Mevlana’da Kadın-Nefis ve Erkek-Akıl, Kadın-Dünya ve Erkek-Gökyüzü Benzetmeleri
Hz.Mevlâna, Mesnevî’de örnek insan olmanın tarifini verirken, insanda bulunan iki manevî güç olan nefis ve akıl konusuna defalarca işaret eder. Şüphesiz Allah melekleri yarattı, aklı onlara yükledi; hayvanları yarattı, onlara da nefsi yükledi; âdemoğlunu yarattı, bunlara da akıl ve nefsi yükledi. Âdemoğullarından kimin aklı nefsine gâlip gelirse, meleklerden daha yüksektir; kimin de nefsi aklına gâlip gelirse o da hayvanlardan aşağıdır hadisinde belirtildiği gibi; insandaki bu iki güç sürekli mücadele içindedir. Bu mücadelenin sonunda nefis kazanırsa, insan alçalmaya mahkûmdur; ama akıl kazanırsa, o zaman da meleklerden daha yüce olma üstünlüğüne kavuşur.
İşte dünya yolculuğundaki insanın sorumluluğu; doğru tercihi yapmak, nefsin elinden kurtulmayı başarıp örnek insan (insân-ı kâmil) olmaktır. Mevlâna’nın rehberliği, akıl ve nefis konusundaki doğru dengeyi bulmamız konusundadır.
Maddî bir beden ile manevî bir ruhtan oluşan insanın hem akla, hem de nefse ihtiyacı vardır. Çünkü nefis insanın bedenine hizmet eder, hayatî ihtiyaçların teminini öngörür, dolayısıyla hayatın devamı için gereklidir. Akıl ise insanın ruhuna hizmet eder, olgunlaşmasına yardımcı olur. İşte bu iki güçten hangisi galip olursa; onun efendisi, beden veya ruh ön plana çıkar. Nefsin hâkimiyeti, maddî lezzetlere sürüklediği insanı dünyaya bağlar; aklın hâkimiyeti ise beden zevklerinden kurtardığı insanı göklerin ötesine taşır.
Mevlâna, Mesnevî’de nefsi ve dünyayı kadına benzetir, aklı ve gökyüzünü de erkeğe benzetir:
Karıkoca hikâyesi, bir masaldan ibaret. Fakat onu nefsinle aklının misali bil.
Bu kadınla erkek, nefisle akıldır. İyi kişiye de mutlaka lâzımdır, kötü kişiye de.
Bu ikisi, şu toprak yurtta esir ve mahpusturlar. Gece gündüz savaşta macera içinde.
Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yani eve lâzım olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur.
Nefis, kadın gibi her işe bir çare bulmak üzere gâh toprağa döşenir, tevazu gösterir; gâh ululuk diler, yücelir.
Aklınsa, bu düşüncelerden zaten haberi yoktur. Fikrinde Allah gamından başka bir şey yoktur.
Hikâyenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefisle akıl arasındaki maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle. (I/2617–2623)
Bu beyitlerde önce kadın-nefis, erkek-akıl benzetmesi yapılmış, daha sonra da her insanın hem nefse hem de akla muhtaç olduğu belirtilmiştir. Toprak yurda benzetilen bedende, nefis ve akıl gece gündüz savaşmakta, üstünlüğü elde etmek için mücadele etmektedir. Kadın-nefis benzetmesinin ise; kadının evini çekip çevirmesi, eksiklerini gidermeyi istemesi gibi, nefsin de beden evinin hayatiyetini koruma amacına bağlandığı açıktır. Erkek-akıl benzetmesinde de; ataerkil bir aile düzeninin hâkim olduğu toplumda; erkeğin evin reisi olması gibi akıl da beden evinin efendisi olmaya layıktır görüşüyle paralellik vardır. Ayrıca evin sorumluluğunu erkeğin taşıması ve ailenin korunmasındaki rolü dolayısıyla işin sonunu görme özelliğine sahip olan akıl arasında benzerlik kurulmaktadır.
Bir başka örnekte de anne-nefis ve baba-akıl benzerliğine yer verilir:
Kendine gel, bu anadan, onun merhametinden kaç. Babanın sillesi, onun helvasından yeğdir.
