Maslahat Ve Mefsedetlerin Mahiyetine Dair
Maslahat dört çeşittir; hazlar ve sebepleri, sevinçler ve sebepleri. Mefsedet de dört çeşittir; acılar ve sebepleri, üzüntüler ve sebepleri.
Dünya hazzı, sevinci, acısı ve üzüntüsü ile her birinin sebepleri örf ve adetle bilinir. Dünya hazlarının en üstün olanları; irfan sahibi olma, hal ehli olma ve peygamber ile velilerin bazı fiillerinden duydukları hazlardır. Kendisi için namaz neşe ve ferahlık kaynağı kılınan kimseyle can sıkıcı, meşakkatli kılınan kimse bir değildir. Yine zekatı seve seve veren kimseyle fazla verse bile istemeyerek veren kimse bir değildir.
Ahiret hazzı, sevinci, acısı ve üzüntüsü ile bunların her birinin sebepleri ise nasslarda yer alan vaat, sakındırma ve tehditlerle bilinir. Bunlarla ilgili şu ayetler misal olarak zikredilebilir:
Haz; “Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı herşey vardır”[9], “Onlara berrak, içenlere lezzet veren pınardan doldurulmuş kadehler dolaş-tırılır”[10]
Sevinç; “Allah yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir”[11], “Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde …” [12], “Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin müjdesinin sevinci içindedirler”.[13]
Acı; “Onlar için acı bir azap vardır”[14], “Ona her yerden ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun). Bundan ötede şiddetli bir azap da vardır”. [15]
Üzüntü; “Izdıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri döndürülürler”.[16]
[Allah’ın Takdirinden Kaçış Olmaması]
insanların bütün gayretleri sevinç ve haz elde edip acı ve üzüntüleri defetmeye yöneliktir. Bazı insanlar bunların en yüksek derecesine talip olur ki bu kimselerin sayısı azdır. Diğer insanlar en düşük derecesine ya da orta bir dereceye talip olurlar. Buradaki derecelendirme insan gayretinin ötesindedir. Her bir insanın tercihi bir sebebe bağlıdır. Her bir insan, başarılı olan, kazanan, işini sağlam yapan ya da başarısız olan, kaybeden, zayıf düşen tarafına döndürülür. Haklarındaki yazgı neyse oraya döndürülürler.
Dünyada irfan sahibi ve hal ehli olma ahirette Allah’a yakın olma ve cemalini görme nazlarını talep eden kimse insanların en üstünüdür. Zira o kimsenin talebi taleplerin en üstünüdür. Cennet nimetlerini ve orada elde edilecek sevinç ve hazları talep eden ise üstünlük bakımından ikinci mertebededir. Bu dünyanın mutluluk ve nazlarını talep eden ise üçüncü derecededir. Yani insanların talepleri en üstün, orta ve en alt mertebede olan şeklinde farklılık arz eder.
Ahireti talep edenler, dünya haz ve nimetlerine zaruret ve ihtiyaç nispetinde yönelip ahireti kazanmaya çalışırlar. Bu kimseler ancak haklarında takdir edilen makama ulaşabilirler. Bazı insanlar, talep ettikleri şeyleri kendileri elde ettikleri hususunda yanılgıya düştüler. Birçok şeye kendi gayret ve çabalarıyla nail olduklarını zannettiler. Onlar gerçekten kaybettiler, doğrudan yüz çevirdiler, kendi nefislerine güvenip helak oldular.
Bir kısım insanlar ise hayra ancak Allah’ın yardımıyla nail olduklarını ve zarardan O’nun himayesiyle korunduklarının farkındadırlar. Bu kimseler fazlasıyla kazançlıdır. Zira Allah’a itaat, irfan sahibi ve ehl-i hal olma vasıfları, devam ettiği sürece aynı derecede hatta daha fazla hayırlara yol açar.
