Dünyaya ait maslahat ve mefsedetler ile dinî hükümlerin önemli bir kısmı akılla bilinebilir. Akıllı bir kimse; şeriat gelmeden önce de sırf maslahat olanın elde edilmesi, sırf mefsedet olarım gerek insanın bizzat kendisinden gerek diğer varlıklardan defedilmesi, mefsedetlerin daha kötü olanının evle-viyetle defedilmesi, iki maslahattan daha üstün olanının önce gerçekleştirilmesi, mefsedetin defediîmesinin maslahatın elde edilmesine tercih edilmesi gibi esasların övgüye layık iyi işler olduğunu bilir. Düşünürler bu konuda ittifak etmişlerdir.
Dinin; can, mal, mülk ve şahsiyetin korunması, söz ve fiillerde en faziletli olamn tercih edilmesi gibi ilkeleri de akılla bilinebilecek şeylerdir. Bazı meselelerde ihtilafa düşülmesi çoğunlukla, maslahat ya da mefsedetlerden birkaçının aynı derecede mi olduğu yoksa birinin daha üstün mü olduğunun tespit edilememesi sebebiyledir. Aynı derecede olması durumunda insan tereddüde düşer ve eşit derecede mi yoksa farklılık var mı diye tereddüde düştüğünde bir karar veremez.
Doktorlar da iki hastalıktan hafif olanını bırakarak ağır olanını tedavi ederler. Hastanın sağlık ve selameti açısından daha önemli gördükleri hastalığı tedavi ederken daha Önemsiz olanı sonraya bırakırlar. Hangi hastalığın daha önce tedavi edilmesi gerektiği hususunda tereddüde düştüklerinde durakalırlar. Zira tıp da din gibi maslahat, esenlik ve sağlığı mümkün mertebe terhin etme, mefsedet, ölüm ve hastalığı ise defedebildiği ölçüde defetmek üzere vazedilmiştir. Her açıdan sağlığın temini yani bütün hastalıkların tedavisi imkansız olduğunda yapılması gerekenler eşit derecede önem taşıyorsa doktor tereddüd eder; şayet birinin daha önemli olduğuna karar verebilirse onu yapmayı tercih eder, aksi taktirde bir müddet bekler. Yani tıp da din gibi kulların maslahatının temini ve mefsedeti-nin defi için vardır.
Dinî bir maslahat söz konusu olunca hangi maslahatın daha önemli olduğu tespit edilinceye kadar beklemek gerektiği gibi doktorun da insan sağlığı söz konusu olunca maslahatlardan birini tercih için bir sebep buluncaya kadar beklemesi gerekir. Bunun aksini iyi ile daha iyi olanı, kötü ile daha kötü olanı bilemeyen cahiller yapar. Bu durum insanın fıtratında vardır. Kötü niyetli veya bu işlerden anlamayan ahmak kimseler ancak bu fıtrata aykırı hareket ederler.
Kafirlerden hayvan kesmeyi yasak kabul eden kimse, bununla hayvanın maslahatını murad etmiş olmakla birlikte doğru yapmış olmaz. Zira değeri az olan bir canlının maslahatını, değerli bir canlının maslahatına tercih etmiş olur. Nefse uyma ve cehaletten’uzak olsaydı iyi olanı kötü olana tercih eder, ve kötü olan iki şeyden dalia kötü olanı öncelikle defederdi.
“Allah’ın saptırdığını kim doğru yola getirebilir, onlar için hiçbir yardımcı da yoktur.”[8] Allah (cc), hatadan koruyup muvaffak kıldığı kimseye bu meselelerin bütün detaylarını öğretir ve onu öğrettiği şeylerin gereğiyle amel etmeye de muvaffak kılar. O kimseler gerçekten kazanmışlardır, ama sayıları azdır. Biz onlar için az diyoruz, onlar gerçekten çok azdir.
Benzer şekilde müctehitler de, Allah’ın hatadan koruyup muvaffak kıldığı ve onlara tercihe şayan delilleri öğrettiği kimselerdir. Onlar içtihatlarında isabet ederler ve hem niyetleri hem de isabet etmiş olmaları hasebiyle sevaba nail olurlar. Şayet hata ederlerse sadece içtihat etmiş olmaları ve niyetlerinden ötürü sevaba nail olurlar ve onların hataları affolunur. Müctehidin düşebileceği hataların en büyüğü usul konusunda yapılan hatadır.
Iki iyi şey arasında daha iyi olanı seçme ve iki kötü şey arasında daha kötüyü defetme düşüncesi, alemlerin Rabbinin bir nimeti olarak insanların fıtratında vardır. Nitekim küçük bir çocuktan; lezzetli ve daha lezzetli olan iki şeyden birini seçmesi istense daha lezzetli olanı seçer, güzel ve daha güzel olan iki şeyden birini seçmesi istense daha güzel olanı seçer, bakır parayla gümüş paradan birini seçmesi istense gümüş olanı seçer, gümüş parayla altın paradan birini seçmesi istense altın olanı seçer. Daha faydalı olan varken faydası az olanı, bu durumu bilmeyen bir kişi tercih eder. Veya ikisinin arasındaki farkı görmezlikten gelen ahmak kimseler böyle bir tercihte bulunur.
