir günde yapılmasına önem vermez. Hattâ bir kısım Müslümanlar, zamanı genişleterek mevlidi yılın herhangi bir gününde yapıyorlar. Ancak bu âdete itiraz edilebilir. İşte okutulmasıyla ilgili beyan budur.
Lâkin, mevlid işinde yukarıda bahsi geçtiği üzere, o esnada Kur’-ân-ı Kerim tilâvet edilip yemek yedirilmesi, sadaka verilmesi, gönülleri hayır ve ahiret işlerine çalışmaya teşvik edici olan Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin medhiyeleri ile zühd ve takvâyı bildirir şeylerin okunması gibi Allah’ın şükrünü ifade eden şeylerin yapılması lâyıktır.
Ama yapılan bu işlerden sonra, semâ, oyun oynamak ve daha başka ihtilâflı şeyler hakkında şöyle denilir:
Şeriat’ın kabul edeceği şekilde mevlid gününde şenlik ve Hz. Peygamber’e sevgi besleyerek yapılan mubah şeylerin hiçbir mahzuru yoktur. Haram, mekruh ve hilâfü’l-evlâ şeylerin mevlîd işinde yapılmasının men edilmesi gerekir.
MEVLİDİN CÂİZ OLDUĞU HAKKINDA HÂF1Z İBN HACER’İN FETVASI
İbn Hacer’in yukarıda geçen «Mevlîd yapılmasının esası, bid’-attır, sâlih seleflerin hiçbirisinden rivayet edilmemiştir», kavlinin mânâsı, şerî bid’at demek değil, lügavi bir bid’attır, demektir. Yâni, sonradan ihdas edilen bir işlem olup, Şeriat kanunlarından hariç bir şey değildir. Zira kendisi bundan sonra şöyle demiştir:
«Fakat bir kimse, mevlîd esnasında iyi şeyleri seçerek kötü şeyleri yapmaktan sakınırsa, mevlidi güzel bir bid’at olur; buna riâyet etmezse, çirkindir». İbn Hacer’in dediği doğrudur. Çünkü bid’atın hasen (güzel) ve kötü diye iki kısma ayrılması muhakkikler nezdinde ancak lügat itibariyledir. Şer’î bid’at hasen değil, kötü bid’attir, ikiye ayrılmaz. İbn Hacer’in yukarıda geçen son sözüne göre, mevlid ile birlikte Şeriat’a aykırı olan şeylerin yapılmasıyla mevlidin bizzat münker olmayıp belki Şeriat’e aykırı olan şeyin yapılmasıyla «menhiyyün anh» olur.
MEVLİDİ İLK İHDAS EDEN
Suyûtî «El-Hâvî li’l-Fetavâ» kitabında der ki: Mevlîd-i şerifi yapmayı ilk ihdas eden kimse, şerefli meliklerden, cömert ve ulu zâtlardan olan Erbil hükümdarı Melik Muzaffer Ebû Saîd Gökbörü İbn Zeynüddin Ali’dir. Güzel eserleri vardı. Kasıyun (Şam’da bir dağ) eteğindeki El-Muzafferiye camiini yaptırtmıştır.
İbn Kesir «Tarih» kitabında der ki: Melik Muzaffer, Rebiulev-vel ayında mevlîd-i şerifi düzenleyip büyük bir toplantı yapıyordu. Zeki, cesur, akıllı, âlim ve adâletli bir zât idi. Allahü Teâlâ ona rahmet eylesin! Kabrini şereflendirsin! Şeyh Ebu’l-Hattab b. Dıhye, mevlîd-i Nebevi hakkında bir cilt kitap yazmış «Et-Tenvir fi Mevlıdi’l-Beşiri’n-Nezir» ismiyle tesmiye etmiştir. Melik Muzaffer, karşılığında kendisine bin dinar hediye verdi. Uzun müddet melik olarak kalmış, hicri 630 yılında Akka şehri haçlı ordusu tarafından kuşatılırken vefat etmiştir. Kendisi güzel ahlâk sahibi ve iyi kalbli bir zâttır.
Sıbt İbn Cevzî, «Mir’tü’z-Zaman» adlı eserinde der ki: Melik Muzaffer mevlîd tertiplerken, huzurunda şerefli âlim ve sofular bulunuyor, onlara hediyeler veriyor, hapistekileri bu günün hürmetine serbest bırakıyordu. Her yıl mevlîd için üçyüzbin dinar harcıyor, ne sıfatta olursa olsun, nereden olursa olsun ziyâretine gelenler için bir misafirhanesi bulunuyordu. Her sene bu misafir evine yüzbin dinar harcıyordu. Frenklerden(1) (esir aldığı kimselerin tahliyelerine mukabil ikiyüzbin dinar fidye alırdı. Yine her sene Haremeyn-i Şerifeyn’e (Mekke ve Medine’ye) Hicaz yolunun suyunun temin edilmesi için üçyüzbin dinar masraf yapıyordu. Bütün bu harcamalar, ayrıca gizli olarak yaptığı sadakalardan başka şeylerdi. Zevcesi, Melik Nasıri’nin kız kardeşi Eyyub kızı Rabia Hatun’un anlattığına göre, Melik Muzaffer’in gömleği beş dirhem etmeyecek kadar kaba bir ketendi. Bu hususta kendisini itâb ettim (azarladım).