Kısaca kim Allah’a yönelirse Allah da ona yönelir, kim Allah’tan yüz çevirirse Allah da ondan yüz çevirir, kim Allah’a bir karış yaklaşırsa Allah ona bir arşın yaklaşır, kim bir arşın yaklaşırsa ona bir kulaç yaklaşır, O’na yürüyerek gidene O koşarak gelir.
Herhangi bir şeyi kendi nefsine nispet eden hata etmiş, dalâlete düşmüş olur. Her şeyi yaratana, nimet olarak verene nispet eden ise kat kat kazanır. Zira Allah (cc) şöyle buyuruyor; “Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi arttıracağım”[17], “Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.” [18]
Allah’a yaklaştıran en hayırlı yol; O’nun yüceliği karşısında kendi hakir-liğini görme, O’nun gücüne boyun eğme, O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi olmadığını kabul etmedir. Bu yol, irfan sahiplerinin yoludur. Ancak cahil ve gaflette bulunan kimseler bu yoldan yüz çevirirler.
Hikmet tamamlandı, taksim yapıldı, herkes hakkında ahiret yurdunda ya adaletli bir hüküm verilecek veya kendisine adaletin ötesinde lütufta bulunulacaktır. Geçmişte sabit olan şey için yokluk söz konusu olmaz. Yazgı yazılıp adil bir hüküm verildikten sonra çalışıp çabalama hiçbir şeyi değişmeyeceği gibi geçmişte verilen bu hükümlerin ortadan kalkması da söz konusu değildir. Allah’ın talebi üstün olduktan ve korkulan gerçekleştikten sonra kaçış nereye, gidiş nereye?
Kalemlerin yazmadığı, takdirî ilahîde yer almayan şeyleri talep eden kişi kaybetmiştir. O kişi için daha büyük musibet, daha kötü hüsran vardır. Allah’tan kaçış nereye? Allah’ın takdirinden nereye kaçılabilir? Birisinin yakınlaştığını görürsün, bir de bakarsın uzaklaşmış. Kimsenin kendisine ne yararı ne de zararı vardır, kendini ne koruyabilir ne de kurtarabilir. Şair şöyle demiş;
Yeryüzünün neresinde size ulaşmayı umabiliriz ki
Siz yönü tespit edilemeyen meliklersiniz
Allah’a andolsun ki hiçbir şeye Allah’ın müsaadesi olmaksızın ulaşamazsınız. Allah’a O’nun yardımı olmaksızın nasıl ulaşabilirsin!
1- Maslahat ve Mefsedetlerin Hakikî veya Mecazî Olması
Maslahatlar iki çeşittir. Birincisi hakikî maslahat ki bunlar sevinç ve nazlardır. İkincisi ise mecazî maslahattır ki bunlar sevinç ve nazların sebepleridir.
Bazen maslahatların sebebi mefsedet olabilir, bu durumda söz konusu mefsedetin yapılması emredilir ya da mubah görülür. Bu durum o şeyin, mefsedet olması değil bir maslahata vesile olması hasebiyledir. Hayatın kurtarılması için kangren olan elin kesilmesi böyledir. Yine cihadda hayatın tehlikeye atılması da daha büyük maslahatın elde edilmesine yöneliktir. Aynı şekilde şer’î cezalar da mefsedet olmaları hasebiyle değil maslahata götürmeleri hasebiyle konulmuşlardır. Yol kesenlerin ve hırsızların belli organlarının kesilmesi, katillerin öldürülmesi, zina yapanların recmedilmesi, celde cezasına çarptırılması ya da sürgün edilmesi, tazir cezaları; bunların hepsi, bunlara bağlı olan maslahatların elde edilmesi için Allah (cc) tarafından uygulanmaları emredilmiş mefsedetlerdir. Bunlara maslahat denilmesi sebebin sonuçla isimlendirilmesi şeklinde mecazdır.