Sırf maslahat olan şeyler çok azdır. Zira yiyecek, içecek, giyecek, binecek, mesken gibi malları elde etme ve evlenme ancak bunların öncesinde veya sonrasında ya da aynı anda katlanılacak meşakkatlerle mümkün olur. Bunlardan her birini elde etmek birçok insan için gerçekten zordur. Çok çalışıp zahmetlere katlanılarak ancak elde edilir. Elde edildikten sonra da her birini çekilmez kılan, hayatı zehir eden sıkıntılarla da karşılaşılabilir. Kısacası tüm bunlara sahip olmak bir çok meşakkati beraberinde getirir.
Yiyecek ve içecekler insanın bunları arzu etmesi, elde edilmeleri için çok çalışmak zorunda olması, sonuçta bu yiyeceklerin sindirilerek necaset ve dışkıya dönüşmesi, necasetin de elle yıkanması gibi birçok açıdan insan için meşakkat kaynağıdır. Elbise açısından mefsedet olan şeyler ise başta çalışıp kazanılması olmak üzere yırtılma, sökülme, eskime ve yanma gibi durumlardır. Hanımlar ise nafaka, yiyecek ve giyeceklerinin temini ve sair hakları açısından erkek için meşakkat kaynağıdır. Binek hayvanları da başta çalışıp kazanılmaları olmak üzere yemlerinin tedariki, sularının verilmesi, muhafaza edilmeleri, kullanılmaları, çeşitli afetlere maruz kalmaları gibi mefsedetler içermektedir. Kölelerde de benzer mefsedetler vardır.
Evlerin ise elde edilmeleri çok meşakkatli ve uzun süren çalışmayla ancak mümkün olur. Üstelik evler; yıkılma, yanma, zelzelede hasar görme, bakıma ihtiyaç duyma, kötü komşudan zarar görme, dar ortamı sevmeyen bir kimse için evin dar olması ya da geniş olmasından rahatsız olan bir kimse için evin geniş olması, sağlığa zararlı bir çevrede bulunması, suya uzak olması, fırın, hamam ya da kötü kokusu olan deri imalathanesine komşu olması gibi birçok mefsedete konu olur.
İnsanların arzuları, içerdikleri sıkıntılar sebebiyle aynı zamanda mefse-dettirler. Hiçbir arzu onunla birlikte var olan sıkıntılara katlanılmadan yerine getirilemez. Arzular kısa ya da uzun vadede insanı bir mefsedete sürük-leyince buna bağlı olarak daha büyük mefsedetler ortaya çıkabilir. Bazı kısa süren arzular uzun süreli hüzün ve sıkıntılar doğurabilir.
Şöyle bir soru sorulabilir; arzular sıkıntı ve acı kaynağıysa nefsin arzuladığı şeylerin var olacağı cennet de sıkıntı ve acıların var olduğu bir yer midir? Buna şu şekilde cevap veririz: Arzulardan kaynaklanan acı ve sıkıntılar imtihan dünyasına aittir. Ahirette ise acı ve sıkıntı olmaksızın arzu ve istekler yerine getirilerek haz duyulur. Bu dünyada haz duyma ile acı ve sıkıntı çekme Allah’ın değişmez kanunu gereği her zaman bir arada bulunur. Ahirette ise Allah’ın bu kanunu kaldırılmıştır. Tıpkı sümkürme, tükürme, küçük veya büyük abdeste çıkma, düşmanlık etme, kıskanma, kötü huylu olma gibi durumlar orada söz konusu olmayacağı gibi haz almayla beraber ya da haz alma öncesinde acı ve sıkıntı çekme de bu dünyadan farklı olarak orada söz konusu olmayacaktır. Orada açlık ve susuzluk hissedilmeksizin yeme, içme hazzına varılacaktır.
Ahirette cezalar konusunda da Allah’ın kanununda bazı değişiklikler olacaktır. Mesela herhangi bir kimse ahiretteki azabın çok azına bu dünyada çarptırılsa hayatta kalması mümkün olmazdı. Ama orada bu dünya için öldürücü olan birçok sebep var olmasına rağmen kimse ölmeyecek.
Ahirete ilişkin maslahat ve mefsedetleri ancak vahiyle bilebiliriz. Her iki dünyaya dair maslahat ve mefsedetler farklı mertebelerdedir, en üst ya da en alt mertebede olanları olduğu gibi bu ikisi arasında olanları da vardır ki bunların bir kısmı üzerinde ittifak edilmişken bir kısmı ihtilaflıdır.