Ana nefistir. Baba da cömert akıl. Akla uyan önce daralır ama sonunda yüzlerce genişliğe uğrar. (VI/1436–1437)
Bu beyitlerde de her isteğine kavuşmayı isteyen nefis, “kör şefkat” derecesinde aşırı merhamet sahibi olan anneye benzetilirken, babanın otoritesi ile aklın baskıcı denetimi arasında bağlantı kurulmuştur.
Kadın ve erkekle ilgili bir diğer benzetme de yeryüzü/dünya ve gökyüzüne dairdir:
Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu, besler, yetiştirir. (III/4404)
Kadına nail olmak için kazancının etrafında dönüp dolaşan erkek gibi felek de zamanede dönüp dolaşmaktadır.
Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir.
Şu halde yerle göğün de aklı var; böylece bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar.
Bu iki güzel, birbirlerinden süt emmeseler, birbirlerini sevip koçmasalar nasıl olur da birbirlerinin muradına dolanırlardı?Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur?Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur?Dişinin erkeğe meyli, ikisinin de işi tamamlansın diyedir.Bu birlikte âlem bekâ bulsun diye Allah erkekle kadına da birbirlerine karşı bir meyil verdi.Her cüz’e de, diğer bir cüz’e meyil verdi. İkisinin birleşmesinden bir şey doğar, bir şey vücut bulur.” (III/4409–4416)
Bu örneklerde de, kadın-yeryüzü ve erkek-gökyüzü benzetmelerinin; kadının annelik, erkeğin de babalık görevlerine dayandığı belirtilmektedir. Ancak üzerinde durulan diğer hususlar da kadın ve erkeğin ailedeki sorumluluğu ortaklaşa paylaştıkları, birbirlerine ihtiyaç duydukları ve sevgi yoluyla birliği sağladıkları zaman elde edecekleri kazançtır.
Neticede kadın-nefis ve erkek-akıl benzetmelerinin; kadınların nefse ait kötü sıfatları taşıması veya erkeklerin akla ilişkin üstünlüklere sahip olmasıyla ilgisi yoktur. Bu benzetmelerde iki cinsten birini alçaltma, diğerini yüceltme amacı da güdülmemiştir.
Ayrıca Mevlâna’nın, Mesnevî’de birkaç kez; Kadınlarla istişarede bulunun, ama ne derlerse aksini yapın şeklinde bir hadise yer verirken de; hadiste belirtilen kadın ile nefsi anlamamız konusunda ikazı bu mahiyettedir. Nitekim Mesnevî’nin dördüncü cildinde yer alan bir hikâye bu görüşü teyit eder mahiyettedir. Bu hikâyede Hz. Musa, Firavun’a; “Benden bir öğüt kabul et, karşılık olarak dört fazilet kazan” diyerek iman teklifinde bulunur. Firavun, Hz. Musa’ya inanma konusunda eşi Asiye’ye danışır. Asiye; “Bu sözlerde ne büyük inayetler var. Ey iyi huylu padişah durma, hemen bunları elde et! Ne mutlu sana! O kerem sahibi, seni böyle bir lutfa, böyle bir ihsana çağırdı da nasıl tahammül ettin? Şaşılacak şey! Kim böyle bir alışverişi elde edebilir? Bir gülle gül bahçesini satın alıyorsun! Bir taneye karşılık yüzlerce ağaçlık, bir habbeye karşılık yüzlerce maden!” sözleriyle Firavun’u iman etmesi için teşvik eder. Ancak Firavun, bir de veziri Hâmân’a danışmak ister. Asiye; “Bu sırrı Hâmân’a söyleme. Kör kocakarı, doğanın kıymetini ne bilir?” derse de, Firavun onu dinlemez ve Hâmân’a danışır. Hâmân, bu teklifi duyunca naralar atar, ağlar. “Bir efendinin kula tapmasındansa binlerce defa ateşe atılması daha hoş! Buna imkân yok! Ey Çin ülkesini bile hükmü altına alan padişahım, önce beni öldür de seni bu halde görmeyeyim!” tarzındaki sözleriyle Firavun’u Hz. Musa’ya inanmaktan alıkoyar (IV/2509–2778).
Prof. Dr. Emine YENİTERZİ