Aynı şekilde mefsedetler de ikiye ayrılır. Birincisi hakikî mefsedetler ki bunlar acı ve üzüntülerdir. İkincisi ise mecazî mefsedetlerdir ki bunlar acı ve üzüntülerin sebepleridir.
Bazen mefsedete götüren şey bir maslahat olabilir. Allah (cc) bunları maslahat olmalarından ötürü değil mefsedete götürmeleri hasebiyle yasaklamıştır. Haram ve mekruh olan hazları elde etmeye çalışma, vacip ve mendup olan amelleri yapma zahmetinden kaçınma örnek olarak zikredilebilir. Zira bunlar maslahat olmalarından ötürü değil mefsedete götürmeleri hasebiyle yasaklanmış maslahatlardır. Bunlara mefsedet denilmesi de sebebin sonuçla isimlendirilmesi şeklinde mecazdır.
2- Sırf Maslahat ya da Sırf Mefsedet Olan Şeylerin Az Olması
Sırf maslahat ya da mefsedet olan şeyler azdır. Çoğu şeyler hem maslahat hem de mefsedet içerir. Hz. Peygamberin (s.a.v.) şu sözü buna delalet eder. “Cennet sevilmeyen şeylerle, cehennem ise hoşlanılan şeylerle çevrelenmiştir.” [19] Sevilmeyen şeyler insanlara acı vermeleri hasebiyle mefsedet, hoşlanılan şeyler ise insanlara haz vermeleri hasebiyle maslahattır.
İnsan, tabiatı gereği maslahatı mefsedetinden fazla olan şeyleri tercih edip mefsedeti maslahatından fazla olan şeylerden sakınır. Bundan dolayı had cezaları konulmuş, tehdid ve sakındırma nasslarda yer almıştır. İnsan yasaklanmış hazları ve had cezası ya da sair cezaların terettüp ettiği fiilleri düşündüğünde mefsedetleri fazla olduğu için tabiatı gereği bunlardan kaçınır. Kötü kimseler ise bu fiillerin mefsedetlerini akıllarından bile geçirmez ve bunları yaparlar.
Akıllı kimse bir şeyin kınama, azarlama ya da ahirette ceza tehdidiyle haram kılındığını hatırlayınca o şeyden sakınır. Zaten belaların hepsi bunlardan gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Yine Rabbinin gözetimini hatırlayınca günah işlememe ve haram olan hazlardan sakınma konusunda mahcubiyet duyar. Aynı şekilde bazı maslahatların barındırdığı acı ve üzüntüleri hatırlaması, o şeyleri terketmesini sağlar. Dünya ve ahiret maslahatlarını hatırlaması, onu bu maslahatlarla beraber bulunan meşakkatlere sabretmeye sev-keder. Nitekim hasta olan kişi sağlık ve ferahlığa kavuşmayı umduğu için ilacın acı olmasına, çürüyen azı dişlerinin çekilmesi veya kangren olan uzvunun kesilmesi esnasında duyduğu acıya sabreder.
Yine akıllı olan kişinin Rabbinin gözetimini aklında tutması onu Allah’a itaate ve itaat için gerekli meşakkat ve zorluklara göğüs germeye sevkeder. Ve yine karşılaşacağı kötü akıbetten ötürü bazı güzel, leziz yiyecek ve içeceklerden uzak durur.
Allah (cc) dileseydi melekler gibi insanlara da hiçbir meşakkat ve zorlukla karşılaşmaksızın Allah’a itaat etme imkanı verirdi. Günah kıldığı şeylerde de insanlar için hiçbir haz ve güzellik yaratmazdı. Şayet böyle yapsaydı hiç kimse itaatten ayrılmaz ve günaha girmezdi. Fakat Allah’ın takdiri imtihanın zor olması yönündedir.
Lakin melekler insanlar gibi değildir. Yorgunluk hissetmeksizin gece gündüz Allah’ı teşbih ederler. Allah’ın hiçbir emrine itaatsizlik etmez, ne emrettiyse onu yerine getirirler. Zira onlar tüm bunları yaparken hiçbir meşakkat ve sıkıntı ile karşılaşmazlar. Cennetlik olanlar da nefes almak kadar kolay bir şekilde Allah’ı teşbih ederler.