Nasslarla emredilen her şeyde ya her iki dünya ya da ikisinden biri için bir maslahat vardır. Aynı şekilde her yasaklanan şeyde de ya her iki dünya ya da ikisinden biri için mefsedet vardır.
Amellerin en hayırlısı maslahatların en iyisini elde etmeye yönelik olanı, en şerli olanı ise mefsedetlerin en kötüsünü elde etmeye yönelik olanıdır, İrfan, iman ve Allah’a itaatten daha büyük saadet; dini bilmeme, inkar etme, günah işleme ve Allah’a isyan etmekten daha büyük bedbahtlık yoktur.
Maslahatlar farklı derecelerde olduğundan ahirette her birine verilecek sevap da çoğunlukla farklı olacaktır. Aynı şekilde mefsedetler de farklı derecelerde olduğundan onlara verilecek cezalar da farklı olacaktır. Kuran’da beyan edilen maslahatların büyük bölümü; maslahatları elde etme ve ona götüren yola girmeyi emretme, mefsedetlerden ve ona götüren yoldan sakınma şeklindedir.
Dünya maslahat ve mefsedetleri, ahiret maslahat ve mefsedetl eriyle farklılık arzeder. Zira ahiret maslahatları; cennette ebediyen kalmak ve Rah-man’ın rızasını elde ederek cemâlini görmektir. Bu ne yüce ve kalıcı bir nimettir! Ahiret mefsedetleri ise elem verici azabın olduğu cehennem ateşinde ebediyen kalmak, Yargılayıcı’nın gazabına müstahak olup cemâlinden mahrum olmaktır.
Maslahatlar üç çeşittir: Mubah maslahatlar, mendup maslahatlar, vacip maslahatlar. Mefsedetler ise iki çeşittir: Mekruh mefsedetler, haram mefsedetler.
Allah’ın veli kulları, ahiret maslahatını bu dünya maslahatından önde tutmuşlardır. Aynı şekilde bu dünyaya ait bazı mefsedetlere tahammül etme pahasına bile olsa ahiret mefsedetlerini defetmeye öncelik vermişlerdir. Onlar bu dünya ile ahirete ait maslahat ve mefsedetler arasındaki derece farkını gayet iyi biliyorlardı.
Allah dostları da hal ehli olma ve irfanın verdiği hazzı dünya ve ahiret nazlarından üstün görmüş ve onu tercih etmişlerdir. Onların bildiği herşeyi insanlar bilselerdi, onlar gibi olurlardı. Onlar rahata kavuşmak için zora talip olur ve O’na yakınlaşmak için diğer şeylerden uzaklaşırlardı.
Allah dostlarının bir kısmı hiçbir çaba harcamaksızın irfana nail kılınmışlardır. O kimselerde irfana uygun haller düşünme işlemi söz konusu olmaksızın, herhangi bir gayret göstermeksizin kendiliğinden zuhur eder. Bazı insanlar ise ehl-i irfanın haliyle hallenmek için irfana nail olmaya çalışır. Bu iki grup arasında dağlar kadar fark vardır. İrfandan mahrum olan kimse, ona nail olabilmek için kendisini zorlar, ama nail olamaz. Allah (cc); hiçbir yorgunluk, sıkıntı ve meşakkate katlanmaksızm irfana nail kıldığı kimseleri en üstün fazilet ve rahmet yağmurlarıyla bezedi. O kimseler O’nun dışında başka şeylerle ilgilenmez, sadece O’nu düşünür, sadece O’na yakınlık hisseder ve sadece O’na güvenirler. Zira ancak ve ancak O’na varacaklarını bilirler. O’nun takdirine razı olur, musibetlerine sabreder, nimetlerine şükrederler. Bazen insanlar için sıkıntılı olan şeyler onlar için rahatlık, insanlar için rahatlık olan şeyler de onlar için sıkıntı olur. Kuran’ı terbiye edici, Rahman’ı öğretici, Yargılayıcı’yi yoldaş, Allah’a itaat etmeyi şiar edinmişlerdir. Kardeşlerinden kopmuş, vatanlarından uzaklaşmışlardır. Çok ağlar, az gülerler. Her an daha önce hiç tahmin etmedikleri bir yere varır, hiç akıllarına gelmeyen yerlerde konaklar ve hiç bilmedikleri şeyleri müşahede ederler.
Onların konakladıkları yerleri ancak oralarda konaklayanlar bilir, onların vasıflarını da ancak o vasıflara sahip olanlar bilir. Onlar imkan dahilinde Kuran ahlakıyla ahlaklanmışlardır. Kuran ahlakı Rahman’ın rızasını kazanmayı ve O’nun cemâlini görerek rahat ve güven içinde cennette yaşamayı sağlar.
Izzeddin Ibn Abdüsselam – Islami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri,syf.31-36
[8] Rum, 29
Ilimdunyasi.com
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…