Bana şöyle dedi: Beş dirhemlik gömleği giyip de diğer paralar ile sadaka vermek, fakir ve miskinlerin ihtiyaçlarını görmek elbette pahalı gömlek giymemden daha iyidir.
Burada Suyûtî’nin ibaresi sona erdi.
Mİ’RAC HİKÂYESİNİN OKUNMASI İÇİN HALKIN TOPLANMALARI TEYMİYYECİLERİ CİDDEN TİKSİNDİRİYOR
Receb ayının yirmiyedinci günü veya gecesinde, halkın Mi’rac hikâyesini okumak üzere toplanmaları cidden Teymiyyecileri tiksindirmekte ve bunu büyük bir münker sayıp izalesinin onlara vacib olduğuna inanmaktadırlar. Mi’rac kandili gecesinde Mi’rac bahsini okuyan kimseleri fahişelerin evlerini basarcasına bastırıyorlar. Bu husustaki delilleri, mevlîd-i şerif hakkındaki iddiaları gibi, seleflerin bunu yapmamış olmasıdır. Halbuki selefin bunu yapmamış olmaları, kınanması gereken bir iş olduğuna dair bir delil değildir. Nerede kaldı ki, büyük bir günah olsun.
Gerçekten onlarca, Mi’rac kandilinin kutlanmasının büyük bir günah olmasının sebebi; o gecede Allahü Teâlâ vasıtasız olarak Peygamber sallallahü aleyhi ve selleme tevcih eylediği konuşmasıyla o gecede gördüğü büyük alâmet ve harikalarla kendisini şereflendirmekle onu yüceltmesidir. Bâtıl itikatlarına göre, böyle şeylerle Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin tazimi bid’at olup tevhide aykırıdır, diye delil getiriyorlar.
Şayet, Allahü Teâlâ aziz kitabında bu şekilde Peygamberine yapılan tazimden nehyetseydi veya Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem hadis-i şeriflerinde ümmetini bu şekil tazim edilmesinden men etseydi, delilleri doğru olacaktı.» Ne Allah’ın kitabında, ne de Peygamberinin sünnetinde bu nehyedildi. Öyle ise delilleri bâtıl ve itikatları fâsiddir. İslâm âlimlerinin, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin mevlid-i şerifi hakkında özel telifleri olduğu gibi, îsrâ ve Mi’rac hakkında da, birçok özel telifleri vardır.
İşte bu tafsilâttan sonra, mevlîd okurken Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin, şerefli ahlâkı ile Mi’rac bahislerini dinlemekten şiddetli iğrenenler; mevlidi okuyan ve dinleyeni incitenler hakkında akıllı kimseler ne diyor, ne düşünüyorlar? Acaba kendileri Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemi seviyorlar mı? Yoksa kendisinden iğreniyorlar mı? Hiç şüphe yok ki, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; «Ben, sizden birinize, kendisine nefsinden, çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, o, hakkıyla iman etmiş olamaz.» (Müslim, Enes b. Malik’ten) buyurdu. Peygamber (s.a.v.)’in mevlidi ve melekût âlemine yükseltilmesi bahsi, ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkının bir parçasıdırlar. Ahlâkı da ancak sünnetinin bir parçasıdır. Ona salâvat getirilmesi ahlâk ve methinin bahislerinin dinlenmesi de ancak ona karşı sevgi ve imanın sonucudur. Dillerin yanlış söylemesinden, aklın bozuk düşüncesinden, Allah’a sığmıyoruz.
İbn Teymiyye’nin, Peygamber (s.a.v.)’in Ravza-i Şerifini ziyaret için külfete girerek tâzim etmenin bid’at olduğu, o maksad ile yapılan sefer, masiyet olup, onda namazın kasn (kısaltılması) câiz olmadığı ve Peygamber’de (s.a.v.) hiçbir manevî rütbe olmadığı için ona tevessül etmenin câiz olmadığı hakkındaki bâtıl itikadından ötürü, Vehhabiler, Peygamber (s.a.v.)’in şerefinin zedelenmesine yol açmıştır….
Kaynak:Ebu Hamid bin Merzuk – Bera’atü’l –Eş’ariyyin(Ehl-I Sünnet’in Müdafaası),syf:239-242,Bedir yay.
Dipnot:
1) EFRENC: Bu kelime Ortaçağ’da teşekkül ederek, o sıralarda Frenklerin ve bilhassa Charlemagne’ın hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün AvrupalIlara denildi. Frenk, Avrupalı, hassaten Fransız, tâife-i efrencî. Hayat. Büyük Lügat, Türk Sözlüğü.