Yine Allah (cc)dileseydi inanç ve diğer konularda vehim, şüphe, hayal, zan gibi şeyleri yaratmazdı. Bilakis varlığa dair ilmi; sapkınlığa düşüren vehim, sıkıntıya sokan şüphe, cehalete düşüren kuruntu, yanlış yoruma götüren zan olmaksızın yaratırdı.
Acaba cennette bunlar olmayacak mı? Cennetlikler bunlara değil de nimet, mutluluk, sevinç ve nazlarını tamamlayacak olan yalnızca bu gibi şeylerin bilgisine mi sahip olacaklar? Yoksa orada da dünyadaki gibi mi olacaklar? Allah insanlar için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın aklına bile gelmeyen nimetler hazırladı. Bunun da Allah’ın hazırladığı şeylerden olması mümkündür.
Allah’a itaatin O’na bir faydası olmadığı gibi isyanın da bir zararı yoktur. Fayda ve zarar kullar içindir. Düşünme, inkar, iman, azim, irade, nefret, sevgi, itaat, itaatsizlik, irfan ve hallerin kaynağı kalptir, iyi olandan hoşlanıp kötü olandan hoşlanmama veya iyi olandan hoşlanmayıp kötü olandan hoşlanma ve doğru ya da yanlış zanların da kaynağı kalptir. Her bir kalbe bu özelliklerden Allah’ın takdirine göre verildi. Allah hiç bir sorgulayıcısı olmayan hüküm koyucu ve çabuk hesap görendir. O’nun, hiçbir sebebe dayanmaksızın mutlu kıldığı mutlu olmuş, bedbaht kıldığı da bedbaht olmuştur. Hakkında yazılmış olandan insan nasıl kurtulabilir? Allah’ın buyruğundan nereye kaçabilir?
Kalb, tıpkı içinden sürekli sular akan nehir gibidir. İnsanın kalbine gelen düşünceler böyledir. Ne düşünce ne de onun üzerine bina edilen azim, davranış, inkar, iman, itaat, isyan kalbi terketmez. Ta ki onun yerine benzer ya da farklı bir düşünce geçinceye kadar. Akarsuların faydalı ve zararlı olanları olduğu gibi ne fayda ne de zararı olmayanları da vardır. Kalplere gelen düşünceler ve bunlara binaen ortaya çıkan hallerin de faydalı ya da zararlı olanları olduğu gibi ne fayda ne de zararı olmayanları da vardır.
İnsan mefsedet olan ve bunlara götüren şeyleri yapmaya azmetmekten sakınmak, maslahat olan ve bunlara götüren şeylere yönelmekle yükümlüdür. Düşünce kalbe yerleşmeden önce insan için sorumluluk olmadığı gibi düşünce halinde kalan şeylerden ve düşüncenin sonucu bir şeye meyletme ya da bir şeyden nefret etmeden ötürü de sorumluluk yoktur.
Düşünceler iki çeşittir. Birincisi, tıpkı suyun nehirde akması gibi kalbe insanın hiçbir gayreti olmaksızın gelen düşüncedir. İkincisi ise insanın kendi gayreti sonucu kalbinde oluşan düşüncedir. Bu noktada gösterilen gayret için övülme, yerilme, sevap ve günah söz konusudur.
Izzeddin Ibn Abdüsselam – Islami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri,syf.37-42
[9] Zuhruf 71
[10] Saffat 45-46
[11] İnsan
[12] Ali imran 170
[13] Ali îmran 171
[14] Bakara 10
[15] İbrahim 17
[16] Hac 22
[17] İbrahim 7
[18] Ali-İmran 45
[19] Müslim, Kitabu’l-ceneti, i/2174
Ilimdünyası.com